ONLAR GİBİ SEVMEK
“Bağıra bağıra ağlamak isterdim…”
İnsan, dünyalık bir çok şeyden mutlu olabilir belki; ama hangi mutluluk, onunla beraber ahirete gelebilir ve hangi mutluluk, onunla beraber cennette insana eşlik edebilir ki?
İşte ben böyle bir mutluluk yaşıyordum. Öldüğüm anda da benimle olacak, kabir aleminde de benimle olacak, cennette de benimle olacak bir mutluluk içindeydim. Çünkü Seyda Hazretleri ile beraberdim. Hani derler ya; “Daha ne olsun!”
Her akşamın sabahında onu görebileceğini bilmek, hatta geceleri rüyada görebilmek, her anında onu yanında hissedebilmek ne kadar mutluluk vericidir anlatamam… Ona yakın olmanın tek dezavantajı vardı, “Onun hüzünlü hallerine de şahit olmak…”
Onunla birlikte olmanın mutluluğunun yanında, ondaki hüznü gördüğünüzdeki halinizde tarifi imkansız bir haldir. Mutlusunuz çünkü sevdiğiniz insanın yanındasınız; mutsuzsunuz çünkü sevdiğiniz insan hüzünlü…
Seyda Hazretleri, hacca niyetlendiği zamanların aylar öncesinde bir hüzün ve buruk bir kalp haline bürünmüştü.
Kitaplarını hazırladığımız zamanlarda, bazı günler özellikle Peygamber sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz ile alakalı konuları anlatırken, birden bire dalar giderdi. Bu dalışlar bazı zamanlar dakikalarca, bazı zamanlarda belki bir saate yakın sürerdi.
Elinde tuttuğu kitap kucağına yavaşca düşer, gözlerinden ince ince yaşlar akardı. Akan göz yaşları yanaklarından süzülürken, göz ucuyla bakmaya cesaret ettiğim bu durum beni derinden etkilerdi. Bağıra bağıra ağlamak isterdim…
“Onun yerine ben feryad etsem, acaba bir nebze olsun rahatlar mı, bir nebze olsun gönlü burukluktan kurtulur mu?” derdim içimden…
Sonra kendime, yine kendim cevap verirdim:
“Onun içindeki hüznü giderebilmek yada en azından teselli olabilmek için ilk önce o hali anlamak gerekir. O öyle bir hüzün ki sevgiden, hasretten kaynaklanıyor. Sen, aynı sevgi ve hasreti yaşamadıktan sonra feryad etsen ne olacak, onun kulakları belki bu feryadı duyacakta, gönlüne duyurabilir misin, onun gönlünde konuşulan lisanı çözebilir misin de hislerine tercüman olabilesin?” derdim…
Hakikatte insan olanlar, onlardır!
O’nun ruhu masum bir çocuk gibi. Nasıl teselli edebilir ve hangi yarasına merhem olabilirsin ki.
Mecnuna, kim Leyla’sını unutturabilmiş yada Mevlana Şems’den kimi görmüşte vazgeçmiş?
Abdulkadir es Sufi; “İnsan olanlar onlardır. Diğerleri çer-çöpten, döküntü ve süprüntüden başka bir şey değildir” diyor, ne kadarda doğru bir tesbit! Onlar insan, eşref, temiz, âkil, biz ise nakıs ve günahkâr…
Çünkü onlar Allah dostu…
Allah dostları; Ölçülü ve dengelidir. Sabırlı ve tahammüllüdür. Şefkat ve merhamet insanıdır.
Cömerttir. Ufukları genişletecek bilgi ve hikmet sahibidir. Barışçı ve sempatiktir. Bir sevgi deryası olduğu için hoşgörü ve tolerans sahibidir. Ciddi ve ağırbaşlıdır. Onun hayatında kahkaha ile gülmek yoktur. Bencilliğin yerini paylaşım ve cömertlik almıştır. İnsanlardan bir şey beklemez. Kendini bilir, gördüğünü güzel görür. Güzel düşünür, güzel söyler, güzel bakar. Sorumluluk duygusu zirvededir. Her zaman kendisine ve etrafına faydalı olma arzusundadır. Huzur ve huşu içindedir. Hazreti Peygamber sallallahu aleyhi vesellem Efendimize duyduğu sevgi ve hasret yüzünden, gönlü hep buruktur.
Bizim dilimizden çıkan hangi söz onları teselliye yetebilir, yada bir nebze olsun lisanlarına tercüman olabilir ki?!..
Peygamberimizin muhabbetiyle o ağlardı, biz de ağlardık…
Gün geçtikçe Seyda hazretlerinin bu hüzünlü hali, bizim içinde dayanılmaz bir hale dönüşmüştü. Bazı günler tevbe edilirken ilahi söyleyen kardeşler, Peygamber Efendimiz ile alakalı ilahiler söylerlerdi:
“Ravzanın içinde yeşil direkler.
Açıver ravzanı Habibimde var.
Benim dertlerimin tabibi de var…”
İşte o zamanlar, birden bire gözyaşları boşalırdı yanaklarına doğru. Herkes bir başkalaşır, hüzünlenirdi. Onun hüzünlenmesiyle hüzünlenirdi de onun gibi kimse hüzünlenemezdi. Çünkü kimse Sevgili Peygamberimizi onun gibi sevemezdi belki de…
Bir gün şöyle söylemişlerdi: “Ben istiyorum ki Allah’u Zülcelal’in emirlerini, Peygamber sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin yolunu, herkese anlatayım, hem de kısa zaman içinde bunu yapabileyim. Bu kitapların ve sohbetlerin üzerinde onun için bu kadar duruyorum. Bak hem hastayım, ama bu kitaplardan dolayı hastalığıma aldırmıyorum. Hacca gitmek istiyorum ama bu hizmetin de bitmesi gerektiğini biliyorum…”
Kim demiş bu zamanda Veysel Karani radıyallahu anh yaşamıyor diye? O annesine verdiği sözden dolayı sevgilisi Fahri kainat sallallahu aleyhi vesellem efendimizi ziyarete gidememişti. Seyda Hazretleri de sevgilisinin yolunda hizmetten geri kalmamak için yetiştirmesi gereken hizmeti bitirmeden Efendimizin yanına gidemiyordu.
Her adını duyduğunda gözyaşı dökmesine ve her ismi geçtiğinde gönlünden çağlayanlar boşalmasına rağmen…
Şimdi Seyda Hazretlerinin yazmış olduğu eserleri; sadece kitaplıklarımızı süslemek için ya da “Bende Seyda Hazretlerinin eserlerinin tamamı var” diyebilmek için satın alıyor ve hayatımızın akışını değiştirecek fikirleri, dersleri ve ibretleri bu yazılan kitaplardan alamıyorsak ne kadar yazık etmiş olduğumuzu düşünelim.
Nebevi aşkın ateşiyle yanmak için
Peygamberimizi ashab-ı kiram gibi candan da öte sevmeliyiz! Mesajını her bir gönle ulaştırmalı, onu tanıma şerefine erememişlere Efendimizi anlatmalıyız. Ama önce biz anlamalıyız.
Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemi anlayabilmek için bize fırsatlar lütfeden Allah’u Zülcelal’e hamd olsun. Ama nasıl anlayacağız?
O’nun sevdasını, Allah aşkını anlayabilmenin sırrı, tüm hayat nedenlerini ona bağlamış, mana meclisinde otururken madde aleminden soyutlanan, aşk ülkesinin orta yerinde sevdalarını nur fidanlığına dikiverip aşk ve muhabbet suyu ile besleyen, “Lailahe illallah” havuzuna ruhlarını daldırıp çıkardıkça “Muhammedurrasulullah” nefesiyle hayat bulan, O’na duydukları aşkla halkın içinde Hakk’ı, varlığın ortasında yokluğu bulanların sevdasını anlayabilmek gerekir.
Alemlerinin efendisinin etrafında, ışığın cazibesine kapılıp dönüveren ateş böcekleri gibi sema eden, Muhammedi aşkın sahilinde nur denizine dalanların sahiline girmek gerekir.
Bunun içinde Allah dostlarının, Resulullah aşıklarının gönül odalarına girmek gerekir.
Hani bir şiire konu edinilmiştir; “Sol yanım ağrıyor anne” diye… Sevgiliye duyulan hasretten insanın sol yanı bir ince sızı duyar demek ki. Biliyorum ki Seyda hazretleri Hacca gidene kadar Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi veselleme duyduğu hasretten sol yanı hep ağrımıştı. Seyda Hazretlerinin Hacca giderken o nur yüzüne yansımış olan mutluluğunu bir göz atımı bakışla gördüğümde bunu anlamaya başlamıştım. Onun için mutluluk sevgilinin yanında idi.