Allah İle İnsan iletişimini Yeniden Düşünmek
Allah ile insan iletişiminin mahiyeti
Yüce Allah’ın, âlemde yarattığı her bir canlı ile iletişim içerisinde olması, onun tekvin ve kelam sıfatlarının bir gereğidir. Bu iletişim sadece insanoğlu ile sınırlı değildir. Rabbimizin âlemde yarattığı her bir canlı ile aktif olarak kıyamete kadar var olacak bir iletişim içerisinde bulunması, sünnetullah gereği onun bu âlem için koymuş olduğu yasa ve kuralların bir tezahürüdür. Doğanın ve doğadaki canlıların bir süreklilik içerisinde hayatlarını sürdürmesi, canlıların doğması, yaşam sürmesi, ölmesi, tabiatın bir düzen içerisinde mevsimlere ayrılması, kış aylarında tabiatın canlılığını yitirmesi, bahar ve yaz dönemlerinde tekrar canlanarak yeşermeleri, Yüce Allah’ın canlılar ile irtibatının devamlılığını göstermektedir. Bu süreç âlemin yaratılması ile başlayan ve kıyamete kadar bir düzen içerisinde sürecek olan iletişimdir.
Allah’ın iletişim içerisinde olduğu en özel varlık ise insandır. İlk insanın yaratıldığı andan itibaren, insanın Rabbi ile irtibatı hiç kesilmemiştir. Yüce Allah’ın, yeryüzünde çamurdan/topraktan bir halife yaratacağını içerisinde şeytanın da bulunduğu melekler topluluğuna bildirmesi, şeytan hariç meleklerin tamamının topraktan yaratılan Hz. Âdem’e secde etmeleri ve şeytanın kibir göstererek secde etmemesi (Hicr, 15/28-33.) ve daha sonrasında Yüce Allah’ın yarattığı ilk insan Hz. Âdem’e isimleri öğretmesi (Bakara, 2/31.) ile başlayan insanoğlu ile iletişim serüveni, tarihin belirli dönemlerinde seçilen elçiler vasıtasıyla devam etmiştir. Vahiy olarak adlandırılan bu iletişimi sadece seçilen elçilerle iletişim olarak sınırlamak, vahyi tam olarak anlamamaktır. Zira Allah’ın insanlar içerisinden seçmiş olduğu bir elçiye bildirdiği vahiy, o elçi vasıtasıyla insanlığa bildirilen mesajları içermektedir. İnsanın Allah’a karşı sorumluluğu ise mesaja muhatap kılınması ile başlamaktadır.
Yüce Allah’ın insanoğlu ile bu irtibatı, insanoğluna dünya hayatına gönderilmesinin gayesini bildirmesi ile yaratıcının kulu tarafından tanınması ve bilinmesini sağlaması bakımından önemlidir. Bu sebeple Yüce Rabbimiz, ilk insan Hz. Âdem’den son peygamber Hz. Muhammed’e (s.a.s.) kadar farklı farklı kavimlerden seçmiş olduğu elçilere bazı mesajlar iletmiştir. Kur’an’ın vahiy olarak adlandırdığı bu iletişimde Allah, yeryüzünde bozgunculuk yapan, Allah’ı unutan, dünyanın zevkusefasına kapılan ve fıtratından uzaklaşan insanlığa tekrar fıtratını hatırlatmak, dünya ve ahiretini mamur etmesini sağlamak, insanların kendi aralarındaki iletişimlerini ve düzenlerini tamir etmek amacıyla zaman zaman mesajlarını iletmiştir.
Allah’ın murat ettiği mesajlarını peygamberlerine bildirmesi demek olan vahiy, Allah ile peygamberleri arasında mahiyetini ancak Allah’ın ve kısmen de peygamberlerin bilebileceği bir iletişim vasıtası olarak açıklanmaktadır. Çünkü vahiy hadisesi, varlıksal olarak farklılıkları bulunan iki taraf arasında cereyan eden bir olaydır. Allah’ın varlıksal yapısı (ulûhiyet) ile insanın varlıksal boyutunun (beşeriyet) farklı olması, vahiy gibi gizli ve hızlı bir bildirimi gerekli kılmakta, gizli bir bildirim olması sebebiyle de üçüncü şahısların bu iletişimi anlamaları zorlaşmaktadır.
Allah’ın insan ile iletişimi olarak vahyi anlamak ve vahyin içeriği ile ilgili bilgi sahibi olmak, vahyi gönderen ve vahyi alan tarafların yani Allah ile insan ilişkisinin mahiyetini doğru anlamakla mümkündür. Allah ile insanın iletişimi, mahiyetleri gereği iki insanın karşılıklı birbiri ile konuşması türünden bir iletişim olamaz. Çünkü karşılıklı konuşma şeklinde bir iletişim ancak aynı türden varlıklar için söz konusudur. Bu durum Kur’an-ı Kerim’de de açıkça belirtilmiştir. İlgili ayette Yüce Allah, “Herhangi bir beşer ile Allah’ın konuşması ancak vahiy ile yahut perde arkasından ya da bir elçi gönderip, izni ile dilediğini vahyetmesi şeklinde olabilir. Muhakkak ki O çok yücedir, engin hikmet sahibidir.” buyurmaktadır. (Şura, 42/51.)
Bu ayete göre Allah’ın insan ile üç şekilde iletişim kurduğu anlaşılmaktadır. Birincisi doğrudan doğruya vahyetmek suretiyle Allah, insan ile iletişim kurmaktadır. Doğrudan vahyi, Allah’ın elçinin kalbine dilediği mesajı doğrudan ilkâ etmesi suretiyle yerleştirdiğini söyleyen âlimlerle birlikte, bu tür vahyi fıtratın tasarlanması ve düzenlenmesi, yani her varlığın varoluş amacına uygun yaratılması anlamında tekvin sıfatı çerçevesinde yorumlayan âlimler de bulunmaktadır. Zira yaratmak için Yüce Allah’ın “Ol!” demesi yeterlidir. Varlığın var olabilmesi için Yüce Allah’ın “Ol!” demesi de bir konuşmadır, iletişimdir. (Yasin, 36/82.) İster elçinin kalbine ilkâ suretiyle olsun, isterse fıtratın düzenlenmesi, yaratma anlamında olsun her iki durumda da Allah, yaratmış olduğu insan ile iletişim içerisinde bulunmaktadır. Ayrıca doğrudan vahiy ile Yüce Allah’ın insan dışında arıya (Nahl, 16/68.), yere ve göğe (Fussilet, 41/12.) vahyetmesi de Kur’an’da Allah’ın diğer varlıklarla iletişimine örnek olarak verilmektedir.
Allah’ın insan ile kurduğu iletişime verdiği diğer bir örnek ise perde arkasından konuşmak suretiyle insan ile irtibata geçtiğini bildirmesidir. Bu iletişim türüne örnek olarak Allah’ın Hz. Musa ile konuşması verilmektedir. Kur’an-ı Kerim’de “Musa, tayin ettiğimiz vakitte gelip Rabbi onunla konuşunca, Musa: ‘Rabbim! Bana kendini göster, sana bakayım.’ dedi. Allah: ‘Sen beni göremezsin ama dağa bak, eğer o yerinde kalırsa sen de beni göreceksin.’ buyurdu. Rabbi dağa tecelli edince onu yerle bir etti ve Musa da baygın düştü; ayılınca: ‘Ya Rabbi, münezzehsin, sana tövbe ettim, ben inananların ilkiyim.’ dedi.” (Araf, 7/143.) ayeti bu tür iletişime örnek olarak gösterilebilir. Ayrıca “Musa ateşin yanına gelince: ‘Ey Musa!’ diye seslenildi: ‘Ben şüphesiz senin Rabbinim; ayağındakileri çıkar; çünkü sen, kutsal bir vadi olan Tuva’dasın.’” (Taha, 20/11-12.) ayeti ve “‘Ey Musa! Sağ elindeki nedir?’ Musa: ‘O benim değneğimdir, ona dayanırım, onunla davarıma yaprak silkerim, ondan daha birçok işlerde faydalanırım.’ dedi.” (Taha, 20/17-18.) ayeti, perde arkasından konuşmak suretiyle Allah’ın Hz. Musa ile iletişime geçtiğine örnek olarak verilmektedir. Söz konusu ayetlerde, Hz. Musa’ya dağın arkasından bir ses işittirilmek sureti ile Allah’ın mesaj bildirdiği anlatılmaktadır. Bu tür iletişimde Hz. Musa’ya bildirilen bu vahiyler, perde arkasından iletişim türünde bir istisna olarak kabul edilmektedir. Bu iletişimde Allah’tan gelen mesaj direkt kalbe doğmamış, kulaktaki işitme gücüne söylenmiştir.
Allah ile insan iletişiminde son yol ise Yüce Allah’ın insana bir melek göndererek dilediği mesajı ona bildirmesi suretiyle iletişime geçmesidir. Kur’an-ı Kerim’in Allah ile insan iletişiminde en fazla üzerinde durduğu yöntem ise budur. Bu yöntem, varlıksal düzlem farkı bulunan Allah ile insanın iletişiminde bu farklılığı asgari seviyeye indirecek bir elçi/melek aracılığıyla iletişimin gerçekleşmesidir. Kur’an-ı Kerim bu elçiyi Cibril (a.s.) olarak bize tanıtmaktadır. İletişimin sağlıklı gerçekleştirilebilmesi için varlıksal düzlem farkının ortadan kaldırılmasında melek Cibril önemli rol oynamaktadır. Allah, iletişime geçmek amacıyla kadim kelamını, irade ettiği anda Arapça bir lafız ile Levh-i Mahfuz’da yaratmış, Cibril (a.s.) bu levhadaki mesajları alıp Hz. Peygamber’e getirmiştir. Böylelikle Allah ile peygamber arasındaki iletişim, melek Cibril’in aracılığı ile gerçekleşmiştir. Hz. Peygamber de Cibril’den aldığı mesajları diğer insanlara iletmiştir. Allah’ın peygamberleriyle gerçekleştirdiği bu iletişim, verilen mesajların insanlığa ulaşmasıyla birlikte insanoğlu ile iletişimine dönüşmektedir. Bu yönlü bir iletişim ise Hz. Âdem ile başlamış ve Hz. Muhammed’e (s.a.s.) kadar sürdürülmüştür. Hz. Muhammed’e inzal edilen Kur’an vahyinin insanlığa ulaşması ve günümüze kadar korunarak gelmiş olması, Allah’ın kıyamete kadarki süreçte her bir insan ile iletişime Kur’an vahyi ile geçmeye devam edeceğini bize göstermektedir.
Allah ile insan iletişimini yeniden düşünmek
Allah’ın insan ile iletişime geçmesi, yaratmış olduğu insana verdiği değeri göstermesi açısından önem arz etmektedir. Zaten Rabbimiz de bizleri kendi hâlimize ve başıboş bırakmayacağını bildirmektedir. (Kıyame, 75/36.)
Kıyamete kadar sürecek dünya hayatında yaşayan her bir insanın, Kur’an ile buluştuğunda Allah ile iletişime geçtiğini hatırlaması gerekmektedir. Allah, insanoğluna dünya hayatında yapması gereken şeyleri de uzak durması gereken hususları da vahiy ile bildirmiştir. İnsanın Kur’an’ı her okuyuşu Allah’ın ona hitabını hatırlatacak, sanki vahiy kendisine nazil oluyormuşçasına bir heyecana kapılmasını sağlayacaktır. Kur’an’ın, Hz. Peygamber’in en önemli mucizesi olması da bundan dolayıdır. İnsanın Kur’an okurken sanki bugün nazil olan bir vahye muhatap olduğunu hissetmesi, Allah ile iletişimde olduğu gerçeğini gün yüzüne çıkaracaktır.
Kur’an ile buluşan, vahye muhatap olan, Allah’ın kendisi ile iletişime geçtiğini idrak eden insan ise bu muhataplığın bir gereği olarak Allah ile iletişime geçmeye gayret edecektir. Allah ile insan iletişimini tek yönlü olarak değerlendirmemek gerekir. Zira Allah’ın insan ile iletişime geçmesini “vahiy” olarak adlandırırken, insanın Allah ile iletişimini ise “dua” ve “ibadet” olarak da adlandırabiliriz.
Allah’ın kendisiyle vahiy ve yaratma ile iletişime geçtiğini idrak eden insan, buna karşılık Yaradan’a dua ederek, O’nu zikrederek ve O’na ibadet ederek onunla iletişime geçmektedir. Esasında insanın onunla iletişime geçmesini Kur’an-ı Kerim’de yine Yüce Allah istemektedir: “Rabbiniz şöyle dedi: ‘Bana dua edin, duanıza cevap vereyim. Bana kulluk etmeyi kibirlerine yediremeyenler aşağılanmış bir hâlde cehenneme gireceklerdir.’” (Mümin, 40/60.) ayeti ile “Ey iman edenler! Rükû edin; secdeye kapanın; Rabbinize ibadet edin; hayır işleyin ki kurtuluşa eresiniz.” (Hac, 22/77.) ayetleri, insanın Rabbine yönelerek isteklerini, yakarışlarını, kulluk, ibadet ve taatlarını arz etmesi gerektiğini bildirmektedir.
İnsanın darlıkta ve bollukta Rabbi ile iletişime geçmesi, O’na karşı görevlerini yerine getirmesi demek olan dua ve ibadetler, Allah’ın insan ile iletişimi olan vahyini kabul ettiğinin, O’na boyun eğdiğinin, fıtratına uygun yaşamaya söz verdiğinin bir göstergesidir. Aynı zamanda Allah’ın iletişime geçerek insanı muhatap almasına bir teşekkürüdür.
Müslümanlar olarak bizler, Allah’ın bizleri muhatap almasından dolayı dua ve niyazlarımızla, ibadet ve taatlarımızla O’na teşekkür etmeli ve böylece Allah ile aramızda kurduğumuz iletişimi/irtibatı hayat boyu devam ettirmeliyiz. Allah’ın yaratma anlamında her an bir iş üzerinde olması (Rahman, 55/29.), her an yaratmaya devam etmesi ve tüm insanlığın son ilahi vahye her an muhatap olması; buna mukabil insanoğlunun Rabbine yönelerek dua ve niyazda bulunması ve ibadetlerini yerine getirmesi, Allah ile insanın kıyamete kadar sürecek olan iletişiminin bir göstergesi olarak değerlendirilmelidir.