Gönderen Konu: Gücünüz Yettiği Kadar Allah'tan Korkunuz  (Okunma sayısı 480 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı fanidunya NET

  • Administrator
  • *****
  • İleti: 6072
Gücünüz Yettiği Kadar Allah'tan Korkunuz
« : Haziran 26, 2024, 07:55:35 ÖÖ »


Gücünüz Yettiği Kadar Allah'tan Korkunuz

Serûcî hazretleri buyurdu ki: "İbâdetlerde aşırı gitmemeli, kendini sıkıntıya düşürmemeli!"
Ahmed bin İbrâhim Serûcî hazretleri Hanefî mezhebi fıkıh âlimlerinin büyüklerindendir. 1239 (H.637) senesinde Mısır'da doğdu. Mısır'daki âlimlerden ilim öğrendi. Hanefî mezhebi fıkıh bilgilerini anlatan Hidâye kitabını ezberledi. Fıkıh, hadîs ve başka ilimlerde yükseldi. Çeşitli medreselerde ders verdi. Kâhire kâdısı oldu. 1301 (H.701) senesinde Kâhire'de vefât etti.
 
Şöyle anlatılır: Serûcî hazretleri hacca gittiğinde, Mekke-i mükerremede Allahü teâlâdan bir dilekte bulunmuştu ve bunu da hiç kimseye söylememişti.

Bundan bir müddet sonra kendisine bir kimse gelerek dedi ki: Rüyâmda Resûlullah (sallallahü aleyhi ve selem) efendimizi gördüm. Sana, "Yanında (cebinde para olarak) ne varsa hepsini bana ver! Buna alâmet (işâret) istersen o da Mekke-i mükerremede, Allahü teâlâdan şu dilekte bulunmandır" diye söylememi emir buyurdular" dedi. O kimsenin sözlerini hayretle dinleyen Serûcî hazretleri; "Peki" dedi ve derhâl yanında bulunan yüz dînâr altın ve bin gümüşü çıkarıp o kimseye verdi. Sonra da; "Şâyet yanımda bundan daha fazla bir şey bulunsaydı. Onu da mutlaka sana verirdim.

Çünkü bu emri Resûlullah efendimizden naklettiğine dâir bildirdiğin işâret mutlaka doğrudur" buyurdu.
 
Derslerinde buyurdu ki: “Âlimler; 'İbâdetlerde aşırı gitmemeli, kendini sıkıntıya düşürmemeli' buyurdu. Bu sözleri, bütün ümmet için farz, vâcib veya sünnet olan şeylerdedir. Her Müslümanın böyle yapması lâzımdır.

Tasavvufcuların çektikleri sıkıntılar ise, nafile ibâdettir. Herkesin yapması lâzım değildir. Kur’ân-ı kerîmde Tegâbün sûresi 16. âyet-i kerîmesinde meâlen; (Gücünüz yettiği kadar, Allah'tan korkunuz!) buyuruldu.

Allahü teâlâ, Peygamberine; (Mekke dağlarını altın yapayım ister misin?) buyurunca, bu altınları Allah yolunda ve düşmanlarla cihâd için kullanmayı düşünmedi, istemedi. Güçlük çekmeyi arzu eyledi. Tebük gazvesinde ise; 'Bu orduya lâzım olanları getirene Cenneti müjdeliyorum' buyurarak, Eshâbından yardım istedi."
 
Çalışan insan beş türlü olur: Birincisi, rızkın yalnız çalışmaktan geldiğine inanır. Kâfirler böyledir, ikincisi, rızkın Allah'tan geldiğine ve çalışmanın sebebe yapışmak olduğuna inanır. Çalışırken, Allahü teâlâya âsî olmaz. Haram işlemez. Hâlis, sâlih müminler böyledir.

Üçüncüsü, rızkın Allah'tan geldiğine inanır ise de, çalışırken Allahü teâlâya âsî olur. Fâsık müminler böyledir. Dördüncüsü, rızkın hem Allah'tan hem de çalışmaktan geldiğini sanır. Müşrikler böyledir.

Beşincisi, rızkın yalnız Allah'tan geldiğini bilir. Fakat rızkı verir mi vermez mi bilmez. Münâfıklar böyledir.

Sâdık Talebenin Uyması Gereken Edepler Vardır

Talebe, hocasının emrini muhâkeme ve münâkaşa etmeden yerine getirmeye çalışmalıdır...

Seyfeddîn Menârî, Şâh-ı Nakşibend hazretlerinin yetiştirdiği büyük velîlerdendir. Taşkend ile Semerkand arasında bulunan Menâr köyünde doğdu. On beşinci asrın başlarında vefât etti. Şâh-ı Nakşibend vefât edinceye kadar sohbet ve hizmetinden ayrılmadı. Şâh-ı Nakşibend hazretleri, vefâtına yakın bu kıymetli talebesine, kendisinin vefâtından sonra Alâüddîn-i Attâr'a bağlanmasını, onun hizmet ve himmet kanatları altında bulunmasını işâret etti. O da hocasının vefâtından sonra, Hâce Alâüddîn'in hizmetine girdi.
 
Seyfeddîn Menârî, ilk zamanlarında Hâce Hamîdüddîn'den fıkıh ilmi okuyordu. Lüzûmu kadar fıkıh öğrendikten sonra, Şâh-ı Nakşibend hazretlerinin sohbet ve hizmetine devâm etmeye başladı. Hâce Hamîdüddîn ise, fıkıh ilmini ilerletmesi arzusunda olduğundan, onun bu ayrılışını hoş karşılamadı. Hattâ onu kötülemeye kadar gitti.

Seyfeddîn Menârî şöyle anlatır: "İlk hocam Hamîdüddîn vefât ederken yanında bulundum. Büyük bir ızdırap içinde idi. Ona;
 
-Çektiğiniz bu acı ve ızdırap nedir? Tahsîl etmeyi bıraktığımızdan dolayı bizleri kötülediğiniz o ilim hazîneleriniz nereye gitti? dedim.
 
Bunun üzerine;
 
-Bizden gönül istiyorlar. Yâni selim kalb istiyorlar. Bizde ise ondan eser yok. Izdırâbım bundandır, dedi..."
 
Seyfeddîn Menârî anlatır:
 
Bir gün Şâh-ı Nakşibend hazretlerinin evine, hatırı sayılır misâfirler gelmişti. Şâh-ı Nakşibend kız kardeşimin oğlu Şemseddîn'e; "Nehre git de suyu bu tarafa bağla" buyurdu. Şemseddîn emri yerine getirmekte gevşeklik gösterdi. Biraz sonra da gelip, Şâh-ı Nakşibend hazretlerine; "Vücûdumda bir hâlsizlik meydana geldi.

Su yoluna suyu bağlayamadım" dedi. Bu ihmâl, Şâh-ı Nakşibend hazretlerini çok üzdü. Mevlânâ Şems; "Kendini boğazlayıp da su yerine kanını akıtsaydın. Senin için bu sözü söylemekten daha hayırlı olurdu" buyurdu...
 
Ondan sonra Şemsüddîn'e bir hastalık musallat oldu. Çâresini bulamadılar. Bundan sonra, Şemsüddîn öyle hastalandı ki insanları bile tanıyamaz hâle geldi. Çocuklarının isimlerini bile unuttu...
 
Sâdık talebelerin, şu üç edebe uymaları mecbûriyeti vardır: Hocasına makbûl sayılacak ne hizmet yapsa, bundan dolayı aslâ gurûra düşmemeli, nefse pay çıkarmamalıdır. Kendisinden makbûl olmayan bir iş zuhûr etse, ümitsizliğe düşmemeli, ayrılmayı aslâ aklına getirmemelidir. Hocasının verdiği emri muhâkeme ve münâkaşa etmeden yerine getirmek için canla başla gayret göstermelidir.

Vehbi Tülek.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

TÜM OKUYCULARIMIZI PAYLAŞIMA DAVET EDİYORUZ, DAVETLİSİNİZ.

 

Sitemap 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41