Allah Güzeldir Güzeli Sever
Güzellik, bugünün dünyasında her adımda önümüze çıkan bir kavram. İnsanda, kılık kıyafette, işte, evde, sokakta güzellik talep ediliyor.
Günümüzün dış görünüşe endeksli güzellik algısı ölçü değil elbette. Ama müslümanlar olarak güzeli ve güzelliği keşfetme, içimize ve dışımıza nakşetme ihtiyacımız var. Din bizden bunu talep ediyor, dünya bunu bekliyor.
Evet; başta ibadetlerimiz ve ahlâkımız olmak üzere her şeyimizin “güzel” olması gerekir. Çünkü bir hadis-i şerifte buyurulduğu gibi, “Allah güzeldir, güzeli sever.”
Geçtiğimiz ay bir Kurban Bayramını daha geride bıraktık. Tekbirlerle kesilen kurbanlarımızın bizi Mevlâmıza daha da yakınlaştırdığı ümidi huzur verdi gönlümüze. Paylaşmanın, dayanışmanın mutluluğunu yaşadık. Dostlarla, akrabalarla, sevdiklerimizle kucaklaşıp kaynaştık. Hesapsız bir muhabbetle, bayramın yıkadığı tertemiz bir kalple yenilendik, tazelendik, güzelleştik.
Fakat her yıl olduğu gibi bu yıl da televizyon haberleriyle odalarımıza taşınan nâhoş görüntüler bu güzelliği zedeledi yine. Hayvanlara yapılan eziyetler, olur olmaz yerde kesilen kurbanlar, sokak ortasında bırakılan atıklar, bayram sevincimize gölge düşürdü.
Tamam, şehirlerimizdeki sağlıksız yapılanmanın getirdiği problemler var. Hizmet vermesi gereken kurumların kusurları, eksiklikleri, yetersizlikleri olabiliyor. Bazı televizyon kanallarının özellikle bu tür görüntüleri aradığı, müslümanları küçük düşürmek için kötü niyetle böyle yayınlar yaptığı da doğru. Hırsız, suçlu olmasına suçlu şüphesiz ama ev sahibinin, yani biz müslümanların da kabahati var galiba. Kabul edelim ki güzellik, temizlik, itina, tertip, düzen hususunda gerektiği kadar duyarlı değiliz ve bu tutum, haklı gerekçelerle de olsa mazur görülecek bir müslüman tavrı değil.
Güzellik bir fantezi değildir
Güzeli ve güzellikleri anlatacağımız bir dosya yazısına böyle bir olumsuzluğu hatırlatarak başlamak istemezdik. Fakat güzel davranmak hususunda en kapsayıcı yönlendirmeyi yapan bir hadis-i şerifte örnek olarak tam da bu hayvan kesme konusu zikredilmektedir. Şeddâd b. Evs r.a.’dan rivayet edilen ve birçok sahih kaynakta yer alan hadislerinde Efendimiz s.a.v. şöyle buyurmaktadır:
“Allah Tealâ hazretleri her şeyde ihsanı (güzel davranmayı) emretmiştir. Öyleyse öldürdüğünüz zaman öldürmeyi güzel bir biçimde yapın. (Hayvanı) boğazladığınızda, boğazlamayı güzel yapın. Bıçağın ağzını bileyin, kesilecek hayvanı rahat ettirin.”
Hadis metninde ağırlıklı olarak kısas, had, cihat sebebiyle meşru bir mecburiyet haline gelen öldürme fiilinin ve hayvan kesmenin güzel yapılması tavsiye ediliyor, hatta güzel kesmenin ayrıntıları veriliyorsa da, bunlar birer örnektir. Hadis uleması, asıl hükmün yer aldığı ilk cümlenin kapsayıcılığına işaret için bunlar birer uç örnek olarak sayılmıştır, demektedirler. Yani müslümanlar her durumda güzel davranmaya davet edilmekte, bunun önemini vurgulamak ve ihmaline fırsat vermemek için, öldürme yahut boğazlama gibi sevimsiz işlerde bile güzellikten vazgeçilmemesi tembihlenmektedir.
İmdi, varsayalım ki diğer konularda nasıl güzel davranılacağını bilmiyoruz. Fakat hayvan kesme işinde böyle bir mazeretimiz yok. En azından hadis-i şerifte güzel davranmanın bir örneği olarak açıkça zikredilmiş. Buna rağmen hoyrat ve kaba bir tutumu sürdürüyorsak, güzelliğin vücûbuna (gerekliliğine) dair bir kabul problemimiz var demektir. Bir işi, bu ibadet de olabilir, “güzel kılmaya gayret etmeden, bir şekilde yapıyorsam mesele yok” anlayışı sağlıksız bir anlayıştır. Güzellik, müslüman için ihmal edilebilir bir fantezi değildir.
Allah’ın rızasını kazanmak için
Yukardaki hadisin “Allah Tealâ hazretleri her şeyde ihsanı emretmiştir” şeklinde Türkçeye çevrilen ilk cümlesinin tam tercümesi “Muhakkak ki Allah her şey üzerine ihsanı yazmıştır” şeklindedir. Yazmak, “nakşetmek” ve “takdir etmek” anlamları yanında “emretmek, farz kılmak” anlamına da gelir. Fıkıh alimleri bu ikinci anlamdan hareketle, güzel ve iyi davranmanın bir mükellefiyet olduğunu söylemişler; emredilen “ihsan”ı duruma göre vacip veya mendup fiiller arasında saymışlardır.
Mesela ana babaya ihsan vaciptir. Kendiliğinden verilen sadakalar mendup ya da müstehap ihsan grubuna girer. Ancak güzel tutum ve davranışlar mendup da olsa, yapılan işteki nihaî maksadın, ciddiyetin ve ihlâsın icabı kabul edildiğinden, namazdaki tadil-i erkan gibidir denilmiştir. Dolayısıyla farz ve vacipler de dahil bütün ibadetlerin sıhhati, onların “güzel” ifa edilmesine bağlıdır.
İbadet kapsamında yaptığımız hiçbir amel Allah’ın bize verdiği veya vaat ettiği nimetlerin bedeli değildir. Gece gündüz namaz kılsak, aldığımız bir tek nefesin karşılığını bile ödemiş olamayız. Kaldı ki Cenab-ı Hakk’ın bizim namazımıza da orucumuza da ihtiyacı yoktur.
Minnet yüklercesine, “madem bütün bunları yaptık, öyleyse bu ibadetlerimizin pahası olarak cenneti hak edeceğiz” yaklaşımı yanlıştır. İbadet etmek, kulluğumuzun farkında olarak Mevlâmıza tazim ve teşekkür etmektir. Nitekim Hz. Peygamber s.a.v., “Şunu iyi bilin ki sizlerden hiçbirinizi kendi ameli cennete girdirmeyecektir.” buyurur. Sahabe, “Sizi de mi ey Allah’ın Rasulü?” deyince, şu cevabı verir Alemlerin Efendisi: “Evet, beni de! Eğer Rabbim beni katından bir rahmet ve lütufla kucaklamazsa..”
Bu hadis, ibadetlerin bir pazarlık imkânı olarak değil, ancak bir şükür borcu olarak, Allah Tealâ’nın hoşnutluğunu kazanmak için yapılması gerektiğini anlatır. Gerçek mümin rızayı gözetir. Ahiret nimeti, lütuf ve rahmet, bu rızanın mükâfatıdır. Cenab-ı Hakk’ın razı olması içinse, ibadetler de dahil her şeyimizin “güzel” olması gerekir. Çünkü yine bir hadis-i şerifte buyurulduğu gibi, “Allah güzeldir, güzeli sever.”
Müslümanın güzeli
Allah’ın rızasını, merhametini, sevgisini kazanmak isteyen müslüman güzel olmalı, yaptığını güzel yapmalı demek ki. Müslümanın güzeline “muhsin” adı verilir. Kelime anlamı “ihsan eden“, yani iyi, güzel, faydalı bir tarzda davranan demektir. Duyguları, düşünceleri, hal ve hareketleri güzel olan, her işini güzel yapan “ideal müslüman tipi”dir muhsin. Muhsinlerden olmak müslümanın idealidir; çünkü Kur’an-ı Kerim’de “Allah muhsinleri sever.” ibaresi en çok tekrarlanan hükümlerden biridir. (Mesela bakınız; Bakara, 195; Âl-i İmran, 134 ve 148; Mâide, 13 ve 93)
Hz. Peygamber s.a.v., muhsinlerin makamı olan “ihsan” mertebesini, Cibril Hadisi diye bilinen hadis-i şeriflerinde “Allah Tealâ’ya, O’nu görüyormuş gibi ibadet etmektir.” diye tarif etmiştir. Bu makamdaki kul her yerde ve her zaman Mevlâsının huzurunda bulunduğu şuurunu taşır. Allah’tan gafil olmaz. Hissettiği hürmet, muhabbet ve haşyet sebebiyle son derece dikkatli davranır, sürekli O’nun rızasını gözetir. Bu hal ve duygular, ibadetler de dahil, kulun her işini edeple, büyük bir özenle, dikkatle, ciddiyetle, en güzel ve eksiksiz bir şekilde yapmasını gerektirir. Bunun içindir ki böyle bir hal veya şuura “hüsn” (güzellik) kelimesinden türeme, “bir işi güzel yapmak” anlamına “ihsan” denilmiştir. Dolayısıyla dini belirli ibadetlere indirgeyip ihsanı da sadece bu ibadetlerin doğru ve güzel yapılması şeklinde anlamak eksik bir bilgilenme olur. İhsan, her türlü tutum ve davranışlarımızı, bu arada kâinatla, tabiatla, toplumla, kısaca bütün mahlûkatla ilişkilerimizi de güzel kılan kuşatıcı bir şuur halidir.
Kasas suresinin 77. ayetinde, kavminin ağzından zenginliğiyle mağrur Karun’a, “Allah’ın sana ihsan ettiği gibi sen de (insanlara) ihsan et (güzellikler sergile, iyilik yap).” denilir. Cenab-ı Hak yalnız Karun’a değil, bütün insanlara, hepimize ihsanda bulunmuştur.
Din medenî olmayı gerektirir
Allah Tealâ “yarattığı her şeyi” ihtiyaca cevap vermekten öte “güzel yaratmış” (Secde, 7), bir güzellikler sergisi olan kâinatı insanın istifadesine sunmuştur. Yine “en güzel şekilde yarattığı” (Tîn, 4) insanın fıtratına güzellik duygusunu yerleştirmekle kalmamış, “takip ve tatbik etsin” diye ona “katından indirilenlerin en güzeli”ni (Zümer, 55), Kur’an-ı Kerim’i ihsan buyurmuş, “kendisinde pek güzel örnek bulunan” (Ahzab, 21) bir peygamberi, Rasul-i Ekrem s.a.v.’i göndermiştir. Güzel davranmak, bütün bu güzelliklere mazhar olan insanın en temel sorumluluklarından biridir öyleyse.
“Din”, aslında sorumluluklarımızı düzenleyen bir sistemdir. İnsanın Allah’a, diğer insanlara, kendisine, eşyaya ve tabiata karşı sorumlulukları vardır. Bu sorumluluklar ödenmesi gereken birer borç hükmünde olduğundan “din” kelimesi “borç” anlamındaki “deyn”le aynı kökten gelir. Sorumluluklarını hakkıyla yerine getiren, borçlarını en güzel şekilde eda eden dindarların yaşadıkları her yer “medine” olur.
Allah Rasulü s.a.v’in taşıdığı güzelliklerle sorumlu davranmanın en ideal örneklerini veren Ensar ve Muhacir’in Yesrib’i Medine kılması gibidir bu. Medenî dindarlarınızın yaşadığı medineleriniz varsa bir medeniyetiniz de vardır. Çünkü kelime olarak medeniyet de medine de “din”den türemiştir. Yine bu ilişkiden dolayıdır ki “medenî olmak” bizde “şehirde yaşamak” anlamından ziyade “başkalarının hukukuna azami saygı göstermek, kibar olmak, güzel ve ince davranmak” anlamına gelir; kabalığın zıddı bir tutumu ifade eder.
Kısaca, din güzel yaşandığı takdirde mutlaka bir medeniyet haline gelir. Bu “güzel yaşama”nın ferdî dairede kalmaması, toplumsal bir tavır halini alması şarttır. Bunun için Kur’an-ı Kerim’de “güzel düşünüp güzel davranan kişi” anlamına “muhsin” kelimesi hep çoğul haliyle “muhsinler” şeklinde geçer. Müslümanlar olarak bugün kendimize has örnek ve yüksek bir medeniyetten yoksunsak eğer, lafı eğip bükmenin hiç faydası yok, dinimizin bize yüklediği sorumlulukları yerine getirirken çoğunluğumuz güzel davranmıyor demektir.
Güzel nedir?
Güzelliğe rağbet etmek, her şeyimizi güzel kılmaya çalışmak insan olmanın gereğidir, dinî bir sorumluluktur, kulluk şuurunun göstergesidir de “güzel” nedir peki? Güzellik itibarî bir kavramsa, yani kişilere, kültürlere, devirlere göre değişiyorsa, neyin güzel olduğunu nasıl anlayacağız?
Hemen söyleyelim, güzellik sadece görüntüden ibaret değildir. Estetik tartışmalarına konu olan, üzerinde anlaşılamayan güzellik, genellikle görüntüye indirgenmiş bir güzelliktir.
Halbuki görüntü veya davranış olarak dışa vurulan her fiil özünde bir kabulü, bir tercihi, bir ölçüyü barındırır. Esas olan bu “öz”ün, bâtındaki kabulün, anlamın güzelliğidir. Elbette göze hoş gelen, beğenilen bir görüntü önemlidir ama daha önemlisi bunun içteki manevi bir güzelliğin, güzel bir inancın yansıması olmasıdır. Sadaka merhametin, Allah rızası için paylaşmanın eseri ise güzeldir mesela. Yahut güzel giyinmek, kibir ve gösteriş değil, Allah’ın verdiği bir nimeti şükür niyetiyle görünür kılma maksadı taşıyorsa güzeldir.
Bu nedenledir ki İslâm’da “güzel” olan aynı zamanda “iyi, doğru, faydalı, hayırlı ve maruf” olandır. Vahyin belirlediği bir “değer”i ifade eder. Görüntü güzelliği bu değerin tabii yansımasıdır. Dolayısıyla müslüman için güzellik itibarî bir kavram değildir.
İnsanın sahip olabileceği güzelliklerin zirvesi kâmil iman ve takvadır. Bu zirveye ulaşan müminin her hali, her davranışı güzel olur. Çünkü güzelliğin şaşmaz ölçüsünü bulmuştur o. En güzelin, en güzel isimlerin sahibinin güzel dediği güzeldir, çirkin dediği çirkin. Yegâne Bedî’, Cemîl, Lâtîf, Muhsîn ve Musavvir olanın emrettiği her şey güzeldir, yasakladığı her şey çirkindir.
Şeytanın tuzağı
Güzellik duygusu fıtrîdir. Cenab-ı Hak insana güzeli tanıma, fark etme, bilme, benimseme ve ondan zevk alma kabiliyeti vermiştir. Onun için gönül güzele meyleder, gönüller güzelliklerle kazanılır. Fakat bu, “güzel”i insanın belirleyip tanımlayacağı anlamına gelmez. Tanımlamak başkadır, tanımak başka. Tanımlamak Allah’a mahsustur. Nitekim “hüsn” (güzellik) ve “kubh” (çirkinlik) İslâm’da fıkhî bir meseledir ve ilâhi ölçülere göre belirlenir. İnsan güzeli ve güzelliği fıtratı gereği tanıyabilir sadece. Bunun için de fıtratını muhafaza etmiş olması, Allah’ın nuruyla bakması, akl-ı selimini kullanması şartı vardır. Fıtratından, dinden, Allah’tan uzaklaşan insanın güzellik anlayışı seviye kaybeder, bayağılaşır ve nihayet güzel olmaktan çıkar. Artık onun için güzel olan, iyi, faydalı ve doğru olan değil; nefsine hoş gelendir. Nefsinin iğvasıyla yanılır, haramı helâl, güzeli çirkin zanneder.
O halde hoşa giden, haz veren her şey güzel değildir. Kur’an-ı Kerim bu konuda özellikle uyarır bizi. Bakara suresinin 216. ayetinde, “Savaş size farz kılındı, gerçi o size hoş gelmez. Olabilir ki siz bir şeyden hoşlanmazsınız; oysa o sizin için daha hayırlıdır. Yine olabilir ki siz bir şeyi seversiniz, oysa ki o sizin için bir kötülüktür. Allah bilir, siz bilmezsiniz.” buyurulur. Demek ki her zaman hoşumuza gidene, bize sevimli ve güzel görünene değil, Allah’ın bildirdiğine rağbet etmek gerekir.
Ankebut suresinin 38. ayetinde de peygamberlerini yalanlayan, küfürde ısrar eden, böylece fıtratlarından uzaklaşmış sapık kavimlerin hali anlatılırken, “Şeytan onlara yaptıkları işleri süsleyip güzel gösterdi.” denilmektedir. Güzel gibi görünen şeylerin bazen şeytanın tuzağı olabileceğini fark etmeliyiz. Bu, basiretle olur. Nitekim aynı ayetin sonunda, şeytanın güzel gösterdiği kötülük ve çirkinliklerin kalp gözüyle bakılması, basiretle davranılması halinde görülüp fark edilebileceği bildirilmiştir.
Bütün bunlar, güzeli tanıyabilme kabiliyetine rağmen insanın yine de ilâhi ölçüleri gözetmesi gerektiği gerçeğine işaret eder.
Haydin hasenâta!
Rızasını kazanmaya çalıştığımız Allah Tealâ’nın, nerede olursak olalım bizi gördüğünü unutmadan her dem ilâhi ölçüleri gözetmek, bütün güzelliklerin kaynağıdır. Bununla beraber ayet ve hadislerde sahiplenmemiz yahut yapmamız gereken güzellikler birer “hasene” olarak da sayılmıştır.
Hasenatın bir kısmı mahiyeti sebebiyle bizzat güzeldir. İman, takva, ihlâs, ilim, ibadet, böyle mutlak bir güzelliği taşır mesela. Zikir güzeldir, şükür güzeldir, hayâ güzeldir, tevbe güzeldir. Kanaat güzeldir, itidal güzeldir, sabır güzeldir, cömertlik güzeldir, infak ve ikramda bulunmak güzeldir. Her hususta edebe riayet güzeldir. İnsanlarla ilişkilerimizde doğruluk, sözünde durmak, yardımlaşma, güleryüz, şefkat, sevgi, saygı, hilm, tevazu, selamlaşma güzeldir. Eşya ve tabiat da dahil, sahip olduğumuz her imkânı emanet şuuruyla zarar vermeden, israf etmeden kullanmak güzeldir. Kötülüğe iyilikle, münkere marufla, kusurlara af ile, günaha tevbe ile mukabele etmek güzeldir. Senden esirgeyene vermen, senden ilgiyi kesene ilgi göstermen güzeldir. Her şeyin, herkesin hukukunu gözetmek, çalışmak, helâlinden kazanmak, temiz ve tertipli olmak, az yemek, az uyumak güzeldir.
Bazı tutum ve davranışlar da vardır ki bunlar niyet ve tarza göre güzel de olabilir, çirkin de. Yani bizatihi hasene değildir ama ilâhi ölçülere riayetle hasene haline getirilebilir.
Mesela meşru bir işte aracılık etmek Kur’an’ın ifadesiyle “şefaat-i hasene”dir de (Nisa, 4), kötü ve yanlış işler için aracı olmak çirkin bir davranıştır. Kötü örnek olmak da mümkündür, güzel ve iyi örnek olmak da. Hz. İbrahim a.s. (Mümtehine, 4) ve Rasul-i Ekrem s.a.v. gibi davranmaya çalışmak “güzel örnek” (Ahzab, 21) olmaktır. İhtiyaç sahibine borç vermek (karz), faiz gibi haramlarla kâr etmek maksadı taşıyorsa çirkindir. Sadece misli ile ödenmek şartıyla ve maddi bir menfaat amacı güdülmeden, yardım duygusuyla verilmişse güzeldir. Buna “karz-ı hasen” denilmiş ve sadakadan daha faziletli olduğu ifade edilmiştir. Sözün de güzeli söylenirse hasene olur. Güzel söz; doğru, faydalı ve hayırlı sözdür. Allah’a davet eder. Malâyâniden uzaktır, hikmetler içerir. Tatlılıkla, yumuşaklıkla, muhatabın seviyesine uygun şekilde söylenir.
Uzatmaya gerek yok. Kâfirlerle, müşriklerle, zalimlerle mücadele ederken bile “güzel davranmayı” tenbih eder Kur’an (Nahl, 125).
Toparlanın güzelleşelim
Modern Batı uygarlığının tamamen görüntüye odaklı marazî bir güzellik anlayışı vardır. Buna “güzellik” yerine şekil düşkünlüğü, imaj oluşturma çabası yahut teşhir hastalığı demek daha doğru olur. Sergilenen ilginç ya da alışılmamış görüntülerle muhatabın dikkatini çekmek ve onu yönlendirmek amaçlanır. Hem bu niyet hem de ilâhi bir arka plandan yoksunluk, şekille veya görüntüyle abartılı bir tarzda uğraşmayı zorunlu kılmış gibidir.
Biraz bu ifrata tepki, biraz imkânsızlık, biraz da ölçülerinden emin olmanın kayıtsızlığı sebebiyle müslümanların şekil güzelliği konusunda genellikle ihmalkâr davranması ise bu defa tam bir tefrit tutumudur. Oysa bizim inancımızda ifrat da yanlıştır, tefrit de. İslâm itidal ölçüsünde bir şekil güzelliğine de önem verir. A’raf suresinin 31. ayetinde “Mescide giderken (güzel giysilerle, kendimize çeki düzen vererek) ziynetlenmemiz” istenir. Bu ayetten, “orada Allah’ın huzuruna çıkacağımız için mescitlere güzel giyinerek gideriz ama diğer yerlerde hırpani bir halde dolaşabiliriz” hükmü çıkmaz. Camiye giderken özel bir hazırlık yapılır elbette ama başka yer ve zamanlarda da güzel olmaya gayret edilir. Çünkü bütün bir yeryüzü mescittir müslüman için. O her yerde Allah’ın huzurundadır. Üstelik “mescide gitmek” cemaate dahil olmak, toplumla kaynaşmak anlamına da gelir. Kokusuyla çevreyi rahatsız edici yiyeceklerden uzak durmamız, temiz olmamız bu nedenle salık verilir.
Bu tür ayrıntıları izah yerine meselenin özüne işaret ederek bitirelim: Güzellik bir itidal, denge, uyum, kıvam, yakışık alma halidir. Madde ile mana, zâhir ile bâtın, eylem ile inanç arasında bir uyum... “Cemâl” kelimesinin kök anlamı tam olarak “dağınık şeyleri toplayarak bir kıvama getirmek, birbirine yakıştırarak ortaya güzel bir görüntü çıkarmak”tır. Nitekim “anlamlı bir bütünlük oluşturan söz topluluğu” demek olan “cümle” kelimesi de aynı kökten türemiştir. Nasıl ki bir anlam eksenini gözetmeden, birbiriyle bağlantısı olmayan ilgisiz
kelimeleri bir araya getirmek “cümle” kurmaya yetmezse, hayatını ve kimliğini birbiriyle uyuşmayan bölmelere ayıran; zâhiri ile bâtını, maddesi ile manası arasındaki uyumu kaybeden insan da güzelliği bulamaz.
Duygularımızı, düşüncelerimizi, tasavvurlarımızı, davranışlarımızı, kısaca bütün hayatımızı tevhid ekseninde toparlayıp güzelleşmenin vaktidir.