Gönderen Konu: KUR'AN'I KERİM VE HADİS'İ ŞERİFLERDE KABİR AZABI- CEHENNEM EHLİ AZABI  (Okunma sayısı 585 defa)

0 Üye ve 3 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

fanidunya

  • Ziyaretçi
KUR'AN'I KERİM VE HADİS'İ ŞERİFLERDE KABİR AZABI- CEHENNEM EHLİ AZABI

Kabirde azap çekenin azabını duymak, anlamak mümkün müdür? Cehennem, bu dünyada mıdır, cehennem ehlinin azabı dünyada iken duyulabilir mi? Azap çığlıklarını duydum diyenin sözü doğru mudur? Hz. Peygamber (s.a.s.)'in kabir azabı ve cehennem azabı ile ilgili verdiği haberlerin manası nedir?
 Cehennem Öncesi Kabir Azabı: Hz. Peygamber (s.a.s.), kabir ile ilgili şöyle buyurmuştur:

"Kabir ya cennet bahçelerinden bir bahçe veya cehennem çukurlarından bir çukurdur."(1). Sa'd b. Ebî Vakkâs (r.a.)'dan rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber (s.a.s.), namazlardan sonra şu duayı okuyarak Allah'a sığınırdı:  “Allahım! Korkaklıktan, cimrilikten sana sığınırım. Erzeli ömür (dermansızlık ve akıl noksanlığın)den sana sığınırım. Dünya fitnesinden sana sığınırım. Kabir fitnesinden sana sığınırım."(2)

 İbni Abbâs (r.anhümâ) şöyle dedi: Rasûlullah (s.a.s.) yanından geçmekte olduğu iki mezar hakkında şöyle buyurdu:

"Bu ikisi, kendilerince büyük olmayan birer günahtan dolayı azâb görüyorlar. Evet, aslında (günahları) büyüktür. Biri koğuculuk yapardı, diğeri ise, idrarından sakınmaz (iyice temizlenmezdi)" (3)

 Yine kabir azabıyla ilgili Berâ b. Âzib (r.anhümâ)'den rivâyet edildiğine göre Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurdu: "Müslüman kabirde sorguya çekildiği zaman, Allah'tan başka ilah olmadığına ve Muhammed'in Allah'ın rasûlü olduğuna şehâdet eder. İşte bu şehâdet, Allah Teâlâ'nın 'Allah, kendisine iman edenleri o sâbit sözünde dünya hayatında da âhiretde de dâima sebat ihsân eder' (İbrâhim14/27) âyetinin delâlet ettiği mânâdır." (4)

 Kabir Azabına Delâlet Eden Âyetler:

a) "Çevrenizdeki bedeviler içinde ikiyüzlüler ve Medine'liler içinde de ikiyüzlülükte direnenler vardır. Onları siz değil, ancak Biz biliriz. Kendilerine iki defa azap edeceğiz; onlar sonra da büyük bir azaba uğratılırlar."(5) Bu âyetteki iki defa azaptan maksat birisi dünya azabı, diğeri kabir azabıdır. (6)

b)"Allah o adamı, kurmak istedikleri tuzaktan korudu. Kötü azap Firavun'un adamlarını sardı. Onlar, sabah akşam ateşe sunulurlar. Kıyamet çattığı gün, 'Firavun'un adamlarını azabın en ağırına sokun' denir."(7)

Firavun'un adamlarının dünyada kötü azap ile mahvoldukları gibi, âhirete kadar Berzah/kabir âleminde de akşam sabah ateşe sunulmak ile azap olunmaktadırlar. Sonra da "Kıyamet çattığı gün, 'Firavun'un adamlarını azabın en ağırına sokun' denilecektir."(8)

 Abdullah b. Ömer (r.anhümâ)'den rivayete göre Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurmuştur:

"Hiç şüphe yoktur ki, sizden biriniz öldüğü vakit kendisine sabah akşam varacağı yer gösterilecektir. Cennetliklerdense cennetlik olacak, cehennemliklerdense cehennemlik olacaktır. (Kendisine) İşte senin yerin budur, tâ Allah seni Kıyâmet gününde oraya gönderinceye kadar! denilecektir." (9)

 Enes b. Mâlik'den rivayete göre Allah'ın Peygamber'i (s.a.s.) şöyle buyurmuştur:

"Kul kabrine konduğu ve yakınları dönüp gittiği vakit, onların ayak seslerini pekâlâ işitir. "Buyurdular ki: "Ona iki melek gelerek kendisini oturturlar ve ona: Bu zat hakkında ne derdin? diye sorarlar. Mü'min: Şehâdet ederim ki, o Allah'ın kulu ve Rasûlüdür, der. Bunun üzerine kendisine: Cehennemdeki yerine bak! Allah onun yerine sana cennetten bir yer verdi, denilir. Allah'ın Peygamber'i (s.a.s.): "Bunun arkasından bunların ikisini birden görür." buyurdular. (10)

 Rasûlullah Efendimiz, Bedir savaşında öldürülen müşriklerin ileri gelenlerin yanına üç gün sonra gelip şöyle sormuş: "Rabbinizin size vadettiğini (cehennemle ilgili azap tehdidini) hak buldunuz değil mi? Ben Rabbimin bana vaat ettiğini hak buldum." demiş. Hz. Ömer, Hz. Peygamber (s.a.s.)'in sözünü işitmiş de: Yâ Rasûlallah! Nasıl işitsinler, nasıl cevap versinler ki? Hepsi leş olmuşlar, demiş. Rasûlullah (s.a.s.):

"Nefsim kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki: Benim söylediklerimi siz onlardan daha iyi işitir değilsiniz. Fakat onlar cevap vermeye kâdir olamazlar." buyurmuşlar. Sonra onlar hakkında emir vermiş ve sürüklenerek Bedir kuyusuna atılmışlar.(11)

 Dünya hayatı his ve hareketten oluşmaktadır. Kabir hayatı ise sadece histen ibarettir. Kabirin kendisine göre  bir hayatı vardır, ama bizim aklımız onu kavramaktan acizdir. Bu konuda Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: "Allah yolunda öldürülenleri ölü saymayın, bilakis Rableri katında diridirler. Allah'ın bol nimetinden onlara verdiği şeylerle sevinç içinde rızıklanırlar, arkalarından kendilerine ulaşamayan kimselere, kendilerine korku olmadığını ve kendilerinin üzülmeyeceklerini müjde etmek isterler. Onlar Allah'tan olan bir nimeti, bolluğu ve Allah'ın, müminlerin ecrini zayi etmeyeceğini müjdelemek isterler." (12)

"Allah yolunda öldürülenlere 'Ölüler' demeyin, zira onlar diridirler, fakat siz anlamazsınız." (13)

 Kabir hayatını dünya ile kıyas etmek yanlıştır. Allah Teâlâ eğer diridirler diyorsa doğrudur. Niçin o hayatı anlayamıyoruz? Bizim idrakimiz onu kavramaya yetmediğindendir. Demek ki kabir hayatı ile ilgili hayat bizim algıladığımız hayattan farklıdır. Biz onları duyamıyoruz, hissedemiyoruz. Zira o hayat zâhirî duyularımızla hissedebileceğimiz bir hayat değil. O, ruhânî bir hayattır, daha doğrusu gerçek bir hayattır ki, akılla bile tam olarak idrak edilemez. Ancak kesin bilgiye dayanan bir hisle idrak edilir ve hisle bilinir. (14)

Allah Teâlâ, Kur'ân-ı Kerîm'de kâfirlere hem bu dünyada hem de âhirette azaba uğratıldıklarını haber vermektedir: "Onlardan öncekiler de Peygamberleri yalanlamışlardı da farkına varmadıkları yerden onlara bir azap çatmıştı. Allah onlara, dünya hayatında rezilliği tattırdı; ahiret azabı daha büyüktür. Keşke bilseler!" (15)

"Belki dön(üp yola gel)irler diye, mutlaka onlara o büyük azâbdan ayrı olarak, daha yakın azâbı da tattıracağız." (16)

 Âyet-i kerîmedeki büyük azabdan maksat âhiret azabıdır, kıtlık, öldürülme ve esir edilme gibi azab da daha yakın azab diye ifade buyurduğu dünya azabıdır.(17)

 Yine başka bir sûrede Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: "Bilmeden, doğruya götüren bir rehberi olmadan, aydınlatıcı bir kitabı da bulunmadan Allah yolundan saptırmak için büyüklük taşlayarak Allah hakkında tartışan insan vardır. Dünyada rezillik onadır; ona kıyamet günü yakıcı azabı tattırırız. Ona: 'Bunlar senin yaptıklarından ötürüdür' denir, yoksa Allah, kullarına karşı asla zulmedici değildir." (18)

 Kabir hayatı dünyadan mıdır yoksa âhiret hayatından mıdır?

 Kur'ân-ı Kerîm'den belli başlı birkaç âyete bile baksak azabın sadece âhiretle kayıtlı olmadığını görürüz. Kabir azabı dünyadan da sayılsa âhiretten de sayılsa âyetlerin kapsamına girmektedir.

Hz. Osman (r.a.) bir kabrin başucunda durduğu zaman sakalları ıslanıncaya kadar ağlardı. Sonra da Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurdu dedi:
"Kabir, âhiret yolculuğunun  ilk menzilidir. Bu menzilden kurtulana bundan sonrası daha kolay olacaktır. Buradan kurtulamayan kimse için de sonrası daha çetin olacaktır."(19)

Bütün bu delillere baktığımız zaman ortaya çıkan gerçek kabir azabının varlığını kabul etmemizin gerekliliğidir.
 Cehennem ve Cehennem Ehlinin Azabı:

 Ebû Hureyre (r.a.) şöyle anlatmıştır:

 Rasûlullah (s.a.s.) ile beraberdik. O esnada düşen bir şeyin gürültüsünü duyduk. Bunun üzerine: "Bu gürültünün ne olduğunu biliyor musunuz?" diye sordu. Biz, Allah ve Rasûlü daha iyi bilir dedik. Peygamber Efendimiz:

"Bu, yetmiş sene önce cehenneme atılmış olan bir taştır. O, şimdiye kadar cehennemde yuvarlanıp yol alıyordu, nihayet onun dibine şimdi  ulaştı. İşte siz onun gürültüsünü işittiniz." buyurdu. (20)

 Biraz sonra birisi gelip yetmiş yaşındaki filan kâfir öldü dedi. Bu, Peygamber Efendimiz için bir mucize, sahabe için ise bir kerâmettir. Mucize ile kerâmetin birleştiği  nokta "hârıku'lâde" oluşudur. "Hârıku'lâde" âdeti yırtan, âdet dışı demektir. Âdete göre bu ses işitilmezdi. Ama Allah Teâlâ âdeti kaldırdı peygamberlerine ve bazı velilerine gösterdiğini ve işittirdiğini belirtmek üzere Hz. Peygamber ve Ashabına işittirmiş oldu.

 Bu kâfir kimse cehennem yolunu izledi ve neticede hedefine ulaşmış oldu. Zira kim hangi yola yönelirse Allah Teâlâ o kimseye o yolda başarı verir. O kimse hayra yönelirse Allah Teâlâ hayra başarı verir, şerre yönelirse şerre başarı verir. Ama şerre yönelen kimseye Allah'ın rızası yoktur. Bunu şu âyeti kerîmede belirtmiştir:

"Eğer küfreder (veya nankörlük eder) iseniz, şüphesiz Allâh, siz(in imanınız veya taatiniz)e muhtaç değildir. Fakat kulları için küfre râzı olmaz. Ve eğer şükrederseniz sizin için ona râzı olur." (21)

 Hz. Peygamber (s.a.s.)'in Miracda ve Farklı Farklı Zamanlarda Cehennem Ehlini ve Azabını Haber Vermesi:
 Üsâme (r.a.)'den rivâyet edildiğine göre Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurdu:

"Cennetin kapısında durup baktım, bir de ne göreyim, (cennete) girenlerin çoğu yoksul kimselerdi. Zenginler ise hesap vermek için alıkonulmuştular. Cehennemlik olduğu kesinleşenlerin de cehenneme girmesi emrolunmuştu. Cehennemin de kapısında durup baktım. Bir de gördüm ki, cehenneme girenlerin çoğu kadınlardı." (22)

 Cenneti ve cehennemi, cennet ve cehennem ehlini gösteren Allah Teâlâ'dır. Görenden önce gösterene bakmak gerekir. Zira görenin farklılığı gösterenden kaynaklanmaktadır. Gösteren Allah Teâlâ'dır ve her şeye kâdirdir. Zira geçmiş ve gelecek Allah için andır. Geleceği olmuş gibi göstermeye Allah kâdirdir.

 Cennet ve cehennemi görmesi sadece Mirac'da olmamıştır. Diğer zamanlarda da olmuştur. Cennete girme ve nimetlerinden istifade etmek haşirden, hesaptan ve sırattan sonra olacaktır. Sadece şehidlerin ruhları, haşirden, hesaptan ve sırattan önce yeşil kuşların kursaklarında olarak cennette dolaşmaktadırlar. Cehenneme girmek ve azabıyla azaplanmak aynı şekilde dirilip hesap neticesinde olacaktır.

 Son günlerde, güya  yer altı araştırıcıları cehennem azabı çekenlerinin, kabir azabı görenlerinin çığlıklarını duyduklarını ortaya attılar. Bunun uydurma olduğu ortadadır. Bunlarla ilgili söylenmesi gerekenleri maddeler halinde belirtelim:

1. Cehennem vardır, hem de yaratılmıştır ve  ehlini beklemektedir. 2. Cehennem bu dünyada değildir. 3. Cehennem azabı, insanların ölüp diriltildikten, hesaptan, öbür âleme aktarıldıktan ve sırattan sonra kâfirlere ve bazı asî mü'minlere aittir. 4. Kabir azabı vardır, bu dünyadadır. 5. Kabir azabını ve çığlıklarını görmek ve duymak mümkün değildir. 6. Kabir azabını ve çığlıklarını görmek ve duymak ancak Allah Teâlâ'nın özel lûtfettiği peygamberlere ve bazı velilere aittir. Bu azabı da Peygamber Efendimiz'in bize haber verdiğinden bilmekteyiz.  7.

Müslüman, vahiy aydınlığına ve vahiyle amel etme neticesinde basiret nuruna sahip kılındığından herhangi bir şey duyduğunda veya öğrendiğinde hemen vahiy ölçüsüyle ölçmesi gerekir. Bu konudaki ölçümüz İslâm Akâid kitaplarıdır. İslâm Akâidi bu konuda ne diyorsa o bilgi ışığında meselelere bakarız. Yani bir şeyi kabul etmek için de delil gerekir, reddetmek için de delil gerekir. Avam müçtehide sorar, havas da âyet ve sahih hadislere sorar. Çünkü bilmeyen, bilene yani âyet ve hadisten hüküm çıkarmayı bilen müçtehide soracaktır, bilen müçtehid de Allah'a yani Kur'ân'a, Peygamber'e yani hadislere müracaat edecektir. 8.

Allah Teâlâ Kur'ânı Kerîm'inde, Hz. Peygamber (s.a.s.) hadîsi şerîflerinde cehennem ehlinden ve azabından, kabirden ve kabir azabından bahsettiği halde meselelere gaflet edip bu gerçekleri yabancılardan duyunca önem vermek güneş hakkında yıldız böceğinin şehadetine önem vermek gibi bir ahmaklığa benzer. Belki de İslâm'ın değerlerine yabancı kalışımızın ve önem vermedeki gafletimizin bir resmidir. 9. Mü'min, önemli bir haber duyduğu zaman, onu hemen ehline sorması gerekir. Bu konuda Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

"Onlara güven veya korkuya dair bir haber gelse onu yayarlar. Halbuki onu Peygamber'e ve aralarında emir sâhiplerine götürselerdi, kendilerinden olan istinbât ehli (işin içyüzünü araştırıp çıkaran peygamber, müctehid olanlar, âmirler) onun ne olduğunu (haberin taşıdığı anlamı) bilirlerdi. Eğer size Allâh'ın lûtfu ve rahmeti olmasaydı, pek azınız hâriç şeytâna uyardınız." (23)

 Bu âyeti kerîmenin tefsiriyle ilgili Allâme Hamdi Yazır Tefsirinde şunları yazmıştır:

 Yukarda Nisâ sûresi 59. âyette "Allah'a itaat ediniz, Peygamber'e ve sizden olan ulu'lemre (âlimler ve âmirlere) itaat ediniz!" diye Allah'a itaat ile, Hz. Peygamber'e itaat etmek birbirinden ayrıldığı halde Nisâ sûresi 80. âyette: "Kim Peygamber'e itaat ederse şüphesiz Allah'a itaat etmiş olur." diye ikisi birleştirilerek Peygambere itaat Allah'a itaate çevrildiği sırada hem idarecilere itaatin hükmünün Peygambere itaat etmeye bağlı ve ona eklenmiş olduğunun anlatılması, hem de müslümanların siyasi yönden eğitimlerinin yükseltilmesi için buyuruluyor ki: "Bir de kendilerine emniyet veya korkuya dair tatlı veya acı bir emir, bir haber, bir şey gelince hemen onu yayarlar;" doğru mu, değil mi, yahut yayılmasında bir zarar var mı yok mu, kamu yararı açısından neşredilmesi caiz mi, yoksa gizlenmesi gerekir mi, düşünmeden danışmadan yayarlar. Burada gazetecilerin (bugün internetin de) durumuna da temas eden bir uyarı vardır. "Bunlar işittikleri bu haberi Peygambere ve kendilerinden olan ulu'lemre (âlimler ve âmirlere)", yani o işte yetkisi ve ihtisası bulunan zatlara veya amirlere götürüp onlara başvursalar, danışsalar veya havale etseler "onu içlerinden bilgi ve tecrübeleri ve iyi niyet ve basiretleri sayesinde istinbat edebilecek ve hüküm çıkarabilecek olanlar mutlaka bilirler,  ne yapılacağını anlar, anlatırlardı."

İSTİNBAT: Çıkarmaktır. "Nebıt" de bir kuyu kazılırken ilk çıkan su demektir. İşte çözümü istenen bir olay, bir konu karşısında elde bulunan prensipler ve bilgileri inceleme ve etraflı bilgi edinme, araştırma ve düzeltme ve karşılaştırarak yeni bir bilgi ortaya çıkarmaya da istinbat ve istihrac denilir ki, bu bir meleke ve özel bir kudrettir. Herhangi bir işte böyle bir liyakat ve yeterlik sahibi olanlar, o işin müctehidi ve gerçek sahibi ve Allah katında yetkilileridir. Bunun için yukarıda Nisâ sûresi 59. âyette: "Eğer herhangi bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz, Allah'a ve âhiret gününe gerçekten inanıyorsanız, onu Allah'a ve Rasûle (Kur'ân'a ve Sünnet'e) götürün!"  diye Allah'a ve Peygamberine müracaat edildiği gibi, burada da Allah'ın Peygamberine ve böyle yetkili kimselere müracaat tavsiye edilerek bunlara da itaat etmenin Peygambere itaat etmeye bağlı olduğu bir daha anlatılmıştır. Bundan dolayıdır ki icmada geçerli olan görüş bu gibi yetkili zevatın görüşüdür.

-------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

Dipnotlar:

1. Tirmizî, Kıyâmet, 26. 2. Buhârî, Cihâd, 25, Deavât, 37, 41, 4; Müslim, Zikir, 50, 52; Nesâî, İstiâze, 5,, 6, 39; İbn Mâce, Duâ, 3. 3. Buhârî, Vudû, 55, 56, Cenâiz, 82, Edeb, 49; Müslim, Tahâret, 111; Ebû Dâvûd, Tahâret, 11; Tirmizî, Tahâret, 53; Nesâî, Tahâret, 26, Cenâiz, 116; İbn Mâce, Tahâret, 26. 4. Buhârî, Cenâiz,, 87, Tefsîru sûre (14), 2; Müslim, Cennet, 73. 5. Tevbe (9), 101. 6.   Kurtubî, el-Câmıu li Ahkâmi'lKur'ân, VIII, 241; Yazır, Hamdi, Hak Dini Kur'ân Dili, IV, 400. 7. Mü'min (40), 45, 46. 8. Yazır, Hamdi, Hak Dini Kur'ân Dili, VI, 527. 9. Müslim, Cennet, 65, 66. 10. Müslim, Cennet, 70. 11. Müslim Cennet, 77, 76. 12. Âli Imrân (3), 169171. 13. Bakara  (2), 154. 14. Yazır, Hamdi, Hak Dini Kur'ân Dili, I, 451. 15. Zümer (39), 2526. 16.  Secde (32), 21. 17. Kâsımî, Muhammed Cemâleddîn, Mehâsinü'tTe'vîl, XIII, 217. 18. Hacc  (22), 810. 19. Ahmed, I, 63. 20. Müslim, Cennet, 31. 21. Zümer (39), 7. 22. Buhârî, Rikâk, 51, Nikâh, 87; Müslim, Zikir, 93. 23. Nisa,4/84

Prof.Dr. Abdulhamit Birışık.

 


* BENZER KONULAR

HZ: Mevlana ve İnsan Sevgisi Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 12:33:04 ÖS]


Sevgi ve Barış Dini İslam Gönderen: melek
[Bugün, 12:21:16 ÖS]


Gençlik ve Önemi Gönderen: melek
[Bugün, 12:15:29 ÖS]


Anne Babanın Evlatlarına Karşı Sorumlulukları - Görevleri Gönderen: melek
[Bugün, 12:05:09 ÖS]


Çocuk Sevgisi ve Terbiyesi Gönderen: melek
[Bugün, 11:58:23 ÖÖ]


Can Mal Korunması Gönderen: melek
[Bugün, 11:51:56 ÖÖ]


İletişim Dil ve Beden Diliyle İletişim Unsurları Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 08:14:26 ÖÖ]


Mü’min’in Vasıfları: Merhamet, Şefkat, Cömertlik ve Şükür Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 08:06:59 ÖÖ]


Kal Hayatı Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 08:02:06 ÖÖ]


Gönül Almak Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:53:28 ÖÖ]


İnanmak ve Teslim Olmak Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:49:14 ÖÖ]


Resulü Müctebâ Efendimiz (S.A.V.) Ramazan Ayı Diğer Aylardan Daha Üstündür Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:40:06 ÖÖ]


Arkadaşlık ve Dostluk Gönderen: webtasarim
[Dün, 08:34:41 ÖS]


Komşuluk İlişkileri Gönderen: webtasarim
[Dün, 08:24:14 ÖS]


İslam'da Kanaat Gönderen: webtasarim
[Dün, 07:00:27 ÖS]


Geleceğimizin Teminatı Çocuklarımız Gönderen: webtasarim
[Dün, 06:51:54 ÖS]


Kul ve Kamu Hakları Gönderen: webtasarim
[Dün, 06:43:40 ÖS]


İman ve Hayat Gönderen: webtasarim
[Dün, 06:32:41 ÖS]


Güzel Ahlak Kurallarında Nezaket Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 06:24:01 ÖS]


İnsanın İmtihanı Helal Gıda İledir Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 08:31:58 ÖÖ]

Sitemap 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49