UMUDUN ELLERİNDEN TUT
Kederini ve hüznünü sadece Allah’a arz eden Yusuflar vardır bilir misiniz? Kuyu ne kadar dipsiz olursa olsun, kuyudan daha derin Yusuflar vardır, iffetiyle yüreklere sultan olan.. “Beni kimlerin eline bıraktın?” nidasıyla çileli bir ömrün bittim noktasını yaşayan ve kutlu bir dava uğruna bedel ödeyerek Yesrib’ten Medine inşa eden bir Nebi’nin hüznünü yaşadınız mı hiç..?
Sen hiç Taif’te taşlandın mı ki her şeyden şikayet ediyorsun ey insan? Nuh gibi “Ben mağlup oldum, Sen yardımıma yetiş Rabbim” diye gönülden ve yalnız O’ndan istedin mi ki denizlerin ayağına gelmesini bekliyorsun? (54/10) Musa gibi direndin mi güç ve iktidarları uğruna inananlara zulmeden, çocukları öldüren çağın Firavunlarına karşı..?
Kuyular var derin.. Sınandığımız her şey kuyuda. Fakat Yakub’un gözlerden sakındığı Yusuf değiliz ki çıkaralım yitik değerlerimizi. İbrahim değiliz ki; ateş yakmasa da Aşkın Sahibi uğruna yanalım kor alevlerin arasında.. Onlar gibi olma derdindeyiz demeyi çok isterdim fakat inandığı gibi yaşamayan, yaşadığı gibi inanan günümüz insanı tanımıyor, çocuklar başka kahramanlarla büyüyor artık..
Masa başında okunduğu gibi kalan, hayattan giderek uzaklaşan sıradan bir öykünün kahramanı değil onlar. İnsanın kendi iç dünyasında yaşaması gereken sebepsiz hüzünlerini, yüzleşmek istemediği ıstırap ve acılarını yönetebilmesi için rehnümâ olan birer rehber.. Dert diye/bildiğimiz fakat yaşadığımız asıl sorunun dertsizlik derdi olduğunu unuttuğumuz zamanlarda insanı fıtratıyla buluşturan, anlam ve hikmet yolculuğuna çıkaran bir şeyler olmalı değil mi? Bizi birtakım uyuşturucu etkenlerden kurtaracak, içimizdeki bozulmamış insan yanımızla yeniden buluşturacak bir özyönetim ve özbilinç geliştirmeliyiz ki kötülük daha fazla hüküm sürmesin.
“Modern zaman insanı” diye başlamayı düşünürken yeni bir paragrafa, ‘modern’ kelimesinin kendinden sonraki değeri incittiğini fark ettim. Belki noktalama işaretleri de öyle düşünüyordur, bilmiyorum. İnsan ve zaman; birbirine şahid olan, birbiriyle tamamlanan ve öteki sayesinde anlam bulan iki mefhum.. Oysa ki modern kavramı ‘tek tipleştirici bir süreç ve istikameti, zorunlu bir sonu’ ifade ediyor. Özden kopan, başkası tarafından dayatılan, ‘ilerici, çağdaş’ gibi kelimelerle anılan ama günümüz insanını anlatırken en çok başvurduğumuz ve biraz da havalı duran bir kelime..
Allah’tan bağımsız insan, zaman ve tarih düşünülemezken, nihâi yargı yalnızca O’na ait iken ne çok önyargılarımız var değil mi? İnsan düşebilen bir varlık. Gurbetin ve yokluğun sessizliğini paylaşırken, başkalarına yakıştırılan ölümün beyaz yüzüyle tanışıp ne kadar aciz olduğunu fark ederken, utanç dolu bir eylemin öznesi olarak görürken kendini insan; seyirci koltuğuna geçip izlemeli olan bitenleri. Niçin yaşıyorsun, hayatının amacı ne, nereye gidiyorsun ve nasıl tanımlıyorsun kendini? Hatırlanmaya değer bir şey değildin ve Allah seni hatırladı. Aldığın her nefesin, attığın her adımın hesabını vereceğin son saatten, nasıl olur da hiç korkmuyorsun? Sonsuzluğa uzanan yeryüzünde bir nokta kadarsın fakat her şeyi yönetmek, her şeyi bilmek istiyorsun. Bu kadar ulu ve cömert olan Rabbine karşı nedir seni gururlandıran? (82/6) Bu sorulara verdiğimiz cevaplar sürekli güncel olmalı. Zira tekamül etmeyen sabit fikir, kâinat gibi sürekli değişen ve mevsimleri olan bir insana yakışmamalı..
Haritaya bakalım sevgili dost. Kan akan coğrafyalara dokunalım dilersen ellerimiz daha fazla kirlenmeden.. Ayetler okuyalım ölü ruhlarımıza, belki onarır yarım kalan insanlığımızı: Elbette ki “Rabbimiz Allah’tır” diyenler ve sonra da tahriklere aldırmadan emredilen yolda sabır ve sebatla yürüyenler için, ne gelecek endişesi vardır, ne de geçmiş korkusu.. (Ahkâf/13)
Her tohum hayata tutunmanın heyecanını yaşarken niçin tükenir umutlarımız? Her ağaç gelinlikler giyip hazırlanırken bahara, her çiçek kâinat senfonisinin eşsiz manzaralı fotoğrafı için uzatırken başını topraktan, Allah’ın en büyük umudu olan insan, nasıl olur da karamsar, ruh yorgunu ve yıkılmış bir şehir gibi çaresiz kalır? Gazze’nin anneleri her sabah saksılarda büyüyen çiçekleri sularken, Afrinli çocuklar her şeye rağmen gülümserken, İstanbul baharı selamlarken, yağmurdan sonra açan güneş, kışın ardından gelen bahar kalplerimizi aydınlatırken her şey için teşekkür etmeyecek miyiz ‘ol’ emriyle hayat veren Rabbe..? İçimizde biriken bahar çiçekleri, soru işaretleri, pişmanlıklar, anlamsız kaygılar ve kalpten dile ulaşamayan sözlerin onurlu yalnızlığında yaşıyoruz. Her sabah yeni bir hayat armağan edilmiş olarak uyanmak, her gece tefekkür yolculuğuna çıkmak, her mevsim yeni başlangıçlara merhaba demek bir teşekkür sebebidir evet fakat kalabalığın içinde kaybolan insan, ne kadar uzak bütün bunlardan..
O halde kötülüğe karşı iyilikten, zulme karşı adaletten, nefrete karşı merhametten yana olalım. Ve hiç bırakmayalım umudun ellerini..
Ahmet Polat.