1
Bize Kalana Bakın Siz
Tasavvuf, son nefeste imanla gidebilmek yani Allah diyebilmek ilmidir. * Sabrın alameti, şikayeti terk, sıkıntıları ve musibeti gizlemektir .
* Ölümü hatırlamak, Allah’ü teâlânın sevgisinin işaretidir.
* Edep; söz dinlemek, itiraz etmeden, yorum getirmeden peki demektir.
* İnsan çalıştırmanın temel şartı, heves kırmamaktır.
* Başarılı olmak için 4 şart vardır:
İman, Adalet, Doğruluk, Fedakârlık
* İman, mümin ile ateş arasında büyük bir perde gibidir. Mümini ateşten korur. İmanı olmayan kurumuş demektir. Kurumuş ağaç ne yapılır, kesilip yakılır. Dünyada bile yakıyorlar. Ahireti siz düşünün.
* Kadı [hakim] karşısında sultan ve çoban aynı saftadır, aynı muameleyi görür. Bu adaletin gereğidir.
* Bize kalana bakın siz. Bizde olana değil. Bize kalan Allah rızası için verdiklerimizdir.
* Sabır acıdır, fakat mutlak şifadır.
* İyilik görmenin yolu, iyilik yapmaktan geçer.
* Önce istişare sonra istihare.
* Bedbahtlığın alametleri: Halinden şikayetçi olmak, İlmiyle amel etmemek, Yaptığı amelin ihlastan mahrum olması.
* Çok sayıda iyi vardır, ama bunların en iyisi iki şeydir:
1- Doğru iman 2- İnsanlara hizmet, yardım ve şefkat.
Çok sayıda kötü vardır ama en kötüsü iki şeydir:
1- Kâfirlik 2- İnsanlara eziyet etmek.
* Peygamber efendimizin yoluna uygun olmayan her şey seraptır.
* İslam âlimlerine her gün bir Fatiha oku, hediye et. Onlar da hediyene karşılık verirler. Bu karşılık, seni dünyada ve ahirette saadete kavuşanlardan edebilir.
* Büyüklere dua eden, onların şahsında kendisine dua etmektedir.
* Öfkenin başı geçici cinnet, sonu ise ebedi pişmanlıktır.
* Firavunlar ben ben diye ömür sürmüşlerdir.
* Her kim sıkılıyorsa, dünya işleri içindir, o kişinin dünyayı sevdiğini gösterir.
* Cehennemdekilerin çoğunun zenginler ve kadınlar olduğu bildirilmiştir. Bu, hakaret değil, ikazdır. Kaldı ki, ilk mümin kadındır. (Hazret-i Hatice annemiz) İlk şehid de kadındır. (Hazret-i Sümeyye)
* İhlas Allah’ü teâlâyı çok sevmektir ve sevdiği her şeyi de Allah için sevmektir.
* Ehl-i sünnet âlimlerinin hayatının esası üçtür:
Öğrenmek
Öğrendiğini öğretmek
Birlik ve beraberliği sağlamak.
* İlim müminin dünyadaki feneridir. İlim için iki tane ölçü var, öğrenmek ve öğrendiğini öğretmek. Nereden öğrenecek? Ehl-i sünnet âlimlerinin kıymetli kitaplarından. Öğrendiğini öğretmek önemlidir, kendi kafasından kaynaksız konuşandan kaç.
* İslamiyet öğrenmek ve öğrendiğini öğretmektir. Öğretmek değil öğrendiğini öğretmektir. Öğrenmek ve öğretmek değildir. Çünkü kendinden söyleyen mutlaka hüsrana uğrar ve kendisi ile beraber dinleyenleri de helak eder.
* Dört türlü evliya vardır:
1- Evliya olduğunu kendi de bilir, başkaları da bilir.
2- Evliya olduğunu kendi bilir, başkaları bilmez.
3- Evliya olduğunu kendi bilmez, başkaları bilir.
4- Evliya olduğunu kendi de bilmez, başkaları da bilmez
İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.
RADYO FANİDUNYA FM Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir.
Üye Ol veya Giriş Yap
2
Âlemler O’na Hayran
Yaratılmışlar içinde Allah’ın habibi Hz. Peygamber s.a.v. Efendimiz gibi sevilen, özlenen, hürmet gören, hasretiyle gönülleri yakan başka kim olabilir? O sevgiden, sevgi de O’ndan hâsıl olmuştur.
Cenab-ı Hakk’ın varlık âlemindeki ilk tecellisine habibi Hz. Peygamber s.a.v. Efendimiz mazhar olmuştur. Yüce Allah ilk olarak habibinin nurunu ve ruhunu yaratmıştır. Bunu bir önceki yazımızda dile getirmiştik. Bu yazımızda O’nun başka bir özelliğine, emsalsizliğine dikkat çekmek istiyoruz. Cenab-ı Hak kainatta O’nun bir dengini ve benzerini yaratmamıştır.
Âlemlerin Rabbi onun hakkında şöyle buyurmuştur: “Rasulüm, biz seni, bütün âlemlere sadece rahmet olarak gönderdik.” (Enbiya, 107)
O, yaratıldığı günden itibaren âlemlere rahmet olmaya başlamış ve bu sıfat ondan hiçbir zaman alınmamıştır. O’nun rahmet oluşu dünyada olduğu gibi ahirette de devam edecektir.
O’nun hürmetine
Efendimiz’in Allah katındaki derecesine ilk olarak Hz. Adem a.s. şahit olmuştur. Hz. Adem, yaratılıp cennete yerleşince Arş’ta ve cennetin her kapısında “Lâ ilâhe illallah, Muhammedü’r-Rasulullah” ibaresinin yazılı olduğunu gördü. İsmi Rabbi ile birlikte zikredilen o habibe hayran oldu, bu hale de hayret etti. Dünyaya gönderilince de, “Ya Rab, beni Muhammed’in hürmetine affet” diyerek onun ismini vesile edip affını istedi ve affedildi.1
Yüce Allah, habibini Hz. Davud a.s.’a da şöyle tanıtmıştır:
“Muhammed’i kendim için yarattım. Adem’i Muhammed için yarattım. Diğer bütün varlıkları da Adem’in oğulları için yarattım. Onlardan kim kendisi için yarattığım şeyle (gönülden) meşgul olursa, onu kendimden mahrum bırakırım. Kim de benimle meşgul olursa, kendisi için yarattığım varlıkları onun hizmetine veririm.”2
Hz. İbrahim a.s., neslinden gelecek olan Hz. Rasulullah s.a.v. için hep şu duayı yapıyordu:
“Rabbim, zürriyetimden onlara senin ayetlerini okuyacak, kitabı ve hikmeti öğretecek, kendilerini temizleyecek bir peygamber gönder.” (Bakara, 129)
Hz. İbrahim’in zürriyetinden gelmesini istediği peygamber, Efendimiz s.a.v. idi. Bunun için O’na “Bize kendinizden ve peygamberliğinizin başlangıcından bahseder misiniz?” diye sorulunca şu cevabı vermiştir:
“Adem daha yaratılış çamuru içinde yoğrulurken, ben Ümmü’l-Kitap’ta ‘peygamberlerin sonuncusu’ olarak yazılmıştım (ve Melekût Âlemi’nde ilan edilip tanıtılmıştım).
Ben babam İbrahim’in duası, kardeşim İsa’nın müjdesi ve annem Âmine’nin rüyasıyım. Annem bana hamile iken kendisinden bir nur çıkıp Şam’ın köşklerini aydınlatmıştı.”3
Yüce Allah, önceki bütün peygamberlere habibi Hz. Peygamber Efendimiz’i tanıttığı gibi ümmetini de tanıtmıştır. (Fetih, 29)
Hz. Musa a.s. Tevrat’ta Hz. Rasulullah s.a.v.’in ve ümmetinin sıfatlarını görünce hayran olmuş ve “Ya Rabbi, beni de habibin Ahmed’e ümmet eyle..” diye dua etmiştir.4
Hz. Süleyman a.s.’ın yüzüğünde, kendisine vahiyle bildirilen şu cümle yazılı idi: “Enallâhu lâ ilâhe illâ ene. Muhammedün abdî ve rasûlî: Ben, kendisinden başka ilah olmayan Allah’ım. Muhammed benim kulum ve rasulümdür.”5 Hz. İsa a.s. da, ümmetine kendisinden sonra gelecek Ahmed ismindeki son peygamberi müjdeleyip duruyordu. (Saf, 6)
Rasulullah s.a.v. Efendimiz, peygamberler vasıtasıyla önceki ümmetlere tanıtılmış, hepsi onu kendi çocuklarını tanırcasına tanımışlardı. (Bakara, 146). Ayette belirtildiği gibi, savaşta başı sıkışan Ehl-i kitap (yahudi ve hıristiyanlar) onun ismini zikrederek Allah’tan yardım istiyorlardı ve yardım da görüyorlardı. Ancak Rasulullah s.a.v. Efendimiz saadetli vücuduyla âlemi şereflendirip peygamberliğini ilan edince, yahudiler, beklenen peygamber Araplardan çıktı, bizden gelmedi diye haset ve inatla onu inkâr ettiler.6
Ashabın aşkı
Bütün Sahabe-i Kiram r.a., Hz. Rasulullah’ı sevmede eşsiz birer örnektiler. Onlar içlerinde gizledikleri ve halleriyle ispat ettikleri bu sevgilerini bazen edep içinde şu cümlelerle açığa vururlardı:
“Canım sana kurban olsun, anam babam sana feda olsun ya Rasulallah!” Allah için her şeylerini feda edecekleri o sevgili de onlara sevgideki gayeyi şöyle belirtmişti:
“Bir mümin bütün hevâsıyla (duygu ve düşünceleriyle) benim getirdiğime tâbi oluncaya kadar kâmil mümin olmaz.”7
Hz. Ali r.a.’a, “Allah Rasulü’nü ne kadar seviyordunuz?” diye sorulunca şu cevabı vermiştir: “Rasulullah s.a.v. bizlere mallarımızdan, çocuklarımızdan, anne ve babamızdan, susuzken ele geçirdiğimiz soğuk sudan daha sevgili idi.”8
Abdullah b. Hişam r.a. anlatıyor:
Bir gün Allah Rasulü s.a.v. ile beraberdik. O sırada Peygamberimiz, Ömer’in elinden tutuyordu. Ömer, Allah Rasulü’ne: - Ben sizi kendim hariç, her şeyden çok seviyorum, dedi. Rasulullah s.a.v. Efendimiz:
- Beni kendinden de fazla sevmedikçe bu iş tamam olmaz, buyurdu.
Ömer sustu, gönlünü yokladı, niyetine baktı, aslında Allah Rasulü’nü her şeyden çok sevdiğini anladı ve samimi olarak:
- Sizi kendimden de çok seviyorum, diye itiraf etti. Rasul-i Kibriya Efendimiz:
- İşte şimdi oldu, buyurdu.9
On yaşından beri hayatını Allah Rasulü’nün hizmetinde geçirmiş olan Enes b. Malik r.a.:
“Sevgili peygamberimi görmediğim gece olmuyor.” der, ardından hüngür hüngür ağlardı.10
Hz. Ömer r.a. bir gece dışarı çıkmıştı. Işığı yanan bir ev gördü. İçerinden yaşlı bir kadının sesi geliyordu. Kadın bir yandan elindeki yünü eğiriyor bir yandan söylüyordu:
“Efendim Muhammed’e en hayırlı insanların salâtı olsun. Ona en hayırlı en temiz kullar salât etsin.
Ey Muhammed! Sen geceleri ibadetle geçirir, seherlerde hep gözyaşı dökerdin.
Ah bilsem şu ölüm bana ne türlü gelecek. Acaba ahirette onunla birlikte olacak mıyım?”
Bunları işiten Hz. Ömer r.a. oturup ağlamaya başladı.11
Abdullah b. Zeyd el-Ensarî r.a., Hz. Rasulullah s.a.v. vefat ettiği zaman bahçesinde çalışıyordu. Oğlu gelerek vefat haberini söyleyince ellerini açıp: “Allahım benim gözlerimi al da O’ndan sonra hiç kimseyi görmeyeyim.” diye dua etti. O an gözleri kapanıp görmez oldu.
Abdullah b. Zeyd’in sevgisi öyleydi ki, Rasulullah s.a.v.’in huzurundan ayrılıp evine gittiği zaman evde duramaz, geri gelip mübarek cemalini seyrederdi.12
Sevban r.a., bir gün mahzun ve boynu bükük bir vaziyette Allah Rasulü’nün huzuruna girdi. Rasul-i Kibriya Efendimiz s.a.v., “Neyin var senin?” diye sordu. Sevban r.a.:
“Ey Allah’ın Rasulü! Ben sizi kendimden, çocuklarımdan, ailemden ve malımdan çok seviyorum. Evimde otururken sizi hatırlıyorum, duramıyorum, hasretinizden ölecek gibi oluyorum. Derhal koşup sizi görmeye geliyorum.” dedi ve ağladı. Rasulullah s.a.v. Efendimiz niçin ağladığını sordu. Sevban r.a. şöyle dedi:
“Sizin ve benim vefat edeceğimizi düşündüm. Siz ahirette peygamberler ile yüksek makamlarda bulunursunuz. Ben cennete girsem bile aşağı makamlarda bulunurum, sizi göremem. Bunun için ağlıyorum.”
Efendimiz s.a.v. sükût etti. Biraz sonra, Cebrail a.s. şu ayeti indirdi:
“Kim Allah’a ve Rasulü’ne itaat ederse, işte onlar ahirette Allah’ın kendilerine özel ihsanlarda bulunduğu peygamberler, sıddıklar, şehitler ve salihlerle beraber olacaktır. Onlar ne güzel arkadaştır! Bu Allah’tan bir ihsandır. Her şeyi bilici olarak Allah kâfidir.” (Nisa, 70)
Rasulullah s.a.v. Efendimiz ona, “Müjde sana, sevin.” buyurdu.13
Hurma kütüğü de O’na meftun
Rasulullah s.a.v. Efendimiz, önceleri Mescid-i Nebevî’de hutbe okurken, mescidin içinde minber yerine bir hurma kütüğüne dayanarak hutbe okurdu. Daha sonra bir minber yapıldı. Rasulullah s.a.v. Efendimiz kütüğü bırakıp minbere çıktı. O anda kütük inlemeye başladı. Öyle ki mescitte olan herkes kütüğün iniltisini işitti.
Âlemlere rahmet Efendimiz minberden inip hurma kütüğünün yanına geldi, elini üzerine koydu, onu kucakladı. Hurma kütüğü sakinleşti, sustu. Rasulullah s.a.v. Efendimiz:
“Allah’a yemin olsun, eğer gelip onu kucaklamasaydım benden ayrılmaya dayanamaz, kıyamete kadar inlerdi.” buyurdu. Daha sonra emretti, hurma kütüğü oradan çıkarılıp minberin altına gömüldü.14
Hasan Basrî rh.a., bu olayı anlatınca ağlar ve şöyle derdi:
“Ey Allah’ın kulları! Bir kütük bile Hz. Peygamber’in Allah katındaki kıymetini bildiği için onun hasret ve şevkinden böyle inledi. Siz O’na kavuşma arzusu ile daha çok yanıp tutuşmalısınız.”15
Uhud dağının Hz. Peygamber s.a.v.’e olan aşkını da burada hatırlatalım. Rasulullah s.a.v. Efendimiz bir seferden dönerken Medine ve Uhud’u karşısında görünce şöyle buyurmuştur:
“Burası Medine’dir. Şu da Uhud dağıdır. Uhud bizi sever biz de Uhud’u severiz.”16
Sonrakilerin özlemi
Tabiûn’dan Halid b. Ma’dan rh.a’in kızı şöyle anlatır:
“Babam yatağına yattığı zaman Rasulullah s.a.v. Efendimiz’e olan şevkiyle onu hatırlar, Muhacir ve Ensar’ı zikreder ve şöyle derdi:
‘Onlar benim aslım ve her şeyim. Kalbim onları özlüyor. Onlara kavuşma şevkim çoğaldı. Ya Rabbi canımı tezden al da beni sana ve onlara kavuştur.’ Uykusu gelene kadar böyle inlerdi.”17
İmam-ı Azam Ebu Hanife rh.a., Ravza-i Mutahhara’yı ziyaret ederken yaptığı münacatta Efendimiz’e olan muhabbetini şöyle dile getirmiştir: “Duyduğum zaman ancak senden hoş sözleri duyuyorum, baktığım zaman da ancak seni görüyorum.”
İmam Malik rh.a’in yanında Rasulullah s.a.v. Efendimiz anılınca ağlar ve inlerdi. Onun bu hali meclisinde bulunanlara ağır gelirdi. Bir gün durumu kendisine açtılar. Şöyle dedi:
“Eğer siz benim gördüklerimi görseydiniz bendeki bu hali yadırgamazdınız. Ben Muhammed b. Münkedir’i gördüm. Ona ne zaman bir hadis sorulsa Allah Rasulü’nün aşkıyla ağlamaya başlardı. Öyle ağlardı ki biz kendisine acırdık.”18
Hz. Ebu Bekir r.a.’ın torunlarından Abdurrahman b. Kasım rh.a., her ne zaman Rasulullah s.a.v. Efendimiz’i zikretse, kanı çekilmiş gibi olur, rengi değişirdi. Dili kurur, konuşmakta zorlanırdı.19
İmam Rabbanî k.s.’nin oğlu Muhammed Masum k.s. der ki:
“Hac ibadetimi tamamlamıştım; bana bir melek geldi, elinde bir yazı vardı, yazıda şöyle deniliyordu: ‘Bu hac ibadeti Âlemlerin Rabbi tarafından kabul edildi.’
Daha sonra Medine-i Münevvere’ye geldim. Fahr-i Kâinat s.a.v. Efendimiz’in nurlu kabrinin yanında durdum. Âlemlerin Efendisi pak hücresinden çıkıp bana yöneldi. Ellerine sarılıp öptüm. Orada zat-ı âlisiyle özel bir buluşmamız oldu. O anda, yeryüzünden Arş-ı Alâ’ya kadar her şeyin iç yüzü bana göründü. Anladım ki bütün varlıklar Muhammed Mustafa s.a.v. Efendimiz’den istifade etmektedir. O, mahbubiyet makamı için gerekli olan bütün kemali kendinde toplamıştır ve bütün sevenlere tek tek feyz vermektedir.”20
Seyyid Ahmed Rufaî k.s., hacdan sonra âlemlere rahmet Rasulullah Efendimiz’i ziyaret için geldi. Saaddetli kabrine yöneldi, önünde durdu, başını eğerek: “Es-Selamu aleyke ey ceddim, efendim.” dedi. Rasul-i Kibriya s.a.v. selama karşılık verip:
“Ve aleyke’s-selam evladım.” buyurdu. Bunu o anda mescidde bulunan herkes işitti. Sonra Rasulullah s.a.v., Seyyid Ahmed Rufaî’ye gözüktü. Seyyid Ahmed Rufaî, uzunca bir müddet ağlayıp inledi. Rasulullah s.a.v. Efendimiz’i övdü, sonra şu beyitlerle hasretini dile getirdi: Uzaktayken sana ruhumu gönderir dururdum,
Benim yerime senin ayağının toprağını öpsün diye.
O hayalimi süsleyen devlet şimdi önümde hazırdır,
Ey sevgili, uzat elini de dudaklarım öpüp nasibini alsın.
O anda Rasul-i Kibriya s.a.v., kabr-i şerifinden nurlu elini uzattı. Seyyid Ahmed Rufaî k.s. tam bir edep, hasret ve hürmet içinde o saadetli eli öptü. Orada bulunan arif ve âlimlerden pek çok kimse de bu keramete şahit oldular.21
Bu ümmetin içinde Rasulullah s.a.v. Efendimiz’in her cinsten ve her yaştan aşıkları vardır. Aslında her gönül ondan ilâhi aşkı öğrenmek için yaratılmıştır. O, insanlığa Allah için sevmeyi ve sevilmeyi öğretmiştir. Ondan sevgi dersi almayanların sevgisi yalandır. Ölmeden önce tevbe edip bizim için yaratılmış o rahmetten payımızı almaya çalışalım. Bu sevginin ve edebin sonu onunla ebedi âlemde ebediyen komşu olmaktır. Bunun için ne yapılsa değer.
-------------------------------------------------------------------------------
1Hâkim, Müstedrek, 2/615; Beyhaki, Delâilü’n-Nübüvve, 5/488, 499; Taberânî, es-Sağîr, 2/82-83.
2 Mekkî, Kûtu’l-Kulûb (Kalplerin Azığı), 3/131.
3 Ahmed, Müsned, 4/128; Hâkim, Müstedrek, 2/600; Kastalânî, el-Mevâhibü’l-Ledünniye, 1/67; ed-Dürrü’l-Mensur, 1/334; Hasâisü’l-Kübrâ, 1/16; Beyhakî, Delâilü’n-Nübüvve, 1/80; Heysemî, ez-Zevâid, 2/220.
4 Süyûtî, el-Hasâisü’l-Kübrâ, 1/21, 22; ed-Dürrü’l-Mensûr, 3/553; Ebû Nuaym, Hilye, 3/375-376; Heysemî, Takribü’l-Buğye, 3/7.
5 el-Hasâisü’l-Kübrâ, 1/14; Heysemî, ez-Zevâid, 5/152.
6 Taberî, Câmiü’l-Beyân, 1/577-581; ed-Dürrü’l-Mensûr, 1/215-217; Mazharî, Tefsirü’l-Mazharî, 1/107.
7 Beğavî, Şerhü’s-Sünne, 1/213; el-Envâr, 2/771; İbn Receb, Câmiu’l-İlim, 2/269.
8 el-Mevâhibü’l-Ledünniye, 2/471.
9 Buharî, Eyman, 3; Ahmed, Müsned, 5/293.
10 İbn Sa’d, Tabakât, 4/168; 7/ 20.
11 Kâdî İyaz, Şifâ, s. 497-498.
12 el-Mevâhibü’l-Ledünniye, 2/472; el-Ezdî, Tefsiru Makâtil bin Süleyman, 1/240.
13 Said b. Mansur, Sünen, nr. 661; ed-Dürrü’l-Mensûr, 2/588-589; Taberânî, el-Kebir, nr. 12559; Heysemi, Mecmau’z-Zevâid, 7/7.
14 Buharî, Menâkıb, 25; Tirmizî, Menakıb, 6; İbnu Mace, İkâme, 199; Ahmed, Müsned, 3/300; 5/137; Ebû Ya’lâ, Müsned, nr. 2756, Dârimî, Mukadimme, 6.
15 Kâdî İyaz, Şifâ, s. 370-371.
16 Buharî, İtisam, 16; Cihad, 71; Müslim, Hac, 472; İbnu Mace, Menâsik, 104.
17 Ebu Nuaym, Hilye, 5/210; Kâdî İyaz, Şifâ, s. 496.
18 Kâdî İyaz, Şifâ, s. 521.
19 Kâdî İyaz, Şifâ, s. 522.
20 Hânî, el-Hadâikü’l-Verdiyye, s. 572-573.
21 Samarrâî, Seyyid Ahmed Rüfâî, s. 61. Biraz kısa bir rivayet için bk. Nebhânî, Câmiu Kerâmâti’l-Evliyâ, 1/441; Münâvî, el-Kevâkibü’d-Dürriye, 2/220.
İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.
RADYO FANİDUNYA FM Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir.
Üye Ol veya Giriş Yap
3
Dünya Nedir
“İşte dünya budur!”
Biri İsa aleyhisselam ile arkadaşlık yapmak istedi ve beraber seyahate çıktılar. Bir nehrin kıyısında yemek yediler.
Beraberlerinde üç ekmek vardı. Ekmeğin ikisini yediler.
Hz. İsa nehire gitti. Su içti, dönünce kalan ekmeği bulamadı ve o kişiye ‘Ekmeği kim götürdü’ dedi.
Kişi ‘Bilmiyorum!’ dedi.
Hz. İsa arkadaşı ile beraber yola devam etti. Beraberinde iki yavrusu bulunan bir geyik gördü. Hz. İsa geyik yavrularından birini çağırdı, onu kesti, hem kendisi, hem de arkadaşı yediler. Sonra geyik yavrusuna ‘Allah’ın izniyle kalk’ dedi.
Geyik yavrusu kalktı ve yürüdü.
Hz. İsa arkadaşına dönüp şöyle dedi: ‘Sana bu mucizeyi gösteren Allah adına yemin veriyorum: ‘O ekmeği kim aldı?’
Kişi ‘Bilmiyorum!’ dedi.
Sonra bir dereye geldliler. Hz. İsa onun elinden tutup su üzerinde yürüdüler.
Öbür tarafa geçince ‘Şu mucizeyi sana gösteren Allah’ın hakkı için, o ekmeği kim aldı?’ dedi.
Kişi ‘Bilmiyorum!’ dedi.
Sonra bir çöle varıp oturdular. Hz. İsa toprak ve kum topladı. Sonra ‘Allah’ın izniyle altın ol!’ dedi. Toprak altın oluverdi. O altınları üçe böldü.
Sonra dedi ki: ‘Üçte biri benim, üçte biri senin ve üçte biri de ekmeği alanındır!’
Bunun üzerine kişi ‘Ekmeği ben aldım!’ dedi.
Hz. İsa da ‘O halde hepsi senin olsun!’ dedi ve ondan ayrıldı.
Hz. İsa ayrıldıktan sonra onun yanına iki kişi geldi. Bu çölde onun yanında altını görünce ondan alıp onu öldürmek istediler.
O yalvararak ‘Bunu üçe taksim edelim’ dedi.
Biri ‘Birimiz köye gidelim ki bize bir yemek satın alsın, yiyelim!’ dedi.
Birisini köye gönderdiler!
Köye giden kişi malın tamamına kavuşmak için, aldığı yiyeceğe zehir koydu. Altının yanında kalan iki kişi ise, o gelince onu öldürdüler. Zehirli yemeği yiyince kendileri de öldü.
Mal çölde sahipsiz kaldı. Haram helal demeden yapılan işler insanı bu hale getirir.
Hz. İsa onlar bu halde iken yanlarından geçti ve arkadaşlarına şöyle dedi:
‘İşte dünya budur! Dünyadan sakının!’
İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.
RADYO FANİDUNYA FM Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir.
Üye Ol veya Giriş Yap
4
Gönül Allah (CC) 'ta
Halkın içinde Hak ile olma prensibi, Kur’an ve Sünnet’te öğretilen bir vazifedir.
Allah dostu kâmil müminlerin sıfatıdır. Gerçek akıl sahiplerinin ahlâkıdır.
Erkek-kadın her mümin bu edebe davetlidir. Çünkü ilâhi sevgi ve dostluk onda gizlidir.
Rasulullah s.a.v. Efendimiz önümüze şu ölçüyü koymuştur:
“Bir kimse Allah katında ne kadar sevildiğini ve kıymeti olduğunu bilmek istiyorsa, kendisinin Yüce Allah’ı ne kadar zikrettiğine ve O’nu nasıl yücelttiğine baksın.
Allah kulunu kalbindeki vaziyete göre değerlendirir.” (Hakim, Ebu Ya’lâ, Beyhakî)
Yüce Allah kalbi uyanık kullarını bizlere şöyle övüyor:
“Onlar öyle erlerdir ki,herhangi bir ticaret ve alışveriş kendilerini Allah’ı zikretmekten,namazı kılmaktan ve zekâtı vermekten alıkoymaz.”(Nur, 37)
Rabbimiz hepimizden şunu bekliyor: “Ey iman edenler! Allah’ı çokça zikredin. Onu sabah akşam tesbih edin.
Böyle yapmaya devam ederseniz, karanlıklardan nura çıkmanız için Allah size rahmet eder, melekler sizin için istiğfar eder. Allah müminlere çok merhamet edicidir.” (Ahzap, 41-43)
Hak yolcularının mühim edeplerinden birisi de “halvet der encümen”dir.
Bu Farsça ifadenin manası, halkın arasında iken Cenab-ı Hak ile beraber olmaktır.
Buna, “zahiri halk, batını Hak ile olmak” da denir.
Halvet der encümen kısacık bir deyimdir fakat içinde pek çok mana saklıdır.
Arifler bu tabirle hak yolcusunda bulunması gereken zahir ve batın edeplere dikkat çekmişlerdir.
Halvet, yalnızlığa çekilmek, insanlardan ayrılmak ve kendi alemine yönelmek demektir ve iki şekilde olur.
Birincisi zahirde,diğeri batında gerçekleşir. Zahirdeki halvet, insanlardan ayrılıp yalnızlığa çekilmek, kalbi uyandırmak ve Yüce Allah’a yakınlık sağlamak için bir yere kapanmaktır. Batındaki halvet ise,
gönlünü sadece Yüce Allah’a bağlamak, her işte ilâhi rızayı aramak ve bütün huzuru zikirde bulmaktır.
Kalbi gafletten uyandırmak, zikre alıştırmak, gönlü bir noktaya toplamak ve nefsin afetlerinden kurtulmak için arifler çeşitli yollar seçmişlerdir.
Bazıları bunun için insanlardan tamamen ayrılıp özel bir köşeye çekilmişler ve orada zikir, fikir, ilim, ibadet gibi hayırlı amellerle meşg ul olmuşlardır.
Böylece insanlardan gelecek zararlardan korunmak istemişlerdir.
Bundaki asıl hedef, kimseden zarar görmemek ve kimseye de zarar vermemektir.
Bu tür halvet insanın hayatında belli bir süre için güzel olur.
Mesela, hayat boyu gerekli olacak ilim, terbiye ve sanatları öğrenmek için böyle bir zaman gereklidir.
Dinimizin asıl hedefine gelince, Hak rızası için halka hizmet etmek esastır.
Bütün peygamberlerin asıl vazifesi budur. Bu da ancak halkın içine girmekle mümkün olmaktadır.
Fakat bu iş usulüne göre olursa faydalı olur. Yoksa, insan gaflete düşer, farzları zayi eder, harama bulaşır, zarar görür.
İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.
RADYO FANİDUNYA FM Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir.
Üye Ol veya Giriş Yap
5
İmani olgunluğun sırrı - Teslimiyet
Doğru yolun tek sahibi olan Yüce Allah Kuran’da, sonsuz güzellik yurdu cennete kavuşmanın Kendisi'ni razı edecek salih amellerde bulunmakla mümkün olacağını bildirmiştir. Salih amellerde bulunmak ve cennete layık bir ruh güzelliğine sahip olabilmek, kuşkusuz güçlü bir imana bağlıdır. İmanın olgunluğa erişmesi ise teslimiyetli üstün bir ahlaka…
Peki, bu dünyada da ahirette de gerçek mutluluk ve huzuru yaşamanın önemli bir vesilesi olan teslimiyet, nasıl kazanılır?
Teslimiyetli bir ahlaka sahip olan müminleri, iman etmeyen insanlardan ayıran önemli farklar nelerdir?
Göklerin ve yerin nuru olan Yüce Allah'a duyulan güven ve teslimiyet, diğer bir ifadeyle tevekkül, iman edenlerin hayatları boyunca yaşadıkları büyük bir konfordur. Müminler, her olayın Allah'ın kontrolünde gerçekleştiğini bilirler. Bu yüzden hiçbir olay karşısında sıkıntı, üzüntü ya da yılgınlık hissetmezler. Hayatları boyunca karşılaşacakları her olayın kaderlerinde olduğunu ve kaderlerini de Yüce Allah’ın belirlediğini bildiklerinden müminler için hiçbir zaman "kötü" bir olay olamaz. Çünkü bazı olaylar o an için olumsuz gibi gözükse de, gerçekte müminler için hayırlı sonuçlara vesile olacaktır. "... Olur ki hoşunuza gitmeyen bir şey, sizin için hayırlıdır ve olur ki, sevdiğiniz şey de sizin için bir şerdir. Allah bilir de siz bilmezsiniz." (Bakara Suresi, 216) ayeti gereği, iman eden bir kimse Allah'ın kendisi için en hayırlısını dilemiş olduğundan emin olur ve Allah'a sonsuz bir güven duyar. Dolayısıyla da müminler "Allah'a tevekkül et; vekil olarak Allah yeter" (Ahzab Suresi, 3) hükmünün gereği olarak, Allah’a teslim olmakla yapılabilecek en doğru ve akılcı hareketi yapmış olurlar.
Teslimiyet İçin İmani Olgunluk Neden Gereklidir?
Yüce Allah’a teslim olmak, “Müminler ancak o kimselerdir ki, Allah anıldığı zaman yürekleri ürperir. O'nun ayetleri okunduğunda imanlarını arttırır ve yalnızca Rablerine tevekkül ederler.” (Enfal Suresi, 2) ayetiyle bildirildiği gibi imani olgunluğa erişmiş müminlerin önemli bir özelliğidir. Çünkü;
*Teslimiyet, Allah'tan çok korkmak, O'na her şeyden ve herkesten çok bağlanmak ve O'nu çok sevmekle mümkündür. Bir insanın Allah'a gerçek anlamda teslim olması ise ancak, kendisine yalnızca Allah'ı dost ve veli edinmesi ile mümkün olabilir.
*Yalnızca kamil iman sahipleri kendileri de dahil olmak üzere tüm varlıkların Allah'ın denetiminde olduğunu, her şeyin tek Yaratıcısı, tek sahibi ve tek hakiminin Yüce Allah olduğunu kavrayarak O’na teslim olmanın huzurunu yaşarlar.
*İmani olgunluğa erişmiş bir mümin, her insanın Rabbimiz’e muhtaç olduğunu bilip, Allah'ın hiçbir şeye ihtiyacı olmadığını ve her işi bir kader ile yarattığını anlayarak kendi bedenini ve ruhunu Allah'a emanet eder ve tam teslim olur.
* Kamil iman sahipleri hayatları boyunca karşılarına çıkan her olayın Allah'ın izni ile gerçekleştiğini ve tüm bunların özel hikmetlerle yaratıldığını bilirler. Bu nedenle de her ne olursa olsun, teslimiyetli tavırlarından taviz vermez ve her zaman için Allah'a karşı boyun eğici, itaatli ve şükredici bir tavır içerisinde olurlar. Müminlerin bu tavırları ise, Yüce Allah’ın beğendiği ve razı olduğu Kuran ahlakının en güzel biçimde yaşanmasına vesile olur.
İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.
RADYO FANİDUNYA FM Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir.
Üye Ol veya Giriş Yap
6
İnsanın Manevi Yapısı (Ruh, Kalb, Akıl ve Nefs) İle İlgili Meseleler
Tasavvufta ruhdan çokbahsedilir "Sana ruhdan sorarlar De ki: Ruh Rabbimin emrindedir Size ilimden pek az şey verilmiştir"(el-İsra, 17/85)ayetine rağmen bu bilgiler nereden çıkmıştır?
- Tasavvufta ruhtan çok bahsedilmesinin sebebi, tasavvufun insanın ruhî boyutu ve manevî tarafı ile ilgilenmesidirİnsan ruhu, Kur'an'ın beyanına göre ilahî menşe'lidir "Ben Adem'in yaratılışınıtamamladığımda ona rûhumdan üfürdüm" (el-Hicr,15/29 ; Sâd, 38/72) buyrulmuştur Bedeni toprak vesudan olan insanın ruhu, ilahî kaynaklı olduğundan insanlar tarafından merak edilmiş, soru ve araştırma konusu yapılmıştır Asr-ı saadetteki yahudîlerin Hz Peygamber'e "ruhun ne olduğunu" sormaları üzerine inen ayette: "Sana ruhdan sorarlar De ki: Ruh Rabbimin emrindedir Size ilimden pek az şey verilmiştir''(el-İsra 17/85)buyurulmuştur Bu ayette ruhun "Rabbın emrinden" oluşunun beyan edilmesi, aslında ruhun özelliği hakkında bir ip ucudur O da insanın halîfe oluşuyla izah edilebilir Halîfe,kendisini istihlaf edenin özelliklerine sahip olur Çünkü O'nun adına bir takım görevler üstlenecektirİşte insan, "imaret" (yönetim ve idare) özelliği taşıyan ruhuyla yeryüzünde Allah adına bir takım sorumluluklar üstlenmiş bulunmaktadır Ruh hakkında "çok az bilgi verilmesinin" beyan edilmesi, ruh konusunun önemi ve büyüklüğüne göre bilginin çok az oluşunu belirtmek içindir Tasavvufta ruh ile ilgili verilen bilgiler ise genellikle ruhun tezahürleri ve özellikleri ile ilgilidir Doğrudan ruhun kendisiyle ilgili değildir
- Nefsin mertebeleri ve özellikleri nelerdir?
- Nefsin manevî yükselişteki mertebeleri değişik şekillerde tasnif edilmiştir Bazıları üçlü, bazıları beşli, bazıları yedili tasnifler yapmıştır Emmare, levvame, mülheme, mutmeinne,râziye, marziyye ve kamile gibi
Nefs-i emmâre: Münker ve günah olan şeyleri işlemeyi teşvik veemreden nefstir Kur'an'daki: "Çünkü nefs, kötülüğü şiddetle emreder"(Yusuf, 12/53)ayet-i kerimesi nefsin bu mak----- işaret eder
Nefs-i emmare mertebesinde bulunan salik iyilik işlemez, kötülüklerden kaçmaz; ancak kötülüğün zuhurundan pişmanlık duyar Fakat bu nedamet, onun davranışlarını etkilemez Bu sıfatla muttasıf olan nefs, hevasına fazlaca düşkündür Bu mertebedeki salikin zikri"Lâ ilahe illallah", seyri "seyr ilallah"dır
Nefs-i levvâme: Yaptığı kötülüklerin akabinde zaman zaman pişmanlık duyan,sahibini münkere mülazemetten dolayı ayıplayan ve tevbeye temayül gösteren nefstir Adını Kur'an'daki:"Levvâme (pişmankar) nefse andolsun" (el-Kıyame, 75/2)ayetinden alır Zikri, Allah lafza-i celali, seyri "seyr lillah"dır Bu makamda muhabbetullah hasıl olur
Nefs-i mülheme: İlham ve keşfe mazhar olmaya başlayan, neyin hayır, neyin şerr olduğunu idrak edebilme melekesine sahip, şehvet isteklerine karşı kısmen direnme gücü bulunan nefstir Adını "Andolsun nefse isyanını ve itaatını ilham edene" (eş-Şems,91/8)ayetinden alır Bu mertebede zikir "Hû", seyr "seyr alellah"dır
Nefs-i mutmeinne: Kötü ve çirkin sıfatlardan kurtulup güzel ahlak ilehemhâl olan nefstir Bu nefs, Cenab-ı Hakk'ın tevfîk ve inayetiyle sekînet ve yakîne mazhar olarak ıztıraplardan kurtulur Bu makamda beşeriyet fena bulup "Nûr-i Muhammedi" zuhur ettiğinden nefs, hitab-ı ilahîye mazharolur: "Ey itmi'nâna ermiş itâatkâr nefs!" (el-Fecr,89/27) Bu makamın zikri "Hakk" ismidir Seyri "seyr maallah"dır
Nefs-i râziye: Kendisi hakkında tecellî eden kaza hükümlerine tereddüdsüz teslim olup rıza gösteren nefsin makamıdır Bu makam, salikin esrar-ı ilahiyyeye muttali olduğu makamdır Zikir"Hay" ismidir Seyr "seyr fillah"dır Kur'an'daki: "Dön Rabbına, sen O' ndanrâzî olarak" (es-Şems 89/28)ayeti bu makama işarettir
Nefs-i merziyye: Allah ile kul arasında rızanın müşterek bir vasıf olduğu, kulun Allah'dan,Allah'ın kuldan râzî olduğu makamdır Yukarda geçen ayetin devamı olan: "Rabbın da sendenrâzî olarak" ifadesi bunu göstermektedir Bu makamda zikir "Kayyûm" ismi, seyr "seyranillâh"dır
Nefs-i kâmile: Bu makamda salik, bütün marifet makamlarını kazanarak irşad mevkiine yükselir Bu makam vehbîdir Zikri"yâ Kahhâr!" ismi, seyri "seyr billâh"dır
- İnsan kendi başına nefsin mertebelerini aşabilir mi?
- Sûfiler tarafından değişik şekillerde yapılan nefs makamlarına aid tasnifler genellikle itibarîdir Bu bakımdan bunları insanın kendibaşına aşması mümkün değildir Mutlaka başında bir mürşid bulunmalıdır Ayrıca yapılan bu tasnif çok kesin hatlarıyla birbirinden ayrılmış, matematiksel bir tasnif değildir Zaman zaman tedahüller olabilir Ayrıca "mülheme" makamı nefsinilhama mazhar olduğu makamdır Bu makam ancak ehliyetli ve liyakatli mürşidler marifetiyle aşılabilir İlham almaya başlayan nefsin sahibi ucüb ve benliğe kapılabilir Kendini "erdim" sanabilir Böyle durumlar da "mezlaka-iakdâm" denilen ayak kaymalarına sebebiyet verebilir
- Nefs-i emmâre nedir? Nefs-i emmâreden kurtulmak için ne yapmalıyız?
- Nefs-i emmare daima kötülük sayılan şeylere ilgi duyan vesahibini o tür şeylere sevkeden nefstir Yaptığı kötülüklerden de pek pişmanlık duymaz Emmare konumunda bulunan bir nefsi şerîata riayet ve mu'tedil bir riyazatla terbiye etmeye çalışmak lazımdır Bu bir irade eğitimidir Nefsin hoşlandıklarını geri bırakarak onun her istediğini yapmak yerine, ona aklın ve şeriatınemirlerini yaptırmaya çalışmak gerekir Nefs, genellikle çocuğa benzetilir Çocuğunu sütten kesmek isteyen anne nasıl çocuğuna direnir ve bu direnmedeiradesini ortaya koyar ve böylece muvaffak olursa, nefs-i emmare ile başa çıkmak için de sağlam bir irade ortaya koymak ve şeriat ölçüleri içinde mücahede etmek lazımdır - Kalb hakkında bilgi verir misiniz?
- Kalb birşeyin merkezi ve özü demektir Birşeyi tersyüz etmek, değiştirmek veya değişkenlik anl-----da gelir Kur'an'da genelde idrak ve anlama merkezi, düşünme ve kavrama gücü anl----- yaklaşık 140 yerde geçmektedir Kalb îman yeridir Fıkıh ve kelam alimleri kavramak ve idrak anl----- "akıl" kelimesini tercih ederlerken, sûfiler "kalb" kelimesini tercih etmişlerdir
Sûfilerin başlangıçta anlama ve idrak manasında kullandığı bu kavram, sonraları daha bir derinlik kazanarak "gönül" anlamında kullanılır olmuştur Sûfilere göre kalb aynı zamanda keşf ve ilham merkezidir Çünkü kalb Hakk'ın tecellîgahıdır Kalb, sevgi ve ilgi merkezi olduğundan sevgide birlik esastır Kalb iki anlama gelir Birincisi insanın sol memesinin altında çam kozalağını andıran et parçası, ikincisi ise insan bedenine tevdî edilen ruhanî ve rabbanî bir latifedir Bunun cismanî kalb ile de bir ilişkisi vardır Nitekim:"Gerçek şudur ki, kör olan gözler değil, gögüslerdekikalblerdir" (el-Hacc, 22/46)ayeti buna delildir
İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.
RADYO FANİDUNYA FM Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir.
Üye Ol veya Giriş Yap
7
14 / 00:00:54:59 / 125,87 MB
Esat Kabaklı - Sürgün - 320 KBPS (14 / 54:59) ------------------------------------------------------------------- Esat Kabaklı - 01 Bu Bayrak (Mt Remix) 05:00 Esat Kabaklı - 01 Sürgün 05:07 Esat Kabaklı - 02 Nem Alacak 03:18 Esat Kabaklı - 03 Duran Ağabey 02:57 Esat Kabaklı - 04 Kerkük Zindanı 03:16 Esat Kabaklı - 05 Gasidi Yar (Yarin Habercisi) 02:24 Esat Kabaklı - 06 Yeşil Yaprak 03:54 Esat Kabaklı - 07 Sevda 04:01 Esat Kabaklı - 08 Koca Reis 03:32 Esat Kabaklı - 09 Bir Mucize Olaydı 03:30 Esat Kabaklı - 10 Ya Muhammed 05:08 Esat Kabaklı - 11 Zülküf 04:49 Esat Kabaklı - 12 Gamzedeler 04:54 Esat Kabaklı - 13 Dede Korkut 03:02
PCLOUD.
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir.
Üye Ol veya Giriş Yap
İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.
RADYO FANİDUNYA FM Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir.
Üye Ol veya Giriş Yap
8
Ozanlardan Single Eserler - Karma 320 kbps 23 / 00:01:48:55 / 249,33 MB
Ozanlardan Single Eserler - Karma 320 kbps (13 / 58:34) ----------------------------------------------------------------------------- Abdülkadir Şehitoğlu - Ateşi Aşkınla Yandım 06:55 Ahmet Şafak - Bizden Olmaz 02:57 Ahmet Şafak - Eziz Dostum 05:26 Ahmet Şafak - Reisler de Sever 03:12 Ahmet Şafak - Siz Topunuz Ben Tek 03:17 Ahmet Şafak - Yar İnsafına Kar Mı Yağdı 05:58 Mustafa Yıldızdoğan - Senin Umurunda mı 04:57 Osman Öztunç - _ Aç Kapıyı Gardiyan 04:51 Ozan Manas - Ellerin Dert Görmesin 03:35 Uğur Işılak - Ağlama Gözlerim Mevla Kerimdir 05:35 Uğur Işılak - Gideceksen Sen Bilirsin 02:49 Uğur Işılak - Hayaller Her Zaman Yarıda Kalır 04:08 Uğur Işılak - Vay Deli Gönül 04:49
Bildiğin Gibi - OSMAN ÖZTUNÇ (1 / 03:21) -------------------------------------------------------------- 01 - Bildiğin Gibi 03:21
Bir Zamanlar Osman Öztunç (8 / 43:14) ----------------------------------------------------------- 01 - Bir Zamanlar 05:34 02 - Şehitler Ölmez 06:42 03 - Selam Türkistana 08:08 04 - Muhsinler Ölmez 05:51 05 - Kafkas Kartalı 05:22 06 - Ölüyorum Sanmayın 02:51 07 - Tükenmem 03:26 08 - Can Türkiyem Türklerindir 05:16
Gönül Dağı - Osman Öztunç (1 / 03:46) ----------------------------------------------------------- 01 - Gönül Dağı 03:46
PCLOUD.
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir.
Üye Ol veya Giriş Yap
İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.
RADYO FANİDUNYA FM Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir.
Üye Ol veya Giriş Yap
9
Esat Kabaklı - Oğul 12 / 00:00:48:18 / 110,58 MB
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir.
Üye Ol veya Giriş Yap
Esat Kabaklı - Oğul (12 / 48:18) ------------------------------------------------------ Esat Kabaklı - 01 Oğul 04:18 Esat Kabaklı - 02 Yaz Demedim 03:38 Esat Kabaklı - 03 Gel Gayrı 03:28 Esat Kabaklı - 04 Gara Gardaş 04:41 Esat Kabaklı - 05 Özge Yar 03:27 Esat Kabaklı - 06 Gözünü Toprak Doğursun 05:03 Esat Kabaklı - 07 Meydanlar 04:08 Esat Kabaklı - 08 Yemen Üçlemesi 04:52 Esat Kabaklı - 09 Gökten Yıldız Derseler 03:31 Esat Kabaklı - 10 Nasıl Yar Diyeyim 03:54 Esat Kabaklı - 11 Kövenk 03:38 Esat Kabaklı - 12 Dalal 03:34
PCLOUD.
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir.
Üye Ol veya Giriş Yap
İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.
RADYO FANİDUNYA FM Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir.
Üye Ol veya Giriş Yap
10
Ehl-i Beyt ve Kerbelâ
‘Ev halkı’ anlamına gelen ‘Ehl-i beyt’ terkîbi, ev sâhibiyle onun eşi, çocukları, torunları ve yakınlarını kapsama alanına alan bir tâbirdir. Dar anlamıyla ev sâhibini, eşini ve çocuklarını ifâde eden bu tâbir, genişletilmiş anlamıyla ev sâhibinin torunlarını ve yakınlarını da içine alır. Câhiliye devri Arap toplumunda kabîlenin hâkim âilesini ifâde eden Ehl-i beyt tâbiri, İslâmî dönemden îtibâren günümüze kadar sadece Hz. Peygamber Efendimizin âilesi ve soyu mânâsına gelen bir terim olmuştur. Şîî kaynaklarda Ehl-i beyt tâbiri yerine daha çok ‘ıtre’ kelimesi kullanılır. Osmanlıca bir terkîb olan ‘Ehl-i beyt’ Arapçada ‘Ehlü’l-beyt’ şeklinde telaffuz edilir.
‘Ehlü’l-beyt’ terkibi, Kur’ân-ı Kerîm’de üç yerde geçer. Bunların birinde Hz. İbrâhim’in hanımı, birinde Hz. Mûsâ’nın annesi, birinde de Hz. Peygamber’in hanımları kastedilmiştir. Yüce Allah, Hz. Peygamber’in hanımlarına hitap ettiği âyette, onları kendi emirlerine itaat etmeye çağırmış, sonra da kendilerini günahlardan temizlemeyi dilediğini beyân etmiştir. Bu âyetin meâli şöyledir:
“(Ey Peygamber hanımları!) Evlerinizde oturun. Önceden câhiliye dönemi kadınlarının açılıp saçıldığı gibi siz de açılıp saçılmayın. Namazı kılın, zekâtı verin. Allah’a ve Rasûlüne itaat edin. Ey peygamber’in ev halkı! Allah, sizden ancak günah kirini gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor.” (Ahzâb sûresi, 33/33.)
‘Ehl-i beyt’ tâbiri hadîs-i şeriflerde de geçmektedir. Bunların bir kısmında ashâbın, birçoğunda da Hz. Peygamber’in ev halkından bahsedilmiştir. Bu hadîs-i şeriflerden birinin meâli şöyledir:
“Ey insanlar! Ben de bir insanım. Yakında Rabbimin elçisi bana da gelecek ve ben onun dâvetine uyup gideceğim. Size iki önemli şey bırakıyorum. Biri, insanı doğruya götüren bir rehber ve nûr olan Allah’ın kitabı Kur’ân’dır. Ona yapışın ve sımsıkı sarılın. Size bir de Ehl-i beyt’imi bırakıyorum. Allah’tan korkun da Ehl-i beyt’ime saygılı davranın! Allah’tan korkun ve Ehl-i beyt’ime saygılı davranın!”[1]
Hz. Peygamber’in kendisinden sonra, ümmetine sımsıkı sarılmayı tavsiye ettiği şeylerin başında Kur’ân-ı Kerîm gelir. Bazı rivâyetlerde Kur’ân-ı Kerîm’den sonra sünnete sarılmayı tavsiye etmiş[2], bazı rivâyetlerde de Ehl-i beyt’ini tavsiye etmiştir[3].
Hz. Peygamber’in Ehl-i beyt’i denilince bütün hanımları, kızları ve oğulları, torunları ve yakın çevresi akla gelir. Hz. Peygamber’in, Hz. Hatice ve Hz. Mâriye’den çocuk sahibi olduğu bilinen bir gerçektir. Mâriye’den olan oğlu İbrâhim, küçük yaşta vefat etmiştir. Hz. Hatice’den olan oğulları Kâsım ve Abdullah da küçük yaşta vefat ettiler. Kızlarından Rukiyye, Zeyneb ve Ümmü Gülsüm de Hz. Peygamber hayatta iken vefat etmişlerdi. Rukiyye ve Zeyneb’den olan iki erkek torunu da Hz. Peygamber hayatta iken küçük yaşta vefat ettiler. Zeyneb’in kızı Ümâme’den olan çocukların nesli devam etmedi. Ümmü Gülsüm’ün de hiç çocuğu olmadı.
Yani Hz. Peygamber hayattayken üç oğlunu, üç kızını ve iki de torununu kendi mübârek elleriyle mezara indirmiştir. Bilindiği gibi Hz. Peygamber, mahzûn bir peygamberdir. Kendisi hayatta iken vefat eden çocuklarından ve torunlarından ayrı olarak iki de eşini (Hz. Hatîce ve Hz. Zeynep bint Huzeyme) mezara koymuştur. Uhud savaşında şehîd olan amcası Hz. Hamza’nın ve halasının oğlu Abdullah b. Cahş’ın başucunda gözyaşı dökmüştür.
Hz. Peygamber’in kendinden sonra vefat eden kızı Hz. Fâtıma’dır. Peygamberimizin güzel ve pâk soyu da Fâtıma kanalıyla devam etmiştir. Yani Hz. Peygamber’in hanımlarının, Fâtıma’nın dışındaki çocuklarının, Hasan ve Hüseyin’in dışındaki torunlarının vefatlarından sonra “Ehl-i beyt” tâbiri, Hasan ve Hüseyin ve bir de bunların devam eden nesilleri için kullanılır hâle gelmiştir. Aslında Hz. Peygamber, bunun böyle olacağına yıllar önce şu şekilde işâret etmişti:
Bir rivâyete göre yukarıda mânâsını yazdığımız âyet (el-Ahzâb, 33/33) Hz. Peygamber’in hanımlarından Ümmü Seleme’nin odasında iken nâzil olmuş, Rasûlullah (s.a.v.) da orada bulunan veya sonradan gelen Ali, Fâtıma, Hasan ve Hüseyin’i abâsının altına alarak “Allah’ım, bunlar benim Ehl-i beytimdir, bunları günahlarından temizle!” diye duâ etmiş, bunun üzerine Ümmü Seleme, kendisinin ehl-i beyt’ten olup olmadığını sormuş, Hz. Peygamber de ona “Sen, zaten kendi yerindesin; sen hayır üzeresin” şeklinde cevap vermiştir[4].
Hz. Peygamber efendimiz, bu hadîs-i şerifi ile Ehl-i beyt’in kimden ve kimlerden oluştuğunu ve bu güzel neslin kıyâmete kadar hangi kanaldan devam edeceğini bildirmiştir. Evet, ‘Ehl-i beyt’ denilince akla ‘Âl-i abâ’ gelir. Hz. Peygamber’in, Necranlı hristiyanları mübâheleye[5] davet etmesi sırasında yanına sadece Ali, Fâtıma, Hasan ve Hüseyin’i alması da Ehl-i beyt’in bunlar kanalıyla devam edeceğinin bir işâretiydi.
Ehl-i beyt’in kimlerden oluştuğu hakkında ve bunların statüsü hakkında sünnî ve şii âlimler arasında görüş ayrılıkları vardır. Biz, bu ayrılıklardan, ihtilaflardan ve değişik görüşlerden söz etmeyeceğiz. İki tarafın ittifak ettiği noktaları gündeme getirmenin daha uygun olduğu kanaatindeyiz. Bize düşen, Ehl-i beyt sevgisini ve onlara karşı saygılı ve hürmetli olmayı yaygınlaştırmaktır. Ehl-i beyt’i sevdiğimiz gibi onları sevenleri de severiz; onlara saygı duyanlara da saygı duyarız. Onların hakkını gasb edenlere de kin ve nefretle bakarız.
Ne acıdır ki, Hz. Peygamber’in abâsının altına aldığı dört güzel insandan yalnız Hz. Fâtıma, normal ölüm ile ölmüş; diğer üçü kendilerine yönelik sûikasd ile hayatlarını kaybetmişlerdir. Hz. Ali, bir sabah namazına giderken hâricî İbn Mülcem[6] tarafından yaralanmış, iki gün sonra da vefat etmişti. Bilindiği gibi ikinci halife Hz. Ömer de sabah namazını kıldırırken Fârisî bir köle olan Fîrûz tarafından yaralanmış ve üç gün sonra hayatını kaybetmişti. Görüldüğü gibi kâtiller, her zaman karanlıktan meded umuyorlar.
Hz. Hasan, Ehl-i beyt’e saygısı olmayan gizli güçler tarafından zehirlenmiş (28 Safer 49/7 Nisan 669); Hz. Hüseyin de Yezid’in adamları tarafından 10 Muharrem 61/10 Ekim 680 tarihinde hunharca ve kalleşçe şehîd edilmişti.[7] Bu olaylar, İslâm tarihinin kanlı sayfalarıdır; Müslümanların bağrında devamlı kanayan yaralardır. Bize düşen mazlûmları rahmetle anmak, zâlimleri de Yüce Allah’a havâle etmektir.
Emevîler döneminde zulüm gören Ehl-i beyt, Abbâsîler döneminde de rahat yüzü görmedi. Onlara gereken saygı ve hürmeti Selçuklular ve Osmanlılar gösterdi. Özellikle Osmanlılar döneminde layık oldukları saygı ve hürmeti gördüler.
İslâm tarihinde Hz. Hasan neslinden gelenlere şerif, Hz. Hüseyin soyundan gelenlere seyyid adı verilmiş, kendilerine hürmet ve muhabbet göstermek Hz. Peygamber’i sevmenin bir tezâhürü olarak kabul edilmiş, halk arasında tanınmaları için farklı kıyafetlerde dolaşmaları sağlanmıştır. İsimlerini, şecerelerini ve sosyal durumlarını tespit eden teşkilatlar kurulmuştur. Zekât ve sadaka almaları haram olduğu için kendilerine beytülmalden tahsîsât bağlanmış, menfaat elde etmek amacıyla Peygamber soyundan geldiklerini iddia eden yalancılar ise cezalandırılmıştır. Osmanlılar döneminde, Şeyhülislamlık makamına bağlı olarak çalışan “Nakîbü’l-eşrâflık” müessesesi işte bu işler için kurulmuştur.
--------------------------------------------------------------------------------------------------
[1] Müslim, Fedâilü’s-sahâbe 37.
[2] Ebû Dâvûd, Menâsik 56; İbn Mâce, Menâsik 8; Muvatta, Kader 3.
[3] Müsned, V, 181.
[4] Tirmizî, Menâkıb 31.
[5] Mübâhale, iki tarafın birbirine lânet okuması ve Allah’ın lânetinin yalancılara olmasını dilemesi demektir. Hz. Peygamber, Hicretin dokuzuncu yılında Medine’ye gelen Necrân bölgesinin hristiyanlarını yüce Allah’ın emriyle mübâhaleye dâvet etmiş, fakat onlar böyle bir şeye cesâret edememişlerdi. Geniş bilgi için bakınız: Kurân-ı Kerim, Âl-i İmrân, 3/61-64.
[6] Hz. Ali, aldığı yaradan dolayı vefat edince kâtil İbn Mülcem’e de kısas tatbîk edildi ve öldürüldü.
[7] Hz. Hüseyin’i ve çevresindekileri şehid edenlerin âkibetleri çok fena olmuş ve her biri kötü bir ölüm ile ölmüşlerdir.
İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.
RADYO FANİDUNYA FM Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir.
Üye Ol veya Giriş Yap
|