Mü’min Kul ve Dünyanın Hali
İman sahibi, dünyalık adamlar arasında bir garip kişidir. Zâhid olan, âhirette bir zavallı gibidir; çünkü onun arzusu âhiretin güzelliği değildir, efendisidir. İrfan sahibi ise, Zât-ı İlâhîden gayri her şeyi bir yana atar. Bazı iman sahipleri dünyada bir zindan hayatı yaşar. Rızkı dar değildir. Çocukları mal içinde yüzer; etrafında dolaşır gülüşürler. Ama kendi iç âlemi hüzün içindedir. Dışından onlar gibi güler. İçi ise kederle doludur.
O insan dünyayı kalbi ile bilir, ne olduğunu anlar. Bu yüzden ona yol verir. Dünyanın tümüne birden yol vermez, sıra ile yapar. Birinci defa yol verir; bekler, bazı güçlüklerini yenebiliyorsa ikinci kısmını da bırakır. Buna da güçlü olduğunu anlayınca üçüncüsüne geçer ve bir daha kalbine koymamak üzere yol verir. Bütün varlığını öz âleme çevirir. Bu hâlinde samimidir. Samimiyeti sayesinde, Hakk Teâlâ’nın nuru bir anda varlığını sarar. Dünya ona:
“Beni niye bıraktın?” diye sorar.
“Bu gayet basit, senden daha iyisini buldum da, ondan...” deyince dünya bir daha sorar:
“Beni niçin bıraktın?” O da tekrar şöyle der:
“Sen sonradan yaratıldın; fânisin, ömrün ölçülüdür. Sana bir suret verilmiş. Dışın süslü, ama için bozuk. İç âlemin bir başka. Onu anlıyorum. Seni terk etmemin yegâne sebebi budur.”
Bu anlayışla o irfan sahibi, marifetin aslını bulur, hür olur. Dünyada gezdiği hâlde kalbini dünyadan alır; bir garip kişi olarak gezer. Zaman olur âhireti de bırakır, her şeyi bırakır.
Artık dünya o zâta hizmet eder. Dünyayı, bütün tebaası ile hizmet eder görür, sevinir. Bu hizmetten daha fazla hizmet istemez. İyi işler tutmak için dünyadan faydalanır. Kafiyen ziynet eşyalarına gönül kaptırmaz. Hiç kimsenin yanına süslü olarak gitmez. Sebebi ise kimsenin dikkatini üzerine çekmemektir. Bu arada tek gayesi, Yaratan’ın gözüne girmektir. Büyük zâtlar bir şahsı severlerse ona hediyeler yağdırırlar, o bunu bilirdi. Ama esas maksadı hediye değil bizzat efendisi idi. Efendisinin sevgisini kazanmak, onun yegâne sevdiğidir. Efendisi onu sevince her şey onun olur. Kendi varlığı için seçer, her şey olur. Kendi varlığı için seçer, başkalarına vermez... O iman sahibi bunları iyi öğrenmiştir.
Rabb’ine dön. Bütün kalbinle O’na koş. Gelecek günü, geçmişin yanına bırak. Yarının gelmesini düşünme. İşlerini bugünde bitir. Yarın, sabah olduğunda, bu hayata veda etmiş olabilirsin.
Ey zengin, zenginliğin seni aldatmasın. Yarın, bütün malın telef olabilir; sen bir pula muhtaç fakir kişi olabilirsin.
Her şeyi bırak, hâlen bağlı olduğun şeylerin Hâlık’ı ile ol. O’na benzeyen yoktur. Kendini boş şeylerle avutmaya çalışma. Seni O’ndan gayrisi sevindiremez. Peygamber (s.a.s) Efendimiz şöyle buyurur:
“İman sahibi, Yaratan’ına kavuşuncaya kadar rahat yüzü göremez.”
Kullarla aran açıldığı zaman Hakk’la hoş olmaya bak; senin için seçtiğine itiraz etme. Hakk Teâlâ’nın işlerine sabırla bakan çok hikmetli lütuflarını görür. Her şey sabırla hallolur. Fakirlik hâline sabreden bir gün zengin olur. Fakirlik hâline sabır, para kazanmak yolunda çıkan güç işlere dayanmakla olur. İyi düşünülürse, peygamberlerin çoğu çobanlık etti. Ve velî kulların ekserisi kölelik yaptı.
Herhangi bir kul, Allah için gönlünü engin kılarsa, o yükselir. Hakk için tevazu eden büyür. Aziz eden O’dur. Zelil eden O’dur. Yükselten ve yere batıran yine O’dur. Başarı veren ve işlerde kolaylık gösteren yine O’dur. Ne yazık ki, biz O’nun yüceliğine ermek için marifet sahibi olamıyoruz.
Ey yaptıkları işleri beğenenler, ne kadar cahilsiniz. O’nun başarı yardımı olmasa, siz nasıl o işleri yapardınız? O size yardım etmemiş olsaydı, ne oruç tutabilirdiniz, ne de namaz kılabilirdiniz. Şimdi, bulunduğunuz hâl, şükür makamıdır; kendini beğenme makamı değildir. Kulların çoğu yaptığı ibadeti görür. Kulların övmesini bekler; ibadeti, dünyalık toplamak için yapar. Bunun sebebi, nefsi ve boş duygusu ile yapmasıdır.
Dünya nefislerin sevgilisidir. Âhiret ise kalplerin... Aziz ve Celil olan Hakk ise, sır âlemlerinin sevgilisidir.
Hükümler verildikten sonra, kalbinize yerleşir. Evvelâ bir şey için hüküm verilir. Sonra, yerine gider. Hakkında bir hüküm verilmeyen hiç bir şey makbul değildir. Her hükmü şeriat verir. Onda yer almayan şeyleri yapmak, dinden sapmaktır. Hakk Teâlâ’ya Kitab ve Sünnet kanadı ile uç, elini Peygamber’e vererek Hakk kapısından gir. Akıl danişmendin ve hocan O olsun. O’nun elini tutma; bırak saçlarını tarasın. O’na taarruzu bırak. Ruhlar âleminin terbiyecisi O’dur. Allah yolunu dileyenleri, o yetiştirir. Bütün yolcular, ilk seferlerini O’na tahsis ederler. Salih kulların şahı O’dur.
Bütün hâli, makamı ve ruhaniyet hâllerini o büyük Peygamber (s.a.s) kullar arasında böler. Bu vazifeyi Hakk Teâlâ O’na vermiştir.
Padişah tarafından gönderilen hediyenin, kumandan tarafından askere taksim edildiği bir vakıadır.
Allah’ı tevhid etmek bir ibadettir. Kulları Hakk’a ortak koşmak herkesin âdeti oldu. Sen âdeti bırak, ibadete devam et. Âdeti yıkarsan, senin için âdetlerin üstünde şeyler zuhur eder. Gayretli ol. Yanlış işlere karşı iyi duygu besleme, Allah Teâlâ da, seni o kötü şeylerden korur.
İç âlemini kötü hâlden al. Bugünkü perişan hâlini iyiye tebdil et. Bunu yapmayı arzu etmediğin zaman, Hakk Teâlâ seni bulunduğun hâlden zor kurtarır.
Bir âyet-i kerimede şöyle buyrulur:
“Allah hiçbir topluluğun halini değiştirmez; ancak onlar hallerinde bir değişiklik yapmadıkça.” (er-Ra’d, 13/11)
Nefsini ve yaratılmışları kalbinden çıkar. Yerlerini Hakk Teâlâ’nın varlığı ile doldur. Bu sayede sana tekvin sıfatı tecelli eder. Bu hâl gece namazı ve gündüz orucu ile gelmez. Kalp temizliği ve sır safiyeti ile gelir.
Bazı büyükler şöyle der: Oruç ve namaz, bazı yemekler için kullanılması zarurî sirke ve yeşillik gibidir; tam gıda sayılmazlar. Asıl gıda bunlardan başkası olur ki, o ‘doğruluktur.’ Oruç ve namaz her şeyden önce var olmalıdır. Ama yalnız bunların oluşu yeterli sayılmaz. Hiç bir zaman doğruluğu elden bırakma. Namaz ve orucunu doğrulukla kılarsan faydası olur. Yemeğini ye. Yemeği hoş yemek için onu renklendirmeye bak. Sofranı güzel hazırlarsan iştahla yemek yersin.
Doğru ol. Namazını kıl, orucunu tut. Bunlar senin için baş gıdadır. Gıdanı aldıktan sonra her yanını nurda yıka. Çünkü Hakk’a vasıl olma faslı başlıyor. Ona hazırlık için iç âlemini, yani kalbini te¬mizle. Bu arada hayli uzun yolculuk başlayacaktır. Ülkeleri katedeceksin. Sana hayli güç vazife verilecek. Bölgeler sana teslim olacak. Bir kulun kalbi saf ve temiz olursa ona verilmeyecek şey yoktur. Hak yakınlığını benliğinde duyan zât, yeryüzünün sultanı olur. O kul, halkı Hakk’a davete memur edilmiştir. Onların ezasına sabırla karşı koymak vazifesidir. Hakk’a ve hakikate vakıf olan zât, yeryüzünde mevcut batıl işleri Hakk’a çevirmek için elinden geleni yapar.
O kul, halkı zengin etmek için mal dağıtır. O, bir kimseye iyilik yapınca sonsuz zengin olur.
Onun kalbi hikmetlerle doludur. Hakk Teâlâ’nın tecellisi, sâlih kullarının kalbini donatır. İrfan sahibi kulların iç âlemlerinde hikmet çağlayanları coşar. Arş ve ilim denizinden kaynaklar geçer. Oradan kaynayan kaynaklar, ölü kalpleri diriltir. Hayata kavuşturur. Hakk’tan kaçan tenler, o çağlayan ve ırmaklar sayesinde diriliğe erer.
Ey evlat! Haram yemek kalbini öldürür. Helâl yemek ise varlığına can katar. Bir lokma vardır, kalbini karartır. Bir lokma vardır, derununa nurlar saçar. Bir lokma vardır, yiyince dünyaya dalarsın. Bir lokma vardır, yiyince bu âlemin ötesine geçersin. Ama bunlardan daha üstün bir lokma vardır ki, onu yiyen dünyayı da âhireti de bırakır. İşte bu lokma seni tabiatın Yaratıcı’sına ulaştırır.
Haram yemek, seni dünya ile uğraştırır, hataları sevdirir. Mubah olan şeyleri yemek, kalbi âhiret âlemine iter ve tâatla meşgul eder. Helâl yemek ise, Yaratan’a yaklaştırır. Bu yemekler irfan duygusu ile bilinir. Hakk Teâlâ için kalbinde irfan duygusu taşıyanlar, bunu benliklerinde sezerler.
Marifet kalpte olur. Defter ve kitaplarda olmaz. Bu marifet duygusunu Hakk Teâlâ verir. Kullar veremez. Bu duygunun kalbe yerleşmesi için Hakk’a ibadet etmek gerekir. Doğru olmak ve doğruluğu tasdik ettirmek irfan duygusunu arzulayan için çok önemlidir. Ayrıca fâni varlıkları kalpten atmak en lüzumlu bir iştir.
Sen, yalnız yemeyi, içmeyi vb. kötü arzularını tatmin etmeyi düşünmektesin. Bu durumda sana irfan sahibi olmak nasıl nasip olur ki? Kaldı ki, yediğin ve içtiğini nereden temin etmek zorunda olduğunu bilmez olmuşsun.
Peygamber (s.a.s) Efendimiz bir hadîs-i şerifinde şöyle buyurur:
“Bir kimse ki, yediğini ve içtiğini nasıl elde ettiğini düşünmez, Hakk Teâlâ ona rahmet nazarı ile bakmaz. cehennemin hangi kapısından girerse girsin, düşünmez.”
Kâinatta var olan hiç bir şeye kalbini bağlama. Kalp yüzünü onlara tebessüm dahi ettirme. Seni Hak’tan alıkoyan olmasın. Halk seni alıp Hakk’tan kaçınmasın. Kullar arasına pek girme. Yalnız, kulları iyiye çağırmak için dilinin döndüğü ve onların anladığı kadar konuş. Ufak tefek hataları olursa itiraz etme, idare et. Onlarla iyi geçin. Peygamber (s.a.s) Efendimiz buyurur ki:
“İnsanlarla iyi geçinmek sadakadır.”
Allah’ın sana verdiği iyi huyları kullara da öğret. Sana verilen güzel şeyleri onlara da ikram eyle. Onlarla iyi arkadaş ol. Yumuşak davran. Allah’ın kullarına karşı dik omuzlu olma.
Huylarını daima güzelleştir. Bütün işlerin Allah’ın emrine uygun olsun.
İnsanlar için iki önder vardır; biri ilim, diğeri ise hikmet taşır.
Kullar arasından çıkacak herhangi bir önder, ancak Hak kapısı yakınına götürebilir.
Senin için, iki kapı vardır; bunların ikisinden de geçmen lâzım: Hakk kapısı ve halk kapısı. Bunlara, dünya, âhiret kapısı da denebilir. Birini diğerinden ayırt etmek mümkün değildir. Yalnız, evvelâ Hakk kapısı, sonra halk kapısı gelir. Birinci kapıya geçersen, ikincisi kendiliğinden açılır. Kalbinden dünyayı atarsan ukba âlemine varabilirsin.
Hikmetler taşıyan öndere uyarsan, ilim deryası sahibine gidersin. Hakk’a marifet sahibi olmak istiyorsan halkın fâni varlığını kalbine koyma.
Anlatılanlar, derece derecedir. Biri diğerinin zıddıdır, iki zıt birleşemez. Bu zıtların arasını birleştirmeye yeltenme. Boşuna yorulursun; eline bir şey geçmez.
Kalp, Hakk’ın tecelli yeridir. Oraya, O’nun varlığından başkasını sokma. Düşün, melekler suret olan eve girmezler; Hakk Teâlâ putlarla doldurduğun kalbine nasıl tecelli eder? O’nun gayri olan her şey puttur. O putları kır ve kalbini temizle. O kez Hakk’ın tecellisini orada görürsün. Önceleri görmen kabil olmayan hikmetli şeyleri görmeye başlarsın; yeter ki kalbin temiz olsun.
Allah’ım, razı olduğun şeyleri yapmaya bizi ulaştır.
“Dünyada bize iyilik ver, âhirette iyilik ver, bizleri ateş azabından koru.” (el-Bakara, 2/201)
Âmin.
Abdülkâdir Geylânî Hz.