Tel Tel Dökülüyoruz, Allah Bizi Affetsin
İyİ evlerde oturuyoruz, iyi arabalara biniyoruz, iyi kazanıyor ve iyi harcıyoruz. Bir yandan da Efendimizin (S.A.S.) ve ashabının açlıktan ve yokluktan karnına nasıl taş bağladığını anlatmaktan geri durmuyoruz.
Takım elbiselerimiz, kravatlarımız, sakal tıraşlarımız, makam araçlarımız, koltuklarımız, yoğun bürokratik gündemimiz, ağzına kadar dolu randevu defterlerimizden, sılay-ı rahime, sohbet halkalarına, günahlarımızı düşünmeye, çocuklarımızın eğitimine, fakir fukaranın derdine ayıracak zamanımız mı kaldı?
Sıkışınca yalan söyleyebilen, kafası bozulunca küfür edebilen, dara düşünce faiz yiyebilen, ilk fırsatta kul hakkına girebilen, yeri gelince harama bakabilen, tıpkı bir Çin malı gibi, görüntüsü muhteşem, dayanıklılığı, direnci, kalıcılığı, derinliği, ahlakı, etkisi sıfır bir Müslümanlık yaşıyoruz…
Kimimiz rakip cemaate, tarikata ne zaman operasyon çekilir derdine, kimimiz tartıştığı hocanın ipliğini pazara çıkarma, kimimiz sol jargonun İslam’la uyumunu yeniden keşfetme peşinde, kimimiz aynı safta namaz kıldığı kardeşini, hain, zındık, mezhepsiz, selefi, şii ilan etme derdinde…
Büyük büyük meselelerden, kurtarılması gereken yığınlardan, iç ve dış düşmanlarla mücadeleden, yedi düvelle cebelleşmekten fırsat bulup, en son ne zaman bir kardeşimizi namaza teşvik ettiğimizi, bir kardeşimizi haramdan kurtardığımızı, nasihat ettiğimizi, nefis muhasebesi yaptığımızı bile hatırlayamıyoruz…
Üst düzey talimatlı STK çalışmalarından, il idare heyetiyle toplantılardan, siyasilerle aynı kareye girme uğraşlarından, lüks otellerde yoğun planlama çalışmalarından, devlet destekli proje peşinde koşmaktan, yoğun İslami faaliyetlerden, Allah için koşuşturmaktan fırsat bulup da camide cemaatle namaz kılmak, iki ayet okuyup tefekkür etmek, uygulamak ne mümkün?
Randevusuna dikkat etmeyen, aldığı borcu ödemeyen, verdiği sözde durmayan, gıybet etmekten çekinmeyen, yüzüne güldüklerini arkadan çekiştiren, akrabalarıyla dargın, kardeşleriyle küs, camiden, cemaatten, Kur’an’dan ve zikirden uzak, ihale peşinde koşmakla meşhur dava adamlarının kesintisiz dava edebiyatı seanslarından başımızı bile kaldıramıyoruz…
Evinde ailesiyle, eşiyle, çocuklarıyla, anne babasıyla, akrabalarıyla sorun yaşamayanımız yok gibi. Çocuklarını İslam’a göre terbiye edeni, oğlunu elinden tutup namaza götüreni, kızına tesettürü tavsiye edeni, haremlik selamlık uygulayanı, mahremiyeti dert edineni mumla arıyoruz…
Kredi kartı batağına düşmeyenlerimizi, ticaretini faizle çevirmeyenlerimizi, esnaf kredisiyle, promosyonlarla, BES’lerle faize bulaşmayanlarımızı tarihi eser muamelesine tabi tutuyoruz. Faiz, haram, kul hakkı gibi hassasiyetlerimizin ulvi hedeflerimizin yanında esâmesi bile okunmuyor…
Telefonda bile protokol uygulayan, düğününe sadece zenginleri ve makam sahiplerini davet eden, çocuklarını ultra lüks kolejlerde okutan, süper lüsk umre organizasyonlarına katılan, misafirlerini site güvenliğine havale eden, Cuma’yı şehrin en lüks ve en büyük camisinde eda eden, farz bitince kalabalığa takılmamak için hemencecik çıkan, alnı secdeli halk adamlarına, gariban babalarına dönüştük bir süredir…
Allah bizi affetsin. Kimse de kusura bakmasın. Bir müddet içe dönmeye, derlenip, toparlanmaya, muhasebe yapmaya, birbirimizi uyarmaya, dinlemeye, nasihat etmeye, gidip gelmeye, dertleşmeye, çözüm önerileri üretmeye, biraz gözyaşı dökmeye, bir yetimin başını okşamaya, kalbimizi yumuşatmaya, bir sohbette diz kırmaya, biraz durup düşünmeye ihtiyacımız var sanki.
Abdülaziz Kıranşal.