Kalbimizin Hatalığı
Nefsini bırak! Ve ondan uzaklaş!.. Nisbî olarak kendine izafe ettiğin mülkten
ayrıl!.. Hepsini Allah’a (CC) teslim et!.. Ve kalbin kapısında bekçi ol!..
Allah’ın (CC) “gönlüne sakla” dediklerini içeri al ve “alma” dediklerini kalbine sokma!..
kötü istekleri kalbinden çıkardıktan sonra bir daha yaklaştırma!.. Bu şeytani arzuları
kalbten çıkarmak, her halde ona uymamak ve daima muhalefet etmekle olur.
Allah’ın (CC) iradesi dışında bir şey isteme!.. O’ndan (CC) başka bir şey istemek boş
bir temennidir. Akılsızlıktır. Sakın böyle bir hevese düşme!.. Telef olursun.. Helak
olursun!.. Hakk’ın (CC) merhametinden uzak kalırsın.
Sonuna kadar Allah’ın (CC) emirlerini tut!.. Sonuna kadar yasak ettiği şeylerden
kaç!.. Sonuna kadar O’nun (CC) kaderine teslim ol!.. Yarattığı şeylerden hiç birini
O’na (CC) ortak yapma. Şirk koşma!..
İsteğin, arzun, şehvetin, hepsi O’nun (CC) yarattıklarıdır…
İsteme! Kötü arzularına kapılma! Şehvete düşkün olma!.. Ta ki müşrik olmayasın!..
Ayetten: “Bir kimse Rabbına (CC) kavuşmayı istiyorsa, yarar iş yapsın. Rabbı (CC)
için yaptığı ibadetlere şirk katmasın.”
Şirk, yalnız putlara tapmak değildir. Kendi şahsi arzu ve isteklerinde tesir görerek,
uyman da bir nevi şirk ve putperestliktir. Dünya ve onun metaından, ahiret ve onun
nimetlerinden herhangi birine gönül kaptırarak, seni Yaratanın (CC) sevgisini değil,
bunlardan her hangi birinin sevgisini üstün tutarsan, şirk etmiş olursun…
Bunlardan herhangi birine kapılman, gizli şirktir. Bunun için, daima sakın, onlara
yanaşma, kork, emniyet etme. Gafil olma!…
Her şeyi iyice tahkik et! Ancak bu halle rahata kavuşursun. Kendini hiçbir hal ve
makama sahip yapma. Ama bir makama sahip bulunuyorsan bırakıp da kaçma! Sana
manevi bir vazife verilirse ve bir makama çıkarılırsan herhangi birini seçme!
Çünkü Allah-ü Teala (CC) her an bir iş yapar! Tağyir eder, tebdil eder… Ayetten: “Kişi ile
kalbi arasında gelip geçeni O (CC) idare eder.”
Uçsuz bucaksız bir varlık bul, kendini muayyen ölçülere kaptırma. Muayyen bir
çerçeve içersinde kalırsan, doğruluğunu haber verdiğin yanlış olabilir. Kalacağını
haber verdiğin nesne, bakarsın ki kaybolmuş… Hakk’ın (CC) iradesine tabi ol ve
hiçbir şeye karışma!.. Keşif ve keramet nevinden sayarak, bir şeyler söylersin, ama
aksi olunca utanır, rüsvay olursun… Sana bu halde yine bir vazife düşer; halini
saklamak… Ve senden başkasına bunları duyurmamak…
İşte bu, tam sebat ve beka
halidir. Bunların Allah (CC) tarafından, sana bir hediye olarak verildiğini bil. Bu
hale şükür etmek için O’ndan (CC) yardım iste. Başkasına göstermemek için ört.
Eğer bu haller gider de, yerine başka bir hal gelirse, üzülme; onda da çeşitli
bilmediğin nimetler gizlidir… İlim vardır… İrfan, marifet vardır; ayıklığını arttırır ve
edep terbiye öğretir sana… Bir Ayet-i Kerime de şöyle buyurulur:
- “Biz hiçbir ayeti, ondan daha iyisini veya benzerini getirmemek şartı ile
değiştirmeyiz… Allah’ın (CC) her şeye kadir olduğunu bilmiyor musun?”
Allah’ın (CC) kudretini küçük görme!.. Takdir ve tedbirde, O’nu (CC) itham etme…
O’nun (CC) vaadinin doğruluğunda şüpheye düşme… Hz. Peygamberi (SAV) kendine
örnek al… O büyük insana (SAV) inen ve mushaflarda yazılan, dillerde okunan bazı
ayetler kaldırıldı… Bazısı değişti, yerine başka ayet geldi… Biraz önce haber
verdiğinin aksini az sonra söyledi. Ama bu hal zahirde böyle oldu. Öbür yönünü,
ancak, Allah’la (CC) kendi arasında bir iş olarak kabul ederiz…
İşte yukarıda anlatılan hale işaret ederek Peygamber (SAV) Efendimiz şöyle
buyurur:
- “Kalbimde değişik haller olur, bu yüzden her gün yetmiş defa istiğfar ederim.”
Diğer rivayette “Yüz defa.”
Peygamber (SAV) Efendimiz, daima hal değiştirirdi. Bir halden diğer hale geçer ve
olgunluğa doğru ilerlerdi. Gayb aleminin hazinelerine ererdi. Çeşitli manevi
süslerle süslendi. İşte efendimiz böyle yükselirdi. Her yükseldikçe de evvelkinin
noksanlığını anlar; mahdut bir halde kalmayı noksan sayar, istiğfar ederdi. Kendisi
yaptığı gibi Ashabına (RA) da istiğfar telkin ederdi. Çünkü istiğfar ve tevbe halinde
bulunmak kulun vazifesidir. İnsana en çok yakışan şey, istiğfar ve tevbe etmektir.
Bütün kötülükleri, bir daha yapmamak şartı ile bırakmak babası Hz. Adem’den
(AS), Hz. Rasulallah’a (SAV), O’ndan da (SAV) bizlere veraset yolu ile geldi… Ki
Adem aleyhisselam’ın her yanını zulmet kaplamıştı; işte o zaman istiğfar etti, sonra
karanlık açıldı, her yanı nur kapladı; kurtuldu. Çünkü O (AS) bir zamanlar ahdi
unuttu. Dar-ı Selam’da daimi kalacağını, Rahmân ve Mennân olan Allah (CC),
kendisini Cennetten çıkarmayacağını sandı… Melekler kendisini daima selamlar,
övmelerle geleceğini tahmin etti. Böylece nefsine uydu ve her şeyi unuttu… İş
değişti. O güzel süslerden soyundu, saltanat gitti. Derecesi düştü… O nurlu alem,
aniden karanlığa gömüldü. Önceki safiyet bozuldu.
Böylece her şey elinden alındıktan sonra işin nereden geldiğini anladı. İçinde
bulunduğu büyük safiyeti düşündü… İtiraf yolunu tuttu. Unuttuğunu, hata işlediğini
itiraf etti. Kendi kendine istiğfar telkin etti:
- “Ya Rabbi (CC)! Biz nefsimizi kötüledik, kirlettik, bizden mağfiretini,
merhametini esirgersen, sonumuz fena olur.”
Bu tevbe ve itirafa karşı kendisine hidayet yolları göründü. Nasıl işler yapacağı
bildirildi. Ve O (AS), o tevbedeki gizli marifet nurları ve bundan evvel kendisine
keşfolunmayan iyilikleri öğretildi. Ve neticede şuna kani oldu:
- “Bütün kaybettiğim haller bana tevbe yolu ile açılacaktır.”
Her şey değişti… İstek şimdi başka oldu. Hal başka hal oldu. Büyük bir saltanat
geldi. İlk önce dünyada bir velayet-i Kübra; sonrası da ahirette… Dünya kendine ve
evladına yer oldu. Ahiret ise ebedi bir yuva… Ve sonsuz bir sığınak…Ey mümin!
Senin için Hz. Adem (AS) ve Hz. Muhammed de (SAV) dostluk ve muhabbet için iyi
adetler var… Herhalde hatanı bil, tevbe et!
Gavs'ül Azam Seyyid Abdülkadir Geylani