Gönderen Konu: Dindarlık, dinde olanı yaşamaktır  (Okunma sayısı 877 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

fanidunya

  • Ziyaretçi
Dindarlık, dinde olanı yaşamaktır
« : Nisan 22, 2017, 09:33:19 ÖÖ »
Dindarlık, dinde olanı yaşamaktır

Müslümanlar olarak gün geçtikçe yaşayan değil, tartışan bireyler olma eğilimini benimsemiş gözükmekteyiz. Halbuki din, sadece iman değil, aynı zamanda ameldir. Kaliteli, seviyeli âlimlerimiz ‘Allah, bir topluluğa şer murat ederse, onlara tartışma (cedel) kapısını açar ve onları amelden alıkoyar.’ Bu tesbiti yapıp dikkat çekmişlerdir.

Yaşanmayan, hayata intikal etmeyen, vicdanlara hapsedilmiş bir din ve iman sadece iddiada kalır. İmanın isbatı ameldir, dinin hayata taşınmasıdır. Toplumumuzda bazı hatalı tutum ve iddia dikkat çekmektedir. Bir ‘nefs muhasebesi’ yapıp eksiklikleri tamamlama, ifrada düşülmüşse itidal ve istikamet noktasına gelme, toplumdan uzaklaşmayı tercih edip efdaliyet (üstünlük) hastalığına tutulmuşsa âyet ve hadislerin ışığında düzelme gayreti içine girmelidir. Dikkat çeken hususlara gelince; Dini yaşama adına şahsi hayatlarında hiçbir amel bulunmayan kimseler, dine son derece saygılı ve kalplerinin temiz olduğunu iddia etmektedirler. Dindarlık, dinde olanı yaşamaktır. Müslüman, din kardeşleri yanı başında dururken onları bırakıp başka din mensuplarını ve dinsizleri dost edinemez. Çünkü Müslümanın dostu ancak Müslümandır. Müslüman öteki Müslüman kardeşlerine buğz edemez, kin tutamaz, sırt çeviremez. Sun’î üstünlük ölçüleri koyamaz. İslâm’da üstünlüğün sadece ve sadece takva ile olduğunu unutamaz. Müslüman, sevgi ve nefretine “Allah için” kaydını değişmez gerekçe kılacaktır. Zira Peygamber Efendimiz, “Amellerin en üstünü Allah için sevmek, Allah için nefret etmektir.” Buyurmuşlardır. Peygamberimize “- Ey Allah’ın Rasulü, kavmiyetçilik nedir?” diye sorulmuş, aleyhisselam Efendimiz: “Zulüm ve haksızlıkta kavmine yardımcı olmandır” diye cevap vermişlerdir. Mesele bir Müslümanın yakınlarını, milletini sevmesi değil, onlara haksızlıklarında ortak ve yardımcı olmalarıdır.

Allah’a iman eden ve bir gün O’na hesap verme sorumluğuna sahip bulunan Müslüman, kendi cemaatinden, tarikatinden, partisinden diye bir kimseyi kayırır, O’nunla olan özel kardeşlik ve yakınlık ilişkisini din kardeşliğine ve liyakata tercih eder ve bu sebeple hakkı sahibine (hak edene, ehil ve layık olana) değil de hak etmeyene verirse ‘Din kardeşliğinden uzaklaşmış olur. Irk ve mezhep bağını din kardeşliğinin önüne geçirenler de tefrikacı ve fitnecidirler ki, Allah ve Rasulü bunları (tefrikacı ve fitnecileri) lanetlemiştir. Ümmet birliğini bir türlü kuramayışımızın sebebi din kardeşliğinin hukukuna riayet etmeyişimizdir.

Peygamber Efendimiz, bizlere, hali vakti ne olursa olsun her Müslüman için bir iyilik yolu bulunduğunu hatta zararsızlığın da başlı başına bir iyilik olduğunu göstermiştir. Bütün iyilik çeşitlerinin temelinde Müslümanlara zarar vermeme düşüncesi ve tavrı mutlaka bulunacaktır. ‘Emri bil ma’ruf nehyi anil münker’ görevi usulü dairesinde her zaman yapılmalıdır. Müslüman kendi gücünü, mutluluğunu, izzetini, şerefini din kardeşlerinde bilecek ve bulacaktır. Peygamberimiz bu sebeple “Hiç biriniz, kendisi için istediğini din kardeşi için de istemedikçe iyi mü’min olamaz.” Buyurmuştur. Gerek fert, gerek millet olarak tercihlerini daima din kardeşlerinden yana kullanmak zorundadır. Günümüz dünyasında beynelmilel zeminde Müslümanların birbirlerine sahip çıkmalarının ne kadar önemli olduğu referandumdaki ‘evet/hayır’ oylamasında (tercihinde) ortaya çıkmıştır. Küfrün, İslâm düşmanlarının nasıl bir millet haline geldiği, bir ülkedeki referandumun ‘Hilal/Haç’ meselesi gibi değerlendirildiği ibretamizdir.

Günün şartları, görüntüsü ve gidişatı ne olursa olsun, imandan yana tavır almak, şeref ve haysiyetine sahip çıkmak, Peygamberlerin ortak sünneti olarak Müslümanların en temel görevleri ve imanlarına karşı ertelenemez, vazgeçilemez yükümlülükleridir. Bütün Peygamberlerin şirk ve putlaştırma ile mücadele edip ‘Tevhide inanma ve tağuttan sakınma daveti’ iki esas vazifeleri olmuştur. Tağut, hakkı tanımayıp azan, sapan ve saptıran her kişi, sistem ve güç odağı demektir. Allah yolundan alıkoymaya çalışan herkes tağut, her faaliyet ve teşebbüs de o kapsama girer. Günümüzde İslâm dışı olan ‘put ve putlaştırma’ sistemleşmiş, ilkeselleşmiş ve kavramsallaşmıştır. Bazı kavramlar tartışılamaz, eleştirilemez, sadece gereği yerine getirilir ve önünde boyun eğilir konumda görülmekte, öyle algılanılmakta ve ona göre uygulamalar ortaya konulmaktadır. Çağdaşlık/ demokrasi/laiklik/teknoloji gibi bazı düşünce ve kavramların tartışılmaz ve dokunulmaz konumda görülmesi, insan fıtratına aykırı olan bir şirk türüdür. Yaptığından sorumlu tutulamayan yegane kudret sahibi Allah’tır.

Bazı düşünce ve kavramların âdeta kutsal hale getirilip putlaştırılması ‘cehalet dönemi’ ile paralellik arz eder. Kavramların, düşüncelerin ve sistemlerin putlaştırılıp bugüne taşınıp kutsal hale getirilmesiyle de mutlaka mücadele edilmelidir. Biz ‘Sünneti çağa taşımak’ diyor, bunu önemli ve bir hizmet olarak görüyoruz. Peygamberler hidayet elçileridir. Bu sebeple onların verdiği mesajlar gerçekten insanlığın dünya ve ahiret mutluluğu açısından önemlidir. Bu mesajı, dine saygıdan bahsedenler, bunu dinin sınırları içinde kalarak ve gücü ölçüsünde dinin ahkâmını yaşayarak ispat edebilirler. Peygamberimizin diliyle hayırlı ve şerli olma bakınız nasıl izah edilmiş. ‘Sizin hayırlınız hanginiz, şerliniz hanginizdir söyleyeyim mi? Buyur, ey Allah’ın Resulü dediler. Sizin hayırlınız kendisinden hep hayır umulan ve şerrinden emin olunanızdır. Sizin şerliniz de kendisinden hayır umulmayan ve şerrinden emin olunmayanınızdır.’

Müslümanlar, Bâtılda, seküler ortamda yeni bir kişilik haline gelmişlerdir. Anormalleri normal görme ve normal karşılama eğilimine girmiş, inandığı gibi yaşamayınca yaşadığı gibi inanmaya başlamışlardır. Ekonomik, siyasal ve mensubiyet çıkarlarını, dini görevlerine ve din kardeşliğine tercih eder hale gelmiş/getirilmişlerdir. Hastalıklarını kabullense tedavi olup iyileşebilir. Kabullenmeyince tedavisi imkansız hale gelmektedir. Her Müslüman, gücü yettiğince İslâm esaslarını eksiksiz yaşamak ve sorumluluğu altındakilere yaşatmakla yükümlüdür. Dinimizin ferdi ve toplumu etkisizliği iyi yaşamayan, örnek olmayanlardan kaynaklanmaktadır. Kendimizden başka kimseye tahammülümüz yok. Sıhhatli düşüncenin yegâne yolu, nefsi bir tarafa bırakıp, akıl ve kalp ile düşünmektir. Öğüt vermek kolay, örnek olmak zordur. Dinimiz, samimiyetle, dürüstçe, yaşanıp âyette zikredildiği gibi üsveyi hasene (iyi örnek) olarak hayatın içinde bir Peygamberin ümmeti olduğumuzu göstermeliyiz. Çevremizde ‘sıbgatallahi ve men ehsenü minallahi sıbgah’ Bakara sûresi 138. Âyeti okuyup düşünelim. (Siz de Allah’ın ortaya koyduğu tabiî renklere boyanın, insan yaratılışına uygun, İslâmî ilkeleri ve değerler manzumesini hayata geçirin. Allah’tan başka kim, insan fıtratına uygun en güzel boyayı, insan tabiatına en uygun değerleri ortaya koyabilir. Biz daima, yalnız O’nu ilâh tanıyor, candan Müslümanlar olarak O’na bağlanıyor, saygıyla O’na kulluk ve ibadet ediyoruz.) O halde başkalarının ‘dünyevileşme hastalığı’na bulaşmadan, uygulama ve telkinlerine kapılmadan, Rabbimizin emirleri, ikazları ve âlemlere rahmet olan örnek kul Peygamber Efendimizin sünneti çerçevesinde yaşayarak şuur yenilenmesi yapalım. Gönül kapılarımızı açalım. Peygamberimizin örnekliğini, yaşayışını/sünnetini ve sünnetinin bilgi ve belgeleri olan hadisi şerifleriyle amel etmeyi, hayat tarzı haline getirmeyi de unutmayalım.

Yaşar Değirmenci.

 

Sitemap 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49