YALANDAN GERİYE NE KALIR?
İmam-ı Şafii, "Yalan; güven ve emniyeti, huzur ve itimadı yok eder" der. Cam bir eşyanın kırılmasından sonra bir daha bir araya gelmesi mümkün olmadığı gibi, güven de tuzla buz olur yalan karşısında. Artık o kişi doğru söylese de karşıdakinin şüpheli bakışlarından kurtulamaz.
Efendimiz'e (s.a.v) biri gelir ve der ki: Bırakamadığım üç günaha tutuldum. Bunlar; zina, yalan ve içki. Bu durumda Efendimiz o kişiye neyi terk etmesini öğütlüyor dersiniz; dudaklarımızı uçuklatacak zinayı mı, yoksa içkiyi mi? Hiç biri. Cevaben buyuruyor ki: "Yalanı, benim için terket!" Adam kabul ediyor ve gidiyor. Bir günahı işleyeceği zaman, "Eğer bu günahı yaparsam, Rasulullah sorduğunda 'evet' dersem suçum meydana çıkar. 'Hayır' dersem yalan söyleyerek verdiğim sözü tutmamış olurum" diye düşünüyor. Böylece öbür iki günahtan da kurtuluyor. Yalan ne kadar kötü bir şey ki içkiden de, zinadan da ağır bulunuyor. Diğer yandan doğruluk nasıl büyük bir nimet ki, doğru söyleme zorunluluğu adamın günahları terkine sebep oluyor.
Yalan söyleyen, kendini fazla zeki sanır
Yalan; ikiyüzlülük, hakaret, karşısındakini hafife alma, onunla alay etme anlamlarını taşır; aynı zamanda o şahsın kişilik bozukluğunu gösterir. Yalan sahibini mahcup ve rezil eder, kavga ve huzursuzluklara yol açar, insanları birbirine düşürür, dostlukları yıkar, düşmanlık tohumları eker. Yalan söyleyen, kendini fazla zeki sanır, oysa farkında olmadan aslında şahsiyetini tahrip eder; güvenilemeyen, sevilmeyen durumuna düşürür kendini. Hele insanların inançlarını kullanarak aldatmak, tahribatı vahim, vebali ağır, çok daha şiddetli sonuçlar doğurur.
Ne yazık ki, yalan günümüzde insanlar arasında çok yaygın hale geldi. Beyaz yalan, pembe yalan, kuyruklu yalan, dolandırıcılık, sahtekarlık derken yalanın her türlüsü toplumda icra edilir oldu. Şimdilerde gereksin-gerekmesin(!) su içmek kadar doğal kullanılıyor yalan. O yalanlar ise birikimle, kalp üzerinde zifte dönüşüyor, ruhta tonlarca külçe halini alıyor. Ezildikçe eziliyor onun altında yalan sahibi.
Ahlaki zaaflara, kişilik bozukluklarına nispeten göz yumularak ilişkiler sabırla sürdürülebilir belki; ama yalan kaygan bir zemin sunuyor kişilere. Buzlu bir yolda, gözlerini kapatarak kim gönül rahatlığıyla yürüyebilir ki? Ya da riskli öyle bir yerde kim yürümek ister, güvenli yollar dururken? Denir ki, "Az yalan söylenemez, yalan söyleyen her yalanı söyler." İnsanı paranoyaya sürükleyecek bir ilişki sunar yalan. Yalanın yaptığı yüksek tahribatı çok az insan tamir edebilir. Hele samimi ve dostunuz sandığınız kişinin gözlerinizin içine baka baka söylediğini öğrendiğiniz yalanlarından sonra, dost sarayının gerçekte bir kulübe olduğunu gördüğünüzde, yaşanılan şok kolay kolay atlatılamaz.
Yalan söyleyenin doğruları bile itham altındadır
Yalan söyleyen belki "o anını kurtarır" ama kendini çok daha kötü bir duruma sokar. Çünkü yalan başladığı noktada durmaz, yalanlar zincirine dönüşür. En sonunda o zincire dolanıp yüzüstü kapaklanmak işten bile değildir. İmam Şafii, "Yalan; güven ve emniyeti, huzur ve itimadı yok eder" der. Cam bir eşyanın kırılmasından sonra bir daha bir araya gelmesi mümkün olmadığı gibi, güven de tuzla buz olur yalan karşısında. Artık o kişi doğru söylese de karşıdakinin şüpheli bakışlarından kurtulamaz. Gözlerdeki o derin sorgulama, en bilindik bakış olur yalanı yakalananın sözleri karşısında. Hep aynı soru sorulur içten; "Acaba yalan mı söylüyor? Beni kandırıyor mu?" Artık her söz ve hareket yargılanır iç mahkemede. O mahkeme, o kişi için hep orada kalır. Her söz ve hareketi tartılır, ölçülür biçilir; doğru olup olmadığına kanaat getirmeye çalışılır. Yalan söyleyenin doğruları bile itham altındadır artık. Böyle güvensiz bir ortam, insanı daima huzursuz ve tedirgin halde bırakır. Uzun süre kimse o gerilimi yaşamaya tahammül edemez ve yalan söyleyenden uzaklaşılır.
Diğer yandan yalan söyleyen, "kişi karşısındakini kendi gibi bilir" kuralınca, kimseye inanamaz. Böylece başkalarının güvenini yıkmakla kalmaz, aynı zamanda insanlara karşı kendisininkileri de yıkar.
"Ashab-ı kiram indinde, yalandan daha kötü bir şey yoktur"
Dinimiz yalanı, haram kılar ve şiddetle yasaklar. Üstelik bu öyle ağır bir sonuca bağlanır ki, yalan, kafirlerden bile daha aşağı görülen münafıkların vasıflarından sayılmıştır. Allah Teala, "...Allah, yalancı ve nankör olan kimseyi doğru yola iletmez" (Zümer, 3), "Ey iman edenler! Allah'tan sakının ve doğru söz söyleyin. Böyle davranırsanız, Allah işlerinizi düzeltir ve günahlarınızı bağışlar..." (Ahzab, 70-71) buyuruyor. Efendimiz (s.a.v) ise "İman sahibi, her hataya düşebilir. Fakat hainlik yapamaz ve yalan söyleyemez", "Kalp, doğruluktan huzur, yalandan ızdırap duyar" diye bildiriyor. Hz. Aişe (r.anha), "Ashab-ı kiram indinde, yalandan daha kötü bir şey yoktur. Çünkü onlar, yalanla imanın bir arada bulunamayacağını bilirlerdi" diyor.
Yalanın kazandırdıkları, kaybettirdikleri karşısında bir hiçtir. Öncelikle bu dünyada iğrenç bir koku ve pislik olarak yakalara yapışır. Gidilen her yere o iğrenç koku sahibinden önce varır. Kimse onlarla gönlünü açarak, iç huzuruyla oturamaz. Yüzler buruşur, kaşlar çatılır yanlarında. Ağızlarıyla kuş tutsalar, sözlerini hassas terazilere vursalar, o kaybedilen şeyi yeniden elde etmek neredeyse imkânsıza yakındır. Söz ve hareketlerini daima ispatlamak zorunda kalırlar. Ne kâbus! Bundan daha kötüsüyse, Allah'ın gazabını çekmek!
Rabia SULUK.