Dinden Soğutan Dindarlık
Bir dindarlık düşünün ki; partisinde, vakfında, derneğinde ve dergâhında büyük bir mücahit gibi görünüyor ama evine döndüğünde ahlâksız bir insana dönüşüyor. Nezaketsizliği, kırıcılığı, kabalığı, merhametsizliği kendi eşini ve çocuklarını bile kendisinden uzaklaştırıyor. Dışarıdaki o mücahitten evdekilerin payına zerrece bir ahlâk kırıntısı bile düşmüyor. İşte bu, insanı dinden soğutan bir dindarlıktır.
Bir dindarlık düşünün ki; iş siyasete, ideolojiye, edebiyata gelince ondan daha Müslüman’ı yok.
Ama iş namaza gelince huşu yok, duaya gelince samimiyet yok, haramlara gelince takva yok, yaşantıya gelince örneklik yok, davaya gelince kardeşlik yok, infaka gelince fedakârlık yok. Ortada ruhunu kaybetmiş, rutinleşmiş ve bir ideolojiye dönüşmüş Müslümanlıktan başka da bir şey yok. İşte bu, insanı dinden soğutan bir dindarlıktır.
Bir dindarlık düşünün ki; sosyal medyada, Facebook’ta, Twitter’da, sanal hayatta yaptığı İslami paylaşımlarıyla herkesi kendine hayran bırakıyor. Ama iş, gerçek hayata gelince o sosyal medya kahramanın yerini anne-babasını bile küstürmüş, akrabalarıyla bağını koparmış, iş arkadaşlarını kendisinden bıktırmış, dava kardeşlerinin bile görünce yolunu değiştirdiği bir Müslüman çıkıyor karşımıza. İşte bu, insanı dinden soğutan bir dindarlıktır.
Bir dindarlık düşünün ki; camide, toplantıda, mitingde, sohbette, derste son derece takvalı, ihlâslı ve samimi. Ama kendi başına kalınca namazı namaz olmaktan çıkıyor. İnternetle baş başa kalınca takvası takva olmaktan çıkıyor. Menfaatine dokunulunca ahlâkı ahlâk olmaktan çıkıyor. İşine gelmeyince ihlâsı ihlâs olmaktan çıkıyor. Ortaya halk içinde farklı tek başına kalınca da farklı bir Müslüman çıkıyor. İşte bu, insanı dinden soğutan bir dindarlıktır.
Bir dindarlık düşünün ki; sürekli İslam’ın hâkimiyetinden bahsediyor, ama o bahsettiği İslam’ı ne ahlâkına, ne ruhuna, ne evine ne de iş yerine hâkim kılamıyor. Evini dizilerin, kalbini dünyalıkların, midesini haram lokmaların, ceplerini de faizli kartların hâkimiyetine kaptırmış.
Söylemiyle eylemi arasında dağlar kadar fark var. İşte bu, insanı dinden soğutan bir dindarlıktır.
Bir dindarlık düşünün ki; başkalarına sürekli kanaati, şükrü ve yetinmeyi tavsiye ediyor. Ama iş kendi hayatına gelince yaşam konforundan, hayat standartlarından, alışkanlık haline getirdiği lüks ve israfından zerrece taviz vermiyor.
Başkalarına asgari ücreti kendisine çifte maaşları, başkalarına gecekonduları ve TOKİ’yi kendisine lüks villaları, başkasına tutumlu olmayı kendisine bolca harcamayı layık görüyor. İşte bu, insanı dinden soğutan bir dindarlıktır.
Bir dindarlık düşünün ki; sürekli haktan, adaletten, İslami ilke ve prensiplerden bahsediyor. Ama kararlarında adalet yok, atamalarında liyakat yok, tercihlerinde ehliyet yok, işlerinde istişare yok, davranışlarında merhamet yok, vaadinde sadakat yok. Dışarıda eleştirdiği ne varsa içeride hepsini toplu halde uyguluyor. İşte bu, insanı dinden soğutan bir dindarlıktır.
Bir dindarlık düşünün ki; namaz kılıyor, sakal bırakıyor, başörtüsü takıyor. Ama kıldığı namaz, bıraktığı sakal ve taktığı başörtüsü topluma ahlâk, adalet, merhamet ve hakkaniyet olarak yansımıyor. Namazı onu kötülüklerden alıkoymuyor, sakalı onu daha ahlâklı yapmıyor, başörtüsü onu daha hakkaniyetli hale getirmiyor, dindarlığı onu elinden ve dilinden emin olunan bir Müslüman yapıyor. İşte bu, insanı dinden soğutan bir dindarlıktır.
Bir dindarlık düşünün ki; namazını Kur’an ve sünnete göre kılıyor, ama siyasetini kalabalığa ve güce göre yapıyor.
Orucunu Kur’an ve sünnete göre tutuyor ama ticaretini mevcut piyasa şartlarına ve menfaatine göre yapıyor. Başını Kur’an ve sünnete göre örtüyor ama gerisini modaya ve nefsine göre belirliyor. Yani dinden dilediğini seçiyor, dilediğini de terk ediyor. İşte bu, insanı dinden soğutan bir dindarlıktır.
Unutmayalım! Dinin ahlâkına, evine, siyasetine ve ticaretine etki etmediği insanların sürekli dini referans aldıklarını iddia etmeleri, insanları dinden soğutmaktan başka bir işe yaramaz.
Abdülaziz Kıranşal.