Mütevazı olanı Allah yüceltir
KIYAMETTEN önce en erken kaybettiğimiz asil duygulardan birisi tevazudur. Tevazu alçakgönüllü olmak anlamındadır. Onun için Peygamberimiz (s.a.v.): “Kim mütevazı davranırsa Allah onu yükseltir, yüceltir” buyurmuşlardır.
Tevazu sadece görünüşte olmamalıdır. İbadetinize, niyetinize, hareketlerinize, bakışınıza, ticaretinize, namazınıza, ilişkilerinize, ailenizle irtibatınıza, çarşıyla ilginize yansımadıktan sonra bir anlam taşımaz. Görünüşte mütevazı olur da saydığım noktalarda bunu yaşayamazsanız bunun adı münafıklık olur. Böyle bir halden de sakınmak lazım.
Hz. Peygamber (s.a.v.) iletiyor. Şöyle buyuruyor. “Ben miraç gecesi göğün üst tabakalarındayken yüce Allah bana iki seçenek sundu. Bunlardan birincisi peygamberliğin yanında güçlü bir iktidar ve saltanat; ikincisi ise mütevazı bir kul peygamber olmaktı. Ben bunlardan birini seçecektim. O esnada Cebrail’e (a.s.) baktım. O sürekli kanadını yere vurarak tevazuyu tercih etmemi istiyordu. Ben kul peygamberliği tercih ettim.”
İslam tarihi tevazuyu rehber edinmiş büyüklerin tavırlarıyla doludur. Bunları doğru okuyamazsak bize emanet edilen mevki, makam, şan, şöhret, sermayeyi, gücü büyüklenme ve başkaları üzerinde tahakküm aracı olarak kullanabiliriz. Ama bilmeliyiz ki bütün bu saydıklarım sadece bir dönemin geçer akçesidir. Bugün güçlüyseniz yarın bütün bunları yitirebilirsiniz. Daha doğrusu sizin bütün güç kudret ve kuvvetiniz yüce Rab’bin yanında bir sivrisineğin kanadı kadar zayıf ve değersizdir.
Hz. Ömer (r.a.) vurulduğu gün, babasının mescitte vurulduğunu duyan Hz. Hafsa ağlayarak şöyle seslenir:
* Ey Resulullahın (s.a.v) arkadaşı, ey müminlerin büyüğü...
Bunlar övgü sözleriydi. Haklı olan cümleciklerdi. Hz. Hafsa aslında babasını abartmıyordu. Doğruyu ifade ediyordu. Fakat sözleri duyan Hz. Ömer (r.a.) rahatsız olur. Hemen karşılık verir.
* Kızım. Ne olur beni övme. Çünkü siz ölmek üzere olan bir insanı överseniz, onun başucunda olan melek ona döner ve kınayarak şöyle der: Sen gerçekten böyle misin? Sen gerçekten bu kadar büyük müsün? Ne olur beni kendi halime bırakın. (İbni Sad, Tabakat)
Peygamberimiz (s.a.v.) kızı Hz. Fatıma (r.a) ile konuşurken ona şöyle öğüt verir: “Kızım sakın ben Muhammed (s.a.v.) kızıyım diye övünme. Tedbirini al. Güzel bir hayat yaşa. Namazına dikkat et, vallahi ben Muhammed (s.a.v.) bile ahret günü senin için bir şey yapamayabilirim. Zira ben Muhammed (s.a.v.) bile yarın Rabbimin bana ne hazırladığını bilmiyorum.”
Halbuki Fetih suresinde Peygamberimizin (s.a.v.) işlemesi muhtemel olan günahları olsa bile affedildiği ayetlerle bildirilmiştir. Bütün bunlara rağmen mütevazı davranıyor ve Rabbinin makamına uygun bir ruh halini yansıtıyor.
Medine’de ilk vefat eden sahabeden olan Osman bin Maz’un’un (r.a.) cenazesine giden Peygamberimiz (s.a.v.) bu çok sevdiği dostunun evine girdiğinde bir kadının feryadını duyar. Kadın şöyle ağıt yakmaktadır:
“Ne mutlu sana. Sen ki Hz. Peygamberin (s.a.v.) arkadaşıydın. Sen ki Hz. Peygamberin (s.a.v.) dostuydun. Cennet sana helal olsun.” Bu sözleri duyan Hz. Peygamber (s.a.v.) hemen müdahale eder. Şöyle buyurur. “Onun cennetlik olduğunu kim sana bildirdi!” Kadın, “Ama sizinle beraberdi, sizin yanınızdaydı, sizi bunca severdi” demeye başlar. Hz. Peygamber (s.a.v.) çok net cevap verir: “Böyle demeyin onun ne olacağını Allah bilir. Vallahi ben peygamber bile yarın ne olacağımı bilemem.”
İnsanı yücelten işte bu bakış açısıdır. Peygamberliğin yüce makamına, son elçi olmasına ve Kuran- ı Kerim’e muhatap olmasına rağmen bu tevazuyu göstermek muhteşem bir ahlaka sahip olmayı gerektirir.
Mütevazı olmanız sizi takva sahibi yapar. Amellerinizi makbul hale getirir. İbadetinizden zevk almaya başlarsınız. Sözünüzün, bakışınızın etkileri görülmeye başlar. Kalbiniz nurlanır. Yüzünüz temiz hale gelir. Geliriniz bereketlenir. İnsanlar arasında itibarınız artar. Allah size hesaba katmadığınız yerlerden kapı açar. Sadık ve kâmil müminler safına yazılırsınız. Bazen bir bakışla çeliği delecek etki yaparsınız. Uzakları yakın hale getirirsiniz. Tevazulu davranmanız, ilk anda size bazı şeyleri kaybettirir görünse de uzun gelecekte mutlaka kârlı çıkarsınız.
Kuran-ı Kerim “Nefislerinizi övmeyin” buyurur. Kendinizi başkalarından üstün görmeyin. Bilakis kendinizi insanların en günahkârı sayınız. Kendi dışınızdaki herkesi cennete kendinizden daha yakın hissedin. Kendinizi cennete gidebilecek en son insan sayınız. Hiçbir iyiliğinizi abartmayın. İyiliklerinizle övünmeyin. Her ne kadar kazanan sizseniz de; siz aslında yüce Allah’ın size lütfettiği kazançtan veriyorsunuz. Kazancınızı siz yaratmıyorsunuz. Yüce Rab sizi imtihan için size lütfediyor ki halinizi size gösteriyor.
Zayıfken tevazu gösterilmez. En güçlüyken, en kudretliyken mütevazı davranırsanız tevazunuz o zaman kıymet taşır. Yoksa elinizde avucunuzda hiçbir güç olmamasına rağmen mütevazı davranırsanız bu çok anlamlı olmayabilir.
Toprak tevazuyla yerde olduğu için Hz. Âdem’in (a.s.) hammaddesi olmuştur. Şeytan ise büyüklendiği için cehennemin değişmez davetçisi olmuştur. Tevazu peygamberlerin, büyüklenme ise firavunların karakteridir. Artık hangisini tercih edeceğimizi biliyoruz değil mi?
Nihat Hatipoğlu