* FANİ DUNYA FORUM HABERLER


Gönderen Konu: Arkadaşlık Adabı  (Okunma sayısı 463 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı anadolu

  • Administrator
  • *****
  • İleti: 813
    • www.fanidunya.net
Arkadaşlık Adabı
« : Aralık 02, 2022, 09:06:02 ÖÖ »
Arkadaşlık Adabı

Allah Teâlâ ilk insan, ilk peygamber olarak Hz. Âdem aleyhisselamı yarattı. O cennette melekler arasında sayılamayacak nimetler içinde yaşıyordu. Fakat kendisi ile oturup kalkacak, konuşup ülfet edecek kendi cinsinden birisi yoktu. Fıtratında var olan özelliklerinden dolayı bir can yoldaşına ihtiyacı vardı. Ona eş ve arkadaş olsun diye Allah Teâlâ Havva vâlidemizi yarattı. Cennette huzur içinde, saadetin doruğunda beraber yaşıyorlardı. Onlara cennetin bütün nimetleri sunulmuştu. Ancak bir ağaca yaklaşmamaları, onun meyvesinden yememeleri emredilmişti. Bir gün olacak oldu. O ağacın meyvesinden yediler. Bunun üzerine cennetten çıkarılıp yeryüzünde ayrı ayrı yerlere indirildiler. Üç acıyı birden yaşıyorlardı.

1- Allah Teâlâ’nın emrine muhalefet.

2- Cennetten çıkarılmak.

3- Birbirinden ayrı kalmak.

Uzun yıllar bu acılarla yaşadılar. Gözyaşları dinmek bilmiyordu. Sürekli tevbe ve istiğfar ediyorlar, bağışlanmalarını diliyorlardı. Ayrılığın, yalnız yaşamanın dayanılmaz elemi bütün benliklerini istila etmiş, kalpleri nedâmet ve hasret ateşi ile alev alev yanıyordu. Nihayet beklenen an geldi. Allah Teâlâ onları sonsuz rahmetiyle kuşattı, affetti. Arafat dağında buluştular. Bu buluşmayı değil tasvir etmek, hayâl etmek bile güç. Bir taraftan affedilmenin, hasret dolu, hicran dolu, nedâmet dolu yılların sonrasında yeniden buluşmanın sevinci, diğer taraftan peygamberlik vazifesi ve kıyamet sabahına kadar sulblerinden gelecek milyarlarca insana ana-baba olmanın sevinç ve hüzün karışık duyguları...

Arafat dağındaki bu buluşma, insanlık serüveninde kişisel ilişkilerin, toplumsal hayatın bir başlangıcıdır. Bu hayat ileriki tarihlerde büyüyerek, genişleyerek devam edecek, aşiretler, kabileler ve milletler topluluğu olarak tarihteki yerini alacaktır.

İnsan sosyal bir varlıktır. Onun biyolojik, psikolojik, pedagojik ve sosyolojik sağlığı için toplum içinde yaşamak zarureti olduğu gibi, fıtratında var olan kabiliyetlerinin geliştirilip faydalı hâle getirilmesi için de toplum hayatı bir zarurettir.

Beraber yaşayan insanlar arasında çeşitli sahalarda çok yönlü ilişkiler olacaktır. Bu ilişkiler yumağından biri hatta en önemlilerinden biri arkadaşlık ilişkileridir. İnsanlar arası, insanlarla diğer varlıklar arası münasebetlerde olması gereken ölçüleri, topluma hâkim olan inanç, örf, âdet ve gelenekler belirler. Müslüman toplumlarda bu ölçüleri belirleyen en müessir güç elbette İslam’dır. İkinci derecede de İslam’a aykırı olmayan örf ve âdetlerdir.

İşte biz burada İslam’ın belirlediği ölçüler içinde arkadaşlık âdâbını izah etmeye çalışacağız.

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır:

"Kişi arkadaşının dini üzerinedir. Sizden her biriniz kiminle arkadaşlık yaptığına baksın." (Tirmizi)

Bir kimse kendini tanımak istiyorsa arkadaşına baksın. Çünkü dostluk ve arkadaşlık yaptığı kişi aynadaki görüntüsüdür. İnsanın kendisiyle zıt fikirli, zıt ahlâklı kişilerle ülfet etmesi, uzun müddet beraber olması mümkün değildir.

Bir atasözünde: "Arkadaşını söyle kim olduğunu söyleyim." denilmiştir. Yanlış arkadaş seçimi, yanlış çevre seçimi çok büyük sıkıntılara ve hatta felaketlere sebep olmaktadır. Bugün toplumu kasıp kavuran çirkin olaylar, terör, vahşet, ahlâk ve din dışı, insanlık dışı olaylar kötü çevrenin, kötü ortamın neticesidir.

Allah Teâlâ: "Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve sâdıklarla beraber olun." (Tevbe/119) buyurarak sadık, dürüst kişilerle, imanlı, ahlâklı, sâlih, takva ehli insanlarla beraber olmamızı, onlarla düşüp kalkmamızı, onların sohbetlerine devam ederek, ilim, irfan, edeb, ahlâk öğrenmemizi, onları örnek alıp onlar gibi olmaya çalışmamızı istemektedir.

İmam Gazali bir arkadaşta bulunması gereken vasıfları şöyle sıralamaktadır:

1- Akıllı olmak.

2- İyi ahlâklı olmak.

3- Sâlih olmak.

4- Doğru sözlü olmak.

5- Dünyaya hâris olmamak.

Bu hususta Hz. Ali kerremallahu vecheh de şöyle der:

"Senin gerçek arkadaşın seninle beraber olan, sana faydalı olmak için kendini zarara sokan, sana zamanın bela ve musibetleri toslayınca seni kurtarmak için kendi işlerini bırakıp yardımına koşandır."

Alkame bin Amr el-Utâridi oğluna şöyle vasiyette bulunmuştur:

"Ey oğul! İnsanların sohbetine ihtiyacın olunca kendine hizmet ettiğin takdirde seni koruyan, arkadaşlık edersen sana güzel şeyler kazandıran, bir ihtiyacın olunca yardımcı olan kimselerle sohbet et.

Ey oğul! Bir iyilik yapmak istediğin zaman yardımcı olan, senden bir iyilik gördüğü zaman açıklayan, kötülük gördüğü zaman gizleyen kimselerle arkadaşlık et.

Ey oğul! İstediğin zaman sana veren, bir şey söylemediğin zaman soran, bir masiyete düçar olduğunda seni teselli eden kimselerle dostluk et.

Ey oğul! Konuştuğun zaman sözünü doğrulayan, bir işe girince yardımına koşan, anlaşmazlığa düştüğünüzde seni kendisine tercih eden kimselerle arkadaş ol."

Kötü arkadaştan, kötü çevreden uzak durmak, kötü ahlâklı kişilerle arkadaşlık etmemek kişiyi hem dünyada ve hem de ukbada selâmette kılar.

Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

"Bizi anmaktan yüz çeviren ve dünya hayatını isteyen kimselerden uzak ol." (Necm/29)

Allah Teâla’ya kulluk etmekten, ona ibadet ve taatta bulunmaktan yüz çeviren, Rabbini zikretmeyen, mal, makam, şöhret düşkünü dünyaya hâris, ahireti unutan kişilerle arkadaşlık etmek, zehirli bir yılanla koyun koyuna yatmak gibidir.

Muhammed Bakır, oğlu Cafer-i Sadık’a şu beş kişi ile arkadaşlık etmemesini öğütlemiştir:

1- Fasıkla: Tamah ettiği bir lokmaya seni satar.

2- Cimri ile: Yoksul olduğun zaman seni terk eder.

3- Yalancı ile: Çöldeki serap gibidir. Yakınında iken uzak, uzakta iken yakın gözükür.

4- Ahmakla: İyilik edeyim derken kötülük eder.

5- Akraba ile alakasını kesen kişi ile.

Arkadaşlık ilişkileri yalnız Allah rızası için olmalıdır. Dünyevî maslahatlarla, geçici menfaatlarla kurulan arkadaşlık kısa bir zaman içinde dargınlığa, düşmanlığa dönüşebilir. Allah için, İslamî değerler ve ölçüler çerçevesinde gerçekleşen arkadaşlık ilişkileri ise zaman zaman gevşemeler olsa bile, asla kopma noktasına gelmez, adavete yol açmaz. Allah için kurulan dostluk ve kardeşliğin indallah makbuliyetini ve yüksek derecesini şu hadis-i şerif en beliğ bir şekilde açıklamaktadır:

"Bir kişi, başka bir kasabada bulunan arkadaşını ziyaret etmek için yola çıktı. Allah Teâlâ ona bir meleği gözcü olarak gönderdi. Melek ona nereye gidiyorsun? diye sordu.

- Şu kasabadaki arkadaşıma.

- Ondan beklediğin bir menfaat mi var?

- Hayır, onu sadece Allah için sevdiğimden.

- Ben Allah’ın sana gönderdiği bir elçiyim. Bilesin ki onu Allah için sevdiğinden dolayı Allah da seni sevmiştir, dedi." (Müslim)

Görüldüğü gibi Allah için arkadaşlık yapmak ziyaretleşmek, Allah için sevmek kişiye ne büyük bir huzur, saadet ve mutluluk bahşediyor. Her Müslümanın en büyük arzusu olan, Allah sevgisine kavuşturuyor.

Arkadaşlık ilişkilerinde, kişi arkadaşını kendi yerine koymalıdır. Yani kendisi için beğenip sevdiği şeyleri dost ve arkadaş edindiği kişi için de beğenmeli, lâyık görmelidir. Arkadaşını kendisine tercih etmek ise arkadaşlık ilişkilerinin en yüksek mertebesidir. İsar denilen bu husus insanî ve İslamî büyük bir meziyettir. Bencilliğin, nefsâniliğin körelip, diğergamlığın yüceldiği bir güzel ahlâktır. Böyle kişi fenâfilihvan yani kardeşinin sevgisinde fâni olma derecesine yükselir ki, bu daha yüce manevî makamlara çıkmanın ilk basamağını teşkil eder.

Kişi arkadaş edindiği kimseye karşı çok samimi olmalıdır. Onun düşünce ve fikirlerine saygı göstermeli, yanlış düşünce ve fikirleri varsa onları yine aynı samimi duygular içerisinde düzeltmeye çalışmalıdır. Onu önemsediğini, ciddiye aldığını, çok içten bir sevgi duyduğunu, sırdaş olduğunu hissettirmelidir. Hatta yeri geldiğinde bunu sözlü olarak ifade etmelidir.

Bu hususta Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır:

"Sizden biriniz kardeşini sevdiği zaman bunu ona bildirsin." (Tirmizi)

Arkadaşlar arasında  dikkat edilmesi gereken pek çok âdâb vardır. Onlardan bir kısmı şunlardır:

1- Bildiklerini öğretmek:

Kişi asgaride, zarurî olan dinî ve dünyevî bilgileri arkadaşına öğretmeye gayret etmelidir. Daha fazlasını, yani zarurî bilgilerin dışındaki bilgileri de öğretirse nûrun alâ nûr olur. Aralarında arkadaşlık tesis eden kişilerden hiçbirisi birbirlerine öğretecek derecede bir bilgiye sahip değillerse bilen kişilerden öğrenmek için birbirlerini teşvik etmelidir. Muhakkak asgaride bilmeleri gereken bilgileri elde etmelidirler. Cehalet bütün kötülüklerin anasıdır. Dolayısıyla bilgisiz kişilerin iyi bir arkadaşlık kurup devam ettirmeleri zordur. Bu gibi kişiler kısa bir zaman içinde arkadaşlık münasebetlerini kesiyor ve hatta düşman hale geliyorlar.

İlim öğrenip, öğrendiği  ilmi başkalarına öğretmenin, para, mal, mülkle yapılan sadakadan daha efdal olduğunu Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin mübarek hadislerinden öğreniyoruz. Sadakaya en lâyık, olan elbette kişinin en yakını olan ihtiyaç sahipleridir. Allah için arkadaş olduğumuz bir kişi en yakınlarımızdan biri olduğuna göre, bildiklerimizi arkadaşımıza seve seve, aşkla, şevkle öğretmemiz bir kardeşlik vazifesidir.

2- Hayır nasihatta bulunmak:

Hayır nasihatte bulunmak, kişilere ve toplumlara, iyi, doğru şeyler yapmayı öğütlemek her Müslümanın vazifeleri cümlesindendir. Dolayısıyla kişinin bir çok şeyleri paylaştığı arkadaşına hayır nasihatte bulunması en tabii vazifesidir. Dinin nasihat olduğunu Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin hayatbahş sözlerinden öğreniyoruz.

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır:

“Şüphe yok ki din nasihattır. Kime Ya Rasûlallah diye sorulduğunda, şöyle buyurdu: Allah’a, Kitabına, Rasûlüne, Müslümanların liderlerine ve tüm Müslümanlara  karşı.” (Müslim)

Yani Allah Teâlâ’ya itaat, Kur’an’ın ahkâmına ittiba, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetine sülûk etmek, Müslümanların yöneticilerine hakkı söylemek, diğer Müslümanlara bilmediklerini öğretmektir.

Cerir bin Abdullah radıyallahu anh şöyle rivaye etti:

“Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem’e gelerek, Ya Rasûlallah! Sana İslam üzere biat ediyorum, dedim. Bunun üzerine bana: Her Müslümana nasihat etmemi şart koştu.” (Buhari, Müslim)

Nice kötülükler bilge insanların, gönül erlerinin hayır öğütleri ile yok olmuş, nice kötü iş yapan, kötülüğü adeta meslek haline getiren kişiler ıslah-ı nefs edip salih, sadık insanlar olmuşlardır. O bakımdan arkadaşlık eden kişiler birbirlerine sürekli hayır nasihatte bulunmalı, birbirlerini hayra, iyiliğe kılavuzlamalı, bu hususta birbirlerine destek olmalıdırlar. Bir kısım insanlar arkadaşının darılacağını, küseceğini veya yanlış bir davranışta bulunacağını düşünerek bu vazifesini ihmal etmektedir. Bu yanlış bir davranıştır. Arkadaşa karşı yapılan bir haksızlıktır. Eskiler "Dost acı söyler." demişlerdir. İlk anda yapılan nasihatler acı gelse de zamanla onun ne büyük bir nimet olduğu anlaşılacak ve hayır dualara vesile olacaktır.

3- İyiliği emretmek, kötülükten menetmek:

İnsan zaman zaman hata eder. İyilik yapmakta tembellik edip, bir kısım kötülükleri irtikap eder. Böyle bir durumda, ne yapılacaktır? Neme lâzım deyip karışılmayacak mı?  Yoksa müdahale edip iyiliği emir, kötülükten men mi edilecektir? Elbette ikincisi yapılacak. Hem de en etkin bir şekilde. İyilik yapıp, kötülükten vazgeçene kadar...

Bu hususta Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

"Siz insanların iyiliği için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten men eder ve Allah’a inanırsınız..." (Âl-i İmran-110)

Demek oluyor ki hayırlı ümmet olmanın en belirgin vasfı iyiliği emir, kötülükten men etmektir. Gözü görmeyen bir insan düşünün, yolda yürürken bir uçurumun başına gelmiş, uçuruma yuvarlanmak üzeredir. Siz de yanında bulunuyorsunuz. Bu durumda elinden tutup uçurumun başından çeker misiniz? Yoksa seyirci kalıp, uçuruma yuvarlanarak yok olmasını mı istersiniz? Elbette birincisini yaparsınız. Ve onu helak olmaktan kurtarırsınız.

Bir kişi, arkadaşının yapmış olduğu kötülüklere, isyan ve tuğyana göz yumar, onu ikaz etmez, iyilikleri emredip, kötülüklerden nehyetmez, dolayısıyla arkadaşının ateşe müstehak olmasına seyirci kalırsa, bir âmâya yardım etmeyip uçuruma yuvarlanarak, helak olmasına seyirci kalmaktan daha dehşet verici bir vurdumduymazlık, bir nemelazımcılıktır.

İyiliği emir, kötülükten menetmek hususunda pek çok hadis-i şerif varid olmuştur. Onlardan bir kısmı şöyledir:

“İçinizden her kim, kötü bir şey görürse, onu eliyle değiştirsin. Buna gücü yetmezse diliyle değiştirsin. Buna da gücü yetmezse ona kalbiyle buğzetsin. Bu imanın en zayıf noktasıdır.” (Müslim)

“İsrailoğullarının başına gelen ilk zaaf şöyle başladı: Bir kişi, zalim bir kişi ile karşılaşırdı ve ona: Allah’tan kork, yaptığın bu kötü hareketi bırak. Çünkü bunu yapman helal değildir, derdi. Ertesi gün onunla tekrar buluştuğu zaman, onda bir değişiklik görmediği halde onunla beraber oturur, yer, içerdi. Böyle yapmaya başlayınca Allah kalblerini birbirine benzeterek kararttı. Sonra şöyle buyurdu: İsrailoğullarından kâfir olanlar Davud’un diliyle lânetlendiler... ayetini, onlardan çoğu yoldan çıkmışlardır, kısmına kadar okudu. (Maide/78) Sonra şöyle buyurdu: Vallahi ya iyiliği emredip, kötülükten alıkoyacaksınız, ya da zalimin elinden tutup tam anlamıyla onu hakka çevireceksiniz. Haktan ayrılmamasını temin edeceksiniz. Yâhut Allah bazılarınızın kalblerini bazılarınızın (günahkârların) kalblerine benzeterek, Yahudileri lânetlediği gibi sizi de lânetleyecektir.” (Ebu Davud)

“İçlerinde masiyet işleyen bir adam bulunup da, onu önlemeye muktedir oldukları halde önlemezlerse, mutlaka Allah onları ölümlerinden önce, onun yüzünden cezalandırır.” (Ebu Davud)

“Nefsim elinde olan Allah’a yemin ederim ki, ya iyiliği emredip kötülükten alıkoyacaksınız, ya da Allah kendi katından bir azab göndecektir sonra ona yalvaracaksınız da duanızı kabul etmeyecektir.” (Tirmizi)

“Delikanlılarınız yoldan çıktıkları, kadınlarınız azdıkları zaman haliniz nice olur? Dediler ki:

- Ya Rasûlallah! Bu olacak mı?

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:

- Evet. Hem de çok şiddetli, buyurdu.

Yine:

- İyiliği emretmediğimiz, kötülükten alıkoymadığımız zaman hâliniz nice olur? buyurdu.

- Ya Rasûlallah! Bu da olacak mı? dediler.

- Evet, hem de çok şiddetli, buyurdu.

- Kötülüğü emredip, iyilikten alıkoyduğunuz zaman hâliniz nice olur? buyurdu.

- Ya Rasûlallah! Bu da olacak mı? dediler.

- Evet, hem de çok şiddetli, buyurdu. Sonra yine:

- İyiyi kötü, kötüyü iyi gördüğünüzde hâliniz nice olur? buyurdu” (Taberâni - Heysemî - Deylemî)

Arkadaşlık yaptığın kişinin itikadî, amelî, ahlâkî yönden yaptığı yanlışları, hataları, günahları görmezlikten gelip, onu ikaz etmez, yaptığı kötülüklerden men etmezseniz arkadaşınıza yapabileceğiniz en büyük kötülüğü yapmış olursunuz. Şayet yaptığı kötülükler imanına zarar verecek noktada ise arkadaşınızın ebediyen cehennemde kalmasına sebep olmuş olursunuz. Bir kimse için bundan daha büyük kötülük düşünülebilir mi? Arkadaşını gerçekten seven, onun hep iyilik yapması, iyi insan olması, kötülüklerden sakınması, yapmakta olduğu kötülükler varsa vazgeçmesi için çalışır, gayret eder. Böyle durumlarda onu terk edip, nefsi ile başbaşa bırakmaz. Bilâkis daha fazla ilgilenerek ona yardımcı olur. "Kara gün dostu."  vasfını kazanmak için elinden geleni yapar.

4- Yardımlaşmak:

Arkadaşlar arası yardımlaşmak arkadaşlığın olmazsa olmaz şartlarından ve âdâbındandır.

Yardımlaşmak ülfet ve muhabbetin artmasına vesile olur. Kaldı ki İslam dini, Mü’minlerin karşılıklı yardımlaşmalarını emretmekte ve İsâr yapanları yani arkadaşını kendi nefsine tercih edenleri medh-ü sena etmektedir.

Bu hususta Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

"Daha önceden Medine’yi yurt edinmiş ve gönüllerine imanı yerleştirmiş olan kimseler, kendilerine hicret edip gelenleri severler ve onlara verilenler karşısında içlerinde bir kaygı duymazlar. Kendileri zarûret içinde bulunanlar bile onları kendilerine tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa işte onlar kurtuluşa erenlerdir." (Haşr-9)

Kişi imkanı nispetinde arkadaşının her türlü ihtiyacına cevap verecek şekilde yardımcı olmalıdır. Evinde, ticaretinde, insanlar ile olan ihtilaflarında, borçlarının ödenmesinde, alacaklarının tahsilinde, aile içi anlaşmazlıklarda hülâsa her hususta arkadaşının yanında bulunmalı, ona destek olmalıdır. Arkadaşı sıkıntı içinde, çeşitli olumsuzluklarla mücadele ederken, bunalımlar yaşarken ona yardım elini uzatmamak kabul edilir bir davranış değildir. Vefakâr olmak, Müslümanın en güzel vasıflarından biridir. Kişi her halükârda arkadaşına karşı vefakâr olmalı, darlıkta da, bollukta da, refahta da, sıkıntılarda da hep arkadaşının yanında olmalı, ona moral vermelidir. Yalnız olmadığı, terkedilmediği gösterilmelidir. Bir kimse için en büyük azap, dostları, tanıdıkları arasında yaşayıp da terkedilip yalnızlığa itilmesidir.

Müslümanların karşılıklı olarak yardımlaşmaları dinî bir vecibedir. Bu özelliğini kaybetmiş fert ve toplumlarda hayır yoktur.

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır:

“Zalim olsun, mazlum olsun kardeşine yardım et. Bunun üzerine bir adam şöyle dedi: Müslümanlara yardım ederim, fakat zalime nasıl yardım edeyim? Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: Zalimi zulmünden alıkoymakla ona yardım edersin. Çünkü onu zülümden menetmek ona yardım sayılır.” (Buhari)

“Kim bir Müslümanın dünya sıkıntılarından bir sıkıntısını giderirse Allah da onun kıyamet sıkıntılarından bir sıkıntısını giderir. Kim güç durumda olan bir Müslümana kolaylık sağlarsa, Allah ona hem dünyada hemde ahirette kolaylık ihsan eder. Kim bir Müslümanın ayıbını örterse, Allah’da onun dünya ve ahiret ayıplarını örter. Kişi kardeşinin yardımında oldukça, Allah da onun yardımında olur.” (Müslim)

İnsanlar çeşit çeşit imkanlara sahiptir. Kimi zengindir. Büyük maddi imkanlara sahiptir. Kimi âlimdir. İlim, irfan sahibidir. Kimi vücut bakımından güçlü, kuvvetlidir. Kimisi tatlı sözlü, güler yüzlüdür. Kimisi fakirdir, kanaatkârdır, sabırlıdır. Kimsenin malında, mülkünde gözü yoktur.

Müslümanlar sahip oldukları bu imkanları, güç yetirdiklerini Müslümanların hizmetine arz etmelidirler. Hizmetin, yardımın azı, çoğu olmaz. Yeter ki bu yardımlar, bu hizmetler Allah rızası için yapılmış olsun. Bazen öyle olur ki, küçük bir yardım, küçük bir hizmet insanın dünya ve ukbada kurtuluşuna sebep olabilir.

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır:

“Biriniz yapacağı en küçük iyiliği bile asla hakir görmesin. Yapacak hiçbir şey bulamazsa, kardeşini güler yüzle karşılasın. Bir et satın alırsan ya da bir tencere kaynatırsan suyunu çok katıp ondan komşuna ikram et.” (Tirmizi)

Birkaç arkadaşla merhum Nureddin Topçu’yu ziyarete gitmiştik. Evinde yalnız başına oturuyordu. İzmir’de öğretmenlik yaparken başından geçen bir hâdiseyi şöyle anlatmıştı:

“Yazdığım bir yazıdan dolayı, takibata uğradım. (Yanlış hatırlamıyorsam) açığa alındım. Bu arada maddi sıkıntım da had safhaya ulaştı, herhangi bir çay bahçesine veya bir toplantı salonuna varsam, eski tanıdıklar, arkadaşlar görmezlikten geliyor, biraz sonra da orayı terk ediyorlardı. Hiç kimse kapımı çalmıyor, benimle görüşmüyordu. Mecbur kalıp bir araya gelince de en kısa zamanda yanımdan ayrılıyorlardı. Bir gün çok iyi bir dostumun, bir arkadaşımın kapısını çalmaya, ihtiyacımı söylemeye, derdimi anlatmaya mecbur kaldım. Arkadaşım gelenin ben olduğumu görünce  kapıyı açmadı ve pencereden sarktı, durumu öğrenip bir sepet içine bir miktar para koyarak iple aşağıya sarkıttı ve bir daha evine gelmemem için ricada bulundu.”

Bu hadise o dönemin zulüm ve baskısını gösterdiği gibi, insanların vefasızlığını ve tanıdıklar, arkadaşlar arasında yaşarken, terkedilmişliğin müthiş azabını da dillendirmektedir. Merhum Nureddin Topçu hadiseyi anlatırken gözleri yaşarıyor ve o günlerin acısını yeniden yaşıyor gibiydi.

Sanki şair şu dörtlüğü böyle haller için yazmış gibidir:

"Uçun kuşlar uçun burda vefa yok.

Öyle akar sular, öyle hava yok.

Feryadıma karşı aksi seda yok.

Bu yangın yerinde soğuk kül vardır."

Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, zamanımızda kara gün dostu vasfını taşıyanlar azın azıdır. Çoğunluk iyi gün dostudur. Sebep, kişilerin ve toplumların İslâmî değerlerden uzaklaşması, dünyevileşmesi, geçici dünya çıkarlarını ebedi âhiret menfaatlerine tercih etmeleridir. Geliniz nefsimizle hesaplaşalım, bu kötü gidişata dur deyip, kara gün dostlukları kuralım. Şahsiyetsiz, kimliksiz, İslâmsız bir yaşantının kişi ve toplumlar için büyük bir felâket olduğunu idrak edelim.

Abdulkâdir Geylani hazretlerinin şu diriltici ikazlarına kulak verelim:

"Ne oldu size! Sanki hiç ölmeyeceksiniz. Halinizden öyle anlaşılıyor. Sanki kıyamet günü dirilip huzura çıkmayacaksınız, hesap vermeyeceksiniz. Sırat köprüsünü hiç görmeyeceksiniz. Bu nasıl düşünce. Bu nice inanç. Bu halinize bakmadan iman ve İslâm dâvası için iddialar yapıyorsunuz. Yazıklar olsun size. Halinizi düzeltiniz. Yoksa batarsınız. İşte Kur’an... Bilgi sizde yok oldu. Onunla amel etmezseniz, kıyamet günü aleyhinize şahitlik eder. Alimlerin yanına gidip öğütlerini tutmaz, sözlerini dinlemezseniz öbür âlemde hâliniz ne olacak... Bir ilim adamının yanına gider sözlerini dinlemezseniz, Peygamber öğüdünü dinlememiş gibi hata etmiş olursunuz...

Evlat! Uyan başkası dürtmeden, kendiliğinden uyan. Acıyı görmeden gözlerini aç. Din sahibi ol! Dindar kişilerle bulun, insan onlardır. Akıllı onlara denir. İnsanların en üstünü ve aklı toplu olanı Allah’a uyandır. En cahili ve aklı perişan olanı ise ona isyan bayrağı çekendir, bunu böylece bilesin... Evlat cahillerle sohbet ediyorsun. İyi etmiyorsun. Onların hali seni de sarar. Onlara uyarsan kurtulman kolay olmaz. Ahmakla düşüp kalkan ahmak olur. Allah’a tam inanan kimselerle berâber ol. Bilen ve bildiği ile amel edenleri ara bul."

 5- Ailesini görüp gözetmek, ırz ve namusunu korumak:

Kişi arkadaşının ailesini, kendi ailesi gibi gözetmeli ırz ve namusunu korumak için elinden geleni yapmalıdır. Selef-i salihin bu hususta destanî örnekler sergilemişlerdir.

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır:

"Irzının çiğnendiği, şahsiyetine sataşıldığı bir yerde Müslümanın yardımına koşmayan bir kimseye, yardım istediği bir yerde Allah yardım etmez. Irzına sataşıldığı ve şahsiyetinin çiğnendiği bir yerde Müslümanın yardımına koşana gerektiği yerde Allah yardım eder." (Ebu Davud)

İnsan dini için, namusu için yaşar. İnancını kaybetmiş, namus duygusunu yitirmiş kişi ve toplumlar neye yarar? Yemek ve içmekten, şehevânî arzularını, behimî isteklerini yerine getirmekten ibaret olan bir yaşantı hayat değildir. Onun için Müslüman kişi hem kendi inancını ve namusunu hem de akraba, eş dost, arkadaş ve tüm Müslümanların din ve namusunu, ırzını korumayı kendisine şiar edinmedikçe ve bu hususta gereğini yerine getirmedikçe kulluk vazifesini yapmış sayılmaz.

 Bir tanıdık anlatmıştı: Birinci Cihan Savaşı yıllarında genç bir delikanlı askere alınır. Yaşlı bir annesi, genç bir hanımı ve küçük bir çocuğu vardır. Bunları emanet edecek yakın bir akrabası olmadığından baba dostu komşusuna varır, anne, hanım ve çocuğunu ona emanet eder. Baba dostu komşusu yaşlı zat seve seve bu vazifeyi yüklenir.

Uzun savaş yılları bitmek tükenmek bilmez. Gencin askerlik yılları uzadıkça uzar. Bu arada yaşlı baba dostu, ailenin bütün maddi ihtiyaçlarını karşılar. Küçük çocuğun terbiyesi ile meşgul olur. Genç geline her hangi bir tasallut olmaması için göz kulak olur. Hatta geceleri evin etrafını dolaşır, kontrol eder. Bu durum gencin askerden dönmesine kadar böyle devam eder. Genç  askerden gelince, bu yaşlı zât Allah Teâlâ’ya hamd-ü senalar eder. Kendisine emanet edilen bu üç cana hiç bir zarar gelmeden vazifesini yaptığı için Rabbine şükreder. Gence, evladım hoş geldin, sefalar getirdin. Din için, vatan için, bizim için nice sıkıntılara katlandın. Şu anda ailene kavuştun. Benim üzerimden çok ağır ve mesuliyetli bir yükü almış oldun, der. İşte eskiler böyle dostluklar, böyle arkadaşlıklar ve komşuluklar kurmuşlardı. Onlar emin insanlardı. Arkadaşının, komşunun, din kardeşinin ve hatta gayri müslim komşularının bile ırz ve namuslarını kendi namusları bilir, onları kendi aileleri, kızları, gelinleri gibi görür ve korurlardı.

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin şu buyruğu onlar için bir hayat tarzı olmuştu.

"Müslüman Müslümanların elinden ve dilinden emin olduğu kimsedir. Mü’min Mü’minlerin canlarını ve mallarını emniyet ettiği kimsedir. Muhacir ise kötülüğü terk edip bir daha ona yaklaşmayan kimsedir." (Buhari, Müslim)

İtimadın, emniyetin, sadakatın, karşılıklı sevgi ve saygının bulunduğu toplumlar huzur ve saadet toplumlarıdır. Onlar daha dünyada iken cennetî bir hayat yaşamaktadır.

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır:

“Kim Müslüman kardeşinin ırz ve şahsiyetini korursa, Allah da kıyamet gününde onun yüzünü cehennem ateşinden uzak tutar.” (Tirmizi)

Müslüman Müslümanın kardeşidir. Onlar bir vücudun azaları gibidirler. Din kardeşliği kan kardeşliğinden daha ileri bir kardeşliktir. İki Müslüman din kardeşliklerini pekiştirmek, iyi bir kul, iyi bir Müslüman olmak, bu hususta birbirlerine yardımcı olmak için çok samimi dostluklar kurmuşlarsa, bu dostluğun hakkını vermelidirler.

Allah için dost olan, arkadaş olan bir kişi için, din kardeşinin, iffeti, namusu, ailesi, malı, kendi iffeti, namusu, ailesi ve malı mesabesindedir. Hakiki dost, dostun sevincine, hüznüne iştirak eden kişidir.

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır:

“Mü’minler birbirlerini sevmekte, birbirlerine merhamette, birbirlerine şefkat göstermekte tek vücut gibidir. Vücudun bir organı rahatsız oluyorsa, diğer organları da acı çekip uykusuz kalır.” (Buhari, Müslim)

 6- Gıyabında müdafaa etmek:

Bir Müslümanın başka bir Müslümanı gıyabında müdafaa etmesi onun dinde samimiyetini, kardeşlikte ihlasını gösterir. Nitekim gıyabî yapılan duaların indallah müstecab olacağı Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in bize ulaşan mübarek kelamlarındandır.

Zamanımızda fitne çoğalmış, insanlar dedikodu, gıybet yapmaktan, hatta iftira etmekten çekinmez hale gelmiştir. Öyle ki iki insan bir araya gelince bir başka insan çekiştiriliyor, aleyhinde olmadık sözler söyleniyor ve bundan da bir nevi haz alıyorlar. Bir Müslüman böyle dedikodu meclislerinde bulunmamalıdır. Şayet bulunmuşsa orada bu gibi lakırdılara, dedikodulara fırsat vermemelidir. Buna gücü yetmezse o meclisi hemen terk etmelidir. Böyle bir mecliste arkadaşı çekiştiriliyor, onun bulunmadığı bir yerde aleyhinde dedikodu yapılıyor, iftira ediliyorsa, arkadaşlığının icabı kardeşini müdafaa etmek, dedikoducuyu susturup, fitneye fırsat vermemektir. Bir kimse arkadaşının aleyhinde konuşulan, iftira edilen bir mecliste bulunur da bu konuşmalara şu veya bu bahanelerle müdahale etmezse böyle bir kişi arkadaşlık yapmaya lâyık değildir. Dedikoducuların önü kesilmez, yaptığı yalan yanlış sözlere müdahale edilmezse, bu gibi kişiler cesaretlenir, her bulunduğu mecliste dedikodu, gıybet ve iftiralarına devam eder, böylece fitne ve fesat yayılmış, Müslümanlar arasındaki birlik beraberlik, muhabbet darbelenmiş olur ki buna da, o meclislerde bulunup da dedikoduculara mani olmayan kimseler sebep olmuş, dolayısıyla dedikoducunun günahına iştirak etmiş olurlar.

 7- Derdiyle dertlenmek, sevinciyle sevinmek:

Arkadaşlar ikiz kardeş gibi olmalıdırlar. Onlar nasıl birinin hissettiği acıyı veya sevinci aynı şekilde hissediyorlarsa, birbirleri ile Allah için dost ve arkadaş olanlar da aynı özellikleri taşımalıdırlar. Arkadaşının başına bir musibet gelince, bir darlık gelince onun yanında ona teselli kaynağı olmalı, ona ümit ve moral vermelidir. Keza onu mutlu eden durumlarda da yanında bulunmalı, mutluluğunu, sevincini paylaşmalıdır. Çünkü insan yaratılışı icabı hem acılarını, hem mutluluklarını paylaşmak ister. Bu sebepten hasta ziyaretleri, taziyeler, düğün, nişan merasimleri, doğumlar, Hac ve umre yapanları, askere gidip gelenleri ziyaretler, trafik kazaları, yangınlar, depremler benzeri acıları ve mutlulukları paylaşmak bizim kültürümüzün, medeniyetimizin, inancımızın topluma hayat veren özelliklerindendir. Bu hususlar arkadaşlar arasında en üst seviyede hayata geçirilmelidir. Çünkü bunlar dostluğun pekişmesine, arkadaşlığın koyulaşmasına, muhabbetin artmasına vesile olur.

Bu hassasiyeti elde etmek ve korumak gerekir. Her şeyin iğreti ve geçici dünya çıkarlarına göre değerlendirildiği zamanımızda bu hassasiyetlere sahip olmaya, bu hassasiyete sahip kişilerin etkinliğinin olduğu bir toplum oluşturmaya ne kadar muhtacız. İçten dostluklar, garazsız, ivazsız arkadaşlıklar, her hususta emin olunacak insanlar... Ne kadar hasret kaldık bu güzelliklere, bu özelliklere. Ah samimiyet! Ah ihlas! Ah hakiki dostluk!..

 8- Hata ve kusurlarını affetmek:

Affetmek mekarim-i ahlâkın en büyüklerindendir.

Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

"O takva sahipleridir ki, bollukta da, darlıkta da Allah için harcarlar, öfkelerini yutarlar ve insanları affederler. Allah da güzel davranışta bulunanları sever." (Al-i İmran/134)

Her insan hata eder. Hata etmek beşeriyet muktezasıdır. O bakımdan arkadaşlık yapan kişiler daha çok bir arada bulunduklarından, birbirlerinin bir çok işlerine vakıf olduklarından yaptıkları hatalara da daha çok muttali olurlar. Bu hataların bir kısmı din ile ilgili olur ki hiç kimsenin bunu affetme yetkisi yoktur. Mesela: Bir insan namaz kılmasa, oruç tutmasa veya içki içip kumar oynasa bu hatalarını ancak Allah affeder. Arkadaşa düşen vazife ise, onu ikaz etmek, nasihat etmek, tevbe ve istiğfar etmesini sağlamaya çalışmaktır. Ancak kişi arkadaşının kendisine karşı yapmış olduğu hata ve kusurları affetmelidir.

Bu hususta Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır:

"Allah insanların kusurlarını affeden bir kişinin ancak izzet ve şerefini artırır." (Müslim)

Demek oluyor ki affetmek bir acziyet değil bilakis büyük bir meziyettir. Arkadaşlar arası, insanlar arası sevgi ve muhabbetin  artmasına büyük bir vesiledir. Zamanımızda ölçüler değişti. İnsanlar ben merkezli düşünmeyi, hareket etmeyi ön plana çıkardı. Onun için kişilerin dini yönden hata ve kusurlarını hoş görürken, şahsına karşı yapılan hataları hiç affetmiyor. Neticede arkadaşlık, dostluk münasebetleri bozuluyor. Burûdetler, adavetler bütün değer ölçülerini tahrip ediyor. Halbuki Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ve onun kutlu yolunu takip edenler böyle değillerdi.

Hz. Aişe radıyallahu anha: "Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şahsı için asla intikam almazdı (affederdi). Allah’ın haram kıldıklarının hiçe sayılması müstesna. O zaman Allah için intikam alırdı." buyurmaktadır. (Buhari-Müslim)

 9- Kaldıramayacağı yük yüklememek:

Kişi arkadaşının, fedakârlığını, cefakârlığını asla istismar etmemeli, ona kaldıramayacağı külfetli işler yüklememeli, onu sıkıntıya sokacak tekliflerde bulunmamalıdır. Maalesef bu çeşit davranışlarda bulunan, arkadaşının samimiyetini, iyi duygularını istismar eden kişilere sık sık rastlanmaktadır. Kendi rahatı için arkadaşının huzurunu bozan kişiler, samimi arkadaşlık ve dostluğa lâyık değillerdir. Elbette arkadaşlar arasında fedakârlıklar yapılacak, gerektiğinde ekmeklerini bölüşüp yiyecekler, zorlukları, sıkıntıları beraberce göğüslemeye çalışacaklardır. Burada işaret edilmeye çalışılan husus bu fedakârlıkların istismar edilmemesi, gücünün yetmeyeceği şeyler istenmemesidir.

Ehl-i hikmetten bir zat: "Külfeti olmayan kişinin ülfeti devamlı olur. Yükü hafif olanın sevgisi sürekli olur." demiştir.

 10- Düşmanları ile dostluk yapmamak:

Kişi, arkadaş edindiği bir kimsenin düşmanları ile dostluk kurmamalıdır. Çünkü bu durum arkadaşlar arasında şüphelere, itimatsızlıklara yol açar. Herhangi bir meselede işin içine şüphe girdiği zaman, artık orayı samimiyet, muhabbet terk eder. Ülfet, burûdete dönüşür. Ancak şahsiyetli, güvenilir bir arkadaşın, arkadaşının düşmanları ile temas etmesi, görüşmesi, (dostluk bağları kurmamak şartıyla) kınanacak bir davranış değildir. Bilâkis bazı hususlarda faydalı da olur. Meselâ; arkadaşı aleyhinde düşünülen kötülükleri, tevlit edecek zararları önlemeye çalışır. Aradaki düşmanlıkları azaltır. Düşmanlıkları körükleyen ikinci, üçüncü şahısların fitne ve fesadına mani olur. Belki de düşmanlıkların bitmesine vesile olabilir.

 11- Akraba ve yakınlarını gözetmek:

Bir kimse sadece arkadaşlık yaptığı kişilerle değil onların akraba ve yakınları ile de çok iyi ilişkiler kurmaya çalışmalı, onların zaman zaman ziyaretlerinde bulunmalı, hal ve hatırlarını sormalıdır. Bu da arkadaşlık âdâbındandır. Bir yere  seyahat edildiğinde, orada arkadaşlarımızın varsa akraba ve yakınlarını ziyaret etmek, onların durumları hakkında arkadaşımıza bilgi vermek çok müessir bir davranış olur. Böylece arkadaşın kalbi kazanılmış, sevgi ve itimadın artmasına vesile olunmuş olur. Hatta arkadaşımız öldükten sonra da onun aile efradı, akraba ve yakınları ile ilgilenmek, onların maddî, manevî ihtiyaçlarını karşılamak, dertleri ile dertlenmek çok mühim bir vazifedir, bir vefa borcudur.  Gerçek arkadaşlık ve dostluk devamlı ve sürekli olandır. Mezara kadar devam edendir.

Arkadaş olmak, dost olmak kuru bir heves değil bir akittir. Dostlar birbirinin hata ve kusurlarına katlanarak, birbirlerine destek olarak, yapılan hatalardan dolayı birbirlerini terk etmeden, hayır nasihatler, iyiliği emir, kötülüklerden men ederek, bazen tatlı, bazen acı konuşarak ve fakat neticede birbirlerini affederek, hoş karşılayarak arkadaşlığı sürdürmeli, dostluk bağlarını mezara kadar koparmadan devam ettirmelidir. "Dost kusursuz olmaz. Kusursuz dost arayan dostsuz kalır." atasözü sık sık hatırlanmalıdır.

 12- Sırrını ifşâ etmemek:

Sır saklamak, sırrı ifşa etmemek gerekir. Yukarıda da ifade edildiği gibi, arkadaşlık yapan kişiler, diğer kişilerin muttali olamayacağı bir çok sırlarına muttali olurlar. Aralarındaki dostluk bağı, muhabbet ve itimat, en yakınlarına bile söylemedikleri, şeyleri birbirine açmalarına sebep olur. Bu husus asla istismar edilmemelidir. Müslüman olmanın gereği, arkadaşlık ve dostluk bitse bile sırlar asla ifşâ edilmemelidir. Kâmil insan, gerçek Müslüman kendisine tevdi edilen sırların kabri gibidir, o sırlar kendisi ile mezara kadar gitmelidir. Ancak sırrı tevdi eden kişi: "Artık o mesele sır olmaktan çıktı, ifşa edebilirsin." diye müsaade ederse o takdirde gerektiği zaman ifşa edilebilir. Bu konuda da zamanımız insanı sınıfta kalmaktadır. En ufak dargınlıklar, küskünlükler yaşansa hemen sırlar ifşa ediliyor. Karşılıklı suçlamalar, ithamlar ve hatta iftiralar yapılıyor.

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır:

"Bir kişi konuştuğu zaman etrafına bakınırsa, o söz söyleyen kişi yanında bir emanettir." (Tirmizi)

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem çok önemli bir hususa işaret buyuruyorlar. Bir kişinin, konuşulanın sır olduğunu, aralarında kalması gerektiğini söylemeden, şayet etrafına bakınarak konuşuyorsa, muhatabı bunun sır olduğunu anlaması ve muhafaza etmesi gerekmektedir. Müslüman basiret ve feraset sahibi kişidir. Bönlük Müslümana yakışmaz. Konuşan kişi bir de (bu sırdır) diye sözle teyit ediyorsa. Artık o kişinin müsaadesi olmadan ifşası asla caiz değildir. Gönül ehli en ufak bir işaretle hakikate muttali olur, maksadı anlar. Müslüman gönül ehli olmalıdır.

 13- Hata ve kusurlarını araştırmamak, muttali olduklarını setretmek:

Bu hususta Allah Teâla şöyle buyurmaktadır.

"Ey iman edenler! Zandan çokça kaçının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurunu araştırmayın. Biriniz diğerinizi arkasından çekiştirmesin. Biriniz ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz. O halde Allah’tan korkun.

Şüphesiz Allah, tevbeyi çok kabul edendir, çok esirgeyicidir." (Hucurat/12)

Arkadaşlar arasında kusur araştırmak, şahit olduğu hata ve kusurları ifşa edip, yaymak çok çirkin bir davranıştır. Müslüman bir kişinin yapmış olduğu hata, işlediği günah başka bir Müslümana veya topluma zarar vermediği müddetçe onu ifşa etmek caiz değildir.

Ancak o kişi gizlice ikaz edilmeli, yaptığı kötülükten men edilmelidir. Arkadaşlar birbirini  setreden bir libas gibidir.

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır:

"Kimseyi gözetlemeyiniz. Hiç kimseyi tecessüs etmeyiniz, birbirinizle alâkânızı kesmeyiniz, birbirinize sırt çevirmeyiniz. Ey Allah’ın kulları kardeşler olunuz." (Buhari-Müslim)

Din kardeşliğinin yanında, ayrıca aralarında arkadaşlık, dostluk kurmuş kişilerin, birbirlerinin hata ve kusurlarını araştırması düşünülemeyecek kadar kötü bir iştir. Dostluğa, arkadaşlığa sığmayan çirkin bir davranıştır.

Bu hususta Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır:

"Mü’min kardeşinin ayıplarını örten kişinin, Allah Teâla da dünya ve ahirette (ayıplarını) örter." (İbni Mace)

"Ey diliyle iman edip de, kalbine iman girmeyen kişiler! İnsanları çekiştirmeyiniz. Mahrem yerlerini, ayıplarını araştırmayınız. Çünkü kim Müslüman kardeşinin ayıplarını araştırırsa, Allah da onun ayıbını araştırır. Allah kimin ayıbını araştırırsa, evinin içinde dahi onu rezil eder." (Tirmizi)

İmam-ı Gazali, İhya’sında şöyle bir hâdiseden bahseder:

"Hz. Ömer radıyallahu anh geceleri sokakta dolaşır, etrafı kontrol ederdi. Bir evde şarkı söyleyen bir adamın sesini işitti. Habersizce duvardan içeri atladı. Adam içki içiyordu. Hz. Ömer radıyallahu anh dedi ki: Ey Allah düşmanı! Sen Allah’a isyan ettiğin halde, Allah’ın ayıplarını örteceğini mi zannettin? Adam şöyle cevap verdi: Ey emiral Mü’minin! Acele etme. Eğer ben bir hususta Allah’a isyan etmişsem, sen üç yerde Allah’a isyan ettin.

1- Allah Teâla: "Tecessüste bulunmayınız." (Hucurat/12) buyurduğu halde sen tecessüste bulundun.

2- "İyilik, evlere duvardan atlayarak girmek değildir." (Bakara/179) buyuruyor. Halbuki sen duvardan atladın.

3- "Kendinize ait olmayan evlere izinsiz girmeyiniz." (Nur/27) buyurdu. Sen izinsiz olarak, selam dahi vermeden evime girdin."

Bunun üzerine Hz. Ömer radıyallahu anh: "Şayet seni affedersem, ıslah-ı nefis etmen mümkün müdür?" dedi.  Adam da: "Allah’a yemin ederim ki eğer beni affedersen bir daha böyle bir şey asla yapmayacağım." diye söz verdi. Halife  o kişiyi affetti.”

Bu hadiseden alacağımız çok ibretler vardır. Tefekkür etmeli, nefsimizi hesaba çekmeli, insanların ayıpları ile meşgul olmaktan ziyade kendi kusur ve hatalarımızla meşgul olup, nefsimizi kötülüklerden arındırmaya çalışmalıyız.

 14- Dua etmek:

Kişi arkadaşınını hem gıyabına dua etmelidir. Hem de vicahi olarak yani yüzüne karşı dua etmelidir. Müslümanın hayatında duanın çok mühim bir yeri vardır. Ne yazık ki bir çok hususta olduğu gibi bu hususta da tekasül göstermekteyiz. Allah Teâla hiçbir ümmete bahşetmediği ihsan ve ikramları bu ümmete, Ümmet-i Muhammed sallallahu aleyhi ve selleme bahşetmiştir. Allah Teâlâ bizden dua etmemizi istiyor. Bu ne büyük bir mazhariyettir. Selef-i salihin hem kendileri, hem Ümmet-i Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem için seherlerde secdelere kapanarak, gözyaşları dökerek dua ederlerdi. İsyan eden, günah işleyen arkadaşları için gece gündüz yakarışta bulunurlardı. Onlar arkadaş ve dostlarını hata ve kusurlarından dolayı asla terk etmez, onlara hem nasihat eder, hem gönülden yakarışlarla içten dua ederlerdi.

Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

“Kullarım sana Ben’i sorduğu vakit, de ki: Ben her halde yakınım. Dua edenin duasını Ban’a dua ettiği anda işitir, ona karşılık veririm. O halde kullarım da benim davetime uysunlar ve Bana inansınlar. Umulur ki doğru yolu bulurlar.” (Bakara/186)

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Kişinin kardeşi için arkasından yaptığı dua geri çevrilmez." (Müslim) buyurmaktadır.

Öyleyse bir kimse gerek hayatta ve gerekse öldükten sonra arkadaşı için hayır duada bulunmalıdır. Çünkü Müslüman sadece hayatta değil öldükten sonra da duaya muhtaçtır.

Yapılan dua sadece dua yapılan kişiye değil, duayı yapana da fayda verir.

Nitekim Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır:

"Bir kişi arkadaşının arkasından gıyabi olarak dua ettiği zaman, (yanında bulunan) melek, aynısı sana da (olsun) der." (Müslim)

Demek oluyor ki bir kimse arkadaşı için, ana baba, akraba ve tüm Müslümanlar için ne kadar çok dua ederse, kendisi için de o kadar çok dua etmiş olur. Ne güzel bir ticaret!

RADYO  FANİDUNYA FM.
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap