Allah'a Şükretmeli
Allah Teâlâ bize hayat verdi;
bizi en güzel şekilde yarattı;[1]
üstün ve onurlu kıldı;[2] yiyeceklerimizi diğer hayvanlar gibi yere eğilerek ağzımızla değil, elimizle yememizi sağladı.
Biz hiçbir şey bilmezken verdiği çeşit çeşit duyular, düşünce ve duygular sayesinde her şeyi daha iyi anlamamıza yardım etti. [3]
Konuşmayı, yazmayı öğretti, bilmediğimizi belletti;[4]
Yeryüzünü bizim için dinlenme mekânı yaptı;
gökyüzünü bir çardak gibi üzerimize gerdi;
dünyada rahat yaşayalım diye gökten yağmur yağdırıp bizim için çeşitli bitkiler, meyveler yetiştirdi.[5]
Yiyip içtikten sonra yatıp dinlenmemiz için bize uyku verdi.[6]
Daha neler neler bağışladı.
Bu nimetler neyi gerektirir?
Bize sayısız nimetler lutfeden Yüce Rabbimiz bunlar karşısında duyarlı olmamızı diledi:
Bize verdiği bu nimetleri hatırlamamızı,
onları iyi yolda kullanmamızı,
sorumluluğumuzun farkına varıp yalnız kendisine kulluk etmemizi,[7]
nimetlerine şükretmemizi istedi.[8]
Şükredersek nimetlerini fazlasıyla vereceğini belirtti.[9]
Dünyada faydalandığımız bu nimetlerden ve zevklerden âhirette mutlaka hesaba çekileceğimizi bildirdi.[10]
Sahip olduğumuz bunca iyilikler karşılığında gerektiği şekilde kulluk etmediğimizi, kendisine pek az şükrettiğimizi hatırlattı.[11]
Şükrün sayısız yolları
Allah’a şükretmenin çeşitli yolları vardır.
Bu yolların en üstünü Ona ibadet etmektir.
Peygamber Efendimiz farz ibadetlerle yetinmezdi; onların dışında nâfile namazlar kılar, hatta bu sebeple ayak tabanları çatlar, baldırı şişerdi.
Onun günah korkusuyla veya bağışlanma arzusuyla ibadet ettiğini zanneden sevgili eşi Hz. Âişe, Resûlullah’ın bu tutumuna hayret etti. Geçmiş ve gelecek bütün hataları bağışlandığı halde kendisini niçin bu kadar yorduğunu öğrenmek istedi.
Resûl-i Ekrem de ona “Allah'a şükreden bir kul olmayayım mı?” diye cevap verdi.[12]
Böylece, Allah’a ibadet etmenin en üstün bir şükür olduğunu ifade buyurdu.
Zikir şükürdür
Allah’a şükretmenin bir yolu da O’nu zikretmektir.
Dil ile, kalp ile ve beden ile Allah’ı anmaktır.
Cenâb-ı Hakk’ın güzel isimlerini söyleyen,
verdiği nimetlere hamdeden,
her kula ismen gönderilmiş özel bir mektup mahiyetindeki Kur'ân-ı Kerîm’i okuyan kimse Allah’ı diliyle zikreder.
Kâinatta biz farketmesek bile her an sergilenen ilâhî san’atlar vardır. İnsan bunları görüp üzerinde düşünerek onları yapan sanatkâra ulaşır ve o zaman:
“Rabbimin benden istediği veya ‘yapma’ dediği her işte, ben anlasam da anlamasam da mutlaka sayısız hikmetler vardır” diyerek Allah’ı kalbiyle zikreder.
Böyle bir şuur ve anlayışa sahip olan insan; elini, ayağını ve diğer organlarını Allah’ın istediği şekilde kullanarak Onu bedeniyle zikreder.
Hem diliyle hem kalbiyle hem de bedeniyle Allah’ı zikreden bir kimse, Ona karşı şükür görevini yerine getirmiş olur.
Efendimizin tavsiye ettiği dualar
Resûl-i Ekrem; zikrin en faziletlisinin lâ ilâhe illallah, duanın en faziletlisinin elhamdülillâh demek olduğunu bildirir.[13]
Kur'ân-ı Kerîm’in “elhamdü lillâhi Rabbilâlemîn” yani âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamdolsun diye başlaması bunu gösterdiği gibi, her işe, Allah’a hamdederek başlamanın uygun olacağına da işaret eder.
Çünkü elimize aldığımız, üzerinde yürüdüğümüz, gözümüzle görüp kulağımızla duyduğumuz hiçbir şey bizim değildir. Hatta bu şeyleri tutan el, onların üzerinde yürüyen ayak, gören göz, duyan kulak da bizim değildir.
Beş para vermeden sahip olduğumuz bütün bu nimetler, Allah’a hamdetmeyi gerekli kılar.
Efendimizin bildirdiğine göre, Rabbini zikredenle etmeyenin farkı, diriyle ölünün farkı gibidir.[14] Onun için Sevgili Peygamberimiz, bizim de kendisi gibi:
“Allâhümme ainnî alâ zikrike ve şükrike ve hüsni ibâdetik” (Allahım! Seni anıp zikretmek, nimetine şükretmek, sana lâyık ibadet etmek için bana yardım eyle!) diye dua etmemizi ister[15] ve bize pek çok dua ve zikir öğretir.[16]
Bir şey yiyip içtikten sonra “elhamdülillah” diyerek Allah’a teşekkür etmeyi tavsiye buyurur.[17]
Yeni bir elbise, gömlek, hırka, ayakkabı giyince,[18]
sevindiren bir haber duyunca,
bir sıkıntıdan kurtulunca,
dert ve sıkıntı içindeki bir adama rastlayınca,[19]
sevdiği, hoşlandığı bir şey görünce,[20]
kısacası bir nimete nâil olunca, bu nevi lütufları sebebiyle Allah’ı hatırlamayı ve Ona hamdimizi, şükrümüzü sunmayı ve böylece o nimetin şükrünü ifa etme öğütler.[21]
Çünkü sıkıntıya sabretmek bir hayır olduğu gibi, sevinince şükretmek de bir hayırdır.[22]
Sevgili Peygamberimiz Allah’ı dilimizden düşürmeyip her fırsatta Onu hatırlamamızı ister.
Meselâ yatağa yatınca, tıpkı kendisi gibi “Bismikellâhümme ahyâ ve emût” (Allahım! Senin ismini anarak ölür, dirilirim) dememizi tavsiye eder.
uykudan uyanınca da “Elhamdülillâhillezî ahyânâ ba‘de mâ emâtenâ ve ileyhi’n-nüşûr (Bizi öldükten sonra dirilten Allah’a hamdolsun. Yeniden diriltip huzurunda toplayacak olan da O’dur) diye dua etmemizi uygun görür.[23]
Kulun Sübhânallahi ve bihamdihî (ben Allah’ın yüceliğine yakışmayan sıfatların Onda bulunmadığını söyler ve Ona hamdederim) demenin Allah Teâlâ’yı memnun edeceğini bildirir.[24]
Namazların ardından otuz üçer defa sübhânallah, elhamdülillâh, Allahü ekber demenin insana büyük sevap kazandıracağını haber verir.[25]
Şükür insanı yüceltir
Allah’a hamdetmek ve şükretmek meleklerin devamlı surette yaptığı zevkli bir görevdir. Kur’ân-ı Kerîm’in haber verdiğine göre, Arş-ı a‘lâyı yüklenen melekler ile arşın çevresinde bulunan melekler Rablerinin sınırsız ihtişamını hamd ile anarlar.[26]
İnsan da Rabbine hamd ve şükrünü sunduğu zaman, beşerî özelliğinden âdeta sıyrılarak melekleşir; Onun rahmetine ve merhametine yakınlaşır.
Kulları arasında gerektiği gibi şükredenlerin az olması,[27] Allah’a şükreden bahtiyarların değerini, şükretmeyenlerin talihsizliğini gösterir.
Herkes sahip olduğu nimetlerin önemini ve kıymetini düşünerek kendisine bağışlanan lütuflara şükretmelidir.
Belki de insanın az şükretmesinin sebebi, büyük nimetler içinde yüzenlere bakarak daha az nimete sahip olduğunu sanmasıdır.
Peygamber Efendimizin tavsiye ettiği gibi insan, zenginlik ve yaratılış bakımından kendisinden üstün olanlara bakıp yerinmemeli, bir de dönüp kendisinden aşağıdakilere bakmalı ve böylece sahip olduklarının değerini anlamalıdır. [28]
Kısacası aza da, çoğa da şükretmelidir. Çünkü aza şükretmesini bilmeyen çoğa da şükretmez.
Değersiz gibi görünen bazı nimetler kaybedilince, onların ne büyük nimet olduğu daha iyi anlaşılır.
Peygamber Efendimiz bir şey yediği zaman “Bizi yedirip içiren, boğazımızdan kolayca geçiren ve ona bir çıkış yolu gösteren Allah’a hamdolsun” diye şükrederdi.[29] Böylece ihtiyacını kolayca gidermenin bile büyük bir nimet olduğunu hatırlatırdı.
Herkes sahip olduğu nimetleri bir bir düşünmeli, ne kadar çok şükretmesi gerektiğini anlamalıdır.
Allah’ın verdiği nimetleri hatırlayıp anmak bile bir şükür tarzıdır.
Kur’ân-ı Kerîm’den Dualar
"Rabbimiz! Bize dünyada da iyilik ve güzellik, âhirette de iyilik ve güzellik ver! Bizi cehennem azâbından koru"[30]
“Ey Rabbimiz! Unutur veya hatâ edersek bizi cezalandırma.”
Ey Rabbimiz! Bizden öncekilere yüklediğin gibi bize ağır yük yükleme.
Ey Rabbimiz! Gücümüzün yetmediği şeylerle bizi yükümlü tutma. Günahlarımızı affet. Bizi bağışla. Bize merhamet et. Bizim Mevlâmız Sensin; Seni tanımayanlara karşı bize yardım eyle.”[31]
Rabbimiz! Bizi doğru yola eriştirdikten sonra kalplerimizi tekrar sapıklığa meylettirme. Bize yüce katından bir rahmet bağışla. İstediklerimizi bize bağışlayan Sensin.
“Rabbimiz! Geleceğinde kuşku olmayan bir günde, insanları huzurunda toplayacak olan Sensin. Şüphesiz ki Allah sözünden asla dönmez.[32]
“Ey Rabbimiz! Biz kuşkusuz bir şekilde iman ettik. Sen de bizim günahlarımızı bağışla, bizi cehennem azabından koru.”[33]
“Ey Rabbimiz! İndirdiğin kitaba iman ettik, Peygambere uyduk. Sen de bizi şahitlerle beraber yaz.”[34]
“Ey Rabbimiz! Günahlarımızı ve işlerimizdeki aşırılıkları bağışla. Bize sebat ver. Kâfirler güruhuna karşı bize yardım eyle.”[35]
“Rabbimiz! Bizi ‘Rabbinize iman edin’ diyerek imana çağıran davetçiyi işittik ve inandık. Sen de bizim günahlarımızı bağışla!
Ey Rabbimiz, kötülüklerimizi ört ve bize iyiler zümresinden olarak ölmeyi nasip eyle.
“Rabbimiz! Elçilerinle bize vaad ettiğin şeyi bize ver; kıyamet gününde bizi rezil etme. Sen zaten vaadinden dönmezsin.”[36]
“Ey Rabbimiz, bizi zalimler topluluğuyla beraber tutma.”[37]
“Ey Rabbimiz! Üzerimize sabır yağdır ve Sana teslim olan kullar olarak canımızı al.”[38]
“Rabbimiz! Eğer Sen bize acımaz ve bizi bağışlamazsan, biz hüsrana düşenlerden oluruz.”[39]
“Ey Rabbimiz! Bize yüce katından bir rahmet bağışla ve işimizde doğruluk nasip et.”[40]
“Rabbimiz, Cehennem azabını bizden uzak tut. Çünkü onun azabı, kurtuluşu olmayan bir azaptır.”[41]
“Rabbimiz, bize göz aydınlığı olacak eşler ve nesiller bağışla; bizi takvâ sahiplerine öncü yap”[42]
“Ey Rabbimiz! Bizi ve bizden önce iman etmiş olan kardeşlerimizi bağışla. Kalplerimizde iman edenlere karşı kin bırakma. Rabbimiz, muhakkak ki Sen çok şefkatli, çok merhametlisin.”[43]
“Rabbimiz! Sana tevekkül ettik, Sana yöneldik. Varacağımız yer de Senin huzurundur.
“Rabbimiz! Bizi kâfirler için fitne yapma. Bizi bağışla. Şüphesiz ki Senin kudretin herşeye üstün, hikmetin herşeyi kuşatmıştır.”[44]
“Rabbimiz, nurumuzu tamamla ve bizi bağışla; Senin herşeye gücün yeter.”[45]
-----------------------------------------------------------------------------------------------------
[1] Teğâbün 64/3; Tîn 95/4.
[2] İsrâ 17/70,
[3] Nahl 16/78; Secde 32/9; Mülk 67/23.
[4] Rahmân 55/5; Alak 96/4-5.
[5] Bakara 2/22; A'râf 7/57; İbrâhim 14/32.
[6] Nebe’ 77/9.
[7] Bakara 2/21-22.
[8] Bakara 2/152, 172; Nahl 16/114
[9] İbrâhim 14/7.
[10] Tekâsür, 102/8.
[11] A'râf 7/10; Secde 32/9; Sebe’ 34/13; Mülk 67/23.
[12] Buhârî, Teheccüd 6, Tefsîr 48/2, Rikak 20; Müslim, Münâfikîn 79, 81; Tirmizî, Salât 304; Nesâî, Kıyâmü’l-leyl 17; İbni Mâce, İkâmet 200; Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 251, 255, VI, 115.
[13] Tirmizî, Daavât 9; İbni Mâce, Edeb 55; İbn Hibbân, es-Sahîh (Arnaût), III, 126; Hâkim, el-Müstedrek (Atâ), I, 676, 681; Elbânî, Sahîhu’t-Tergîb ve’t-terhîb, II, 221.
[14] Buhârî, Daavât 66; Müslim, Müsâfirîn 211.
[15] Ebû Dâvûd, Vitr 26; Nesâî, Sehv 60; Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 299, V, 247; Buhârî, el-Edebü’l-müfred (Abdülbâkî), s. 239; İbn Hibbân, es-Sahîh (Arnaût), V, 364-365; Hâkim, el-Müstedrek (Atâ), I, 407, 677, III, 307.
[16] “Allah’ı zikretmeli” bahsinde bu konu üzerinde daha geniş durulacaktır.
[17] Müslim, Zikr 89; Tirmizî, Et‘ime 18; İbn Ebû Şeybe, el-Musannef (Hût), V, 138; VI, 73.
[18] Ebû Dâvûd, Libâs 1; Tirmizî, Libâs 28; Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 30, 50.
[19] Tirmizî, Daavât 38; İbni Mâce, Duâ 22; Elbânî, Sahîhu’t-Tergîb ve’t-terhîb, III, 326.
[20] İbni Mâce, Edeb 55; Taberânî, el-Mu‘cemü’l-evsat (İvezullah), VI, 376.
[21] İbni Mâce, Edeb 55; Hâkim, el-Müstedrek (Atâ), I, 688,
[22] Müslim, Zühd 64; İbn Hibbân, es-Sahîh (Arnaût), VII, 155.
[23] Buhârî, Daavât 7, 8, 16, Tevhîd 13; Müslim, Zikr 59.
[24] Müslim, Zikr 85; Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 161.
[25] Buhârî, Ezân 155; Müslim, Mesâcid 142, 146.
[26] Zümer 39/75; Mü’min 40/7
[27] Sebe 34/13.
[28] Müslim, Zühd 8; Tirmizî, Libâs 38, Kıyâmet 58; İbni Mâce, Zühd 9; Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 254, 314.
[29] Ebû Dâvûd, Et‘ime 52; İbn Hibbân, es-Sahîh (Arnaût), XII, 23; Elbânî, Sahîhu Mevâridi’z-zam’ân, II, 9.
[30] Bakara 2/201.
[31] Bakara 2/286.
[32] Âl-i İmrân 3/8-9.
[33] Âl-i İmrân 3/16.
[34] Âl-i İmrân 3/53.
[35] Âl-i İmrân 3/147.
[36] Âl-i İmrân 3/191-194.
[37] A’râf 7/47.
[38] A’râf 7/126.
[39] A’râf 7/149.
[40] Kehf 18/10.
[41] Furkan 65.
[42] Furkan 25/74.
[43] Haşr 59/10.
[44] Mümtehine 60/4-5.
[45] Tahrim 66/8.