1
Çoban Deyip Geçmeyelim 2
Elimizdeki kaynakların bildirdiğine göre Hz. Dâvûd, babasının en küçük oğludur ve çobanlık yapmaktadır. Babası Îşâ’nın, Dâvûd’dan ayrı on iki oğlu vardı. Dâvûd, kardeşlerine nazaran biraz kısa boylu ve çelimsiz olduğu için, babası onu savaşa göndermiyor, çobanlık yaptırıyordu.[1]
Âilenin davarlarını otlatan Dâvûd, hem sürülerini gözetliyor, hem Rabbine ibâdet ediyor, hem de sapanla taş atma tâlimi yapıyordu.
Kırlarda sürülerinin peşinde koşan Dâvûd, kendini hem rûhî bakımdan, hem de fizikî bakımdan yetiştiriyordu. Her iki bakımdan olgunlaştığına kanaat getirince savaşa katıldı ve kendisinden beklenmeyen bir başarıya imza atarak Câlût’û öldürdü. Hiç kimse ondan bunu beklemiyordu. Kimsenin ondan böyle bir başarıyı bekleyip beklememesi önemli değil; önemli olan, kendisinin bu işi başarabileceğine inanmasıydı. Evet, genç ve çelimsiz Dâvûd, bu işi başarabileceğine inanmıştı ve inandığını da gerçekleştirdi.
Hz. Peygamber efendimizin, aşırı İslâm düşmanlığından dolayı kendisini “bu ümmetin Firavun’u” diye nitelediği Ebû Cehil’i, Bedir savaşında öldüren Abdullah b. Mes’ûd’un da çobanlık yaptığını ve onun da Dâvûd gibi kısa boylu, zayıf ve esmer olduğunu biliyor muydunuz? Medîneli Afrâ’nın iki oğlu Muâz ve Muavviz tarafından yaralanan Ebû Cehil’e öldürücü darbe Abdullah b. Mes’ûd tarafından vurulmuştur.[2]
Olay şöyle cereyan etmişti: Bedir savaşının sonuna doğru Hz. Peygamber “Acaba, Ebû Cehil ne yaptı, durumu nasıl, öldü mü, kaldı mı? Kim gidip de bir haber getirecek?” diyerek, ölüler arasında olup olmadığının araştırılmasını emretti.[3]
Bu emir üzerine Abdullah, Ebû Cehil’i aramak için ölüler arasına daldı. Onu, son nefesini vermek üzere iken buldu, göğsüne oturdu ve kendisine şöyle dedi:
- “Ey Allah düşmanı! Nihayet, Yüce Allah seni küçük düşürdü, perişan etti, değil mi?” Bunun üzerine Ebû Cehil de ona şöyle dedi:
“…Ey koyun çobanı! Allah, seni küçük düşürsün. Sen, çıkılması zor olan sarp ve yüksek bir yere çıkmışsın. Söyle bakalım, zafer hangi tarafta?” Abdullah b. Mes’ûd, onun bu sorusuna şöyle cevap verdi:
“Zafer, Allah ve Rasûlünün tarafındadır.”
Mekke döneminde, yıllarca Müslümanlara zulmeden bu İslâm düşmanı, Bedir savaşında zaferin Müslümanlar tarafında olduğunu öğrendikten sonra Abdullah tarafından öldürülerek cehennemi boyladı. Aşağı yukarı bütün İslâm düşmanlarının âkibeti, Ebû Cehil’in âkibetine benzer.
Yıllarca, İslâm düşmanlığı yaparlar, bu düşmanlıklarının hiçbir işe yaramadığını, sadece kendilerinin öbür dünyadaki azaplarını artırdığını görür, ondan sonra ölürler. Aslında bu gibi insanlar ne bu dünyada rahat ederler ne de öbür dünyada.
Abdullah b. Mes’ûd, ilk Müslümanlardandır. Âilesi ve İslâm’dan önceki hayatı hakkında fazla bilgi yoktur. Yoksul bir âilenin çocuğu olduğu için Müslüman olmadan önce pek tanınmayan Abdullah, çocukluğunda Ukbe b. Ebî Muayt’ın sürülerini güderdi. Müslüman olduktan sonra, azılı İslâm düşmanlarından biri olan Ukbe b. Ebî Muayt’ın yanından ayrıldı ve kendini dîne ve Hz. Peygamber’in hizmetine adadı.[4]
Abdullah b. Mes’ûd’un Müslüman olması, kırda koyunlarını güderken Hz. Peygamber’in Hz. Ebû Bekir ile birlikte kendisine uğraması ve bir mûcize göstermesi neticesinde olmuştur.[5]
Müslüman olduktan sonra da Hz. Peygamber’in duâsını alan ve O’ndan hiç ayrılmayan Abdullah, Hz. Peygamber’in vefatından sonra Kûfe tefsir ve fıkıh mekteplerini kurmuştur. Evet, Mekke’de çoban olan Abdullah, Kûfe’de büyük bir âlimdir.
Bu yazıyı okuyan gençler, beni çok iyi dinleyin. Kaynaklarımız, Câlût’u öldüren Hz. Dâvûd’un ve Ebû Cehil’in kafasını koparan Abdullah b. Mes’ûd’un, hem çobanlık yaptıklarını hem de zayıf ve kısa boylu olduklarını bildiriyor. Biz, her nedense büyük işleri iri yapılı ve boylu boslu kişilerin yapabileceğini zannederiz. Halbuki gerçek hiç de öyle değildir. Gerçek şudur: Büyük işleri, bu işleri yapabileceğine inanan kişiler başarır. Önündeki zor ve çetin bir işi yapıp başarabileceğine inanan, iri yapılı ve güçlü, kuvvetli biri de olabilir; zayıf, kısa boylu biri de olabilir. Kim inanıyorsa, o başarır, gerçek budur.
Hayber Savaşı’nda (7/628), Kamûs kalesinin kapısını yerinden söküp kalkan olarak kullanan Hz. Ali de pek fazla uzun boylu değildi. İşte bütün bunlar gösteriyor ki, Allah yolunda herkese düşen bir görev ve sorumluluk vardır. Herkes ve özellikle de her genç, içindeki îmânın ve potansiyel gücün farkına vararak sorumluluğunu yerine getirmelidir.
Aslında sizin her biriniz üzeri küllenmiş birer yanardağsınız. Ama bunun farkında değilsiniz. Size, kendinizi keşfetmenizi ve kendinize değer vermenizi tavsiye ederim. Sînenizdeki îman gücünün, büyük bir güç olduğunu bilmenizi isterim. Îmanı alt edecek bir silahın olmadığını da bilmenizi isterim. Milî şâirimiz merhum Mehmed Âkif Ersoy’un “Îmandır İlâhi o cevher ki, ne büyüktür. Îmansız paslı yürek sînede yüktür.” sözü ne kadar doğru bir söz, değil mi?
Sevgili gençler! Sizde var olan potansiyel gücün farkına varabilmeniz ve kendinizi keşfedebilmeniz için sizin de, Hz. Dâvûd gibi cepheye gitmeniz gerekir. Cepheye gitmek derken, çobanlığı terk edip hayatın ve mücâdelenin içine girmeniz gerekir. Hayata atılmadıkça, mücâdeleye katılmadıkça kendinizi tanımanız mümkün değildir. Asıl, iş başa düştüğü zaman görecek ve tanıyacaksınız kendinizi. İşte o zaman anlayacaksınız sizin de İstanbul’u fethedebileceğinizi. Bu gerçeği anladıktan sonra da “Delikanlım sen de İstanbul’u feth edecek yaştasın!” diyen rahmetli Ârif Nihat Asya’ya hak vereceksiniz.
Evet, çoban deyip geçmeyelim.
----------------------------------------------------------------------------------------------------------
[1] Taberî, Târîh, I, 477; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-târîh, Beyrut 1965, I, 219.
[2] Mehmet Ali Kapar, “Ebû Cehil”, DİA, X, 117.
[3] Buhârî, Meğâzî 8.
[4] İsmail Cerrahoğlu, “Adullah b. Mes’ûd”, DİA, I, 114.
[5] İbn S’ad, et-Tabakât, III,151; Köksal, Asım, İslâm Târihi, İstanbul 1987, III, 176.
İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.
RADYO FANİDUNYA FM Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir.
Üye Ol veya Giriş Yap
İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.
RADYO FANİDUNYA FM Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir.
Üye Ol veya Giriş Yap
2
Çoban Deyip Geçmeyelim 1
İçinde yaşadığımız toplumun fertleri, hem kendilerine hem de çevrelerindeki insanlara, bulundukları konumlara göre değer veriyorlar. Peygamberler böyle değildir; onlar her insana değer verir ve her insanı talebe olarak görürler. Çünkü peygamberler, Yüce Allah’ın insanlar için seçip gönderdiği öğretmenledir. İslâm dininde bütün insanlar eşittir. Kendine değer verip Yüce Allah’ın istediği şekilde yaşayanlar yücelir ve yükselir, kendine değer vermeyip şeytana kul ve köle olanlar da alçalır.
Toplum, insanlara tahsillerine ve zenginliklerine göre değer veriyor. Bu yüzden tahsili ve parası olmayanlara dönüp bakan yok. Hele çoban olanlara hiç kimse itibar etmiyor. Hâlbuki İslâm dini, kendine hizmet eden nice çobanları âlim, nice köleleri komutan yapmıştır. Nice genç çobanlar ve köleler, Hz. Peygamber’in rehberliğinde nice üstün makamlara ulaşmışlardır, bir bilebilseniz! Bu din, insanı insan eder, daha da ileri götürür sultan eder.
Çobanlık, peygamberlerin mesleğidir. Hz. Mûsâ’nın çobanlık yaptığını Kur’ân-ı Kerîm’den öğreniyoruz.[1] Bütün peygamberlerin, özellikle de Hz. Musâ’nın, Hz. Dâvûd’un ve bizim peygamberimiz Hz. Muhammed’in çobanlık yaptığını bizzat peygamberimizin kendisinden öğreniyoruz. O, şöyle buyuruyor:
“Mûsâ (a.s.), yüce Allah tarafından insanlara peygamber olarak gönderilmişti. Kendisi koyun güderdi. Dâvûd da (a.s.) peygamber olarak gönderilmişti, O da koyun güderdi. Ben de peygamber olarak gönderildim. Ben de ev halkımın koyunlarını Ecyad’da güderdim.”[2] Hz. Peygamber, koyunlarının yaylım yeri olarak bazı rivâyetlerde Ecyâd mevkiini, bazı rivâyetlerde de Karârît mevkiini zikretmiştir.[3]
Hz. Peygamber, bir gün:
“Koyun gütmeyen hiçbir peygamber yoktur.” buyurmuştu.
“Ey Allah’ın elçisi! Sen de mi güttün?” diye sorulunca, Hz. Peygamber de bu soruya:
“Evet, ben de güttüm” diye cevap vermişti.[4]
Çobanlık, insanın tabiatla iç içe olduğu, günahsız hayvanlarla baş başa kaldığı, kendini dinleme fırsatı bulduğu güzel bir meşgûliyettir. İnsan, çobanlık yaptığı yerin özelliğine göre, kimi zaman ağaçların toplu zikir yaptığını, kimi zaman derelerin ve çayların ilâhi söylediğini, kimi zaman rüzgarın mânevi bir hava gibi estiğini, kimi zaman taşların ilâhi aşktan mest olup yukarılardan aşağılara doğru yuvarlandığını hisseder. Çevresinde var olan her şeyin, toplu bir zikir halkasına oturmuş dervişler gibi döndüğünü görür ve o da onlara katılır. Evet, her şey Yüce Allah’ı tesbîh eder. Rabbimiz, Kur’ân-ı Kerîm’de bu gerçeği şöyle ifâde eder:
“Yedi gök, yer ve bunların içinde bulunanlar O’nu tesbîh ederler. O’nu hamd ile tesbîh etmeyen hiçbir şey yoktur. Ne var ki siz, onların tesbîhini anlamazsınız. O, halîmdir, çok bağışlayandır.”[5]
Evet, yaratıkların Yüce Allah’ı tesbîh etmesini herkes anlayamaz. Ama az da olsa anlayabilenler vardır. Hz. Süleyman’ın (a.s.) kuşların dilini anladığı gibi.[6] Kalb gözü açık ve kulağı delik olan çobanlar da yaratıkların, Yüce Allah’ı tesbîh etmelerini hem işitir hem de onların zikir halkasını görür, bazen de zikir halkalarına katılırlar.
Çobanlık, öğrencilik gibidir. Çobanlık yapılan yerler okul, çoban öğrenci, tabiat ve çevre kitap, çobanın saf ve temiz olan ruh dünyası ve iç âlemi de öğretmendir. Çoban, kâinât kitabını kendi kendine okuyan bir âriftir. Çobanın ilmi yoktur ama irfânı vardır. İlim adamlarında olan gurur, kibir, kendini beğenmişlik, hased gibi hastalıklar çobanda yoktur. Çobanda mahfiyyet, paylaşma, tevâzû, yardımseverlik, kanaatkârlık, hakkına râzı olmak gibi güzel hasletler vardır.
Farkındayım, bu satırları okuduktan sonra, şimdiye kadar çobanlık yapmadığınıza üzülüyorsunuz. Üzülmekte haklısınız ama fırsatı kaçırmış da sayılmazsınız; çünkü siz daha hayattasınız. Bugünden sonra çobanlık yapabilirsiniz. Tavsiye ederim size, bir yaz tatilini çobanlık yaparak değerlendiriniz. Dikkat ediniz! “Yaz tatilini geçiriniz” demiyorum, “değerlendiriniz” diyorum. Çünkü çobanlık, insana çok şey kazandıran yüksek bir meslektir.
Çobanlık yaptıktan sonra, olaylara, çevreye, insanlara, dünyaya ve âhirete bakışınız bir netlik kazanacaktır. Otlattığınız hayvanların, çevrenizdeki birçok insandan daha seviyeli olduğunu o zaman anlayacaksınız. Hayvanlar da var olan anlayışın, paylaşmanın, fedâkârlığın, hakkına râzı olmanın insanlarda olmadığının farkına o zaman varacaksınız. Hayvanların, dostlarını ve düşmanlarını çok iyi tanıdıklarını, dostlarının yanında ne kadar rahat olduklarını ve düşmanlarından nasıl kaçtıklarını görecek ve şu âyet-i kerîmenin mânasını işte o zaman daha iyi anlayacaksınız:
“Yemîn olsun, biz insanlardan ve cinlerden birçoğunu cehennem için yaratmışızdır. Onların kalpleri vardır, onlarla (gerçeği) kavrayamazlar; gözleri vardır, onlarla (gerçeği) göremezler; kulakları vardır, onlarla (gerçeği) işitemezler. İşte onlar hayvan gibidirler, hatta daha şaşkındırlar. İşte asıl gafiller onlardır.”[7]
Çobanlığın fazîletleri daha bitmedi. Konumuzla alakalı fazîletlerine daha yeni geldik. Çobanlık, savaş meydanındaki komutanlık gibidir. Komutan, savaşı en az kayıpla kazanmanın planlarını yapar, askerini korur, mühimmatını çok ölçülü ve hesaplı kullanır. “Su uyur, düşman uyumaz.” atasözünü kulağına küpe ederek düşmana karşı devamlı uyanık ve hazırlıklı olur. Çoban da bir komutandır, o da sürüsünün komutanıdır. Çoban da sürüsünü vahşi hayvanların saldırısından korur. Sürüsünü, vahşi hayvanların saldırabileceği yerlerden uzak tutar. Vahşi hayvanların saldırısına uğradığı zaman da onlarla mücadele eder. Komutanın düşmanla savaşması gibi çoban da vahşi hayvanlarla savaşır. Bu yüzden çobanlar korkusuz ve cesur olurlar.
Çobanlıkta edindikleri tecrübelerle savaş meydanına atılırlarsa çok başarılı olurlar. Vahşi hayvana saldırır gibi düşman üzerine hücum ederler. Onlar, bu konuda çok tecrübelidirler. Dolaştıkları sahralar, çöller ve ovalar onlar için savaş meydanı gibidir. Vâdileri sığınak, tepeleri de cephe olarak görürler. Onlar, olumsuz şartlarla ve yağmurlu havalarla büyümüşlerdir. Sabahleyin yağmurla birlikte yola koyulan çoban, öğleden sonra havanın açacağını ve her tarafın güllük-gülistanlık olacağını tecrübeleri ile bilir. Gökyüzünü kaplamış kara bulutlar ve çakan şimşeklerden sonra havanın açacağını da bilir.
O bilir ki, kara bulutlar gelip geçicidir. Yine o bilir ki, her kıştan sonra bir bahâr, her geceden sonra bir nehâr (gündüz) vardır. Hiçbir çoban, gökyüzünün kara bulutlarla kaplı olduğunu gördüğünde sürüsünü ve işini terk edip evine kaçmaz. Şurası bir gerçektir ki çobanlar korkuyu, pısırıklığı, uyuşukluğu rüzgara verip, arkasından bakan kişilerdir. Onların hayatında korkaklık, umutsuzluk, kimliksizlik, mıymıntılık yoktur. Hz. Dâvûd’un, Câlût’u öldürmesinin; Hz. Abdullah b. Mes’ûd’un da Ebû Cehil’in kafasını koparmasının nereden kaynaklandığını göstermek için anlattım bütün bunları.
Gündüzleri hayvanları ile konuşan çobanlar, geceleri yıldızlarla arkadaş olurlar. Geceleri dışarıda, açık havada yatan çoban, gökyüzüne bakarak yıldızlarla konuşur, onlarla dertleşir. Gündüz ufukların, geceleri de gökyüzünün derinliği, çobanların ruh dünyasına yansır, onlar da engin görüşlü olurlar.
Dostlarına ve sürülerine karşı da çok merhametlidirler. Sürülerini akşama kadar sulu ve otlu yerlerde dolandırır, tehlikeli bölgelerden uzak tutarlar. Sürüden geriye kalan ağır, aksak ve topal hayvanlarla, yeni doğmuş kuzu, oğlak ve dana gibi yavrularla özel ilgilenirler. Ben, yeni doğmuş kuzulara biberonla süt içiren çobanlar bilirim.
Demem o ki, çobanlık öyle basit görülecek bir iş, çoban da sıradan bir kimse değildir. Aslında bunun böyle olduğunu ben değil, sevgili peygamberimiz söylüyor. Hep birlikte o yüce peygambere kulak verelim:
“Hepiniz çobansınız. Hepiniz güttüğünüz sürüden sorumlusunuz. Âmir, memurlarının çobanıdır. Erkek, âilesinin çobanıdır. Kadın da evinin ve çocuğunun çobanıdır. Netice îtibâriyle hepiniz çobansınız ve hepiniz idâre ettiklerinizden sorumlusunuz.”[8]
Hz. Peygamber’in bu hadîs-i şerîfinin mânâsını iyice anlayabilmek için, kısa da olsa bir müddet çobanlık yapmak gerekir. Çobanlık yaptıktan sonra hayatın içine atılanlar daha başarılı oluyorlar. Peygamberlerin başarılı olmalarının, insanları ve toplumları değiştirip dönüştürmelerinin temelin de de bu gerçek yatmaktadır.
Evet, çoban deyip geçmeyelim.
-------------------------------------------------------------------------------------------------------------
[1] Kur’ân-ı Kerîm, el-Kasas sûresi, 28/26-29.
[2] İbn S’ad, et-Tabakât, I, 126; Süheylî, er- Ravdü’l-ünüf, Kahire 1971, I, 192.
[3] Halebî, İnsânü’l-‘uyûn, Mısır 1308, I, 205.
[4] İbn Hişâm, es-Sîre, I, 176; İbn S’ad, et-Tabakât, I, 125.
[5] Kur’ân-ı Kerîm, el-İsrâ sûresi, 17/44.
[6] Kur’ân-ı Kerîm, en-Neml sûresi, 27/20-28.
[7] Kur’ân-ı Kerîm, el-A’râf sûresi, 7/179.
[8] Buhârî, Ahkâm 1; Müslim, İmâre 20; Ebû Dâvûd, İmâre 13; Tirmizî, Cihâd 27.
İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.
RADYO FANİDUNYA FM Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir.
Üye Ol veya Giriş Yap
3
Yabancılaşmadan Değişmek ve Gelişmek
Bir önceki yazımda “Vatana-millete muhalefet olmaz!” demiştim. Devam ediyor, “Özüne dön! Kendi değerlerinle buluş, Batı’nın uşaklığından da kurtul!” diyorum. İlave olarak “vatanın bölünmesin, bayrağın inmesin, Ezanın susmasın!” için çalışalım. Devletimizi de bu milletin devleti bilinciyle kendi kutsallarımızla kuşatalım sekülerizmden kurtaralım.
Çağımızın en korkunç tehlikelerinden biri de, toplumların değiştirilmesi. Toplumun belli bir süre içinde, farkında olmadan bir başka toplum oluverip çıkmasıdır. Bu değişme; bir toplumun, bilinçli olarak kendini yenilemesi, eksiklerini gidermesi, pürüzlerinden arınması anlamındaki o olumlu değişme değil. Toplumu; kültür değişimi, uygarlık değişimi adı altında dıştan gizli gizli sokulan, sonra içerde biraz da tabii mecraları içinde oluşmaya bırakılan değiştirilmelerdir. Bir toplumun, bir milletin kültür ve medeniyeti değişmez. Bize yapılanlar; dünya tarihinde yapılmamış, görülmemiş kültür ve medeniyet değişimi/değiştirilmesidir. Başına gelenleri bilemeyecek düşünemeyecek kadar. Bütün yapılanlara rağmen Kur’an-ı Kerim ve hadis-i şeriflerden öğrendiğimiz bilgilerle hayatımızı mamur kılarak onlardan aldığımız feyiz ve bereketle İslam’ı en güzel şekilde yaşayıp temsil etmek, bir Müslüman olarak aslî vazifemizdir. Yüce Rabbimiz, insanı yeryüzünün en değerli varlığı olarak yaratmış, ona iman, akıl ve irade bahşetmiştir. İnsanın; adalet, merhamet, güven, doğruluk ve güzel ahlak gibi değerlerle şahsiyetini inşa etmesini istemiş, bunun yolunu da ona göstermiştir. Bu yol; kişinin Kur’an-ı Kerim ile kimliğini inşa etmesi, Allah Resulünün sünneti ile şahsiyetini, kimliğini, kişiliğini ve karakterini şekillendirmesidir.
Müslümanın şahsiyetini oluşturan, fıtratını koruyan; ona kimlik kazandıran hem dünyada hem de ahirette mutluluğa ulaştıran en büyük nimet, imandır. İman, kuru bir sözden ibaret değildir. İman, bütün davranışlarımızı güzelleştiren bir cevherdir. Sıkıntılara imanla tahammül edilir; endişeler, imanla huzura kavuşur. Üzüntüler sevince, korkular cesarete imanla dönüşür. Ayrılıklar yerini kardeşliğe, düşmanlıklar yerini dostluğa imanla bırakır.
Ahlaki değerlerin yaşandığı ve yaşatıldığı bir toplumda, doğruluk ve dürüstlük, iffet ve takva, şefkat ve merhamet gibi erdemler hâkim olur. Ahlaki değerlerin kaybolduğu bir toplumda ise adalet yerini zulme, merhamet yerini öfkeye, helaller yerini haramlara, iyilikler yerini kötülüklere bırakır. Bu duygu ve düşünceleri yazarken, Müslüman toplumun düştüğü düşürüldüğü hâlini, siyasilerin ve devletin durumunu da düşünmeden yazmadan geçemiyorum. Üstad Sezai Karakoç da siyasilerin durumlarını görünce sanki muhalefet karşısındaymışçasına şu ifadeleri kullanırdı.
“Normal bir devlette, siyaset, devlet içindir. Devleti güçlendirme araçlarının toplamıdır politika. Ama bu güçleniş, uzun vadede düşünülürse, milletin güçlenişiyle bağlantılıdır. Uzun vadede, güçlü millet, güçlü devlet demektir. Güçlü devlet de güçlü millet.
Kişinin devlete karşı bir hakkı vardır. Bu hakka, devlet önem verdiği ölçüde millet güçlenir. Milletin güçlenişi ise yine devletin güçlenişi demektir. Fertler ve siyasi partiler de devleti yıpratmamaya, zaafa uğratmamaya dikkat etmelidirler.
Çağımızda devletler çok büyük tehlikelere maruzdur. Bir devleti dış âlemden soyutlamak mümkün değildir. Bu sebeple, insan onuru için bir hak olan özgürlüğü, devletin gücünü sarsacak, dışa karşı durumunu zayıflatacak şekilde kullanamaz kişi. Bir denge gerekli devlet, siyasi partiler ve fertler arasında. Kişiler ve siyasi partiler de devleti ve toplumu en az kendileri kadar düşünmelidirler. Devlet zulmetmemeli; kişiler ve siyasi partiler de bölücülük ve bozgunculuk yapmamalıdırlar.
Siyaseti amaç edinmek, siyaset için siyaset yapmak, siyaset uğruna her şeyi mubah görmek, kötü politikacıların ve maceracıların işidir. Siyaset, devlet adamlığı formasyonu ve fiili devlet adamlığı okuludur.
Ufuklara bakmayan, geleceği hesaba katmayan, günübirlik hareket eden politikacılar; devlet üst yönetiminde görev almış olsalar bile, “devlet adam” sıfatını kazanamazlar.
Bu millet Avrupa’da oluşan milletle içerik bakımından aynı değildir. Avrupa’nın tanıdığı millet temelde ırka ve dile bağlı biraz da pratik olarak şu bu siyasi, tarihi sebeplerle oluşmuş devlet ve ülke içindeki halk için kullanılan bir deyimdir. Oysa İslam’ın millet kavramında ırk, dil unsurları etkin değildir. Millet, İslam anlayışında aynı inancı paylaşan insanların şuurlu topluluğudur.
Millet, İslam anlayışında bir medeniyetin halkına verilen addır. İslâm’ın Milleti, teoride kalmamış, Peygamberimizin gününden başlayarak var olmuş, giderek genişlemiş ve gelişmiş, dünyanın en büyük, en köklü, en ömürlü, en yüce, en ulu milleti olmuştur.
Avrupa’nın millet kavramı, insancılığa aykırı, zıt bir kavramdır. İslâm’ın millet kavramı ise insanlığı içerir, onu oluşturur. İnsanlık medeniyeti topluluğu anlamına gelir. 20. Yüzyılda İslam ülkelerinde de Batı tipi (millet) üretilmek istendi. O yüzden suni devletler ve devletçikler doğdu. Bugün İslam dünyasını kıvrandıran buhranın temelinde, kendi büyük millet ve medeniyetimiz ile bağlı millet anlayışını kaybedip yerine bu irili ufaklı suni ve taklit işi millet denemelerinin konması yatar. Aydınlar, gerçek millet kavramı bilincine varmadıkça bir çıkış yolu da bulunamayacaktır İslam ülkeleri için.”
Yaşar Değirmenci.
İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.
RADYO FANİDUNYA FM Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir.
Üye Ol veya Giriş Yap
4
Suriye Olaylarının Perde Arkasında Neler Var 8
SÖMÜRGECİLERİN PLANLARI VE TAŞERON ÖRGÜTLERİN KURULMASI
V-2. KÖRFEZ SAVAŞI-IRAK’IN İŞGALİ (IRAK SAVAŞI)
ABD, IRAK İŞGALİNDE PLAN DEĞİŞTİRDİ
*1 Mart tezkeresi TBMM’den geçseydi, ABD 173. Hava İndirme Tugayından 15.000 piyadeyi Kuzey Irak’a indirecekti. Böylece Irak’ı işgal etmesi kolaylaşacaktı. Tezkerenin geçmemesi üzerine ABD işgal planı değişikliğine gitti. ABD, Irak’ı işgalde Suudi Arabistan’daki hava üslerini, uçak gemilerini, Irak’ın güneyinden amfibik olarak, Hint okyanusundaki Diego Garcia üssünü kullanmıştır.
ABD 20 Mart 2003’de IRAK’I İŞGAL ETTİ.
*George W. Bush başkanlığındaki ABD yönetimi Irak’ta Saddam rejiminin neden alaşağı edilmesi gerektiğine dair dünya devletlerini ikna edememişti. BM Silah Denetim Komisyonu Başkanı Hans Blix’in sunduğu raporda Irak’ta kitle imha silahları bulunduğuna ilişkin herhangi bir kanıt yoktu. Başkan Bush BM desteğini alamayacağını anlayınca Irak’a operasyonu “gönüllüler koalisyonu” ile yürütmeye karar verdi. ABD ve İngiltere 20 Mart 2003’de Irak’a saldırı başlattılar. Buna da ‘Irak’ı özgürleştirme Operasyonu’ dediler. ABD ve Birleşik Krallık Hava Kuvvetleri ortak bir hava harekatı ile ‘ÇÖL TİLKİSİ’ adını verdikleri harekatla Irak işgalini başlattılar.
İlk yedi saatte Bağdat üzerine bombalar yağdırıldı. Bu da Dünya’ya ‘Kitle imha silahlarını bombalıyoruz’ diyerek duyuruldu. Irak’ın 70’den fazla tesisi ‘Kitle imha silahı’ tehlikesi iddiasıyla bombalandı. Irak ordusunun haberleşme şebekesi çökertildi. ABD ve İngiltere Deniz kuvvetlerine bağlı özel kuvvetler Um Kasr’a çıkarma yaptı. 8 yıl süren İran-Irak savaşı ve 1. Körfez savaşı Irak ordusunu sarsmış, aynı zamanda da moral-motivasyon olarak çok zayıflatmıştı. Çoğunlukla eski Sovyet ve Doğu Avrupa yapımı ekipmanlarla donanmış Irak ordusu, güçlü ve ileri teknoloji ürünü ekipman donanımına sahip ABD ve İngiliz kuvvetlerine karşı savaşmak durumundaydı. Hava üstünlüğü de koalisyon güçlerindeydi. Koalisyon hava kuvvetleri, kara birlikleri gelmeden stratejik hedefleri bombalayarak Irak ordusuna çok zayiat verdirdiler. Aynı zamanda CIA elemanlarının Irak subayları arasındaki 5. kol faaliyetleri de ordunun moral bozukluğunda önemli rol oynamıştı.
Bu yüzden Irak kuvvetleri fazla bir direniş gösteremedi. Daha sonra Koalisyon güçleri Rumaila petrol sahasının bulunduğu Nasıriye’ye girdiler. 5 Nisan 2003’de İşgal güçleri Bağdat havaalanına hakim olduktan sonra, 9 Nisan 2003’de Bağdat işgal edildi. ABD Deniz piyadeleri Bağdat’a girerken Iraklılar tarafından sevinçle karşılandı (Her halde diktatör Saddam’dan kurtulduk diyerek. Sonradan diktatör dedikleri Saddam’ı arayacaklardır.).
12 Nisan 2003’de tüm çatışmalar sona erdi. Ancak Saddam Hüseyin bulunamadı. ABD askerleri zaferlerini kutlarken, birçok Iraklı da Bağdat’ın Firdevs meydanındaki Saddam heykelini yıkmakla meşguldü. Bağdat’ın çöküşüyle, Irak’taki aşiretler ve farklı mezhepten olanlar birbirleriyle savaşmaya başladılar.
Irak’ta tam bir kaos ortamı oluşmuştu. 15 Nisan’da ABD kuvvetleri Saddam’ın memleketi Tikrit’i aldı. ABD liderliğindeki koalisyon güçleri 26 günde koca bir Irak’ın önemli şehirlerini işgal etti ve Saddam Hüseyin hükümetini devirdi. Koalisyon işgal güçlerinin baş komutanı ABD’li Tommy Franks, Irak’ın kontrolünü devraldı. ABD liderliğindeki koalisyon güçleri 22 Temmuz 2003’de Saddam Hüseyin’in oğullarını öldürdü. 13 Aralık 2003’de Saddam Hüseyin yakalandı.
SAVAŞIN SEBEP OLDUĞU KAYIPLAR (Chilcot Raporu)
*Irak savaşıyla ilgili en kapsamlı 12 ciltlik rapor İngiliz John Chilcot tarafından hazırlandı. Bu rapora göre; 1 milyon sivil öldü. 4.7 milyon Iraklı göç etti. J. Chilcot raporunda, ‘Askeri harekat son seçenek değildi. Saddam Hüseyin de tehdit değildi’ demiştir.
Prof. Dr. Yusuf Özertürk.
İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.
RADYO FANİDUNYA FM Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir.
Üye Ol veya Giriş Yap
5
O insanı Yetiştiremezsek 1
“O insanın” yetişmesi çok kolaydır. Onun kolay yetişmesi müslümanların en önemli, en ciddi ve en hayırlı eseri olacaktır. Bu, insanın fıtratı gereği olmasındandır.
Ancak çoğu sorumlu insanımızın bilgi eksikliği, niyet çarpıklığı, yöntem yanlışlığı, iman zafiyeti, basiret yetersizliğinden kaynaklanan başarısızlıklarıdır.
Burada çarpıcı bir gerçek de kendini göstermektedir. Kâinatın Yaratıcı ve Yöneticisi, milyonlarca belki milyarlarca yıl önce yaratıp düzene koyduğu varlıkların sisteminde bir değişiklik olmadan süregelmiştir. Arı gibi ve karınca gibi küçücük canlı varlıklara Azîz ve Âlîm Allah Teâlâ “vahyettiğini” beyan buyurdu. Onlar da bu sistemin dışına çıkmadılar. O gün bugün bu sistem gereği yaşayageldiler.
Sayısını bilemeyeceğimiz varlıkların hiç biri bu sistem dışına çıkıp sapmadı. Ancak insanoğlu bu sistem dışına taşıp sapma hastalığından korunamadı. Çok ağır bedeller ödedi. Onca yok edici felaketler yaşadı. Lut kavminin Sodom ve Gamore kentlerinin altüst olmalarından bile insanlar ders almadılar. Kalplerini düzeltip ve akıllarını kullanıp doğallaşamadılar. Akıl nimetini dengeli kullanamadılar. Nice uyarıcı delil arasında Rabbimizin Kehf suresindeki beyanı çok dikkat çekmektedir;
Andolsun biz bu Kur’an’da insanlara, onları ilgilendiren her meseleyi açıklayarak anlattık. Amma insan, cedelleşmeye her şeyden daha çok düşkündür.
(Kehf:18/54) İşte insanın tefrikaya saplanıp doğallıktan kaçıp felakete sürüklenmesi de bundan kaynaklanmaktadır. İnandıklarını zannedenler dünya sevgisine kapılıyorlar.
Kendilerine, İnfak etme sebebiyle daha fazlasını vaad eden Rezzak Rabbimiz Allah kazançlarını bereketlendireceğini müjdelemektedir. O insanları koruyacağını vaad etmektedir. Rabbimiz bunun için emrini vermektedir; Allah yolunda infak ediniz.
Nefislerinizi kendi ellerinizle tehlikeye atmayınız. İhsan kalitesinde iyilik ediniz. Şüphesiz Allah İhsan kalitesinde iyilik yapan kullarını sever. (Bakara:2/195)
Bunlara inanarak uygulamak gerekir. Günümüzde müslümanlar, tabandan ısıtmalı, çift minareli, kaliteli halıları ile altlarında dükkânlı, depolu lüks camiler yapımında yarış yapıyorlar. Müştemilatlarına nice masraflarla israf yapmaktan hiç çekinmiyorlar. İmam odalarını lüks ofis gibi tefriş ediyorlar. Camide görevli hoca efendiler desibeli çok yüksek hoparlörü zevklerine göre açıyorlar. Cemaatin dinleme yeterliliklerini minimize ediyorlar. Onlara namazda okudukları “subhaneke” duasının ve Fatiha” suresinin manalarını bile öğretmekten çekiniyorlar. Cemaat ilgisiz kalıyor.
Çok tehlikeli alanlara giriyorlar. İmkânları varken kendilerini yetiştirmiyorlar. İmam Hatip ve ilahiyat müfredatları ilim ehli yetiştirme niteliğine sahip değiller. Her şeye rağmen bu nesil kendini toparladığında çok imkânlarla buluşup ilim alanında ilerleyip yetişebileceklerdir. Aksi takdirde Münezzeh Allah şiddetle uyarmaktadır;
İndirdiğimiz apaçık hüküm delilleri ve en doğru sistemi, insanlara biz Kitap›ta beyan edip açıkladıktan sonra, örtbas edip gizleyenlere, Allah lânet eder. Onlara bütün lânet edebilenler de, lânet ederler. (Bakara:2.159) Bir başka ayette;
Gerçekten Allah’ın kitaptan indirdiği hüküm ve beyanları gizleyeler ve bunun karşılığında az bir bedel alanlar, işte onlar karınlarına ateşten başka bir şey doldurmuyorlar. Allah onlar ile Kıyamet gününde konuşmaz ve onları temize çıkarmaz ve onlar için sürekli acı veren azap vardır. (Bakara:2.174)
“ O doğal insanı” yetiştiremezsek hayat bugün olandan daha betere gidiyor!
Mal, mülk, makam, para burada kalır. Ya AMEL!!!? Esselamu aleykum.
İlhan Oral.
İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.
RADYO FANİDUNYA FM Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir.
Üye Ol veya Giriş Yap
6
Mutluluğun Sırrı
Her insan kendi hayatında mutluluğu yakalamak için çaba gösterir. Eğer kişi kendini mutlu hissetmiyorsa günlerinin hiçbir anlamı olmaz. Bunun için insan kendini mutlu edecek şeylere kavuşmaya çalışır. Mesela, oyun oynamak, hobisiyle uğraşmak, yiyip-içmek, gezip-dolaşmak, arkadaşlarla sohbet etmek, dizi veya film izlemek, şakalaşmak, gıybet etmek, insanlarla alay etmek, müzik dinlemek, içki içmek, mal-mülk edinmek vesaire. Saydığım bu misaller insana keyif, zevk ve mutluluk veren şeylerdir. Bunları yapabilen insan kendini mutlu hisseder. Lâkin benim burada bahsetmek istediğim mutluluk, mutlak manada mutluluktur. Evet, yukarıda saydığım misaller insanı mutlu eder. Fakat bunlar yapıldığı süre zarfında insanı mutlu eder. O faaliyet bittiğinde veya bu faaliyeti yapma imkânı elden gittiğinde mutluluk da ortadan kaybolur. Yani bunlar geçici mutluluklardır. Mutlak mutluluk ise kalıcıdır. Peki böylesi bir mutluluk nasıl elde edilir? Allah’ın rızasına uygun yaşamaya gayret eden herkes huzur ve mutluluk içinde olur. Burada İslamiyet’e uymaya erdemli yaşamak diyebiliriz. Çünkü İslamiyet, bütün erdemleri bildirmiş ve bunları emretmiştir. Mesela hediye vermek, namaz kılmak, sözünde durmak, Allahü tealaya inanmak, insanlara işlerinde yardım etmek birer erdemdir. Eğer kişi, bunları yaparsa elinde olmadan kendini iyi hissedecektir. Bu hâli birçok insan tecrübe etmiştir. Ve bu öyle bir hâldir ki devam ettirildikçe kalp tertemiz olur. Ve bu kalbi taşıyan insan da kendini huzurlu hisseder. Kirli bir kalbin vermiş olduğu ağırlıktan ve rahatsızlıktan kurtulur. Demek istediğim kalıcı olan hakiki mutluluk, erdemli bir hayat ile mümkündür. Erdemli bir hayat ise ancak İslamiyet'e uymakla olur. İslamiyet'in olmadığı bir hayat tarzıyla hakikî mutluluğa kavuşmak imkânsızdır.
Özcan Emir
İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.
RADYO FANİDUNYA FM Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir.
Üye Ol veya Giriş Yap
7
Murada Ermek İçin
Dileklere kavuşmak için doğru iman sahibi olmak yani Ehl-i sünnet itikadında olmak, ibadetleri yapmak ve haramlardan sakınmak lazımdır.
Duaların kabul olması ve muratlara, dileklere kavuşmak için doğru iman sahibi olmak yani Ehl-i sünnet itikadında olmak, ibadetleri yapmak ve haramlardan sakınmak lazımdır. Ayrıca maddi sebepler yanında dua ve diğer manevi sebeplere de yapışmalıdır. Allahü teâlâ her şeyi sebeple yaratır. Bir şeye kavuşmak için, bu şeyin yaratılmasına sebep olan şeyi yapmak lâzımdır.
Her şeyin yaratılmasında müşterek olan manevi sebepler: 1-Sadaka vermek: Allah rızası için yapılan, maddi ve manevi her iyiliğe, sadaka denir. Gerek zekât, fıtra, adak, akika, gerekse sadaka şeklinde yapılan yardım, insanı kazalardan, belalardan korur; dünyada, sıhhat ve afiyet içinde bir ömür sürmeye sebep olur. Sadaka verenin malının bereketi artar. Az malı, çok iş görür.
Kendisinin veya aile fertlerinin hastalığı olan veya bir sıkıntıya düşen, çok sadaka vermelidir! Akrabayı görüp gözetmek daha sevaptır. Kendisini ve çoluk çocuğunu sıkıntıya sokacak kadar çok sarf etmek de doğru değildir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Hastalarınızı sadakayla tedavi edin. Sadaka, her hastalığı ve belayı defeder.) [Beyheki] (Sadaka verenin rızkı artar ve duası kabul olur!) [İbni Mace]
(Sadaka, kabir azabından korur. Kıyamette de himaye altına alır.) [Beyheki]
(Sadaka 70 çeşit belayı önler. Bunların en hafifi cüzzam ve barastır.) [Hatib]
(Sadaka ömrü uzatır, kötü ölümden korur.) [Taberani]
(Birine yol göstermek bir sadaka, zahmet veren bir şeyi yoldan kaldırmak bir sadaka, ihtiyaçtan fazla elbiseyi vermek de bir sadaka, şerri [zararı] dokunmaktan çekinmek de bir sadakadır.) [İbni Sünni]
(Güzel söz, sadakadır.) [İ. Ahmed]
(Din kardeşine güler yüz göstermek, sadakadır.) [Tirmizi]
(Sübhanallah, Elhamdülillah, La ilahe illallah veya Allahü ekber demek, birer sadakadır. İyiliği tavsiye etmek, kötülüğü önlemeye çalışmak, birer sadakadır. İki rekât kuşluk namazı kılmaksa, bütün bunları karşılar.) [Müslim]
(Kötülük yapmaktan sakınmak bir sadakadır.) [İbni Ebiddünya]
(Ödünç vermek bir sadakadır.) [Taberani] Seyyid Abdülhakim-i Arvasi hazretleri de “Sadaka; belâları önler, ömrü uzatır, bedene sıhhat verir, malı arttırır” buyurmuştur. Yine musibetlerden, sıkıntılardan kurtulmak için İslam âlimleri (Bismillâhillezî lâ-yedurru ma’asmihî şey’ün fil-erdı ve lâ fissemâi ve hüvessemî’ul’alîm) duasını okumayı tavsiye etmişlerdir. Bu duayı sabah akşam üçer defa okumalı. Okuyan kimseyi Allahü teâlâ, sihirden, büyüden, nazardan, yangından, depremden, kısaca her türlü kaza ve belalardan korur. 2-Yetmiş kere (Estagfirullah min külli mâ kerihallah) duâsını okumaktır. Bu iki manevi sebep, maddî sebepleri bulmaya da yardım eder.
Salim Köklü.
İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.
RADYO FANİDUNYA FM Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir.
Üye Ol veya Giriş Yap
8
Bize Kalana Bakın Siz
Tasavvuf, son nefeste imanla gidebilmek yani Allah diyebilmek ilmidir. * Sabrın alameti, şikayeti terk, sıkıntıları ve musibeti gizlemektir .
* Ölümü hatırlamak, Allah’ü teâlânın sevgisinin işaretidir.
* Edep; söz dinlemek, itiraz etmeden, yorum getirmeden peki demektir.
* İnsan çalıştırmanın temel şartı, heves kırmamaktır.
* Başarılı olmak için 4 şart vardır:
İman, Adalet, Doğruluk, Fedakârlık
* İman, mümin ile ateş arasında büyük bir perde gibidir. Mümini ateşten korur. İmanı olmayan kurumuş demektir. Kurumuş ağaç ne yapılır, kesilip yakılır. Dünyada bile yakıyorlar. Ahireti siz düşünün.
* Kadı [hakim] karşısında sultan ve çoban aynı saftadır, aynı muameleyi görür. Bu adaletin gereğidir.
* Bize kalana bakın siz. Bizde olana değil. Bize kalan Allah rızası için verdiklerimizdir.
* Sabır acıdır, fakat mutlak şifadır.
* İyilik görmenin yolu, iyilik yapmaktan geçer.
* Önce istişare sonra istihare.
* Bedbahtlığın alametleri: Halinden şikayetçi olmak, İlmiyle amel etmemek, Yaptığı amelin ihlastan mahrum olması.
* Çok sayıda iyi vardır, ama bunların en iyisi iki şeydir:
1- Doğru iman 2- İnsanlara hizmet, yardım ve şefkat.
Çok sayıda kötü vardır ama en kötüsü iki şeydir:
1- Kâfirlik 2- İnsanlara eziyet etmek.
* Peygamber efendimizin yoluna uygun olmayan her şey seraptır.
* İslam âlimlerine her gün bir Fatiha oku, hediye et. Onlar da hediyene karşılık verirler. Bu karşılık, seni dünyada ve ahirette saadete kavuşanlardan edebilir.
* Büyüklere dua eden, onların şahsında kendisine dua etmektedir.
* Öfkenin başı geçici cinnet, sonu ise ebedi pişmanlıktır.
* Firavunlar ben ben diye ömür sürmüşlerdir.
* Her kim sıkılıyorsa, dünya işleri içindir, o kişinin dünyayı sevdiğini gösterir.
* Cehennemdekilerin çoğunun zenginler ve kadınlar olduğu bildirilmiştir. Bu, hakaret değil, ikazdır. Kaldı ki, ilk mümin kadındır. (Hazret-i Hatice annemiz) İlk şehid de kadındır. (Hazret-i Sümeyye)
* İhlas Allah’ü teâlâyı çok sevmektir ve sevdiği her şeyi de Allah için sevmektir.
* Ehl-i sünnet âlimlerinin hayatının esası üçtür:
Öğrenmek
Öğrendiğini öğretmek
Birlik ve beraberliği sağlamak.
* İlim müminin dünyadaki feneridir. İlim için iki tane ölçü var, öğrenmek ve öğrendiğini öğretmek. Nereden öğrenecek? Ehl-i sünnet âlimlerinin kıymetli kitaplarından. Öğrendiğini öğretmek önemlidir, kendi kafasından kaynaksız konuşandan kaç.
* İslamiyet öğrenmek ve öğrendiğini öğretmektir. Öğretmek değil öğrendiğini öğretmektir. Öğrenmek ve öğretmek değildir. Çünkü kendinden söyleyen mutlaka hüsrana uğrar ve kendisi ile beraber dinleyenleri de helak eder.
* Dört türlü evliya vardır:
1- Evliya olduğunu kendi de bilir, başkaları da bilir.
2- Evliya olduğunu kendi bilir, başkaları bilmez.
3- Evliya olduğunu kendi bilmez, başkaları bilir.
4- Evliya olduğunu kendi de bilmez, başkaları da bilmez
İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.
RADYO FANİDUNYA FM Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir.
Üye Ol veya Giriş Yap
9
Âlemler O’na Hayran
Yaratılmışlar içinde Allah’ın habibi Hz. Peygamber s.a.v. Efendimiz gibi sevilen, özlenen, hürmet gören, hasretiyle gönülleri yakan başka kim olabilir? O sevgiden, sevgi de O’ndan hâsıl olmuştur.
Cenab-ı Hakk’ın varlık âlemindeki ilk tecellisine habibi Hz. Peygamber s.a.v. Efendimiz mazhar olmuştur. Yüce Allah ilk olarak habibinin nurunu ve ruhunu yaratmıştır. Bunu bir önceki yazımızda dile getirmiştik. Bu yazımızda O’nun başka bir özelliğine, emsalsizliğine dikkat çekmek istiyoruz. Cenab-ı Hak kainatta O’nun bir dengini ve benzerini yaratmamıştır.
Âlemlerin Rabbi onun hakkında şöyle buyurmuştur: “Rasulüm, biz seni, bütün âlemlere sadece rahmet olarak gönderdik.” (Enbiya, 107)
O, yaratıldığı günden itibaren âlemlere rahmet olmaya başlamış ve bu sıfat ondan hiçbir zaman alınmamıştır. O’nun rahmet oluşu dünyada olduğu gibi ahirette de devam edecektir.
O’nun hürmetine
Efendimiz’in Allah katındaki derecesine ilk olarak Hz. Adem a.s. şahit olmuştur. Hz. Adem, yaratılıp cennete yerleşince Arş’ta ve cennetin her kapısında “Lâ ilâhe illallah, Muhammedü’r-Rasulullah” ibaresinin yazılı olduğunu gördü. İsmi Rabbi ile birlikte zikredilen o habibe hayran oldu, bu hale de hayret etti. Dünyaya gönderilince de, “Ya Rab, beni Muhammed’in hürmetine affet” diyerek onun ismini vesile edip affını istedi ve affedildi.1
Yüce Allah, habibini Hz. Davud a.s.’a da şöyle tanıtmıştır:
“Muhammed’i kendim için yarattım. Adem’i Muhammed için yarattım. Diğer bütün varlıkları da Adem’in oğulları için yarattım. Onlardan kim kendisi için yarattığım şeyle (gönülden) meşgul olursa, onu kendimden mahrum bırakırım. Kim de benimle meşgul olursa, kendisi için yarattığım varlıkları onun hizmetine veririm.”2
Hz. İbrahim a.s., neslinden gelecek olan Hz. Rasulullah s.a.v. için hep şu duayı yapıyordu:
“Rabbim, zürriyetimden onlara senin ayetlerini okuyacak, kitabı ve hikmeti öğretecek, kendilerini temizleyecek bir peygamber gönder.” (Bakara, 129)
Hz. İbrahim’in zürriyetinden gelmesini istediği peygamber, Efendimiz s.a.v. idi. Bunun için O’na “Bize kendinizden ve peygamberliğinizin başlangıcından bahseder misiniz?” diye sorulunca şu cevabı vermiştir:
“Adem daha yaratılış çamuru içinde yoğrulurken, ben Ümmü’l-Kitap’ta ‘peygamberlerin sonuncusu’ olarak yazılmıştım (ve Melekût Âlemi’nde ilan edilip tanıtılmıştım).
Ben babam İbrahim’in duası, kardeşim İsa’nın müjdesi ve annem Âmine’nin rüyasıyım. Annem bana hamile iken kendisinden bir nur çıkıp Şam’ın köşklerini aydınlatmıştı.”3
Yüce Allah, önceki bütün peygamberlere habibi Hz. Peygamber Efendimiz’i tanıttığı gibi ümmetini de tanıtmıştır. (Fetih, 29)
Hz. Musa a.s. Tevrat’ta Hz. Rasulullah s.a.v.’in ve ümmetinin sıfatlarını görünce hayran olmuş ve “Ya Rabbi, beni de habibin Ahmed’e ümmet eyle..” diye dua etmiştir.4
Hz. Süleyman a.s.’ın yüzüğünde, kendisine vahiyle bildirilen şu cümle yazılı idi: “Enallâhu lâ ilâhe illâ ene. Muhammedün abdî ve rasûlî: Ben, kendisinden başka ilah olmayan Allah’ım. Muhammed benim kulum ve rasulümdür.”5 Hz. İsa a.s. da, ümmetine kendisinden sonra gelecek Ahmed ismindeki son peygamberi müjdeleyip duruyordu. (Saf, 6)
Rasulullah s.a.v. Efendimiz, peygamberler vasıtasıyla önceki ümmetlere tanıtılmış, hepsi onu kendi çocuklarını tanırcasına tanımışlardı. (Bakara, 146). Ayette belirtildiği gibi, savaşta başı sıkışan Ehl-i kitap (yahudi ve hıristiyanlar) onun ismini zikrederek Allah’tan yardım istiyorlardı ve yardım da görüyorlardı. Ancak Rasulullah s.a.v. Efendimiz saadetli vücuduyla âlemi şereflendirip peygamberliğini ilan edince, yahudiler, beklenen peygamber Araplardan çıktı, bizden gelmedi diye haset ve inatla onu inkâr ettiler.6
Ashabın aşkı
Bütün Sahabe-i Kiram r.a., Hz. Rasulullah’ı sevmede eşsiz birer örnektiler. Onlar içlerinde gizledikleri ve halleriyle ispat ettikleri bu sevgilerini bazen edep içinde şu cümlelerle açığa vururlardı:
“Canım sana kurban olsun, anam babam sana feda olsun ya Rasulallah!” Allah için her şeylerini feda edecekleri o sevgili de onlara sevgideki gayeyi şöyle belirtmişti:
“Bir mümin bütün hevâsıyla (duygu ve düşünceleriyle) benim getirdiğime tâbi oluncaya kadar kâmil mümin olmaz.”7
Hz. Ali r.a.’a, “Allah Rasulü’nü ne kadar seviyordunuz?” diye sorulunca şu cevabı vermiştir: “Rasulullah s.a.v. bizlere mallarımızdan, çocuklarımızdan, anne ve babamızdan, susuzken ele geçirdiğimiz soğuk sudan daha sevgili idi.”8
Abdullah b. Hişam r.a. anlatıyor:
Bir gün Allah Rasulü s.a.v. ile beraberdik. O sırada Peygamberimiz, Ömer’in elinden tutuyordu. Ömer, Allah Rasulü’ne: - Ben sizi kendim hariç, her şeyden çok seviyorum, dedi. Rasulullah s.a.v. Efendimiz:
- Beni kendinden de fazla sevmedikçe bu iş tamam olmaz, buyurdu.
Ömer sustu, gönlünü yokladı, niyetine baktı, aslında Allah Rasulü’nü her şeyden çok sevdiğini anladı ve samimi olarak:
- Sizi kendimden de çok seviyorum, diye itiraf etti. Rasul-i Kibriya Efendimiz:
- İşte şimdi oldu, buyurdu.9
On yaşından beri hayatını Allah Rasulü’nün hizmetinde geçirmiş olan Enes b. Malik r.a.:
“Sevgili peygamberimi görmediğim gece olmuyor.” der, ardından hüngür hüngür ağlardı.10
Hz. Ömer r.a. bir gece dışarı çıkmıştı. Işığı yanan bir ev gördü. İçerinden yaşlı bir kadının sesi geliyordu. Kadın bir yandan elindeki yünü eğiriyor bir yandan söylüyordu:
“Efendim Muhammed’e en hayırlı insanların salâtı olsun. Ona en hayırlı en temiz kullar salât etsin.
Ey Muhammed! Sen geceleri ibadetle geçirir, seherlerde hep gözyaşı dökerdin.
Ah bilsem şu ölüm bana ne türlü gelecek. Acaba ahirette onunla birlikte olacak mıyım?”
Bunları işiten Hz. Ömer r.a. oturup ağlamaya başladı.11
Abdullah b. Zeyd el-Ensarî r.a., Hz. Rasulullah s.a.v. vefat ettiği zaman bahçesinde çalışıyordu. Oğlu gelerek vefat haberini söyleyince ellerini açıp: “Allahım benim gözlerimi al da O’ndan sonra hiç kimseyi görmeyeyim.” diye dua etti. O an gözleri kapanıp görmez oldu.
Abdullah b. Zeyd’in sevgisi öyleydi ki, Rasulullah s.a.v.’in huzurundan ayrılıp evine gittiği zaman evde duramaz, geri gelip mübarek cemalini seyrederdi.12
Sevban r.a., bir gün mahzun ve boynu bükük bir vaziyette Allah Rasulü’nün huzuruna girdi. Rasul-i Kibriya Efendimiz s.a.v., “Neyin var senin?” diye sordu. Sevban r.a.:
“Ey Allah’ın Rasulü! Ben sizi kendimden, çocuklarımdan, ailemden ve malımdan çok seviyorum. Evimde otururken sizi hatırlıyorum, duramıyorum, hasretinizden ölecek gibi oluyorum. Derhal koşup sizi görmeye geliyorum.” dedi ve ağladı. Rasulullah s.a.v. Efendimiz niçin ağladığını sordu. Sevban r.a. şöyle dedi:
“Sizin ve benim vefat edeceğimizi düşündüm. Siz ahirette peygamberler ile yüksek makamlarda bulunursunuz. Ben cennete girsem bile aşağı makamlarda bulunurum, sizi göremem. Bunun için ağlıyorum.”
Efendimiz s.a.v. sükût etti. Biraz sonra, Cebrail a.s. şu ayeti indirdi:
“Kim Allah’a ve Rasulü’ne itaat ederse, işte onlar ahirette Allah’ın kendilerine özel ihsanlarda bulunduğu peygamberler, sıddıklar, şehitler ve salihlerle beraber olacaktır. Onlar ne güzel arkadaştır! Bu Allah’tan bir ihsandır. Her şeyi bilici olarak Allah kâfidir.” (Nisa, 70)
Rasulullah s.a.v. Efendimiz ona, “Müjde sana, sevin.” buyurdu.13
Hurma kütüğü de O’na meftun
Rasulullah s.a.v. Efendimiz, önceleri Mescid-i Nebevî’de hutbe okurken, mescidin içinde minber yerine bir hurma kütüğüne dayanarak hutbe okurdu. Daha sonra bir minber yapıldı. Rasulullah s.a.v. Efendimiz kütüğü bırakıp minbere çıktı. O anda kütük inlemeye başladı. Öyle ki mescitte olan herkes kütüğün iniltisini işitti.
Âlemlere rahmet Efendimiz minberden inip hurma kütüğünün yanına geldi, elini üzerine koydu, onu kucakladı. Hurma kütüğü sakinleşti, sustu. Rasulullah s.a.v. Efendimiz:
“Allah’a yemin olsun, eğer gelip onu kucaklamasaydım benden ayrılmaya dayanamaz, kıyamete kadar inlerdi.” buyurdu. Daha sonra emretti, hurma kütüğü oradan çıkarılıp minberin altına gömüldü.14
Hasan Basrî rh.a., bu olayı anlatınca ağlar ve şöyle derdi:
“Ey Allah’ın kulları! Bir kütük bile Hz. Peygamber’in Allah katındaki kıymetini bildiği için onun hasret ve şevkinden böyle inledi. Siz O’na kavuşma arzusu ile daha çok yanıp tutuşmalısınız.”15
Uhud dağının Hz. Peygamber s.a.v.’e olan aşkını da burada hatırlatalım. Rasulullah s.a.v. Efendimiz bir seferden dönerken Medine ve Uhud’u karşısında görünce şöyle buyurmuştur:
“Burası Medine’dir. Şu da Uhud dağıdır. Uhud bizi sever biz de Uhud’u severiz.”16
Sonrakilerin özlemi
Tabiûn’dan Halid b. Ma’dan rh.a’in kızı şöyle anlatır:
“Babam yatağına yattığı zaman Rasulullah s.a.v. Efendimiz’e olan şevkiyle onu hatırlar, Muhacir ve Ensar’ı zikreder ve şöyle derdi:
‘Onlar benim aslım ve her şeyim. Kalbim onları özlüyor. Onlara kavuşma şevkim çoğaldı. Ya Rabbi canımı tezden al da beni sana ve onlara kavuştur.’ Uykusu gelene kadar böyle inlerdi.”17
İmam-ı Azam Ebu Hanife rh.a., Ravza-i Mutahhara’yı ziyaret ederken yaptığı münacatta Efendimiz’e olan muhabbetini şöyle dile getirmiştir: “Duyduğum zaman ancak senden hoş sözleri duyuyorum, baktığım zaman da ancak seni görüyorum.”
İmam Malik rh.a’in yanında Rasulullah s.a.v. Efendimiz anılınca ağlar ve inlerdi. Onun bu hali meclisinde bulunanlara ağır gelirdi. Bir gün durumu kendisine açtılar. Şöyle dedi:
“Eğer siz benim gördüklerimi görseydiniz bendeki bu hali yadırgamazdınız. Ben Muhammed b. Münkedir’i gördüm. Ona ne zaman bir hadis sorulsa Allah Rasulü’nün aşkıyla ağlamaya başlardı. Öyle ağlardı ki biz kendisine acırdık.”18
Hz. Ebu Bekir r.a.’ın torunlarından Abdurrahman b. Kasım rh.a., her ne zaman Rasulullah s.a.v. Efendimiz’i zikretse, kanı çekilmiş gibi olur, rengi değişirdi. Dili kurur, konuşmakta zorlanırdı.19
İmam Rabbanî k.s.’nin oğlu Muhammed Masum k.s. der ki:
“Hac ibadetimi tamamlamıştım; bana bir melek geldi, elinde bir yazı vardı, yazıda şöyle deniliyordu: ‘Bu hac ibadeti Âlemlerin Rabbi tarafından kabul edildi.’
Daha sonra Medine-i Münevvere’ye geldim. Fahr-i Kâinat s.a.v. Efendimiz’in nurlu kabrinin yanında durdum. Âlemlerin Efendisi pak hücresinden çıkıp bana yöneldi. Ellerine sarılıp öptüm. Orada zat-ı âlisiyle özel bir buluşmamız oldu. O anda, yeryüzünden Arş-ı Alâ’ya kadar her şeyin iç yüzü bana göründü. Anladım ki bütün varlıklar Muhammed Mustafa s.a.v. Efendimiz’den istifade etmektedir. O, mahbubiyet makamı için gerekli olan bütün kemali kendinde toplamıştır ve bütün sevenlere tek tek feyz vermektedir.”20
Seyyid Ahmed Rufaî k.s., hacdan sonra âlemlere rahmet Rasulullah Efendimiz’i ziyaret için geldi. Saaddetli kabrine yöneldi, önünde durdu, başını eğerek: “Es-Selamu aleyke ey ceddim, efendim.” dedi. Rasul-i Kibriya s.a.v. selama karşılık verip:
“Ve aleyke’s-selam evladım.” buyurdu. Bunu o anda mescidde bulunan herkes işitti. Sonra Rasulullah s.a.v., Seyyid Ahmed Rufaî’ye gözüktü. Seyyid Ahmed Rufaî, uzunca bir müddet ağlayıp inledi. Rasulullah s.a.v. Efendimiz’i övdü, sonra şu beyitlerle hasretini dile getirdi: Uzaktayken sana ruhumu gönderir dururdum,
Benim yerime senin ayağının toprağını öpsün diye.
O hayalimi süsleyen devlet şimdi önümde hazırdır,
Ey sevgili, uzat elini de dudaklarım öpüp nasibini alsın.
O anda Rasul-i Kibriya s.a.v., kabr-i şerifinden nurlu elini uzattı. Seyyid Ahmed Rufaî k.s. tam bir edep, hasret ve hürmet içinde o saadetli eli öptü. Orada bulunan arif ve âlimlerden pek çok kimse de bu keramete şahit oldular.21
Bu ümmetin içinde Rasulullah s.a.v. Efendimiz’in her cinsten ve her yaştan aşıkları vardır. Aslında her gönül ondan ilâhi aşkı öğrenmek için yaratılmıştır. O, insanlığa Allah için sevmeyi ve sevilmeyi öğretmiştir. Ondan sevgi dersi almayanların sevgisi yalandır. Ölmeden önce tevbe edip bizim için yaratılmış o rahmetten payımızı almaya çalışalım. Bu sevginin ve edebin sonu onunla ebedi âlemde ebediyen komşu olmaktır. Bunun için ne yapılsa değer.
-------------------------------------------------------------------------------
1Hâkim, Müstedrek, 2/615; Beyhaki, Delâilü’n-Nübüvve, 5/488, 499; Taberânî, es-Sağîr, 2/82-83.
2 Mekkî, Kûtu’l-Kulûb (Kalplerin Azığı), 3/131.
3 Ahmed, Müsned, 4/128; Hâkim, Müstedrek, 2/600; Kastalânî, el-Mevâhibü’l-Ledünniye, 1/67; ed-Dürrü’l-Mensur, 1/334; Hasâisü’l-Kübrâ, 1/16; Beyhakî, Delâilü’n-Nübüvve, 1/80; Heysemî, ez-Zevâid, 2/220.
4 Süyûtî, el-Hasâisü’l-Kübrâ, 1/21, 22; ed-Dürrü’l-Mensûr, 3/553; Ebû Nuaym, Hilye, 3/375-376; Heysemî, Takribü’l-Buğye, 3/7.
5 el-Hasâisü’l-Kübrâ, 1/14; Heysemî, ez-Zevâid, 5/152.
6 Taberî, Câmiü’l-Beyân, 1/577-581; ed-Dürrü’l-Mensûr, 1/215-217; Mazharî, Tefsirü’l-Mazharî, 1/107.
7 Beğavî, Şerhü’s-Sünne, 1/213; el-Envâr, 2/771; İbn Receb, Câmiu’l-İlim, 2/269.
8 el-Mevâhibü’l-Ledünniye, 2/471.
9 Buharî, Eyman, 3; Ahmed, Müsned, 5/293.
10 İbn Sa’d, Tabakât, 4/168; 7/ 20.
11 Kâdî İyaz, Şifâ, s. 497-498.
12 el-Mevâhibü’l-Ledünniye, 2/472; el-Ezdî, Tefsiru Makâtil bin Süleyman, 1/240.
13 Said b. Mansur, Sünen, nr. 661; ed-Dürrü’l-Mensûr, 2/588-589; Taberânî, el-Kebir, nr. 12559; Heysemi, Mecmau’z-Zevâid, 7/7.
14 Buharî, Menâkıb, 25; Tirmizî, Menakıb, 6; İbnu Mace, İkâme, 199; Ahmed, Müsned, 3/300; 5/137; Ebû Ya’lâ, Müsned, nr. 2756, Dârimî, Mukadimme, 6.
15 Kâdî İyaz, Şifâ, s. 370-371.
16 Buharî, İtisam, 16; Cihad, 71; Müslim, Hac, 472; İbnu Mace, Menâsik, 104.
17 Ebu Nuaym, Hilye, 5/210; Kâdî İyaz, Şifâ, s. 496.
18 Kâdî İyaz, Şifâ, s. 521.
19 Kâdî İyaz, Şifâ, s. 522.
20 Hânî, el-Hadâikü’l-Verdiyye, s. 572-573.
21 Samarrâî, Seyyid Ahmed Rüfâî, s. 61. Biraz kısa bir rivayet için bk. Nebhânî, Câmiu Kerâmâti’l-Evliyâ, 1/441; Münâvî, el-Kevâkibü’d-Dürriye, 2/220.
İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.
RADYO FANİDUNYA FM Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir.
Üye Ol veya Giriş Yap
10
Dünya Nedir
“İşte dünya budur!”
Biri İsa aleyhisselam ile arkadaşlık yapmak istedi ve beraber seyahate çıktılar. Bir nehrin kıyısında yemek yediler.
Beraberlerinde üç ekmek vardı. Ekmeğin ikisini yediler.
Hz. İsa nehire gitti. Su içti, dönünce kalan ekmeği bulamadı ve o kişiye ‘Ekmeği kim götürdü’ dedi.
Kişi ‘Bilmiyorum!’ dedi.
Hz. İsa arkadaşı ile beraber yola devam etti. Beraberinde iki yavrusu bulunan bir geyik gördü. Hz. İsa geyik yavrularından birini çağırdı, onu kesti, hem kendisi, hem de arkadaşı yediler. Sonra geyik yavrusuna ‘Allah’ın izniyle kalk’ dedi.
Geyik yavrusu kalktı ve yürüdü.
Hz. İsa arkadaşına dönüp şöyle dedi: ‘Sana bu mucizeyi gösteren Allah adına yemin veriyorum: ‘O ekmeği kim aldı?’
Kişi ‘Bilmiyorum!’ dedi.
Sonra bir dereye geldliler. Hz. İsa onun elinden tutup su üzerinde yürüdüler.
Öbür tarafa geçince ‘Şu mucizeyi sana gösteren Allah’ın hakkı için, o ekmeği kim aldı?’ dedi.
Kişi ‘Bilmiyorum!’ dedi.
Sonra bir çöle varıp oturdular. Hz. İsa toprak ve kum topladı. Sonra ‘Allah’ın izniyle altın ol!’ dedi. Toprak altın oluverdi. O altınları üçe böldü.
Sonra dedi ki: ‘Üçte biri benim, üçte biri senin ve üçte biri de ekmeği alanındır!’
Bunun üzerine kişi ‘Ekmeği ben aldım!’ dedi.
Hz. İsa da ‘O halde hepsi senin olsun!’ dedi ve ondan ayrıldı.
Hz. İsa ayrıldıktan sonra onun yanına iki kişi geldi. Bu çölde onun yanında altını görünce ondan alıp onu öldürmek istediler.
O yalvararak ‘Bunu üçe taksim edelim’ dedi.
Biri ‘Birimiz köye gidelim ki bize bir yemek satın alsın, yiyelim!’ dedi.
Birisini köye gönderdiler!
Köye giden kişi malın tamamına kavuşmak için, aldığı yiyeceğe zehir koydu. Altının yanında kalan iki kişi ise, o gelince onu öldürdüler. Zehirli yemeği yiyince kendileri de öldü.
Mal çölde sahipsiz kaldı. Haram helal demeden yapılan işler insanı bu hale getirir.
Hz. İsa onlar bu halde iken yanlarından geçti ve arkadaşlarına şöyle dedi:
‘İşte dünya budur! Dünyadan sakının!’
İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.
RADYO FANİDUNYA FM Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir.
Üye Ol veya Giriş Yap
|