İNSANIN KENDİ İLE İLETİŞİMİ
Öncelikle ilgili kavramlar üzerinde durmak yerinde olacaktır.
İletişim kavramı farklı şekillerde tanımlanmakla birlikte; insanlar arasında bilgi, duygu ve düşüncelerin paylaşılması süreci olarak ifade edilmektedir.
İki birim arasında gerçekleşen iletişimin bir benzeri de bazen bireyin içinde de oluşabilmektedir. İçsel iletişim olarak ifade edilen bu iletişime örnek olarak, bireyin kendi iç dünyasını gözlemlemesi, ihtiyaçlarının farkına varması, üzülmesi ya da sevinmesi verilebilir. Bu durumda içsel ya da kişi içi iletişimi; insanların kendi içlerinde ürettikleri bazı mesajları yorumlaması şeklinde tanımlamak mümkündür.
Kişi içi iletişim ya da kendi kendine iletişim, kişinin kendi başına yaşamının her anında ve her mekânda yaptığı iletişimdir. Kişi kendi ile iletişim yaparken düşünür; kafasında kendisiyle ve başkalarıyla konuşur, tartışır, kavga eder, küser, barışır, oynar ve eğlenir. Kendi kendine düşünür, sevinir, güler ve ağlar; kararlar verir, kararlar değiştirir; problemler çözer ve yeniden çözer; planlar yapar, yıkar ve yeniden yapar; kendi ve ilişkide bulunduğu dış dünya ve insanlar hakkında değerlendirmeler ve karşılaştırmalar yapar; kendiyle ve dışıyla olan ilişkilerini düzenler ve yürütür.
İnsan Arapça ins kelimesinden türetilmiştir. “Beşer, insan topluluğu” anlamına gelen ins, daha ziyade insan türünü ifade etmekte olup bu türün erkek veya dişi her ferdine insi/enesi yahut insan denmektedir. Kelimenin aslının “unutmak” manasındaki nesy’den insiyan olduğu da ileri sürülmüştür. “Alışmak, uyum sağlamak” anlamına gelen üns, Türkçe’de ünsiyet olarak kullanılmaktadır. Teennüs “insan olmak” manasına gelirken isti’nas “cana yakın olma, vahşi hayvanın evcilleşmesi” anlamı taşımaktadır. Nitekim enes vahşetin karşıtıdır. Ayrıca insanü’l-ayn tabirinin “göz bebeği” anlamına gelmesi dikkat çekicidir. Ragıb el-İsfahanî ins kelimesini cinnin, üns kelimesini de “ürkmek” anlamındaki nüfür masdarının karşıtı olarak gösterir. Müellife göre insana bu ismin verilmesi, hemcinsleriyle birlikte uyum halinde yaşayabilmesiyle ilgilidir; insanın “yaratılışı itibariyle sosyal varlık” olarak tanımlanması da bundan ötürüdür.
Kur’an-ı Kerim’de altmış beş yerde insan, on sekiz yerde ins, bir yerde de insi geçmektedir. Ayrıca bir ayette enasi, iki yüz otuz yerde nas şeklinde çoğul olarak yer almaktadır. Kur’an’da insan bütün yönleriyle ele alınmış, konuyla ilgili ayetler onun yaratılışı, mahiyeti ve gayesini bir bütünlük içinde temellendirmiştir. İnsan türünün ilk örneği kabul edilen Hz. Adem’le ilgili olarak zikredilen ayetlere göre Allah onu “iki eliyle” yaratmış, yani ilk insan özel bir yaratışla varlık alanına çıkarılmıştır. Aslı topraktan olan bu yeryüzünün gelecekteki hükümranına Allah “ruhum” dediği varlık ilkesinden bir soluk üflemiş, ona “isimlerin tamamını” öğreterek bu isimlerin gösterdiği varlık şemasını kavratmış, nihayet meleklerin insana secde etmesini istemiştir. İlk insanın eşiyle birlikte cennetten çıkarılış öyküsü bir yandan insanın zaaflarına, öte yandan sonunda yeryüzünde halife kılınacak olan bu seçkin varlığın kaderine işaret etmektedir.
İnsan Nedir?
İnsan yeryüzünde Allah’ın halifesidir. “Hani Rabbin meleklere: Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım, demişti.” (Bakara, 30)
Halife kelimesi geniş anlamlar ifade eden derin ve yüklü bir kelimedir. Bu kelimenin taşıdığı manalardan birisi insan denen şu varlığın hayat sahnesinde çok önemli bir yeri olup değerinin son derece büyüklüğüdür.
Bir kere o yeryüzünde halifedir, Allah’ın halifesi.
Bütün kâinat güçlerine hâkim olan, yaratıcı ve yoktan var edici Allah’ın halifesidir.
Elbette ki halifenin, hilafetin gerekleriyle donatılmış olması gerekmektedir. Ayrıca o tabii olarak kendisine hilafeti bahşeden zatın nurundan parçalar taşımalıdır.
Allah Teâlâ yarattığı bu varlığın üstünlüğünü ilan ediyor. Meleklerini de bundan haberdar etmek istiyor, sonra da melekler insanın yaratılışındaki mucize karşısında secdeye kapanıyorlar. Bu secde insanın yaratılışındaki önemi ortaya koyma gayesini gütmektedir ve insan denen mucizenin diğer mucizelerden üstünlüğünü gösterir. Sonraki ayet-i kerime insanın yeryüzündeki vazifesinin yeryüzünün imarı olduğunu belirtiyor. Şu halde yeryüzünde Allah’ın halifesi olmak demek yapmak, icad etmek, imar etmek, tebdil ve tağyir etmek demektir. Allah, insana bu görevi yerine getirebilmesi için bir takım imkânlar sağlamıştır. Bu imkânların en büyüğü bilgidir, ilimdir. “Allah Adem’e bütün isimleri öğretti.” (Bakara, 31). İnsanın diğer varlıklardan ayrılmasını sağlayan en önemli özelliklerinden birisi bilgidir. İnsana sunulan geniş imkânlardan birisi de göklerin ve yerlerin insana musahhar kılınmasıdır. “Ve size göklerde ve yerlerde her şeyi musahhar kıldı.” (Câsiye, 13)
İnsana verilen bu kabiliyetler ondaki zaafı bütünüyle silip atamıyor. “Kadınlardan, oğullardan, kantar kantar altın ve gümüşten, nişanlı atlardan, develerden ve ekinlerden gelen zevklere aşırı düşkünlük; insanlar için süslenip hoş göründü. Bunlar dünya hayatının geçimidir. Oysa gidilecek yerin güzel olanı Allah katındadır.” (Âl-i İmran, 14)
Yasaklanan meyveye burada şehvet ve duygusallık nispet edilmektedir. Bu memnu meyve ile insanın kontrol mekanizmasını işleten irade test edilmiş olmalıdır. İnsana verilen en büyük nimetlerden birisi de bu kontrol fonksiyonuna sahip olan irade mekanizmasıdır. Burada önemli olan kontrol mekanizmasını yürüten iradenin şehvetlere engel olup olamayacağı hususudur. İnsan denen bu eşsiz varlık her zaman direnememektedir. “And olsun ki biz gerçekten Adem’e daha önceden ahdettik. Ne var ki o ahdini unuttu ve onda bir azim görmedik.” (Taha, 115)
Ne var ki bu zaaf sonsuz değildir. İnsan her zaman bu düşüklükten kurtulabilecek durumdadır. Yeter ki yüzünü yüce yaratanına dönsün. “Derken Adem Rabbinden kelimeleri belleyip aldı. Onun üzerine tevbe etti. ” (Bakara, 37)
İşte insanın hayati değerlerinin başlıcalarından birisi budur. İnsan şehvetler karşısında zaaflara maruzdur. Ne var ki bu zaafların yanı sıra aynı insan Allah’a yönelerek bu zaaftan kurtulacak kudret ile donatılmıştır. Tabiatının derinliklerinde her ikisini de yapacak güç vardır. “Nefse ve onu düzenleyene. Sonra da ona itaati ve isyanı öğretene. Allah’ın temizlediği nefis muhakkak kurtulmuştur. Azdırdığı da hüsrana uğramıştır. ” (Şems, 7)
Sonra insan çatışmalara karşı donatılmış bir güçtedir. “Bir kısmınız bir kısmınız için düşman olarak ininiz, dedik” (Bakara, 41)
Mademki ortada düşmanlık vardır şüphesiz çatışma da olacaktır. Şeytana karşı düşmanlık, çeşitli şekil ve surette ortaya çıkan şer kuvvetleriyle çatışmadır. Önemli olan bu çatışmadaki gücü tespit etmedir. “Eğer Allah insanların bir kısmını bir kısmıyla bertaraf etmiş olmasaydı yeryüzü fesada uğrardı. Ne var ki Allah âlemlere karşı lütuf ve ihsan sahibidir.” (Bakara, 36)
Nihayet insan yeryüzünde Allah tarafından kendisine verilen hilafet vazifesini yerine getirmektedir ve kendisini bu vazifeye seçen Allah tarafından desteklenmektedir. İnsan fıtratı itibarı ile Allah’a yönelecek ve O’nun hidayetinden faydalanacak kabiliyettedir. Ayrıca insan fıtratı Allah’tan uzaklaşıp ayetlerini inkâr da edebilir. “Bizim ayetlerimize küfredenler ise, işte onlar cehennem yaranıdırlar, orada ebediyen kalacaklardır.” (Rad, 11)
İnsana iyilik ve kötülüğü kavrayıp bunlardan birini seçme yeteneği verilmiştir; bu sebeple insan kendini sorumlu kılmaya yetecek bir özgürlüğe sahiptir. Olayları gözlemlemesi ve değerlendirmesi için ona göz, kulak ve kalp (akıl) verilmiş, kendisine doğru yol gösterilmiş, böylece değerlerin bilincine varmasını ve onlardan ahlak kanununun buyurduklarını, aynı zamanda son tahlilde kendisinin de iyiliğine olanları seçmesini sağlayacak şekilde donatılmıştır.
İnsanın böyle bir görevle yükümlü olması, bu önemli emaneti yüklenmiş bulunması onun yeryüzündeki varlığının temel anlamlarından birini ifade eder. Bu görevi yerine getirme sürecinde aşması gereken en önemli engel yine insanın kendisidir. Çünkü onun imtihan varlığı olmasının bir gereği olarak nankörlük, geçici hazlara düşkünlük, cimrilik, umutsuzluk, unutkanlık, böbürlenme, acelecilik, gerçeğe karşı direnme, inkârcılık vb. zaafları bulunmakta olup ahlaki gelişim sürecinde bu zaaflarını yenmeyi öğrenmelidir.
Özünde en güzel şekilde yaratılan insan, bunu başaramadığı zaman aşağıların aşağısına düşmeye mahkûmdur. Unutulmaması gereken bir husus da, dünya hayatının geçici olduğu ve ölümün kaçınılmazlığı karşısında insan için en akıllıca işin bu yeryüzü sınavını başarıyla geçme çabası içinde bulunması gerektiğidir.
------------------------------------------------
Kaynaklar
1 - Diyanet İslam Ansiklopedisi, ‘İnsan’ maddesi
2 - Muhammed Kutub, İnsan Psikolojisi Üzerine Etüdler
3 - İrfan Erdoğan, İletişimi Anlamak