Dünyada Ki Sır’at - İHLAS
İslam hem teslimiyet aynı zamanda da samimiyet demektir. Teslim olduktan sonra yaptığımız her işi samimiyet ile yapmanın adıdır ihlas. Amelleri, emredene has kılarak sadece O’ nun için eda etmenin adıdır ihlas. Sağa sola bakmadan, görene görmeyene aldırmadan, kimseden takdir ve övgü beklemeden sadece Allah için yapmanın ve ödülü sadece Allah tan beklemenin adıdır ihlas. Dünya da geçilecek bir Sır’at tır ihlas. Dünya da ihlas köprüsünden geçenler, ahirette Sır’at köprüsünden rahatça geçerler.
İhlas üç basamaklı bir merdiven gibidir. En tepesine yani ihlas basamağına ulaşmak için evvelki iki basamağı sırası ile adımlamak gerekir. Birinci basamak ilim yani bilmek. Bir ameli yapmaya başlamadan önce samimiyetle o amelin nasıl yapılacağını öğrenmek demektir. Unutmamak gerekir ki; Bir işi sadece Allah rızası için yapıyor olmak yetmez, aynı zamanda o işin nasıl yapılacağını, Allah’ın o ameli nasıl yapmamızı emrettiğini de bilmek gerekir. İhlas a ulaşmak için ilk basamak budur. Bilmek. Bu nedenle alimler; “Her insanın kendine yetecek kadar ilmihal bilgisi öğrenmesi farzdır.” demişlerdir.
Ve bir Hadis’i Şerif te şöyle buyurulur; “İlim talep etmek / öğrenmek her Müslümana farzdır.”(İbn Mace, Mukaddime, 17).
Rabbimiz de Kurân da Zümer Suresi 9. Ayette şöyle buyurur; De ki: “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” Ancak akıl sahipleri öğüt alırlar.
İşte bir amelin nasıl yapılacağını bilmenin önemini kavrayarak öğrendikten sonra sıra ikinci basamağa gelir. Bu da “niyet” tir.
Niyet, farkında olmak demektir. Ameli yapmaya başlamadan önce kalben uyanmak demektir. Kimin huzurunda olduğunun, kim için yaptığının bilincin de olmak ve bunu her amel öncesi kendine hatırlatmak demektir. Niyetin önemine binaen Rasululllah (s.a.v.) şöyle buyurur;
“Ameller (başka değil) ancak niyetlere göredir; herkesin niyeti ne ise eline geçecek odur. Kimin hicreti, Allah ve Resûlü (rızası ve hoşnutlukları) için ise, onun hicreti Allah ve Resûlü’ne müteveccih sayılır. Kim de nâil olacağı bir dünya veya nikahlanacağı bir kadından ötürü hicret etmişse, onun hicreti de hedeflediği şeye göredir.” (Buhârî, Bedü’l-Vahy, 1; Müslim, İmare, 155; Ebu Davud, Talak, 11)
Hatta öyle ki; Rasulullah (sav) niyeti amelden hayırlı kabul ederek şöyle buyurmuştur;
“Mü’minin niyeti, amelinden hayırlıdır.”(Mecmeu’z-Zevâid, I/61,109)
Zira niyette samimiyet yoksa amelde de hayır yoktur. Niyet, amelin ruhudur; niyetsiz ameller ölü sayılır. Niyet, hasenâtı seyyiâta, seyyiâtı da hasenâta çeviren sırdır. İnsan niyeti sayesinde, çok küçük bir gayret ve az bir masrafla çok büyük ve çok kıymetli şeyler elde edebilir.
Bilmek ve Niyet. İşte bu iki basamak bizi üçüncü basamağa taşır. İhlas Basamağına. Ameli sadece emredene hasrederek, gönlü dünyalık menfaatlerden kesmek, kimseden bir karşılık beklemeden sadece Rabbimizin hoşnutluğunu ve rızasını ummak.
İhlâs, Cenâb-ı Allâh’a yakınlaşabilme gâyesiyle her türlü dünyalık çıkardan kalbi koruyabilmektir.
Ebu Bekir Şibli (k.s) Hazretlerine: En acayip şey nedir, diye soruldu. Buyurdu ki:
Rabbini tanıdıktan sonra O’na asi olan, karşı gelen kalptir. İhlâs ise, Allah ile kul arasında bir sırdır. Melek bilmez ki yazsın, şeytan anlamaz ki bozsun.
Şakik Belhi, bütün ömrünü tevekkül içinde geçirdi. Derdi ki: “Kırk deve yükü kitap okudum, Allah yolunu dört şeyde buldum: Rızk için emin olmak, her işte ihlâs, şeytanla düşman olmak, ölümü yakın bilip tedarikli olmak.”
Nefse en ağır gelen şey, ihlâstır. Çünkü nefs, ihlâstan pay alamaz. Bu yüzden ihlâsı hiç istemez.
İhlâsın olmadığı işlere riya karışır. İbadetleri tehlikelerden koruyan ihlâstır. İhlâs, sahibini takvaya götürür. İhlas insana güç ve kuvvet verir. Said Nursi İhlas Risalesin de şöyle demiştir ;
Bütün kuvvetinizi ihlâsta ve hakta bilmelisiniz.
Evet, kuvvet haktadır ve ihlâstadır. Haksızlar dahi, haksızlıkları içinde gösterdikleri ihlâs ve samimiyet yüzünden kuvvet kazanıyorlar.
en metin bir nokta-i istinad,
en kısa bir tarik-i hakikat,
en makbul bir duâ-i mânevî,
en kerametli bir vesile-i makasıd,
en yüksek bir haslet,
en sâfi bir ubudiyet, ihlâstır.
Birinci Düsturunuz
Amelinizde rıza-yı İlâhî olmalı. Eğer O razı olsa, bütün dünya küsse ehemmiyeti yok. Eğer O kabul etse, bütün halk reddetse tesiri yok. O razı olduktan ve kabul ettikten sonra, isterse ve hikmeti iktiza ederse, sizler istemek talebinde olmadığınız halde, halklara da kabul ettirir, onları da razı eder. Onun için, bu hizmette, doğrudan doğruya, yalnız Cenâb-ı Hakkın rızasını esas maksat yapmak gerektir. (İhlas Risalesi)
Şakik B. İbrahim şöyle der: “Amellerin kalesi üçtür. Bu üç şey, bir sur ve kale gibi amelleri korur:
BİRİNCİSİ: Amellerin Allah’tan bir lütuf olduğunu bilmektir. Ta ki ücup ve gurur damarları kırılsın, insan, bir şey yaptım diye kendi kendine böbürlenmesin.
İKİNCİSİ: Amelleri sadece Allah rızası için yapmaktır. Ta ki hevai arzular kırılsın.
ÜÇÜNCÜSÜ: Amellerin ecrini yalnız Allah’tan beklemektir. Ta ki böylece tamah ve riya duyguları kırılsın”
Hamid-i Lifaf ise bir sözün de İhlas ın önemine işaret ederek şöyle diyor; “Allah bir kimseyi mahvetmeyi murat ettiği zaman onu üç şeyle cezalandırır:
1-) İlim verir fakat ilmiyle amel etmeyi nasip etmez.
2-) Salihlere arkadaş eder fakat onların hallerine aşina olmaktan alıkoyar, onların kadrini bilemez.
3-) İbadet kapısını açar fakat ihlâs kapısını kapatır.”
İşte içimizi titretecek bir husus. İhlas kapısının kapatılması. Rabbimiz bizi bu duruma götürecek ameller yapmaktan muhafaza buyursun ve bize az da olsa daim olan ihlaslı ameller yapmayı nasıp eylesin. Zira Peygamberimiz şöyle buyurur;
“Dini hayatında ihlaslı ol, az amel yeter.” (Münavi, Feyzul Kadir, I, 216) “Her zaman amellerinizde ihlası gözetin, zira Allah, sadece amelin halis olanını kabul eder.” (Münavi, Feyzul Kadir, I, 217)
Tüm bunların sonucun sa anlamamız gereken şudur ki; İhlas yok ise amel yok. İhlas yok ise ecir yok. İhlas yok ise rıza yok, ihlas yok ise cennet yok.
İhlas’ın da bir üst mertebesi vardır ki; Bu da ihsan’dır. İbadetlerin de ihlası yakalamış olan mü’minin zirve durağı ihsan makamıdır. Üç basamaklı merdiveni tırmanarak İhlas basamağına ulaşan insan, buradan ihsan zirvesine atlar. İhsan ise artık her daim Rabbi tarafından görüldüğünü, gözetlendiğini bilme zirvesidir. Bunun farkında olma makamıdır. Rasulullah (s.a.v.) Cibril Hadisi diye meşhur rivayette şöyle buyurmuştur.
“İhsan, Allah’ı görür gibi ibadet etmendir; çünkü sen O’nu görmesen de O seni görmektedir.”(Buhârî, İman 1)
Her daim gözetim altında olduğunun bilincin de olan insan her hareketini, her davranışını bu bilinçle yapar. Hata etmekten, günaha girmekten korkar ve çekinir.
İbrahim Ethem’ in bu konuda güzel bir kıssası vardır. Hissemizi almak ümidi ile okuyalım;
İbrahim (bin) Edhem’e gelen biri, halinden şikayette bulunarak der ki:
- Ey İbrahim, nefsimden şikayetçiyim. Günah işlememeye söz veriyorum, ama yine de kararımda duramıyor günaha giriyorum. Sonra, vicdan azabı çekiyorum. Bana birazcık nasihatte bulunsanız da şu vicdan azabı çektiğim günahlarımdan kurtulsam, bir daha girmesem.
İbrahim Edhem günaha girmemesi için adamı düşündürmek ister. Ancak bu düşünceyi sağlamak için şöyle bir yöntemi tercih eder, der ki:
- Fazla üzülmene gerek yoktur. Şartlarını yerine getirirsen günah işleyebilirsin, sana bir zararı,bir mahzuru olmaz. Yeter ki şartlarını yerine getir, ondan sonra işle günahlarını!..
Adam şaşırır. O güne kadar kimseden duymadığı bir söz. Hayretle sorar:
- Ne demek günah işlemenin şartlarını yerine getirmek. Böyle bir kolaylık var mı? Böyle şey olur mu?- Sen şartlarını yerine getir, gerisine karışma. İşleyeceğin günahın vebalini ben üzerime alıyorum. Yeter ki şartlarını yerine getir. Der.
- Neymiş günah işlemenin şartları? Bir anlat ta öğrenelim. Vicdan azabından kurtulayım der adam.
İbrahim Edhem de anlatır günah işlemenin vazgeçilmez üç şartını. Der ki:
- İçinde günah işleme isteği başlayınca iyice düşün: Madem günahı Allah’a karşı işleyeceksin o zaman O’nun verdiği rızıktan yeme.
Adam düşünmeye başlar:
- Bu mümkün mü? Allah’tan başka rızık veren mi var?
- Öyleyse, der İbrahim Edhem, hem verdiği rızkı yiyeceksin hem de rızkını yediğin Zata karşı gelerek günah işleyeceksin, reva mı bu?
Adam; “Ben bu şartı yapamam,diğer şart nedir” der. İbrahim Ethem şöyle der;
Günah işleyeceğin zaman, O’nun mülkünden çık. Günahı O’nun mülkünde işleme.
- Bu mümkün mü? Her yer O’nun mülküdür. O’nun mülkü olmayan yer mi var? der.
- Öyle ise, hem verdiği rızkı yiyeceksin, hem mülkünde oturacaksın, hem de rızkını yiyip mülkünde oturduğuna, isyan edeceksin, olur mu böyle! Der.
Adam başını sallayarak: - Sen, der, öteki şartı söyle de, bir de ona bakalım. O da söyler:
- Günah işleyeceğin zaman, Allah’ın görmeyeceği bir yer bul!
Adam mahcup bir şekilde; “O’nun görmediği bir yer var mı ki gidip te günahı orada işleyeyim”
İbrahim bunun üzerine der ki; - Peki, hem verdiği rızkı yiyecek, hem mekanın da oturacak, hem de O’nun seni her an gördüğünü bilecek ama yine de O’na isyan edeceksin. Günah işleyeceksen eğer, bu şartları yerine getirerek işle. Ancak o zaman günahın sana hiçbir zarar vermez.
Adam daha fazla bekleyemez iki elini kaldırarak şöyle der; - Teslim oldum ey İbrahim, teslim! Ben bu şartların hiç birini yerine getiremem. Öyle ise günahı hiç işlememeli, böyle bir nankörlüğe girmemeliyim. Tüm günahlarından tevbe ediyorum.
Rabbimiz! Bize şirk bulaşmamış bir iman, riya bulaşmamış ihlas ile dolu ibadetler yapmayı ihsan et. Bizi her an, gözetlendiğinin farkında olan, senin her an gördüğünün bilincinde olanlardan eyle. Bunların sonucun da selim bir kalp ile huzuruna gelmeyi nasip et.
Büyükleri Küçültür, Küçükleri Büyültür – İHLAS
İnsan iki yapının oluşmasından meydana gelir; beden ve ruh. Birinin olmaması insanın insanlığını yitirdiğini gösterir. Ruhu olmayan insanın, bedeni olması halinde mezara gömeriz. Bedeni olmayan bir canlıyı da göremeyiz ki, gömelim. İkisi aynı anda olması gerekiyor ki adı insan olsun.
Bunun gibi amellerimiz, duygularımız, hislerimizde beden ve ruh olarak ikiye ayrılır. Bedenin yapması gereken ameller, ruhun yapması gereken ameller vardır. Bedenin hissettiği duygular, ruhun hissettiği duygular vardır. İkisini bir arada yapabildiğimiz takdirde işlerimiz değer kazanır, duygularımızın gerçek duygular olduğunu anlarız.
Namaz bedenin yapması gereken bir ameldir. Bunun yanında o namazı huşu ile kılmak ruhun yapması gereken bir ameldir. Oruç tutmak bedenin yapması gereken bir ameldir. Bunun yanında tutulan oruca riya karıştırmamak ruhun yapması gereken bir ameldir. Zekât vermek bedenin yapması gereken bir ameldir. Verilen zekâttan sonra kibre kapılmamak ise ruhun yapması gereken bir ameldir. Uzayıp gidecek bu örneklerde dikkat etmemiz gereken ise bedeni olarak yapılan işler kontrol altında tutulabilen işlerdir. Yani namazı bedenen kılmak için yapmamız gereken bir ilmihal kitabından namazın kılınış şekline bakmak ve ne diyorsa yapmaktır. Namaz kılmama hastalığının ilacını bir kitap üzerinden giderebiliriz. Ama namazı huşu ile kılamama hastalığını bir kitabı okuyarak gideremeyiz. Bedeni hastalıkların ilacı kitapla, sohbetle giderilebilir. Ama ruhi olan hastalıklarımız daha sancılı ve zor bir süreçten geçer. Sürekli murakabe altında olduğumuzu, sürekli Allah’ın gözetiminde olduğumuzu ve her şeyin Allah’ın olduğunu bir an aklımızdan çıkarmazsak kalbi hastalıklardan kurtulabiliriz.
Allah’ın hazinelerinin geniş olduğunu ve adaletinde kıl kadar hata olmadığını sürekli düşünen biri zengin birini kıskanmaz. Bilir ki Allah’ın uygun gördüğü benim içinde uygundur. Çocuğu ölen biri bu işte bir yanlışlık olmadığını ve sabretmesi gerektiğini ancak bu duygulara hâkim olursa, yani Allah’ın yaptığı en doğrudur duygusuna hâkim olursa bu acının altından kalkar. Kişi Allah katında kimin ne durumda olacağını bilemeyeceğini bilirse, kimseye karşı kibirli davranmaz. Kalbi veya ruhi olan bu hastalıklar kitaptan okumakla uygulanabilecek şeyler değildir. Tevazu ile ilgili makaleler okunarak tevazulu olunmaz. İhlaslı olmak içinde kitap yeterli değildir. Daha fazlasına ihtiyacımız var.
Cevap: Allah’ın
Cennet kimin? Cehennem kimin? Namazlarımızı, oruçlarımızı kabul etme yetkisi kimin? İlmimizi, amellerimizi kabul etme yetkisi kimin? Sevaplarımızı kabul etme yetkisi kimin? Dünya kimin? Dünyanın içindekiler kimin? Din günü (Ahiret) kimin?
Cevabı; Allah’ın olan bu sorulardan sonra biz nasıl olurda yaptığımız işleri övünmek için yaparız? Nasıl olur da ne takvalı adam desinler diye namaz kılarız? Beşerin övgülerini nasıl olurda, Allah’ın cennetine değişiriz? Nasıl olurda ihlassız yaptıklarımızdan arta kalanın sadece yorgunluk olduğunu anlamayız? Nasıl olurda dünyayı elde etmek içinde Allah’a kul olmamız gerektiğini anlamayız? Nasıl olurda din gününde, mahşer meydanında yalnız Allah için yapılan amellerin kabul olacağını aklımızdan çıkarırız? Ne çok biliyor desinler diye ilim öğrenmek hangi selim aklın yapacağı iştir? Nasıl olurda Allah’ı unutarak tuttuğumuz oruçtan elimize sadece aç kalmanın geçeceğini düşünmeyiz?
İhlassız yapılan hiçbir amelin kıymeti yoktur. Bu yüzden önce ihlaslı olmalı, sonra amelli olmalı. Amelin nasıl yapılacağını öğrendiğimiz gibi, ihlaslı nasıl olunacağını da öğrenmemiz gerekir. Yoksa âlim olmak, şehit olmak ve cömert olmak gibi büyük vasıflarla dünyada anıldığımız halde cehenneme yüz üstü atılabiliriz.
Resulullah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz bir Hadis-i Şerif’lerinde şöyle buyururlar:
“Kıyamet günü, aleyhlerinde ilk hükmedilen insanlar şunlardır:
Birincisi; şehîd edilen kimsedir. O, Allah’ın huzuruna getirilir. Allah ona bahşettiği nimetleri anlatır. O da, bunları itiraf eder.
Cenâb-ı Hak:
–Öyleyse bunlara karşı ne yaptın?» diye sorunca adam:
–Ya Rabbi! senin uğrunda şehit edildim.» der.
Allah Teâlâ buyurur ki:
–Yalan söyledin! Sen, yalnızca korkusuz ve cesur denilsin diye harp ettin. Gerçekten öyle de denildi.»
(Sonra) onun hakkında emredilir ve ateşe atılıncaya kadar yüzüstü sürüklenir.
İkincisi; ilim öğrenen, başkalarına da öğreten, ayrıca Kur’ân okumakla da meşgul olan adamdır. O huzura getirilir. Allah kendisine olan nimetlerini anlatır. O da itiraf eder.
Cenâb-ı Hak:
–Bunlara karşı ne yaptın?» diye sorunca adam:
–İlim tahsil ettim, onu başkalarına da öğrettim. Senin uğrunda Kur’ân da okudum.» der.
Allah Teâlâ buyurur ki:
–Yalan söyledin! Sen ilmi, ancak âlim denilsin diye öğrendin; Kur’ân’ı da, ancak o kârîdir (kıraat ehlidir) denilsin diye okudun. Gerçekten, öyle de denildi.»
Sonra hakkında emrolunur ve ateşe, yani Cehennem’e atılıncaya kadar yüzüstü sürüklenir.
Üçüncüsü; Cenâb-ı Hakk’ın kendisini (imkân bakımından) genişlettiği, malın her çeşidinden verdiği adamdır. O getirilir. Allah ona verdiği nimetlerini anlatır. O da bunları itiraf eder.
Cenâb-ı Hak:
«–Öyleyse bunlara karşı ne yaptın?» diye sorunca adam:
–Hakkında infâk edilmesini emir buyurduğun hiçbir yol bırakmadım. Malımı ancak senin yolunda harcadım.» der.
Cenâb-ı Hak buyurur:
«–Yalan söyledin! Onları ancak, cömerttir denilesin diye yaptın. Nitekim öyle de denildi.»
Sonra hakkında emredilir ve Cehennem’e atılıncaya kadar yüzüstü sürüklenir.” (Müslim, İmâre, 152)
İhlas böyledir işte. Büyük büyük amelleri bir hiç eder. Küçük küçük amelleri ise Uhud Dağı kadar büyütür. Çünkü mesele ne yaptığın değil, kim için yaptığındır. Allah için olduktan sonra bir kediye su vermek insanı cennete koyarken, başkaları için olduktan sonra ölmek bile insanı kurtarmaz.
İhlas Ölçüleri
1- Yanında birileri varken namazlarını kaç dakikada kılıyorsun? Tek başına kaldığında kaç dakikada kılıyorsun?
2- Yaptığın iyiliği yaymak için fırsat kolluyor musun? Cümleleri evirip çevirip yaptığın iyiliği ortaya çıkarmak için uğraşıyor musun?
3- Yaptıklarını sadece Allah’ın bilmesi sana yetiyor mu? Yoksa medyada çıkmadığı sürece yaptıklarını yapmamış mı sayıyorsun?
4- “Ne derler diye” bir endişen mi var, yoksa “Allah ne der” diye bir endişen mi var?
5- Beraber yaptığınız bir işte arkadaşların övgü alırken senin isminin anılmaması zoruna gidiyor mu gitmiyor mu?
Bu sorulara da doğru cevapları verebilmekte ihlas gerektirdiğine göre, çok ince bir çizgi üzerinde yürümek zorunda olduğumuzu aklımızdan çıkarmayalım. İhlaslı olmak, ihlaslı olmakla mümkündür.