* FANİ DUNYA FORUM HABERLER


Gönderen Konu: Şehadet Bir Edebiyat Değil Bir Hayat Tarzıdır  (Okunma sayısı 370 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

fanidunya

  • Ziyaretçi
Şehadet Bir Edebiyat Değil Bir Hayat Tarzıdır
« : Şubat 10, 2019, 09:17:28 ÖS »
Şehadet Bir Edebiyat Değil Bir Hayat Tarzıdır

Onlar bilir ki, şehit olmak için şehit gibi yaşamak gerekir…

Onlar, güne sabah namazı ile başlarlar. Ve her sabah önce minarelerden yükselen namaz çağrısına icabet ederler. Çünkü onlar bilirler ki, namaz çağrısına icabet edemeyenler, ezanı duyduklarında mescitlere koşamayanlar, çağırıldıklarında da şehadete koşamazlar…

Dillerinde sürekli Allah’ın zikri vardır. Kur’an’la bağlarını asla koparmazlar. En belirgin özellikleri güzel ahlaklarıdır. İddia değil ikna adamlarıdır. Düşmanları bile içten içe hayranlık duyar onlara…

Aldatmazlar, aldanmazlar, satmazlar, yamulmazlar, yalpalamazlar, düz adamlardır, dik adamlardır. Hiçbir makam satın alamaz onları. Çünkü onlar cennet karşılığında Allah’a satmışlardır canlarını…

Ruhlarını koruyan adamlardır onlar... İdeallerinden ve hedeflerinden asla vazgeçmezler. Yıllar önce bıraktığınız yerde, yıllar sonra saçlarına ve sakallarına düşen aklarla ve alınlarındaki çizgilerle, aynı yerde dururken, aynı şeyi söylerken, aynı değerleri korurken, aynı zulme kafa tutarken, aynı heyecanla ve aynı ruhla beklediklerini görebilirsiniz onları…

Asla tepeyi terk etmezler. Değişmezler ve değiştirilemezler.  Onlar hedefe kilitlenmiş adamlardır. Hedef emaneti izzet ve şerefle teslim etmektir sahibine…

Kimileri slogan adamı derler onlara, kimileri marjinal, kimileri radikal… Belki sayıları azdır onların. Belki bir avuçturlar ama asla Siyonizm’in ve emperyalizmin avucunda olmamışlardır onlar. Kirlenerek çoğalmaktansa, kirlenmeden azalmayı tercih etmişlerdir. Değerlerini kaybederek zafer kazanmaktansa, değerlerini muhafaza ederek yenilmeyi seçmişlerdir. Çünkü onlar şehadetin ancak temiz kalabilenlere nasip olacağının farkındadırlar…

Onları asla tembellik ederken göremezsiniz. Bir dizinin karşısında saatlerini harcarken, ya da internetin ve sosyal medyanın karşısında diz çökmüş ve teslim olmuş şekilde bulamazsınız onları, rahat ve konfor yoktur onların sözlüklerinde.  Bu dünyanın adamı değillerdir çünkü. Ve onlar bilirler ki, Allah için zamanından ve rahatından veremeyenler, vakti geldiğinde canlarını da veremezler…

İhale kovalarken, ayak kaydırırken, makam kapılarını aşındırırken, protokol fotolarına girmek için çırpınırken, mal ve makam için el pençe divan dururken göremezsiniz onları. Çünkü onların hürmeti, hürmet ettiklerinin İslam’a bağlılığı ölçüsündedir…

Geceleri gariplerin, yoksulların ve yetimlerin ihtiyaçlarına koşarken, gündüzleri bir mitingin organizesinde çıkabilirler karşınıza, bazen bir mahalle sohbetinde, bazen rahle başında bir ders halkasında, bazen Ümmet adına yapılan bir toplantıda görebilirsiniz onları…

Bazen de üniversitelerin kampüslerinde, liselerin kantinlerinde çıkarlar karşınıza. Ama hep aktif, hep heyecanlı, hep istikrarlıdırlar. Gençken de heyecanlıdırlar, yaşlıyken de. Evlenince veya bir koltuğa oturunca ya da parayı bulunca da değişmezler onlar. Çünkü şehadet ve aksiyon yaşam tarzıdır onların…

Bazen bir konferanstan diğerine, bazen bir toplantıdan diğerine koşarlarken rastlarsınız onlara. Kürsülerin, meydanların, salonların şahitliğinde Hakk’ı haykırırlar.

Kahvehaneler, mahalleler, varoşlar adım adım tanır onları. Alınlarında secde izi şehir şehir, ülke ülke şehadeti kovalarlar. Çünkü onlar vatanlarının sınırlarını tel örgülerle değil, inanç ve imanla çizenlerdir.

Sözlerini esirgemezler onlar.  Sadece Allah’tan korkarlar. Bir ceketleri vardır sırtlarında, yeri ve zamanı geldiğinde onu da bırakıp çıkmasını bilirler. Parayla da araları iyi değildir onların. Olunca dağıtırlar olmazsa sabrederler. Ve onlar bilirler ki, Allah için cebinden çıkarıp veremeyenler, vakti geldiğinde canlarını da vermezler.

Şehadet, şehitçe yaşanan bir hayatın son nefesidir onlar için. Çünkü onlar bilirler ki, şehadet,  şehit gibi yaşayanlara nasip olacak bir nimettir.

Özet halinde ve ana başlıklar altında zikredilen bu sıfatlar Yüce Yaratıcımızın sonsuz saadet yurdu cenneti arzulayanlar için öngördüğü niteliklerdir. Ki cennet, dünyevî niceliklerin sahibi olanlar için değil; Rabbânî niteliklerin kahramanları içindir. Hz. Ali (k.v.), Cenneti isteyip de kendilerinden istenilenler karşısında duyarsız davrananların durumunu ne güzel ifade etmiştir:

“Şaşıyorum ki her şeyin isteklisi, istediği şeyin yolunda bunca çalıştığı halde, Cennet’i isteyenler, Cennet’i elde etmek yolunda hiç çalışmıyor ve hep uyuyorlar. Cehennem’den kaçanlar da, kaçmaları gereken yerde hiç istiflerini bozmadan sırt üstü yatıyorlar.” (4Ali Ünlü, Vecizeler-Öğütler-Parolalar, Şûle, s.78)

Halbu ki haramlar ve isyanlar içinde sırt üstü yatmak ve gaflet içinde uyuklamak şöyle dursun, bu kutlu yolun ve şerefli hedefin rölantide yürümeye bile tahammülü yoktur. Çünkü Cennet için Rabbimizin “Sâriû=Koşunuz!” talimatı vardır: “Rabbinizin bağışına ve takvâ sahipleri için hazırlanmış olup genişliği gökler ve yer kadar olan cennete koşun!” (Âli İmrân, 133)

Evet, çilelerle, heyecanlarla, streslerle, neşelerle geçen bir ömrün sonunda öte için tedarik edilenler, sonsuz hayatın sandığına doldurulanlar neler? “El-mevt’ü ye’tî bagteden, ve’l- kabru sandûk’ul- amel = Ölüm ansızın gelir, ve kabir amellerin sandığıdır.” Amellerimiz, yaptıklarımız, ettiklerimiz, işlediklerimiz ahiret için ekilen birer cennet meyvesi mi, yoksa toplanan cehennem yakıtı mı? Öyle buyurmadı mı Yüce Rabbimiz? “..yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyunuz!” (Tahrîm, 6) Bütün bir yaşantımız ve canlarımızın yongası mallarımız-mülklerimiz; mahşer günü karşımıza, cehennem yakıtı mı yoksa cennet meyvesi mi olarak çıkacak? Harun Reşid döneminin Allah Dostlarından Behlül Dânâ’nın bu bapta verdiği dersi hepimiz biliriz. Bir gün Behlül, üstü başı toz toprak içinde, sanki uzun bir yoldan gelmişçesine Harun Reşid’in huzuruna çıkar. Sultan, ‘Bu ne haldir ya Behlül, nerelerden geliyorsun?’ diye sorar. Behlül ‘Cehennemden geliyorum.’ der. Padişah yine sorar: ‘Hayrola, cehennemde ne işin vardı?’  Behlül, ‘biraz ateş lazım oldu da onun için gittim’, cevabını verir. Sultan ‘Alabildin mi, bari?’ deyince, Behlül konuşmaya son noktayı koyar: Hayır efendim, görevliler ‘Burada ateş bulunmaz, her cehennemlik ateşini kendi getirir’ dediler, der.

Şair bu manayı şöyle vecizelendirir:

“Dediler: Cehennem’de odun bulunmaz

Yolcu, yakacağını kendi götürür

Anladım ki, Cennet’e giden de buradan

Gülünü, zambağını kendi götürür.” ( Arif Nihat Asya)

Evet her birimiz şu sorulara cevap aramak zorundayız: Sırtlandığımız şu dünyayla öteye ne taşıyoruz? Dur durak bilmeyen ve dönüşü olmayan bir hızla nereye gidiyoruz? Ne taşıdığımızı ve nereye doğru süratle koştuğumuzu anlamak için Mahşer meydanında hesapların görülmesini beklemeye gerek yok. Davranışlarımıza bir bakıvermemiz yeterlidir. Şayet burada, yalan-dolan, hile-hurda, enaniyet-kibir, gösteriş-riya, gıybet-dedikodu, içki-kumar, rüşvet-iltimas, taatsızlık-niyazsızlık, abdestsizlik-namazsızlık, hayırsızlık-hasenatsızlık, arsızlık-hayasızlık, pislik-kokuşmuşluk, işsizlik-güçsüzlük, tembellik-miskinlik..içinde bir yaşantıyı sergiliyorsak; bilelim ki bizler dünyada cehennemimizin ateşini tutuşturmuş ve azâbı yaşamaya başlamışız demektir.

O halde geliniz, Hz. Ali’nin (k.v.) irşadına kulak verelim ve cennetin güllerini, zambaklarını yetiştirmeye başlayalım:

“Altı hasleti kendinde toplayan kimse cennet için bir talep, cehennem için de bir kaçış yeri bırakmış, hepsini elde etmiştir.

Allah’ı bilmiş O’na itaat etmiştir.

Şeytanı tanımış ve ona isyan etmiştir.

Ahireti bilmiş ve onu arzulamıştır.

Dünyayı tanımış ve onun meşru olmayan taraflarını terk etmiştir.

Hakk’ı hak bilmiş ve ona ittiba etmiştir.

Bâtılı bâtıl bilmiş ve ondan sakınmıştır.” (İmam Askalani, Münebbihat)