Cihad
"Kendileriyle savaşılanlara (Müminler) zulme uğramış olmaları sebebiyle (savaş konusunda) izin verildi. Şüphe yok ki Allah, onlara yardıma mutlak surette kadirdir" [1]
Allah yolunda cihad etmekle ilgili ilk inzal olunan ayetin bu ayet olduğu rivayet edilir.
"İbn Abbas Radıyallahü Anh der İd: Hazreti Peygamber Aleyhisselâm Mekke'den çıkanldığı zaman, Ebu Bekir Radıyaîlahü Anh:
Peygamberlerini çıkardılar, mutlaka helak olacaklardır, dedi. Bunun üzerine Allah, bu ayet-i Kerimeyi inzal buyurdu. Ebu Bekir Radıyallahü Anh der ki:
Yakında savaş olacağını kesinlikle biliyordum.
İbn Abbas Radıyallahü Anh der ki: Bu, savaş (kıtal) hakkında nazil olan ilk ayettir. [2]
Mekke döneminde işkence altında bulunan Rasulullah Aleyhisselâm ve güzide Sahabesine devamlı olarak sabır tavsiye ediliyordu. Kendilerine, müşriklerle savaşılmaması, ibadete ve davete devam edilmesi emredilmişti.
Risaletin Mekke dönemi, eğitim, yetişme, olgunlaşma ve dünya İslâm Devleti'nin temelini atacak olan Müminlerin hazırlık dönemidir. Müşriklerin işkenceleri altında verilen iman ve ihlas imtihanıdır Mekke dönemi. Onüç yıllık, hazırlık ve olgunlaşma dönemi geçtikten sonra, iman ve ihlas imtihanım başarıyla bitirenlere Rabbimiz Allah, yeryüzünün iktidarını lûtfeyledi. Onüçyıllk işkence altında geçen çileli dönemde sabredenler, Rabbimiz Allah'ın emirlerine tabi olanlar sonunda, iktidar denilen nimete ulaştılar. Fakat bu kamil imana sahip olan Örnek nesil, iyi biliyordu ki, iktidarı ele geçirip devlet olmak da bir imtihan aracıydı. Çünkü her halimizle imtihan olunuyoruz.
Mekke şirk devletinin zulmü altında iken kendilerine devamlı sabretmeleri emredilen Örnek Sahabe nesline, şimdi savaş emrediliyordu. Hatta o dönemin sonlarına doğru ikinci Akabe Bey'atı sırasında Medine'den gelen Ensar topluluğundan Hazreti Numan bin Harise Radıyallahü Anlı, Ra-sulullah Aleyhisselâm ile şöyle bey'at ediyordu:
"Ben, Allah'a bey'at ediyorum. Ya Rasulullah, sana da bey'at ediyorum. Allah yolunda azimli, sebatlı ve devamlı olmak, bu yolda yakın-uzak gözetmemek üzere, istersen vallahi ya Rasulullah, şu Mina halkını da kılıçtan geçiririz" dedi.
Peygamberimiz:" Ben, daha bununla em-rolunmadım, buyurdu" [3]
Mekke Şirk devletinin, "La ilahe İllallah" ve "Al-lahu Ekber" sedalarını bastırmak, tamamen yok etmek, bu ezelî ve ebedî hakikati duyurmamak için giriştiği bütün şeytanî faaliyetler sonuçsuz kalmıştı, işkencenin her türlüsünü uyguluyorlardı. Onlar, Mü'minlere işkence yaptıkça, Müminleri imanı kuvvetleniyor, direnme azmi artıyor ve bu sabırla gün geçtikçe Mü'minler çoğalıyorlardı.
Bir Yasir ailesine, bir Hazreti Biîai'e, bir Hazreti Habbab'a, bir Hazreti Ammar'a, bir Hazreti Ebu Zer'e (Allah cümlesinden razı olsun) yapılan en korkunç işkenceler, onları imanlarından ve dinlerinden zerre kadar ayırmadığı gibi, hiç şüpheye bile düşürmedi.
Yasir ailesine uygulanan işkence sonucu, Hazreti Yasir, Hazreti Sümeyye ve Hazreti Abdullah şehid oldular. (Allah onlardan razı olsun). Hazreti Ammar bin Yasir Radıyallahü Anh, yapılan işkence sonucunda bitkin düştü ve o sırada dengesini kaybetti ve müşriklerin söylettirmek istediği küfrî sözleri söyledi. Fakat ikrah-ı Mülci altında olduğu için Rabbimiz Allah Celle Celalühu, bu konuda ruhsat verdi.
"Kalbi imanla sakin olduğu halde (dinden dönmeye) ikrah (zorlanan) müstesna. Her kim imanından sonra Allah'ı inkâr edip küfre gönül verirse, bu gibiler üzerine Allah'tan bir gazab iner ve onlara büyük bir azab verir.[4]
Hazreti Bilal-i Habeşî kızgın kumların üzerine yatırılıyor, göğsünün üzerine ağır kaya parçalan konuluyor, birde üstüne oturuluyor ve kızgın güneşin altında bekletiliyordu. Ayrıca vücudundan kan çıkıncaya kadar kırbaçlarla vuruluyordu. Tek istedikleri, hakk dinden dönsün ve tekrar putlara tapsın. Hazreti Bilal Radıyallahü Anh, o korkunç işkencenin altında bile, "Ahad-Ahad" Allah birdir, Allah birdir, diye şehadet ediyor ve müşrikleri kızdırıyordu. Hatta bir rivayete göre Hazreti Bilal Radıyallahü Anh, müşriklere sesleniyor:
"Eğer sizi bundan daha çok kızdıracak bir kelime daha bilseydim, onu da söylerdim."
Mekke'nin hakimleri, müstekbir, putçu müşrikler köpürüyor, ellerindeki tüm şeytanî planları uyguluyor, işkencelerini daha da ağırlaştırıyorlardı. Onlar, en korkunç işkenceleri artırırken, işkence altındaki Müminlerin imanları kuvvetleniyor, sabırları ve yakînleri artıyordu.
Ya; Hazreti Habbab bin Eret Radıyallahü Anh. Onu yakalayan müşrikler, elbiselerini çıkarıyorlar, kor haline gelmiş közlerin üstüne sırt üstü ya-tınyorlardı. O kızgın korları, Hazreti Habbab Radıyallahü Anh'ın sırtından akan kanlar söndürüyordu. Bu işkenceden dolayı sırtında gözenekler oluşmuştu.
Beytu'l-Haram Kabe'nin yanında ayağa kalkıp, "Allah'tan başka ilah yoktur" diye haykıran Hazreti Ebu Zer-î Gıffarî'ye saldıran müşrikler, Onu o kadar dövdüler ki, öldü diye bıraktılar. Hazreti Ebu Zer Radıyallahü Anh, bir müddet sonra kendine gelince kandan bir heykele döndüğünü fark etti.
Rasulullah Aleyhisselâm'a yaptıkları işkenceler de alabildiğine korkunçtur. Yolda suratına pislik atılır, üzerine kül dökülür, evinin önüne necaset atılır, geçtiği yollara diken serpilir, Kabe'nin yanında secdede iken sırtına, başına devenin pislikleri konulur, secdede iken boğmak istenir ve daha nicesi...
Hazreti Ebu Bekir Radıyallahü Anh, komalık oluncaya kadar müşrikler tarafından dövülür.
Bütün bu işkenceler, Mekke şirk devletinin işkencesi altında bulunan Mü'minleri daha da biler, birbirlerine sımsıkı sarılmalarını sağlar, olgunlaşmalarına vesile olur.
Bu arada iki defa denizaşırı bir ülke olan Habeşistan'a hicret edilir, ikinci Akabe'nin sonucunda hicretler Yesrib'e yani Medine'ye yapılır. Medine, Ashab için "Daru'l-Hicre" olur. Rasulullah Aley-hisselâm'm hicretinden ve İslâm devletinin kurulmasından sonra Medine, "Daru'l-İslâm" olur. O dönemde Mekke, "Daru'ş-Şirk"tir. Mekke'nin fethinden sonra "Daru'l-İslâm'a dönüşür.
Onüç yıl sabırla imtihanlarını veren örnek Sahabe nesline Allah, savaşmayı emrediyordu. İmtihan devam ediyordu, yalnız zaman, zemin ve şartlan değişmişti.
Rabbimiz Allah Celle Celalühü, kendilerine savaş izni verdiği Mü'min kullarının o günkü durumlarını şöyle beyan buyuruyor:
"Onlar, sırf 'Rabbimiz Allah'tır' dedikleri için haksız yere yurtlarından çıkarıldılar. Eğer Allah'ın, bazı insanları diğer bazılarıyla defetmesi olmasaydı, içlerinde Allah'ın ismi çok anılan manastırlar, kiliseler, havralar ve mescidler yıkılırdı. Allah, kendi (dini)ne yardım edenlere kesin olarak yardım eder. Şüphesiz Allah, güçlü olandır, aziz olandır.[5]
Evet, başta efendimiz, önderimiz, liderimiz ve yegane örneğimiz Rasulullah Aleyhisselâm olmak üzere bütün iman eden Sahabe, "Rabbimiz Allah'tır" ve "O'nun hiç bir ortağı yoktur.", "Göklerde de ilâh O'dur, yerde de ilâh O'dur.", "Biz putların ve put-çulann rabbliklerini ve iîâhlıklarım reddediyoruz.", dedikleri için şirk devletinin kurucu ve koruyucuları tarafından binlerce işkenceye tabi tutuldular, canlarına kast edildi ve yurtlarından çıkarıldılar.
Yurtlarından çıkarılan Mü'minler, kendilerine işkence yapıp ve sürgün edenlere karşı savaşacaklardı. Mekke şirk devletinin ilkelerini reddetmişlerdi. İmanlarından hiç bir taviz vermeden direnmişlerdi. Şirki ve şirke dayalı düzenin hiç bir şeyini kabul etmemişlerdi.
Mekke şirk devleti laik ve demokratik bir devletin vasıflarını taşıyordu. Dini yani İslâm'ı kesinlikle devlet işine karıştırmak istemiyordu. Yerdeki hakimiyet, Allah'ın değil put ilâhlarmmdı. Devlet yönetimi, bu put ilâhlarının adına o günün Meclisi olan, "Daru'n-Nedve"deki kabile temsilcilerine yani vekillerine aitti. Onlar, bu. hakimiyet hakkını Allah'a ve O'nun nizamına devretmek istemiyorlardı. Evet, Allah'a inanıyorlardı. Fakat inandıkları Allah göklerdeydi ve onların siyasetlerine, ekonomilerine, hukuklarına ve sosyal hayatlarına karışmazdı. İnandıkları Allah, sadece yaratır ve öldürürdü. Hatta "Dehrî" akidesine inananlar buna da pek itibar etmiyorlardı. Doğum ve ölüm, Allah'ın elindeydi. Allah, doğum ve ölüm arasındaki hayata karışmazdı. Onu devlet ve fert planında, Mekke şirk devletinin müşrik yöneticileri ayarlardı. Bu hakkı kendilerine has kılmışlardı. Helal ve haram sınırlarını kendileri belirliyorlardı. Kanun yapma ve uygulama hakkı "Daru'n-Nedve" parlamentosu mensupları olan temsilcilere verilmişti. Hakimiyet, milletin adına onlarındı.
Râbbimiz Allah Celle Celalühu, Rasulü Hazreti Muhammed Aleyhisselâm'ı, "Allah'tan başka ilâh yoktur" yani hakimiyet yalnız ve yalnız Allah'a aittir, kanun yapma, hüküm koyma hakkı Allah'ındır ve hükmüne tabi olunacak yalnız ve yalnız Allah'tır, demesi için vazifelendirince, müşrikler devlet olsun, fert olsun bu hakikatin karşısına çıktılar. Çünkü onlar, hakimiyet hakkını kendilerinden başka hiç kimseye vermek istemiyorlardı. Hatta hakimiyet hakkını devredecekleri merci, inandıklarını iddia ettikleri Allah bile olsa, vermek istemiyorlardı. Bunun için Rasulullah Aleyhisselâm'm Allah'tan getirdiklerini yalanladılar ve hakimiyet için Allah ve Rasulü'ne karşı savaştılar.
Ö günkü müşrikler ile yaşadığımız çağdaki Allah'ın hakimiyet hakkını gasbeden müşrikler arasında hiç bir fark olmadığı kaynaklar incelendiğinde apaçık anlaşılır.
İşte o günün müşriklerinin yönettiği Mekke'si, işte bugünün tağutlannın yönetimleri altına almış olduğu İslâm toprakları. Her iki durumda da, "La ilahe illallah" deyip gereği yapılmak istendiği zaman, hakim tağutî ve şirk güçlerinin karşı koyması aynıdır. Mü'min ve muttakilere uygulanan işkencelerin arasında zaman, zemin ve çeşitlilik farkından başka hiç bir fark yoktur.
O zamanın müşrikleri, Müminleri kızgın kumun üzerine yatırıyor veya kor halindeki közlerin üzerine basıyorlardı, şimdiki müşrik düzenlerin işkencecileri, Mu minlere elektrik vermek suretiyle işkence yapıyorlar. O zamanın müşrikleri, Müminlerin bir ayağını bir deveye, diğer ayağım başka bir deveye bağlar, aksi istikamete sürer ve Mü'mini ikiye ayırırdı. Bu zamanın egemen müşriklerinin işkencecileri, Mü'minleri Filistin askısına alıyor, kafese kovuyor, foseptik çukuruna gömüp bekletiyor, gazoz şişesine oturtuyor ve şişe kan doluncaya kadar bekletiyor, yılanlı hücrelere tıkıyor, kafasını mengeneye sıkıştırıp beynini dağıtıyor ve daha ne korkunç işkenceler...
Müşrikler bütün bu işkenceleri, yalnız ve yalnız ellerinde tuttukları hakimiyet hakkını Allah'a devretmemek için yapıyorlar. Allah'ın hakimiyet hakkını gasbeden bu müstekbir müşrik tağutîara karşı direnen Mu minler de sadece bir şey söylüyor ve bir
Allah'ın oluncaya kadar onlarla savaşın. Eğer vazgeçerlerse artık zulüm yapanlardan başkasına karşı düşmanlık yoktur.[6]
Ayette geçen ve ortadan kaldırılması Allah tarafından emredilen fitne kavramı, bilerek ihanet sonucu veya bilmeyerek hata sonucu yanlış değerlendiriliyor. Fitneden maksat, Allah'ın dininin zıddı ve O'nun yerine geçmek isteyen bütün küfrî, şirkî, irtidadî ve tağutî sistemlerdir.
"Fitne semantik anlamı çok geniş ve derin bir kavramdır. Burada şirke dayalı bütün ideolojiler başta olmak üzere her türlü bozulma, karışıklık ve sapma bütün kurum ve belirtileriyle söz konusu edilmektedir. [7]
Bu konuda bir başka ciddi değerlendirmede şöyle denilmektedir.
"Fitne, aynı zamanda imtihan manasına gelir. Muteber hadis mecmualarında "KFiten" veya "B.Fiten" başlığı taşıyan bölümlere dikkat ettiğimiz zaman; insanın çevresinin fitnelerle dolu olduğuna şahid oluruz. Dünyaya hiç ölmeyecekmiş gibi şehvetle bağlanmak bir fitnedir. Şer'î hudutları aşan "mal sevgisi", "evlad sevgisi", "makam hırsı" ve bunun gibi hazlar birer fitne hükmündedir. Allah Celle Celalühü indirdiği hükümlerin dışındaki hükümlerle, inanmayarak da olsa, hükmetmek bir fitnedir.
Cahiliyenin galip geldiği, tağutî güçlerin insanları hor ve hakir kıldığı toplumlarda onlarla "uzlaşmayı" esas alan her türlü düşünce bir finedir. İnsanlardan şer'î hudutların dışında tahsil edilen gelirlerden maaş almak bir fitnedir. Bütün bunların dışında "Deccal" fitnesi, "Kabir" fitnesi ve "Belam" fitnesini de unutmamak gerekir...
Hazreti Adem Aleyhisselâm'dan itibaren bütün Peygamberler insanlara tevhid akidesini tebliğ etmişlerdir. "Allah'a iman edin ve tağuta kulluktan kaçının" tebliği, bütün Peygamberlerde ortak bir noktadır. Dolayısıyla Allah Celle Celalühu'nun indirdiği hükümlerle hükmedilmeyen bütün topraklarda küfür ve fitne siyasî iktidar durumuna gelmiş demektir. Bu vasıftaki bütün toplumlarda cihad, akıl-baliğ olan her Mü'min üzerine, farz-ı ayndır. Kim bu cihad'dan uzak kalırsa, fitnenin içine düşmüş olur.[8]
Cihad hakkındaki ayet-i kerimelere devam edelim: :
"Savaş, hoşunuza gitmediği halde üzerinize yazıldı (farz kılındı). Olur ki, hoşunuza gitmeyen bir şey sizin için hayırlıdır ve olur ki, sevdiğiniz şey de sizin için bir serdir. Allah bilir de siz bilmezsiniz." [9]
Cihadın savaş kısmıyla imtihana tabi tutulmak elbette nefsin hoşuna gitmeyecektir. Çünkü nefs, sürekli olarak rahatı ister. Rahatlık içinde, köşklerde, yumuşak koltuklarda ve yataklarda, dopdolu sofraların başında, ticareti istediği doğrultuda olduğu halde kulluk yapıp, Cennete girmek arzusundadır. Fakat Sünnetullah daha başkadır. Bunun için Rab-bimiz Allah şöyle buyurur:
'Yoksa sizden Önce gelip geçenlerin hali, başınıza gelmeden Cennet'e gireceğinizi mi sandınız? Onlara, öyle bir yoksulluk, öyle dayanılmaz bir zorluk çattı ve öylesine sarsıldılar ki, sonunda Peygamber, beraberindeki Müminlerle, "Allah'ın yardımı ne zamandır? diyordu. Dikkat edin. Şüphesiz Allah'ın yardımı pek yakındır" [10]
'Bizden öncekiler' Asr-ı Saadet'te yaşayan örnek nesil ve onlardan önceki Ümmetlerde iman eden Mü'min ve Muvahhidlerdir. Bütün Peygamberler ve Ümmetleri, Ashab-ı Uhdud ve Ashab-ı Kehf ve diğerleri... O Mü'min ve Muvahhidlerin başına gelenler, onların yolunu izleyenlerin de başına gelecektir. Tevhid yolunun yolcuları buna hazır olmalıdırlar. Yol budur. Bu yolun dışında bir yol denemek isteyenler, yani Allah'ın Rasulullah Aleyhisselâm vasıtasıyla göndermiş olduğu ilâhî metodun/usulün dışından bir metodîa harleket etmek isteyenler, dosdoğru yoldan sapmış olurlar.
Bu ilâhî metodun/usulün uygulayıcısı Rasulullah Aleyhisselâm'dır. Onun Sünnetinin aynısı uygulanmalıdır. Kendisi buyurdu ki, "Benim Sünnetim budur" ve "Benim Sünnetimi işlemeyenler benden değildir." O halde Rasulullah Aleyhisselâmın kabul etmediği, red ettiği, denenmesine izin olmayan gayr-ı İslâmî metodîarla çalışmanın ve İslâm'ı bu yollarla hakim kılmaya uğraşmanın sonucu hüsrandır. Delilimiz yukarıda zikredilen ayeti kerime ve benzeri ayetler ile Rasulullah Aleyhisselâm'm tüm siretidir.
"Allah yolunda savaşın ve bilin ki, şüphesiz Allah işitendir, bilendir. [11]
"Yoksa siz, Allah, içinizden dhad edenleri belirtip, ayırdetmeden ve sabredenleri de belirtip ayır-detmeden Cennet'e gireceğinizi mi sandınız?" [12]
"Öyleyse dünya hayatına karşılık ahireti satın alanlar, Allah yolunda savaşsınlar; Kim Allah yolunda savaşırken öldürülür, ya da galip gelirse ona büyük bir ecir vereceğiz"
"Size ne oluyor ki, Allah yolunda ve: "Rabbimiz bizi halkı zalim olan bu ülkeden çıkar, bize katından bir veli (koruyucu sahib) gönder, bize katından bir yardım eden yolla" diyen erkekler, kadınlar ve çocuklardan zayıf bırakılmışlar (müstez'ailar) adına savaşmıyorsunuz?"
"İman edenler, Allah yolunda savaşırlar, küfredenler de tağutun yolunda savaşırlar, Öyleyse şeytanın dostlarıyla savaşın. Hiç şüphesiz şeytanın hileli düzeni pek zayıftır.[13]
"Artık sen, Allah yolunda savaş, kendinden başkasıyla yükümlü tutulmayacaksın. Mü'minleri de hazırlayıp teşvik et Umulur ki, Allah, küfredenlerin ağır baskılarını geri püskürtür. Allah, kahredici baskısıyla daha zorlu, acı sonuçlandırmasıyla da daha zorludur. [14]
"Ey iman edenler, Allah'tan korkup sakının ve (sizi) O'na (yaklaştıracak) vesile arayın; Onun yolunda dhad edin, umulur ki kurtuluşa erersiniz." [15]
"Yoksa siz, içinizden dhad edenleri ve Allah'tan ve Rasulü'nden ve Mü'minlerden başka sır dostu edinmeyenleri Allah bilip (ortaya) çıkarmadan bırakıhvereceğinizi mi sandınız? Allah, yapmakta olduklarınızdan haberi olandır.[16]
"Ey iman edenler, ne oldu ki size, Allah yolunda savaşa kuşanın denildiği zaman, yer(iniz)de ağırlaşıp kaldınız? Ahiretten (cayıp da) dünya hayatına mı razı oldunuz? Ama ahirettekine (göre), bu dünya hayatının yaran pek azdır. Eğer savaşa kuşanıp çık-mazsanız, O, sizi pek acıklı bir azabla azab-landıracak ve yerinize bir başka topluluğu getirip değiştirecektir. Siz, O'na hiç bîr şeyle zarar veremezsiniz. Allah her şeye güç yetirendir. [17]
"Gerek hafif, gerek ağır olarak (şartlarından dolayı savaş size kolay da gelse, ağır da gelse, binekli de olsanız, yaya da olsanız, teçhizatınız hafif de olsa ağır da olsa, sağlam da olsanız hasta da olsanız hangi halde bulunursanız bulunun) hep birlikte savaşa çıkın, mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda cihad edin. Eğer bilirseniz bu, sizin için daha hayırlıdır. [18]
Allah yolunda ve yalnızca Allah'ın rızasını hedef alarak cihad etmek farz-ı ayn olduğu gibi, gerçek iman edenleri diğerlerinden ayırmak için bir imtihan olduğu da hakikattir.
"Andolsun biz, sizden mücahid olanlarla sabredenleri bilinceye (belli edip ortaya çıkarmcaya) kadar, sizi deneyeceğiz ve haberlerinizi de sınayacağız (açıklayacağız)" [19]
"Mü'min olanlar, ancak o kimselerdir ki, Onlar, Allah'a ve Rasulü'ne iman ettiler, sonra hiç bir kuşkuya kapılmadan Allah yolunda mallarıyla ve canlanyla cihad ettiler. İşte onlar, sadık (doğru) olanların ta kendileridir.[20]
"Ey iman edenler, sizi acı bir azaptan kurtaracak olan ticareti haber vereyim mi? Allah'a ve O'nun Rasulü'ne iman edersiniz, mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda cihad edersiniz. Bu, sizin için daha hayırlıdır eğer, bilirseniz. O da sizin günahlarınızı bağışlar, sizi altlarından ırmaklar akan Cennetlere ye Adn Cennetleri'ndeki güzel konaklara yerleştirir. İşte büyük mutluluk ve kurtuluş budur ve seveceğiniz bir başka (nimet) daha var: Allah'tan yardım ve zafer (nusret) ve yakın fetih. Mu minleri müjdele. [21]
Gerçekten iman eden Mü'minler, bu ticaretin taliplileridirler. Allah Celle Celalühu'ya ve Rasulullah Aleyhisselâm'a iman etmişlerdir, mallarıyla ve canlarıyla Allah yolunda, nefs-i emmareyle, tağutlarla ve tağutî düzenlerle, zalim, münank, fasık, mürted ve müşriklerle cihad etmektedirler. Bu ticaret Allah ile yapılmakta ve Müslümanlar ticaretin şartlarına bağlı kaldıkça kendilerini acıklı bir azaptan kurtaracaklarını da bilmiş olsunlar. Karşılığında Cennet ve Allah'ın rızası olan bir alış-veriştir bu... Ne güzeldir, ne hoştur...
"Mü'minlerden özür olmaksızın oturanlar ile, Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad edenler eşit değildir. Allah, mallarıyla ve canlarıyla cihad edenleri oturanlara göre, derece olarak üstün kılmıştır. Tümüne güzelliği (Cenneti) vaad etmiştir, ancak Allah, cihad edenleri oturanlara göre büyük bir ecirle üstün kılmıştır. (Onlara) kendinden dereceler, bağışlanma ve rahmet (vermiştir). Allah bağışlayandır, esirgeyendir. [22]
"Bizim uğrumuzda cihad edenlere gelince: Biz, onlara elbette yollarımızı göstereceğiz. Şüphesiz ki Allah, her halde ihsan erbabıyla beraberdir.[23]
Cihadın farziyeti konusunda iki ayet daha zikredip bu konudaki hadis-i şeriflere geçelim:
"Ey Peygamber, kâfirlerle ve münafıklarla cihad et ve onlara karşı sert ve saydırıcı davran. Onların barınma yerleri Cehennemdir, ne kötü bîr yataktır Ol. [24]
"Kendilerine kitap verilenlerden, Allah'a ve ahi-ret gününe inanmayan, Allah'ın ve Rasulü'nün haram kıldığını haram tanımayan ve hak dini (İslâm'ı) din edinmeyenlerle; küçük düşürülmüşler olarak cizyeyi kendi elleriyle verinceye kadar savaşın. [25]
Rabbimiz Allah'ın emirlerinde gördüğümüz ve iman ettiğimiz odur ki, cihad, bütün zamana ve mekana şamil ilâhî bir davettir. Yeryüzüne Allah'ın dini hakim oluncaya ve Mü'minlerin de yeryüzünün hakimiyetini ele geçirip Allah'ın hükümleriyle hük-medinceye kadar cihad devam edecektir. Ne adil imamın adaletle yönetmesi, ne de zalim meliklerin zulmü cihad eden mücahidleri durduramayacaktır.
Çünkü Önderimiz Rasulullah Aleyhisselâm buyuruyor ki:
"İyi biliniz İd, Cennet, kılıçların gölgesi altındadır. [26]
İmam Buhârî ve İmam Müslim'in ittifakla rivayet ettikleri hadislerde şöyle buyuruyor Rasulullah Aleyhisselâm:
"Allahü Teâlâ kendi yolunda cihada çıkan kimseye, 'Onu evinden çıkaran şey, yalnız bana iman ve Peygamberlerimi tasdik ise, nail olduğu ecir veya ganimetle (evine) geri getireyim, yahud Cennete koyayım' diye icabet eyledi. Ümmetime meşakket olacağını bilmezsem hiç bir seriyyeden geri kalmazdım. Allah yolunda Öldürülüp dirilmeyi, sonra öldürülüp dirilmeyi ne kadar isterdim.[27]
"Sabahleyin ve akşamleyin Allah yolunda bir defa (cihad için) yürüyüş, dünyadan ve dünyadaki şeylerin hepsinden hayırlıdır. [28]
"Ebu Said el-Hudrî Radıyallahü Anh rivayet ediyor:
Ya Rasulallah, insanların en faziletlisi hangisidir? diye soruldu da Rasulullah Aleyhisselâm:
Canıyla ve malıyla Allah yolunda cihad edip savaşan, Mümindir, buyurdu.
Ashab:
Sonra kim? diye sordular. Rasulullah Aleyhisselâm:
Vadilerden bir vadide yalnızlığı tercih eden bir Mü'mindir ki o, Allah'tan korkar da, insanları kendi şerrinden rahat bırakır, buyurdu. [29]
"Kim Allah yolunda gazaya giden bir askerin teçhizatını verirse, gaza sevabı alır. Kim de Allah yolunda gazaya giden askerin ailesinin işlerini hayırla yerine getirirse gaza sevabı almış olur. [30]
"Mücahid kadınlarına (evlerinde) oturan erkeklerin hürmeti, annelerine hürmetleri gibidir. (Evinde) oturanlardan bir erkek, mücahidlerden bir adama ailesi hususunda halef olur da, onlar hakkında kendisine hiyanet ederse, kıyamet gününde durdurulur da onun amelinden dilediğini alır. Ne zannediyorsunuz.[31]
Mücahid, hangi halde olursa olsun Allah yolunda, küfür ve şirk taraftarları olan tağutlarla cihad edendir. Allah'ın dini hakim olsun diye mücadele verendir. Böyle bir Mücahid, savaş alanlarına gider veya tağutlar tarafından tutuklanıp zindana atılacak olursa, geride kalan Müslümanlara onun ailesine bakmaları kaçınılmaz bir vazifedir.
Geride kalanların, zindandaki mücahidin kurtulması için çalışırken, mücahidin ailesine İslâmî ölçülerde sahip çıkmaları ve yardım etmeleri de gerekir. Elbette şehid ailesi de aynı hükme tabidir. Ümmetin fertleri Mücahide, ailesine ve Şehidlerin ailelerine bakmakla mükelleftirler.
"Bir adam, Nebi Aleyhisselâm'a gelerek:
Bir adam ganimet elde etmek için savaşır, bir diğeri de yiğitlikteki derecesi görülsün diye savaşır. Bunlardan hangisi Allah yolundadır, diye sordu. Ra-sulullah Aleyhisselâm:
Kim Allah'ın kelimesi en yüce olsun diye savaşırsa, işte o Allah yolundadır, cevabını verdi. [32]
"Ümmetimden bir cemaat, Allah'ın emirlerini yerine getirmekte (onlarla hükmetmekte) devam edeçektir. Onlara yardımdan çekinenler, yahud onlara muhalefet edenler, onlara hiç bir zarar veremeyecektir. Allah'ın kıyamet emri onlara gelinceye kadar bu hal üzere devam edeceklerdir.[33]
Bu konuda Şehid Seyyid Kutub'un bir tesbitini zikretmek yerinde olur:
"Müslüman, savaş meydanına atıyla cihada çıkmadan önce kendi içinde cihad yapar, kendi nefsî istekleri, şehevî duygulan ve kötü istekleriyle cihad eder... Kendi menfaatleri ve kabilesinin menfaatleri ile; İslâm dışı her şeyle cihada çıkar. Yalnız Allah'a kulluk fikrini gerçekleştirmek, yeryüzünde Allah'ın saltanatım gasbeten putları ve putçulan yıkmak ve Allah'ın hakimiyetini sağlamak için cihada çıkar. [34]
Allame İbn Abidin, mücahede için şunlan söyler:
"Mücahede, lügatta muharebe manasına gelir. Şeriatta ise kötülüğü emreden nefis ile muharebe etmektir. Şeriatta ise; matlup olan şeylerden nefse güç gelenleri ona yüklemek demektir. Buna, Cihad-ı Ekber (büyük cihad) adı verilen hadis varid olmuştur. Irakî, bu hadisi Beyhakî'nin zayıf bir senetle Câbir'den rivayet ettiğini söylemiştir. Aynı hadisi Hatib-i Bağdadî, Tarih'inde Hazreti Câbir'den şu lafizlarla rivayet etmiştir:
Peygamber Aleyhisselâm bir gazadan geldi de, "Hoş geldiniz, ama küçük cihaddan büyüğüne geldiniz" buyurdular. Ashab, "Büyük cihad nedir?", diye sordular. Rasulullah Aleyhisselâm, "Kulun heva ve hevesiyle mücahedesidir" buyurdular. [35]
Şimdi de Şehadetten bahsedebiliriz. Evet, şe-nadetten bahsetmeliyiz. Cihad farziyetinin meyvası olan, bereketi olan ve en mertebelerden biri olan şehadetı anlatmalıyız. Onlarca yıldır, İslâm topraklarını işgal eden müstevli tağutîlerin bizlere unutturmak istediği şehadeti canlandırmalıyız Jakat sadece sözde değil, sadece yazıda değil... Şahedetin hakikatini anlatırken, ne demek olduğunu yaşayarak da ortaya koymalıyız. Şehadet aşkının olduğu yerde hürriyet vardır, izzet ve şeref vardır namus ve şahsiyet vardır!..
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Hacc: 22/39.
[2] Abdulfettah El-Kâdî, Esbâb-ı Nüzul, çev. Doç. Dr. Salih Akdemir, Fecr Yayınevi, Ank.1986, sh.258. babları, bab:23, hds.no.3383.
îbn Hişam, Siret (islâm Tarihi), çev. Hasan Ege, Kahraman Yayınlan, İst. 1985, c.2, s. 126.
[3] M.Asım Koksal, islâm Tarihi (Hazreti Muhammed ve İslâmiyet) Mekke Devri, Şamil Yayınları, îst.1987, c.6, s.41-42.
[4] Nahl: 16/106.
[5] Hac: 22/40.
[6] Bakara: 2/193.
[7] Kur'an-ı Kerim ve Türkçe Anlamı, Hzr. Ali Buiaç, Girişim Yayınlan, îst.1990, sh.3O.
[8] Yusuf Kerimoğlu, Kelimeler Kavramlar, İnlulâb Yayınları, tat. 1985, 9.96 (Fitne maddesi)
[9] Bakara: 2/216.
[10] Bakara: 2/214.
[11] Bakara: 2/244.
[12] Âl-ilmrân: 3/142.
[13] Nisa: 4/74-76.
"Müstez'af: potansiyel güç bakımından zayıf olmadığı halde, başkaları tarafinda zayıf bırakılan, güçten düşürülen insanlar, geniş halk yığınları. Allah, Müslümanlardan bu zayıf bırakılmış insanlar uğrunda savaşmalarını ister. Eğer Müslümanlar savaşı göze alırlarsa insanların velisi (koruyucuları, dost ve müttefikleri) olacaktır, böylelikle İslâm, dünya ölçüsünde güç ve saygı kazanır," Ali Bulaç, Kur'an-ı Kerim ve Türkçe Anlamı, s.90.
[14] Nisa: 4/84.
[15] Mâide: 5/35.3
[16] Tevbe:9/16.
[17] Tevbe: 9/38-39.
[18] Tevbe:9/41.
[19] Muhammed: 47/31,
[20] Hucurât: 49/15.
[21] Saf: 61/10-13.
[22] Nisa: 4/95-96.
[23] Ankebut: 29-69.
[24] Tevbe: 9/73.
[25] Tevbe: 9/29.
[26] Sahihi Buhârî, Kitabu'l-Cîhad ve's-Siyer, bab: 22, hds.no.34.
[27] El-Lülüü ve'1-Mercan, Kitabu'l-îmaret, bab: 28, hds.no.1229.
[28] El-Lülüü ve'I-Mercan, Kitabul-lmaret, bab: 30, hds.no. 1234.
[29] El-Lülüü ve'1-Mercan, Kitabu'l-lmaret, bab: 34, hds.no.1237.
[30] El-Lülüü ve'1-Mercan, Kitabu'l-lmaret, bab: 38, hds.no.1239.
[31] Sahihi Müslim, Kİtabu'l-îmare, bab: 39, hds.no.1897. Sahihi Müslim Sarihi imam Nevevî, bu konuda şunları kaydeder: "Bu hürmet iki şey hususundadır: Biri mücahid kadınlarına bakmak,
onlarla başbaşa kalmak ve konuşmak gibi şeşlerin haram edilmesi, diğeri onlara iyilik etmek, fitne ve fesada, şüpheye sebep olmamak şartı ile hacetlerini görmek gibi şeylerdir," Ahmed Davudoğlu, Sahihi Müslim Terceme ve Şerhi, Sönmez Neşriyat, Ist.1983, c.9, s.5292.
[32] El-Lülüü ve'1-Mercan, Kitabu'I-lmaret, bab: 42, hds.no.1243.
[33] El-Lülüü ve'1-Mercan, Kitabu'l-îmaret, bab: 53, hds.no.1250.
[34] Mevdudî-Seyyid Kutub, Cihad, çev. Yüksel Durgun, Dünya Yayınlan, lst.1990, 4.baskı, s.50
[35] Ibn Abidİn, Reddu'l-Muhtar Ale'd-dürrul-Mmuhtar, çev. Ahmed Davudoğlu, Şamil Yayınlan, ist. 1982, c.l, a.68.
Zikredilen hadis hakkındaki görüşler için bkz. Alİyyu'1-Karî, zayıf hadisleri öğrenme metodu (Mevzuad), çev. Ahmet Serdaroğlu, Ilım Yayınlan, îst.1986, s.69. (Rı-Harfi).