* FANİ DUNYA FORUM HABERLER


Gönderen Konu: Allah’ın Her Emrini Emrettiği Şekilde Yerine Getirmek  (Okunma sayısı 519 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı KOYLU

  • *****
  • İleti: 2314
Allah’ın Her Emrini Emrettiği Şekilde Yerine Getirmek
« : Mayıs 07, 2024, 06:33:07 ÖS »


Allah’ın Her Emrini Emrettiği Şekilde Yerine Getirmek

 Kur’ân-ı Kerim’de, kıssaları haber verilen ve “helâk edildiği sabit olan kavimler”, Allah’a ibadet etmek yerine Tağutlara ibadet eden kavimlerdir. Allah’a ibadet; Allah’ın her emrini, emrettiği gibi yerine getirmektir. Zira ibadette keyfilik olmaz. Dersimizin konusu olan Ayet-i Kerime meâlen şöyledir: “And olsun biz her ümmete şöyle tebliğ yapan bir rasûl görevlendirdik: ‘Allah’a ibadet edin, tağuttan kaçının’. Sonra bunlardan kimini Allah doğru yola iletti, kimine de sapıklık hak oldu. Şimdi yeryüzünde gezip dolaşın da yalanlayanların sonu nasıl olmuş görün” (En Nahl Sûresi: 36) Allahû Teâla emreden (hakim) bizler ise O’nun verdiği emirleri yerine getirmekle görevlendirilmiş memurlarız. Tevhid akidesi, Hakkullah ile birlikte Hakku’l İbad’ın da garantisidir. Tevhid merkezli olmayan herhangi hak bir din yoktur.
 
“And olsun biz her ümmete şöyle tebliğ yapan bir rasûl görevlendirdik: ‘Allah’a ibadet edin, tağuttan kaçının’. Sonra bunlardan kimini Allah doğru yola iletti, kimine de sapıklık hak oldu. Şimdi yeryüzünde gezip dolaşın da yalanlayanların sonu nasıl olmuş görün.”(1)

Allahû Teâla emreden (hakim) bizler ise O’nun verdiği emirleri yerine getirmekle görevlendirilmiş memurlarız. Hz. Adem (as)’den Hz. Muhammed (sav)’e kadar gelmiş ve geçmiş Peygamberlerin ortak mesajı, tevhid’dir. Âyet-i kerime’de Tevhid’in özü ve özeti ; “Tağut’tan ictinap edip Allah’a ibadet etmek” şeklinde mutlak bir hakikat olarak ortaya konulmuştur. Tağut’u reddedip Allah’a ibadet etmek, Allah’ın üzerimizdeki hakkıdır. Muaz İbni Cebel radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

“- Ey Muaz! Allah’ın kullar üzerindeki hakkı nedir, bilir misin?”

- Allah ve Rasûlü iyi bilir.

“- Hiç bir şeyi ortak tutmaksızın Allah’a kulluk etmeleridir... Kulların Allah üzerindeki hakkı nedir, bilir misin?”

- Allah ve Rasûlü iyi bilir.

“- Onlara azab etmemesidir.” (2)

Temel İlke...

Allah’ın, kulları üzerinde ki hakkı, sadece O’ na kulluk etmeleridir. Kulların Allah üzerindeki hakkı ise onlara azab etmemesidir.”(3)

Dikkat edilirse, bu hadis-i şerifte tevhid hukuku gündeme getirilmiştir. Allah’a ubudiyet, tevhid akidesini şirk akidesine bulaştırmadan ve karıştırmadan kabul etmekle takati nisbetinde gereğini yerine getirmekle mümkündür. Tevhid akidesi, Hakkullah ile birlikte Hakku’l İbad’ın de garantisidir.. Tevhid merkezli olmayan hak din yoktur. Ancak zamanla tevhid merkezinden ve ilkesinden uzaklaşan, yanlış yönlere ve yollara sapan ya da saptırılan dinlerin tümü batıl dinlerdir.

Yeryüzünde Hak dine tâbi olanlar olduğu gibi, bâtıla tapanlar da vardır. Mü’minlerin vasfı Hakk’a tabi olmak, kâfirlerin vasfı ise batıla tabi olmaktır. Rabbimiz haber veriyor:

“Bu, kâfirlerin/inkâr edenlerin batıla uymaları ve iman edenlerin/inananların Rablerinden gelen gerçeğe uymalarından dolayıdır. İşte Allah, onların örnek teşkil edecek durumlarını insanlara böyle anlatır.”(4)

İslâm dini ibadetle yaşanan bir dindir. İbadet, Allah’ın her emrettiğini emrettiği şekilde yerine getirmektir. Dini Allah’tan gayrisine has kılanlar, Allah’ın her emrettiğini emrettiği şekilde yerine getiremezler.

Bu âyet-i kerime’den anlıyoruz ki her kavmin Peygamberi olmuştur. Bütün Peygamberler de evleviyat olarak; “Tağut’tan ictinap edip Allah’a ibadet etmek” ilkesinde birleşmişlerdir. Bunun bir manası da bütün ümmetlerin kurtuluşlarının ilk maddesi de budur. Âyet-i kerime ibadet noktasında insanların iki sınıf olduğunu ortaya koymaktadır. Birincisi Allah’a ibadet edenler. İkincisi Tağut’â ibadet edenlerdir. İnsanoğlu için en mühim mesele, kime ve niçin ibadet ettiğini bilmesidir. Bu konudaki yanılgı, dünya ve âhiret hayatının yanmasına sebeptir. Kul kararını verecek Allah’a mı ibadet yoksa tağuta mı ibadet?

Allah’a ibadet edenler hayat kanunlarını Allah’tan alırlar. Tağuta, ibadet edenler ise hayat kanunlarını Allah’tan değil, Allah’a karşı Rablik iddiasında bulunan tağutlardan alırlar.

Kul ibadet kavramını Allah’ın muradına göre anlamazsa kendisi gibi kullara kulluk etmekten kurtulamaz. İbadet, Kur’ân-ı Kerim’in eksen kavramlarındandır. “İbadet” kelimesi “Abede” fiilinin mastarı olup, “itaat ve kulluk etmek, boyun eğmek, tevazu göstermek, bağlanmak ve hizmet etmek” manalarına gelir.(5)

Efendisine boyun eğip itaat ettiği için köleye de “Abd” ismi verilir.(6)

Görüldüğü gibi ibadet kelimesi, “kişinin yüce ve üstün tanıdığı varlığa karşı boyun eğip itaat etmesini, onun karşısında her türlü isyanı terk edip tam bir bağlılıkla ona bağlanmasını” ifade etmektedir.

Dini bir mefhum olarak ibadet, “yapılması sevap olan, Allah’a yakınlık ifade eden, yalnız O’nun emirlerini yerine getirip yasaklarından sakınmış olmak ve rızasını kazanmak niyetiyle her emrettiğini emrettiği şekilde son Peygamberi Hz. Muhammed (sav)’in örnek ve önderliğini esas alarak yapılan her iyi hareket ve iştir” diye tarif edilmiştir. Bu tariften de anlaşılacağı gibi ibadet mefhumunda üç önemli özellik dikkatimizi çekmektedir. Bunlar, “yapılması sevap olan fiili yapmak” anlamına gelen “taat”, “yapılması sevap olan işi kime yaptığını bilerek ona yaklaşmak” demek olan “kurbet” ve “yapılan işteki irade ve maksat” diyebileceğimiz “niyet”tir. Bu özellikleri taşımayan bir iş veya davranış, dini manadaki ibadet mefhumunun muhtevasına girmez.(7)

Demek ki ibadet, ”insanın ruhen ve bedenen, gizli ve açık bütün mevcudiyetiyle yalnızca Allah’a yapmış olduğu şuurlu bir taat” olmaktadır. İbadet, imanın uygulaması hak ve doğru kabul edilen esasların günlük hayatta yaşanması olduğundan, Allah katında taat sayılan her iş, açıkça yapılmış olmalıdır. Yoksa sadece istek halinde kalıp davranış sahasına çıkmayan duygu ve düşünceler, taat olsalar bile ibadet değillerdir. Bunun içindir ki ibadetlerin başı olan imanda bile sadece kalbin tasdiki yeterli olamayacağından, hiç olmazsa dil ile ikrar edilerek açıklanması gerekli görülmüştür. Bunun yanında sadece görünürde yapılan niyetsiz işler de ne olursa olsun ibadet sayılmazlar. Mesela niyetsiz yatıp kalkmak namaz olmadığı gibi, niyetsiz aç durmak da oruç değildir.

Kur’an’da ibadet kelimesi daha çok, nefislerin sadece Allah için başka kayıtlardan kurtarılıp yalnız O’nun ibadetine tahsis edilmesine işaret etmektedir. 8

Bunun içindir ki ibadet, “Allah’ın razı olduğu şeyi yapmak, ubudiyyet (kulluk) ise Allah’ın yaptığına razı olmaktır” diye de tanımlanmıştır.

İslâm’ın maksadı; ferd, aile, cemiyet ve devleti bir bütün halinde ıslah etmek, Allah’ın hükmüne ve hâkimiyetine bağlı kılmaktır. İslâm, mensuplarına bir davranış gücü vermeyen inançları pek muteber saymamış, onları uygulama alanına çıkmayan teoriler olarak kabul etmiştir. Oysa İslâm getirdiği iman esasları ve ibadet kurallarıyla fertleri cemiyetleri düzeltmeyi gaye edinmiştir. İslâmda iman, ibadet ve ahlakın bir bütünlük taşıması ibadetlerin gayesinin “insanı mü’min bir kul ve ahlaklı bir varlık haline getirmek” olduğuna işaret eder. İman ile ahlak arasındaki köprünün ibadet olduğu hatırlanırsa, ibadetin olmaması veya noksan yapılması halinde insanın belirtilen gayeye ulaşamayacağı kolayca anlaşılır. Bilgi ve düşünce iman ile sevgiye dönüştüğü gibi insan da ibadet ile Allah’a bağlı bir kul haline gelir. Allah’a bağlanan kişi de O’nun istediği gibi yaşar.

Din ancak ibadet ile tamamlanır. İbadet; kökü imana dayanan İslâm ağacının meyvesidir. İbadet insanın ruh ve bedenini Allah’ın buyruklarında birleştirir, irademizi kuvvetlendirir ve hayatımızın her anında davranışlarımıza yön ve şekil verir. Dinin ikmal ve ıslahında Hz. Muhammed (sav)’in en çok özen gösterdiği mevzunun, “insanlık hayatından bütün sahte mabutları çıkarıp atmak olması,” İslâm’ın insanların sadece Allah’a ibadet etmelerini istemesinden kaynaklanır. Çünkü insanın yaratılışındaki maksat Allah’a ibadet etmesidir. Bu tesbitlerden de anlıyoruz ki, İslâm’da ibadet mefhumu dar bir çerçeve ile sınırlı değildir. Belki bütün iyi amelleri ve doğru işleri ihata edecek kadar geniştir. İnsanın Allah’ın izzet ve celali karşısında kulluğunu izhar etmek için tazarru ve niyazda bulunup kulluk vazifesini hakkıyla eda etmesi, aczini bilerek Allah’ın hükümlerine bağlanması, Hakkın rızası ve sevgisi için işler yapması ibadet mefhumunun kapsamına girer. Yine bu cümleden olmak üzere, temiz rızıklardan nimetlenip bunlara karşılık Allah’a şükretmek, Allah’a tevekkül etmek, zorluk ve müşkilata sabretmek de ibadettir. Bütün bunlardan anlaşılacağı üzere İslâmda ibadetin temiz bir kalb, saf bir ruh ve halis bir niyetle yapılan işlere mevzu olduğunu görmekteyiz. Şu halde din noktayı nazarından; “takvanın elde edilmesi için yapılmış olan bütün meşru fiil ve ameller ibadettir, diyebiliriz. İbadet sadece ismiyle değil ruh ve manasıyla kavranıp İslâm’ın istediği gibi eda edilirse, insanlık hayatına bereketler yağdırır. Çünkü bu özellikteki ibadet iman-ı kamilin salih amel şeklindeki uygulanışıdır. Din, iman ve ibadetlerle ruhlara ve bedenlere kuvvet verdiğine göre İslâm hayatta ibadetle uygulanabilen bir nizam haline gelir.

Âyet-i kerime’de kendisine ibadet etmekten ictinap etmekle emrolunduğumuz “ Tağut” Arapça bir kelime olup “T-ğ-y” kök harflerinden türemiş olup, tekil ve çoğul, dişil ve eril olarak kullanılan bir cins isimdir. Bu kelimede aslolan onun müzekker olmasıdır. Ancak hem müzekker/eril hem de müennes/dişil için kullanılır.  Tâğut kelimesinin masdarı olan “tuğyân”: “İsyan etmek, haddi aşmak, azgınlık ve sapkınlık” gibi anlamlara gelmektedir.(9)

İlk müfessirlerden Mukâtil bin Süleymân rahimehullâh tâğutu: “Şeytân, putlar ve Yahûdî Ka’b bin Eşref” olarak üç farklı mânâda tefsîr etmiştir.(10)

İmâm Taberî rahimehullâh’a göre tâğut: “ “Allah’ın indirdiği hükümlere mukabil olmak ve onların yerine geçmek üzere hükümler icad eden her varlık tâgûttur. Bunun insan olması, put, şeytan veya bunların dışında herhangi bir şey olması mahiyetini değiştirmez.” (11)

Yani tağut; Allah’a karşı isyânkâr olup, zorla, zorlamayla veya gönül rızâsıyla kendisine tapınılıp ma’bûd tutulan insân, şeytân, put, heykel ya da herhangi başka bir şeydir.

İmâm Mâverdî rahimehullâh, bu tanımlara kötülüğü emreden nefsi de ilave etmiştir.(12)

İmâm Beğavî rahimehullâh ise tâğutu şöyle tanımlamıştır: “Tâğut: İnsânın tuğyân etmesine sebeb olan her şeydir.”(13)

Kadı Beydâvî rahimehullâh’a göre tâğut: “Tuğyânın zirvesine ulaşan, Allâh’a kulluğu engelleyen şeydir.” (14)

Ragıb el-İsfehânî rahimehullâh “Müfredat” da, Allâh’ın dışında tapınılan şeylerin tamamı, sapkın önderler, hayır yolundan çevirenler ve Ehl-i Kitâb’ın azgınlarının da tâğut olarak isimlendirildiğini belirtmiştir.(15)

Allâme Âlûsî rahimehullâh ise tefsîrinde tâğutla ilgili bütün bu görüşlere yer verdikten sonra şöyle demiştir: “En doğrusu bütün bu sayılanlara tâğut demektir.”(16)

İmâm Mâlik rahimehullâh’a göre tâğut: “Allâh’tan başka (kendisine) ibâdet edilen her şeydir.”(17)

İbn Kayyim rahimehullâh ise tâğut kavramı hakkında takdire şâyân bir tanım yaparak şöyle demiştir: “Tâğut: Kendisine ibâdet edilme, bağlanılma ve itaat edilme noktasında haddini aşan kul demektir. İnsânların tâğutu, Allâh ve Rasûlü’ nün kanunlarıyla hükmetmeyen, Allâh’tan başka kendisine muhâkeme olunan, ibâdet edilen ve Allâh’ın emrine dayanmaksızın, Allâh’a itaat etmeksizin kendisine tâbi olunanlardır.

Bunları düşünür ve insânların durumlarına bakarsan, insânların çoğunun Allâh’a değil tâğutlara ibâdet ettiğini, Allâh ve Rasûlü’nün hükümlerine değil, tâğutların hükümlerine muhâkeme olduklarını, Allâh ve Rasûlü’ne değil, tâğuta itaat edip tâbi olduklarını görürsün.”(18)

Şehid Seyyid Kutub rahimehullâh, şöyle demiştir: “Tâğut, ‘tuğyân’ kökünden türemiştir.

Gerçeği çiğneyen Allâh’ın kulları için çizdiği sınırı aşan düşünce, sistem ve ideoloji anlamına gelir. Bu düşüncenin, sistemin ve ideolojinin, Allâh’a inanmaktan, O’nun koyduğu kanunlara uymak gibi herhangi bağlayıcı bir kuralı yoktur. İlkelerini Allâh’u Teâlâ’nın kanunlarından almayan her sistem, her kurum, her düşünce, her davranış kuralı, her gelenek tâğut kapsamına girer. Buna göre ancak kim tâğutun karşısına çıkar ve sistemindeki kâfirliklerin tümünü kökünden reddederek Allâh’a inanır ve yalnızca ona boyun eğerse kurtuluşa erer.”(19)

Bütün açıklamalardan anlıyoruz ki; Allah’ın inzal ettiği hükümlere mukabil ve onların yerine/önüne geçmek üzere hüküm icad eden her güç tağuttur. Bunun bir insan olması, bir meşrep olması, bir meclis olması, bir devlet olması durumu değiştirmez. Allahû Teâla bizleri bundan sakındırıyor. Allah’ın bu uyarısının ardında hidayet üzerinde kalanlar ile dalalet üzerinde ısrar edenler gündeme gelmiştir. Tağut olanlar, tağuta ibadet edenler, tağuta ibadet etmeye davet edenler dalaleti, Allah’a ibadet edenler, bir tek Allah’a ibadet etmeye davet edenler de hidayeti hak edenlerdir.

Tağut, tuğyandan gelir. Tuğyanın bir manası da suyun üzerindeki köpük manasına gelir. Yani tağutlar suyun üzerindeki köpük gibi çok erken sönüp gideceklerdir. İnsanlık tarihi bunun şahididir. Allah’a karşı Rablık iddiasında bulunan tağutların akıbetlerini yerinde görmek, tefekkür edip ders çıkartmak için âyette, “yeryüzünde gezip dolaşın da yalanlayanların sonu nasıl olmuş görün” emri verilmiştir. İnsanların “Tağut’tan ictinap edip Allah’a ibadet edin” diyen Peygamberleri dinlemeyip tağutlarına ibadet eden kavimler, tağutlarıyla helak oldular. Kur’ân-ı Kerim’de, kıssaları haber verilen ve “helâk edildiği sabit olan kavimler”, Allah’a ibadet etmek yerine Tağutlara ibadet eden kavimlerdir. Allahû Teâla ile birlikte tağutlara ibadet edenler, tağutlara kul ve köle olanlardır. Allah’a ibadet; Allah’ın her emrettiğini emrettiği şekilde yerine getirmektir. İbadette keyfilik olmaz. İbadet, din disiplininin hayata amir olmasıdır. Dinin, imanın hududu dışına taşan, kişiye dinin hududunu aşındıran her söz, her amel, Allah’a karşı isyandır, tuğyandır. Müslümanlar Müslüman’ca yaşamak ve Müslüman’ca ölmek istiyorlarsa, hayatlarını Allah’ın her emrettiğini emrettiği şekilde yerine getirmekle sınırlandırmaları şarttır. Allah’ın emirlerine karşı lakayt ve laubali davrananların Müslüman’ca bir hayat yaşamaları mümkün değildir.

-------------------------------------------------------------------

1 -    Nahl Sûresi/ 36

2 -    Sahih-i Buharî, Tevhîd: 1, Libas: 101, Cihad: 46, İsti’zhan: 30; Sahih-i Müslim, İman: 48-49; Sünen-i Tirmizî, İman: 18; Sünen-i İbni Mace Zühd :35, Ahmed İbni Hanbel, II, 309,525,535, III, 260-261

3 -    Bk. Sahih-i Buharî, Libas 101

4 -    Muhammed Sûresi/ 3

5 -    - el- Mu’cemu’l Vasid (A-B-D) Md.

6 -    Lisanu’l Arab, IV, 259.

7 -    İbn Abidin, Reddu’l Muhtar, l, 72

8 -    Fatiha Sûresi/ 5

(9)   Bak: “T-ğ-y” Maddesi: İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab; Firûzâbâdî, el-Kâmûsu’l-Muhît; Zebidî, Tâsu’l-Arus; Ragıb, Mufredat;… İbn Cevzî, Zâdu’l-Mesir: 1/231-232; Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi’l-Kur’ân: 3/281

(10)   Ka’b bin Eşref:) Bakara: 2/257; Nisâ: 4/51. Mukâtil bin Süleymân, el-Eşbâh ve’n-Nezir fi’l-Kur’âni’l-Kerîm: 142-143

(11)   Muhammed b. Cerir et- Taberî, Câmiu’l-Beyân C: 3, Sh: 13,  Mısır/1324

(12)   Mâverdî, en-Nukt ve’l-Uyûn: 1/327

(13)   Beğavî, Meâlimu’t-Tenzîl: 1/350

(14)   Allame Kâdı Beyzâvî, Envâru’t-Tenzîl ve’ Esraru’t Te’vil: 1/155

(15)   İsfehânî, Müfredat: 1/520-521

(16)   Allame Âlûsî, Ruhu’l-Meâni: 2/14

(17)   Mukâtil bin Süleymân, el-Eşbâh ve’n-Nezir fi’l-Kur’âni’l-Kerîm: 142-143.] Leys, Ebû Ubeyd, Kisai, Vahîdî ve lügatçilerin cumhuru da bu görüştedir. [Nevevî, el-Minhâc fi Şerhi Sahîhi Müslim: 3/18

(18)   İbn Kayyim,  İlâmu’l-Muvakkıîn: 1/40

(19)   Seyyid Kutub, Fî Zilâli’l-Kur’ân: 1/292

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap