Gönderen Konu: Rasûlullah'ın Adalet Anlayışı  (Okunma sayısı 704 defa)

0 Üye ve 2 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı anadolu

  • Administrator
  • *****
  • İleti: 775
    • www.fanidunya.net
Rasûlullah'ın Adalet Anlayışı
« : Ekim 03, 2024, 11:14:30 ÖÖ »


Rasûlullah'ın Adalet Anlayışı

“Ey inananlar! Sizin, anne-babanızın ve akrabalarınızın aleyhine de olsa, Allah rızası için hakikate şahitlik yaparak adaleti gözetin.O kişi zengin de olsa fakir de olsa Allah’ın hakkı (olan doğru adil karar vermek) herkesten öncedir. Sakın boş heveslerinize, arzularınıza uymayın ki adaletten uzak düşmeyesiniz. Eğer hakikati çarpıtırsanız, bilin ki Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır.” (Nisa, 135)

Hakka yönelmek, hakkı lâyık olana vermek, haksızlıktan kaçınmak, herkese eşit davranmak anlamlarına gelen adalet sıfatı Hz. Peygamberimizde en mükemmel şekilde mevcuttu.

Hz. Peygamber'imizin mübarek hayatını incelediğimiz zaman, O'nun hem içeride hem de dışarıda adaleti tesis etmeye çalıştığını görürüz. O, bir taraftan Mekkeli ve Medineli Müslümanlar arasında kardeşlik ilan ederken diğer taraftan da Medine Sözleşmesi ile Müslüman, münafıklar, Yahudi ve müşrikler arasında adaleti sağlamaya çalışıyordu.

Kur'ân-ı Kerîm'de Hz. Peygamber'in bu yönüne dikkat çekilerek "Onlar Sana gelirlerse aralarında adaletle hükmet" (Maide, 42) buyrulmuş; Hz Peygamber'in evrensel bir ilke olan adaletten gayrimüslimler için bile olsa asla taviz vermemesi gerektiği bildirilmiştir.

Şu bir gerçektir ki toplum sevgiyle kaynaşır, adaletle ayakta durur. Herkesi kucaklayan bir adalet uygulaması, fertlerin birbiriyle kaynaşmasına vesile olur. Haksızlık ve adaletsizlik ise huzursuzluğa ve zulme yol açar. Çünkü hiç kimse bir başkası tarafından hakkının çiğnenmesinden hoşlanmaz.

Hz. Peygamberimiz dünya işlerinden elini çekmiş, hayattan uzak duran bir insan değildi. O, gençlik yıllarında Mekke'de bulunan kabilelerle birlikte yaşıyor, peygamber olduktan sonra da çeşitli kabile ve milletlerle iç içe bulunuyordu. Bu kabileler zaman olmuş, boğaz boğaza gelmişler, kan dökmüşler, çarpışmışlar, savaşmışlardı. Bunların birini memnun eden bir hareket, öbürünü rahatsız ediyordu. O, adaletin hakimiyeti için Mekke'de kurulan Hılful Fudul'de (Erdemliler Cemiyeti) gönüllü olarak görev almış, "böyle bir cemiyet Medine'de Peygamberlikten sonra  kurulmuş olsa yine üye olurdum." demiştir.

Peygamberimiz birbirine düşman kabileler arasında hak dini yayarken onların kalplerini kazanıyor, aralarında hak, adalet, insaf ve kardeşlik filizleri yeşertiyordu. Bu uğurda pek çok zorluklarla karşılaşıyordu. Fakat zerre kadar olsun, adalet ve insaftan ayrılmıyordu.
Arapların nüfuzlu ve zengin olanları, toplum içinde kendilerine ayrı bir yer ayırır, başkalarına, özellikle kimsesiz ve fakir kimselere yaptıkları baskıların kendilerine yapılmasına dayanamazlardı.

Şunu bilmeliyiz ki bütün peygamberler; dünyanın en dürüst, en güvenilir, en adaletli, en sorumlu, en sabırlı, en merhametli ve en cesur insanlarıydı. Onların gayretleri sayesinde dünyaya barış, dostluk, kardeşlik, saygı ve sevgi egemen oldu.

Daha peygamber olmadan önce Hz. Muhammed’i, o günkü halkın, “Muhammedu’l-Emîn” olarak nitelemesi ve Rabbimizin, daha vahyin ilk aşamasında, “Kuşkusuz sen, üstün bir ahlâk üzeresin.” (Kalem, 4) diye bildirmesi bu gerçeği teyit etmektedir.

Allah Rasulü de, daima doğruyu söylemiş, dürüst ve adaletli olmuştur. O, inanmadığı şeyleri yapmamış, yapmadığı şeyleri de kimseden istememiştir. Kimseye haksızlık etmemiş, haksızlığa da rıza göstermemiştir. Zengin-yoksul, kadın-erkek veya etnik köken ayrımı yapmamıştır. Kimseyi küçümsememiş ve hafife almamıştır.

Bir gün Mahzumoğulları kabilesine mensup eşraftan Fâtıma adında bir kadının hırsızlık yaptığı söylenerek Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellemin huzuruna getirilmişti.

Kadının elinin kesilmesine hükmedildi. Fakat daha önceki gelenek ve alışkanlıklara göre Kureyş'ten olan asil bir kadın hakkında suç işlemiş olsa dahî böyle bir hüküm verilemezdi. Hükmün infazının durdurulması için Kureyş'in ileri gelenleri Hz. Peygamber'in çok sevdiği Üsâme b. Zeyd'i araya koyarak bu kadının affedilmesini istediler. Üsâme'nin böyle bir şefaatte bulunması Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve selleme çok ağır geldi. "Benden böyle bir şeyi nasıl istersin ey Üsame...!?" dedi ve hemen ashabını toplayıp onlara şöyle hitap etti:

"Ey insanlar! Sizden evvel yaşamış toplumların neden dolayı yollarını şaşırıp saptıklarını biliyor musunuz? Asilzâdeleri bir hırsızlık yaptığı zaman onu affeder, zayıf ve kimsesizleri bir şey çalarsa onları cezalandırırlardı. Allah'a yemin ederim ki, böylesine kötü bir hırsızlığı Mahzum kabilesine mensup Fatıma değil, kendi kızım Fatıma yapmış olsaydı, kesinlikle onun elini kestirirdim. " (Müslim, Hudûd, 2)

Peygamberimiz, adaleti uygularken din farkı gözetmezdi. Hak sahibi bir Yahudi de olsa, Müslüman dan hakkını alır, ona verirdi.

Sahabelerden Ebû Hadrad, bir Yahudi'den bir miktar borç almıştı. Vade dolmuş, Yahudi de ısrarla parasını istiyordu. Fakat Ebû Hadrad'ın sırtındaki elbisesinden başka bir malı yoktu. O sırada Peygamberimiz Hayber Savaşı için hazırlıkta bulunuyordu. Bu sefer Yahudilerin üzerineydi.

Mesele Peygamberimize iletildi. Ebû Hadrad, Yahudi'den biraz süre istediyse de, Yahudi buna razı olmamıştı. Sahabeyi kolundan tutup Peygamberimizin huzuruna getirdi. Alacağını tahsil etmesini istedi.

Ebû Hadrad, verecek bir şeyinin olmadığını, Hayber'in fethinden sonra eline ganimet olarak bir şey geçerse vereceğini söyledi, ancak Yahudi diretiyordu. Sonunda Peygamberimiz fakir Sahabesine sırtındaki elbisenin bir kısmını satarak borcunu ödemesini söyledi. Ebû Hadrad da öyle yaptı.

Peygamberimiz Yahudilerin üzerine bir sefer hazırlığı yaptığı sırada, gözü gibi koruduğu, evlatlarından daha fazla üzerlerine düştüğü Sahabelerinden birine karşı, hak sahibi olduğu için Yahudinin hakkını arıyordu.

Peygamberimiz hak, hukuk ve adalet konusunda kendisini ayrı tutmaz, kendisine farklı bir muamele yapılmasını da kabul etmezdi. Bunun örnekleri Peygamberimizin hayatında çokça bulunmakta, bu alanda da en yüksek seviyede bulunduğunu göstermektedir.

Ebû Said el-Hudri'nin anlattığına göre, Peygamberimiz bir seferinde savaşta ele geçen malları Sahabeleri arasında paylaştırıyordu. Müthiş bir izdiham vardı. Çok kalabalıktılar.

Öyle ki, Sahabelerden birisi Peygamberimizin sırtına çıkarcasına üzerine abanmıştı. Peygamberimiz, elinde bulunan ince hurma çubuğuyla o kişiye işaret ederek bir tarafa çekilmesini istedi. Çubuğun uç kısmı adamın yüzüne gelerek birazcık çizdi. Bunun farkında olan Peygamberimiz elindeki sopayı o kişiye verdi ve, "İşte yüzüm, gel, sen de benden hakkını al" dedi.
Fakat Rasulullahı canından fazla seven Sahabe, "Ya Resulallah, ben hakkımı helâl ediyorum, sizi bağışlıyorum" dedi ve vazgeçti.

Peygamberimiz haksızlığa asla tahammül edemez, haksızlık karşısında susan, kendini savunamayan kişiyi "dilsiz şeytan" olmakla nitelendirir, onun bu halini beğenmezdi.

Görev başına getirdiği insanlara adaletli ve hoşgörülü olmalarını emreden Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle derdi:

“Kıyamet gününde Allah’ın en çok sevdiği ve O’na en yakın olan kişi adil devlet başkanı, en çok nefret ettiği ve Allah’tan en uzak olan kişi de zalim devlet başkanıdır.”

Sevgili Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem, hakkı gözetme konusunda sadece idareci konumunda olanları değil, herkesi sorumlu davranmaya çağırmış ve çoban-sürü benzetmesini yapmıştır:

“Dikkat edin! Hepiniz çobansınız ve hepiniz sürünüzden sorumlusunuz. İnsanların başında bulunan yönetici de çobandır ve sürüsünden sorumludur.”

Bu sözde ifade edilen şey, herkesin sorumluluğunu üzerinde taşıdığı kimselere karşı hakkı gözetmesi, onlara adaletle muamele etmesi, zulmetmemesi gerektiğidir.

Bizler, Peygamberimizin bize öğütlediği bu güzel tavsiyeleri gönülden benimsemeli, hiç kimsenin hakkına el uzatmamalı, her zaman hakkı gözetmeliyiz. Bilmeliyiz ki Allah, bir başkasının bizim üzerimizde kalan hakkını asla affetmez ve bizi bundan dolayı sorumlu tutar.

Bedir savaşında alınan esirler arasında Hz.Peygamberimizin amcası Hz. Abbas da vardı. Hz. Abbas'ın elleri bağlanmıştı. Esirler, fidye karşılığı serbest bırakılmaya başlanmıştı.

Ensar’dan bazı kişiler Hz. Abbas'ın Allah Rasûlü’nün amcası olduğunu için onun fidyeden affedilmesini istediler. Allah Rasûlü: “Hayır, asla böyle bir şey olamaz Onun ödemek zorunda olduğu fidyenin tek bir dirhemi dahi bağışlanamaz” Buharî, Megâzî, 53. buyurdular.

Yine bir gün, Peygamberimiz’in küçük torunları Hasan ve Hüseyin aynı anda Peygamberimiz’den su istediler. Peygamberimiz önce Hasan'a sonra da Hüseyin'e su verdi. Bunun üzerine Hz. Fatıma, "Babacığım suyu neden önce Hasan'a verdin. Hasan'ı daha mı çok seviyorsun” diye sordu. Peygamberimiz: “Hayır, ilk önce suyu Hasan istedi" cevabını verdi. Sevgili Peygamberimiz torunlarını severken de adaletli seviyor, hak geçirmiyordu. “Bağış ve ihsanlarınızda çocuklarınıza adaletli davranınız. Eğer ben birini üstün tutacak olsaydım, kızları üstün tutardım” (Ahmet bin Hanbel, Müsned, I/101)

Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, sadece Müslümanların çocuklarına değil, tüm çocuklara büyük bir sevgi ve şefkat gösterirdi. Bir gün bir çocuğun öldüğünü görmüş ve çok üzülmüştü. Bunu görenler: “O, bir gayrimüslim çocuğudur.” diyerek onu teselli etmeye çalıştılar. Allah Rasulü buna karşılık: “Öyle de olsa bu çocuklar sizden daha masum ve günahsızdırlar.” cevabını vermiştir.

Ömrünün son günlerini yaşıyordu. Dünyaya veda etme vakti gelip çatmıştı. Sahabeleri ile vedalaşmak, helâlleşmek istedi. Öbür âleme üzerinde bir hak olarak gidemezdi. Sahabeleri topladı ve onlara şöyle konuştu:

"Şayet birinize karşı bir hatada bulunmuşsam, maddî veya manevî olarak kimi incittiysem, malınıza, canınıza veya şerefinize, herhangi bir biçimde zararım dokunmuşsa gelsin, benden hakkını alsın, tazminatını vereyim."

Son anında, ağır hastalığında dahi adaletin yerini bulmasını istiyordu. Üzerinde, kimsenin bir hakkının kalmasını istemiyordu.

Bugünkü beşerî sistemlerde hâkim zümre ve belirli sınıflar için dokunulmazlıklar söz konusu olduğu halde İslâm hukuku önünde hiç kimsenin bir ayrıcalığı ve imtiyaz hakkı yoktur.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

 


* BENZER KONULAR

Ağzımızdan Çıkanı Kulağımız Duyuyor mu Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 08:17:08 ÖÖ]


Âhiret Zarurîdir 3 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 08:08:09 ÖÖ]


Müslümanların Bütünlüğü Farzdır Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:56:24 ÖÖ]


Hastalıklarımıza Çare Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:46:00 ÖÖ]


Çalışıp Helâl Kazanmak İbadet Olur Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:32:22 ÖÖ]


El Değmeden El Değerek Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:05:34 ÖÖ]


Dua Etmiyoruz Ki Tutsun Gönderen: türkiyem
[Dün, 07:01:18 ÖS]


İşin Ehli Olmadıkça Velisi Olunmaz Gönderen: türkiyem
[Dün, 06:56:41 ÖS]


İyiliği Sayarak Değil Saçarak Yapın - Yapalım Gönderen: türkiyem
[Dün, 06:53:25 ÖS]


İnsanlar Neden Ölmek İstemezler Gönderen: türkiyem
[Dün, 06:49:26 ÖS]


Cahiliye İtikadı İnancı Şirk Gönderen: türkiyem
[Dün, 06:41:20 ÖS]


Yorulmadan Bozulmadan Gönderen: türkiyem
[Dün, 06:31:21 ÖS]


Eğer Allah’ı Seviyorsanız Bana Uyun Gönderen: anadolu
[Dün, 09:08:18 ÖÖ]


Din Kardeşini Kafirlikle İtham Eden Kimsenin Durumu Gönderen: anadolu
[Dün, 09:01:47 ÖÖ]


İmtihan Bilinciyle Yaşamak Gönderen: anadolu
[Dün, 08:53:53 ÖÖ]


Orta Yolu Tutun Gönderen: anadolu
[Dün, 08:49:03 ÖÖ]


Tanımadan Sevmek Gönderen: anadolu
[Dün, 08:44:39 ÖÖ]


Sen Kendini Ne Sanıyorsun Gönderen: anadolu
[Dün, 08:39:34 ÖÖ]


İnsana Yakışan Her Halde Kul Olduğunu Unutmamaktır Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 08:17:09 ÖÖ]


Yaşama Sorumluluğumuz Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 08:10:47 ÖÖ]

Sitemap 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49