* FANİ DUNYA FORUM HABERLER


Gönderen Konu: Allah’a Şirk Koşmak 1  (Okunma sayısı 183 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı anadolu

  • Administrator
  • *****
  • İleti: 813
    • www.fanidunya.net
Allah’a Şirk Koşmak 1
« : Kasım 23, 2021, 01:30:58 ÖS »
Allah’a Şirk Koşmak   1

Rabbimiz kaçınılması gereken yasakların birinci sırasında, kendisine ortakların (şirk) koşulmasını dile getirmiş ve affedilmez bir suç olarak Nisa 48 ve 116’ıncı ayetlerde “Kesinlikle Allah kendisine şirk koşulmasını affetmez” diye bildirmiştir.

YASAKLANAN VE MUTLAK KAÇINILMASI GEREKEN

“De ki, ‘Ancak Rabbim, gerek açıkça veya gerekse gizlice yapılan kötü davranışları, çirkin, yasak olan şeyleri yapmayı, haksız yere isyan etmeyi, hakkında hiçbir delil indirmediği halde kendisine ortak koşmanızı ve bilmediğiniz şeyleri Allah adına söylemenizi haram etmiştir.”(7 Araf 33)

“De ki, ‘Gelin, Rabbinizin size neyi yasakladığını okuyayım. O’na hiçbir şeyi ortak koşmamanızı yasak etmiş, ana babaya iyilik yapmanızı emretmiştir. Çocuklarınızı yoksulluk korkusuyla öldürmeyin, sizin de onlarında rızıklarını biz veriyoruz. Açık veya gizli Allah’ın yasakladığı kötülüklere yaklaşmayın. Allah’ın yasakladığı, bir nefsi geçerli bir neden olmadan öldürmeyin. Allah size bu kitapla tavsiyelerde bulunuyor ki, belki aklınızı kullanırsınız.”(6 En’am 151)

Araf 33 ve En’am 151’inci ayetlerde Allah’ın, kendisine ortaklar koşulmasını kesin bir ifadeyle yasakladığını (haram ettiğini) görüyoruz. İnsana, anlayabileceği bir lisanla neden yasaklandığı da şöyle anlatılıyor:

“Allah sizin kendi nefsinizden size bir misal veriyor. Size rızık olarak verdiğimiz şeylerde, kölelerinizin size ortak olmasını ve o rızıklara sahip olmada onlarla eşit olmayı ister misiniz? Kendi nefisleriniz için korktuğunuz şeylerde onlar içinde korkar mısınız? Aklını kullanan bir toplum için ayetlerimizi böyle açıklarız.”(30 Rum 28)

Evet bir insan olarak sahip olduğumuz şeylerde bırakın kölelerimizi, kendi öz evlatlarımızın, sahip olduğumuz mallarımızda bizlerden habersiz olarak tasarruf etmesini veya dilediği gibi harcamasını ister miyiz? Her şeyi yaratan ve yarattığı her şeyin sahibi Allah, aynı zamanda yarattığı ve sahibi olduğu varlıkları yönetmek ve idare etmek de kendisine aittir. İnsan olarak sahip olduklarımıza hiçbir kimsenin ortak olmasını istemiyorsak, Allah’ın mülkü ve yönetiminde ortaklara yardımcılara kesinlikle ihtiyacı olmadığı halde, ortaklar koşmamızı Allah neden kabul etsin. Rabbimiz, insanlar olarak yeryüzünde yaşadığımız her çağda ve dönemde, insanların kendi aralarında ortaklık yapmalarını yasaklamamış ve bu konuda Kur’an’ın farklı yerlerinde farklı ayetlerde birbirleriyle ortaklık kurulması veya paylaşımlarda adaletli olma alışkanlığı edinmelerini emretmiştir:

“Eğer miras düşen kardeş sayısı (ikiden) fazla ise, ölenin vasiyeti ve borçları ödendikten sonra kalanın üçte birine ortaktırlar. Aralarından hiçbirisinin zarara uğratılmadan mirasın taksim edilmesi Allah’dan bir tavsiyedir. Allah her şeyi bilen ve kullarına şefkatli olandır.”(4 Nisa 12)

Bazen de insanların kendi çıkarlarını düşünerek veya ayırımcılık yaparak, aralarında yanlış da olsa (Allah’dan başka ilahlara adanan kurbanların etlerini kadınlara yasaklamışlardı) eşit şekilde paylaşmaları gereken konularda, eşit paylaşmanın koşullarını zorlaştırarak, adil paylaşmanın yüzdesini asgari seviyede tutacak kararlarla yaptıkları adaletsizliklerin örneklerini, Allah vahiyle şöyle dile getiriyor:

“Dediler ki ‘Özellikle şu hayvanların doğuracağı hayvanlar yalnızca erkeklerimize ayrılmış olup, eşlerimiz bunlardan yiyemezler. Eğer bu hayvanların karnındakiler ölü doğarsa, o zaman ölü doğan hayvanın etini yemede erkekler (kadınlara) ortaktır. Kendilerine yakıştırdıklarının (ayırım yapmalarının) karşılığı ile Allah onları cezalandıracaktır. Allah her şeyi bilen ve ona göre hüküm verendir.”(6 En’am 139)

İsra suresi 64’üncü ayette de Allah’ın ve dini İslam’ın düşmanı şeytan ve şeytanın yoldaşları, insanları Allah’a kulluk etmekten alıkoymak için her türlü fedakârlığı yaparak, İslam dinini yok etmek için sahibi oldukları her şeyi feda etmeye hazırlar ve bunu her devirde yapıyorlar.

“(Ey İblis/şeytan) Onlardan gücünün yettiklerine sesinle (hitabınla) boyun eğdir veya atlarınla ve adamlarınla onları kendine özendir, mallara ve evlatlara onları (güçlerine) ortak et veya çeşitli vaatlerde bulun. Şeytan ancak insanlara gurur (aldanmayı) vaat eder.”(17 İsra 64)

Musa (as) Firavun’u uyarması için görevlendirildiğinde, Rabbinden kardeşi Harun’u da yardımcı olarak görevlendirmesini istemiş “Ailemden bana bir yardımcı görevlendir, Kardeşim Harun’u, Harun ile beni güçlendir ve görevimde bana ortak olsun ki, senin eksiksiz olduğunu sık sık analım (insanlara duyuralım)”(20 Taha 29-33) ve ayetlerde kullanılan “şereke = ortak oldu” fiilinden, Allah kendisinden başka yaratılmış varlıkların ortaklar edinebileceklerini, ancak kendisine ortaklar yakıştırılmasını ve ortak edindiğini söylemelerini affedilmez bir suç olarak kabul ediyor. Musa (as)’ın şahsında Allah için ve insanların hayrına olan çalışmalarda mücadelenin başarısı için ortaklaşmanın mutlaka ehil insanlar arasında paylaşılması gerekiyor. İyi niyetli çalışmanın ve paylaşmanın arkasından elbetteki Rabbimizin yardımıyla başarı mutlaka gelecektir.

Âlemlerin Rabbi yüce Allah, kendisini ilah edinen her inanan insanın, kendisine nasıl kulluk edeceğini elçilerine indirdiği vahiyle öğretmiştir. Elçilerin şahıslarında ve geçmişlerinde atalarından miras kalmış putları ilahlarının sembolü gören, sonra elçinin tek ilah Allah’a kulluk çağrısına tabi olan çağdaşlarına uygulattırarak, gelecek nesillere örnek olarak göstermiştir. Aynı zamanda Allah’ın elçisine tabi olan örnek neslin şirkle mücadelesi, sonraki nesillere örnek olmuş ve kendilerine emredilenleri yerine getirmelerinin yanı sıra, kaçınmaları ve yapmamaları gereken yasaklar da elçinin önderliğinde vahiyle uygulamalı olarak öğretilmiştir. Bu yasakların yapılması veya meşru olarak gösterilmesi ve tanınması durumunda, ölmeden önce vazgeçmemeleri (tövbe etmemeleri) durumunda, Rablerinin öfkesini ve böyleleri için hazırladığı alçaltıcı azabı hak edeceklerini de Allah kitabında açıkça bildirmiştir.

Rabbimiz kaçınılması gereken yasakların birinci sırasında, kendisine ortakların (şirk) koşulmasını dile getirmiş ve affedilmez bir suç olarak Nisa 48 ve 116’ıncı ayetlerde “Kesinlikle Allah kendisine şirk koşulmasını affetmez” diye bildirmiştir. Allah’a inandım diyen insanların, inandım dedikleri Rablerine ortak koşmaları ve yaşadığımız dünyada çoğunluk olmalarının en önemli sebebi, Allah’ın indirdiği doğruların kılavuzu olan kutsal kitaplardan uzak durmalarıdır. İlahi bilgilerin içeriğinden mahrum kalmaları, Allah ve O’nun dini İslam’ın doğru bilgilerinden uzak kalmanın getirdiği cehalet sonucunda, doğru bilgilerin yerini şeytanların ve şeytana kulluk edenlerin yanlış öğretileri, insanları şirkin batağına sürüklemiş ve bu bataklıkta debelenip durmaktadırlar. “Onların (insanların) çoğu, Allah’a eş koşarak inanırlar.”(12 Yusuf 106)

İnsanların Allah’a inandım demeleri kendilerine yetmiyor. Bu durumu En’am suresi 158’inci ayet açık bir şekilde “Kendilerine Allah’ın ayetleri (ölüm hükmü) geldiğinde, bir nefse imanı fayda vermez. Çünkü ya önceden iman etmemiş veya ettiği iman o’na hayır kazandırmamıştır” olarak dile getirmiştir.

“Ettiği iman o’na hayır kazandırmamış” cümlesi üzerinde bayağı bir düşünmek ve bu cümlenin anlamını, inandım diyen her insanın, yaşadığı müddetçe aklından çıkarmaması gereken, Rabbimizin hatırlatması olarak aklının bir kenarına kayıt etmelidir. Allah’ın vahyinden uzak kalmış şirk içeren bilgilerle donanmış imanları, insanların Allah’ı doğru ve gereği gibi öğrenememesinin, tanıyamamasının tek sebebi, Âlemlerin Rabbi Allah’ı Kur’an dışı kaynaklardan öğrenmeleri ve öğretilmeleridir. Allah’ın ne kadar ulu ve yüce olduğunu anlatan şu ayet ile Allah’ı tanımış olsalardı, ortak koştuklarının Allah’ın yanında bir hiç olduklarını öğreneceklerdi:

“Onlar gerektiği gibi Allah’ı tanıyamadılar (takdir edemediler). Kıyamet günü yeryüzü tamamen O’nun kontrolünde olup, göklerde O’nun kontrolü ve gücü ile bir araya toplanacaktır. Allah, onların ortak koştuğu her şeyden uzak ve çok yücedir.”(39 Zümer 67)

Hâlbuki kuvvet ve kudretinde hiçbir şüphe olmayan Allah vahyettiği kitabında “Hiçbir şey O’nun (Allah’ın) misli benzeri değildir.”(42 Şura 11) demiş, “Hiçbir kimse O’nun dengi olmamıştır”(112 İhlass 3) demesine rağmen, şeytanların tuzaklarına düşen insanlar, şeytanların öğretilerini kendilerine rehber olarak almışlardır. Allah’ı tanımlanabilen varlık olarak, ya insan seviyesine indirerek sevinen, üzülen, sevgili, dost, eş ve çocuk edinen veya asla sıradan bir insanın ulaşamayacağı müteal (ulaşılamayan çok yüce) bir varlık olarak tanıtmışlardır. Öyleyse bu insanlara göre, tanrıya ulaşmanın yollarını bulmak gerekir. O zaman Allah’ın yanında saygın insanlar (şeytanların belirlediği Allah dostları) saygın varlıklar (melekler) aracılığıyla veya O’nu temsil eden diğer canlı-cansız varlıkların (putların) aracılığı veya şefeatleri ile Allah’a ulaşılabilecekleri inançları dayatılmıştır. Bu durum Rabbimizin kitabında belirttiği gibi ortak koşanlar için çıkmaz bir yol olarak gösterilmiştir.

“(Şunu bilin ki!) Allah kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz, ama şirk koşulmasının dışındaki bütün hataları dilediği kimselere bağışlar. Kim Allah’a ortak koşarsa, en büyük günahı uydurmuş olur.”(4 Nisa 48, 116)

Çünkü Allah’ın yarattığı varlıkları tanımaması ve yaptıklarını bilmemesi diye bir zafiyeti yoktur. O yüceliği ile yarattığı her şeye yakın ve O’nun kontrolü altındadır. Bunu en basit olarak “Yapraklardan her birisinin ağacından düşmesi bile, yalnızca O’nun bilgisi iledir. Yeryüzünün karanlıklarındaki en küçük taneyi de O bilir. Yaş ve kuru her şey açık bir kitapta yazılmıştır.”(6 En’am 59) Öyle ise Allah’ın kendisine ortaklar koşulan bu sahte ilahlar, yarattığı varlıkların her şeyinden haberdar olan Allah’a, kulları hakkında bilmediği bir şeyi mi hatırlatacaklar?

Bu affedilmez hatanın tek ilacı, yaşadıkları ve nefes aldıkları süre içerisinde, Allah’ın kullarını Allah’a ortakları yapmaktan ve onları Allah’ın kullarını seçilmiş görmekten vaz geçmeleri (tövbe etmeleri) gerekmektedir. Öldükten sonra hata ve yanlışlarını düzeltmeleri mümkün değil. Bir başkasının onlar adına yaptıklarının hiçbir yararının olmadığı tekrar tekrar hatırlatılmaktadır. Ölümden sonraki dirilişte hesap günü gerçeğiyle yüzleşen tüm suçluların sanki tek bir ağızdan “Rabbimiz bizi tekrar yeryüzüne gönder de hatalarımızı giderelim, düzeltelim ve iyilerden olalım” diye seslenmelerinin onlara faydası olmayacak. Onların bu isteklerine Rabbimizin “Onlar geri gönderilmiş olsalar, yine aynı şekilde davranırlar, aynı hataları tekrar yaparlar” cevabını verdiğini biliyoruz. Ellerinde doğru yolun rehberi kitap olmasına rağmen “Allah’ın kullarını Allah’ın bir parçası yaptılar. Gerçekten insan (kullarını Allah’ın parçası yapmakla) açık bir küfür içine girmiştir.”(43 Zuhruf 15)

Allah’ın bu açık ve gayet anlaşılır ikaz ve uyarılarına kulaklarını kapatarak, Allah’a ortak koşma yanlışlarını cehaletlerine yorumlamak da bir cehalettir. Kasıtlı olarak, insanların Allah’ı birlemelerine ve yalnızca O’na kulluk etmelerine engel olmayı amaçlayanlar, yoldan çıkmış şeytan ve tabilerinden başkaları değildir. Ehli kitabın şahıslarında günümüze kadar açık bir şekilde taşınan ve sürdürülen, Allah’ın kullarını Allah’ın bir parçası yaptıklarını bu gün de görebiliyoruz: Hristiyanların “Baba, oğul, kutsal ruh” üçlü ilah inancı. Tek bir ilah olan Allah’dan başka ilah olmadığı halde “Allah üç ilahın üçüncüsüdür diyenler kâfir olmuşlardır. O tek ilah’dan başka ilah yoktur. Eğer bu söylemlerinden vaz geçmezlerse, inkâr edenlere acıklı bir azap mutlaka dokunacaktır.”(5 Maide 73) Kıyamete kadar şeytan Rabbinden aldığı izin ile insanları yoldan çıkarmaya devam edeceğe ve bu konuda hem de fazlasıyla müşteri bulacağa benzemektedir. İşin garip tarafı da talep o kadar fazla ki hiçbir zaman sayıları azalmayacak.

Yaşadığımız şu çağda Müslümanım diyen din görevlilerinin, ilahiyatçıların ve insanların, Allah’ın kulu ve elçisi Muhammed (as)’a Allah’ın sevgilisi (Habibullah) diye hitap etmeleri ve Allah’ın sevgilisi olmayı hak ettiği inancı aynı amaca hizmet etmiyor mu? “Allah’ın kullarını Allah’ın bir parçası yaptılar. Bunu yapan insan şüphesiz ki apaçık bir inkâr içindedir.”(43 Zuhruf 15)

Ehli kitabın yapmış olduğu eş ve çocuk yakıştırmaları bakın Rabbimiz tarafından nasıl reddediliyor:

“Gökleri ve yeri ilk defa yaratanın nasıl bir çocuğu olabilir. Her şeyi yaratan ve her şeyi bilen O olduğu halde, O’nun eşi de olmamıştır.”(6 En’am 101)

Her şeyi yaratan ve dengi benzeri olmayan her şeyin sahibi Allah’a, insani kazanımlar olan eş, çocuk, sevgili, dost, arkadaş gibi ifadeleri kullanmak Zuhruf 15’inci ayette açık bir inkâr olduğu belirtildiği halde görmezlikten gelmek olacak şey değil.

Kur’an’ın Maide suresinin 18’inci ayetinde “Yahudiler ve Hıristiyanlar ‘Biz, Allah’ın oğulları ve sevgilileriyiz’ dediler. Onlara de ki ‘Öyle ise günahlarınızdan dolayı Allah size niçin azap ediyor? Hayır, siz sadece yarattıklarından biri olan insansınız” denilerek, oğulları ve sevgilileri oldukları iddiası, Allah’ın yarattığı insanlar olmaları sebebiyle reddedilmiştir. Yaratılmış bir insan olan Abdullah oğlu Muhammed’e Allah’ın sevgilisi demekle, Allah’ın Maide suresi 18’inci ayetinin inkâr edilmesi, reddedilmesi anlamına gelmez mi?

Aynı şekilde bugün İslam dünyasında Allah’ın velileri dedikleri insanları, Allah’ın parçası olarak nitelemeleri çok yaygın olarak kullanılmakta ve inanılmaktadır. Rabbimiz, insanların kendisinin velisi olamayacağını, veli edinmenin ihtiyaçtan ve muhtaçlıktan kaynaklandığını (yaşadığımız hayatta da kullanıyor ve kullanıldığına şahit oluyoruz) İsra suresi 111’inci ayetinde “Çocuk edinmemiş, mülkünde ortağı olmayan ve muhtaçlıktan (ihtiyaçtan) dolayı velisi olmamış Allah övülmeye layıktır. Rabbini yüceltebildiğin kadar yücelt” şeklinde bildirildiği halde, sanki Allah gökleri ve yerleri idare edemiyormuş gibi, işlerini ve yönetimini ‘veli’ ismini verdikleri (bir başkasının işini, sorumluluğunu alan ve o kişiyi koruyup gözeten) insanların kendi aralarında paylaştıkları iddia ediliyor.

Rabbimiz Kitab-ı Keriminde, melekler ve peygamberler de dâhil hiçbir kuluna, benim velim dememiştir. Tam tersine “Allah kendisine inanan her insanın velisi (koruyucusu)” olduğunu Bakara 257’inci ayette açıkça bildirmiştir. Çünkü veli edinmek muhtaçlıktan, kendine yetememekten kaynaklanmaktadır. Yüceler yücesi Allah veli edinmekten müstağnidir. İnsanlar birbirlerine velilik yapabilirler, ancak asla Allah’a velilik yapamazlar ve veli olamazlar.

İnsanlar Allah’ın rehber olarak indirdiği Kitab’ının uyarılarını hiç dikkate almıyorlar ama akıllarını neden kullanmıyorlar? Yaratılmış bir insanın kendisini yaratanla denk olamayacağını düşünemiyor mu? Düşünemiyorsa da, dünyadaki geçici ve sınırlı menfaatlerini koruyan ve onlardan taviz vermeyen insan, hesap gününde başına gelecek affedilmez bu hatalarının ağır yükünü de sürekli çekeceğini bilmelidir.

Günümüz insanlarından pek çoğunun farkında olmadıkları ve hata yaptıkları yanlış inançlarından birisi de, hesap gününde Allah’dan başkalarından şefaat beklemeleri ve buna inanmalarıdır. “Kendilerine ne bir zarar, ne de bir fayda verebilecek güce sahip olmayan, Allah’dan başkalarına ibadet ediyorlar ve ‘Bunlar, Allah katında bize aracılık yapacak olan şefaatçilerimizdir’ diyorlar. Onlara de ki: Göklerde ve yerde Allah’ın bilmediği bir şey var da, onu Allah’a mı haber veriyorsunuz? O sizin ortak koştuğunuz eksik nitelendirmelerden çok yüce ve uzaktır”(10 Yunus 18)

Ayette görüldüğü gibi, hem Allah’dan başkalarına kulluk ediyorlar hem de hesap gününde kendilerini Allah’a tanıtacağına ve onlara azap hükmü verirse, kulluk ettiklerinin, onlar için aracılık yapacaklarına ve azaptan kurtaracaklarına inanıyorlar. Onların bu kabullerini ve inançlarını Rabbimiz, kendisine ortaklar koşmak olarak bildiriyor. Hesap gününde şefaatçilerin olacağına inanan müslümanım diyenler “Ayetin konusu müşrik kâfirler içindir, müslümanları kapsamaz” diyerek kendilerine toz kondurmuyorlar. Bizim amacımız bu tür inançlara sahip insanları müşrik sıfatıyla yaftalamak değil, Rabbimizin, hangi inanç ve amelleri kendisine ortak koşmak olarak kabul ettiğini hatırlatmak ve bir müslüman da şirk koşmanın ne olduğunu bilsin ve bu beladan korunsun istiyoruz.

Çevrimdışı anadolu

  • Administrator
  • *****
  • İleti: 813
    • www.fanidunya.net
Ynt: Allah’a Şirk Koşmak 2
« Yanıtla #1 : Kasım 23, 2021, 01:33:36 ÖS »
Allah’a Şirk Koşmak  2

Kâinatın sahibi olan Rabbimiz, sahibi olduğu varlık üzerinde dilediğini şekilde, dilediği kadar tasarruf yapması her şeyin Rabbi olmasının gereğidir ve yalnızca tek Rabb olmak O’nun hakkıdır.

Övülmeye layık olan yalnızca alemlerin Rabbı olan Allah’dır. Çünkü her şeyi yaratan, kendince planladığı bir hesaba göre yarattığı her şeye bir amaç ve görev yükleyen ve yüklediği görevi yerine getirebilecek kabiliyet ve bilgi ile donatan ve buna göre yarattığı her şeyin ihtiyaçlarını karşılayan O’dur. Kâinatın içinde dünya, insanın denendiği bir saha olarak, insanın yaşayabileceği her türlü ortam ve malzeme ile donatılmış, sonra bu hazır ortamda insan dünya arzının toprağından yaratılmıştır.(20 Taha 55) “Bahçe komşusu arkadaşı ona karşılık vererek ‘Seni (dünyada) topraktan, sonra bir atımlık sudan yaratan ve sonra da seni adam yerine koyanı mı inkâr ediyorsun? Ancak benim Rabbim yalnızca o Allah’dır ve ben hiçbir kimseyi Rabbime ortak koşmam.”(18 Kehf 37-38)

Rabbimiz hesap gününden sonra cennette, oraya layık olan bu isimsiz insanı, diğer bir cennet arkadaşı ile sohbet ederken, dünyada yaşadığı, her insan için ibretlik olan bu diyalog, bir insanın Rabbine teslimiyetini anlatıyor. O halde dünya hayatında imtihan olunan insana, elçiler ve elçilere indirilen kitaplar, insanı yaratan Allah’ı âlemlerin Rabbi olarak tanıtmıştır. İnsan, elbette O’nun indirdiği kitabından öğrendiği ve doğru tanıdığı Rabbine teslimiyet yaşadığı sürece, son nefesini verinceye kadar devam etmelidir. “Ey iman edenler!… müslüman olarak ölün” ayeti bize teslimiyetin sürekliliğini hatırlatıyor. Bu arada “Âlemler” lafzı için bir parentez içi açıklama yapmak gerekirse, genelde yanlış olarak insanımız tarafından kullanılan “Ruhlar âlemi, cinler âlemi, berzah âlemi, melekler âlemi, gayb âlemi” ayrı ayrı mekânlarmış gibi kullanıldığı anlamda Allah’ın kitabında hiçbir yerde kullanılmamıştır. Âlem kelimesi ‘zaman’ anlamında insanların yaşadığı her çağı ve her dönemi içine alan zamanı ifade etmiştir. Örnek “İn hüve zikrün lilaalemiin = O Kur’an âlemler için öğüttür” Muhammed (as) ve önceki Nebilere söylenen “âlemlerin Rabbi” isim tamlaması, onlardan sonra yaşayan tüm insan topluluklarını ve diğer yaratılmış varlıkların tamamını içine alır. Allah her dönemin her zamanın Rabbi iken Allah’dan başkalarının Rabbler edinilmesi durumunda, Allah’a kulluk eden inanmış, teslim olmuş her insana “De ki ‘O Allah her şeyin Rabbi iken, ben ondan başka bir Rabb mi arayacağım?”(6 En’am 164) diye söylemesi gerekenin bu olduğu öğretilmiştir.

Allah’dan başka Rabb aramanın, O’ndan başkalarını Rabb edinmenin Allah’a ortaklar koşmak olacağı İbrahim (as)’ın tecrübesiyle açıkça anlatılmıştır. “Bu defa güneşi doğmuş bir halde görünce, ‘Bu benim Rabbim’dir. Çünkü bu daha büyük’ dedi. Güneş batınca, ‘Ey kavmim! Ben sizin Allah’a koştuğunuz ortaklardan uzağım. Ben yüzümü, doğru ve gerçekleri kabul etmiş (hanif) olarak yalnızca O’na, gökleri ve yeri yaratana çevirdim. Ben asla ortak koşanlardan değilim’ dedi. Kavmi onunla tartışınca ‘Allah beni doğru yola eriştirmişken, O’nun hakkında benimle mi tartışıyorsunuz? Rabbim benim hakkımda herhangi bir şey dilemedikçe, ben Allah’a ortak koştuklarınızdan korkmam. Rabbim ilmiyle her şeyi kuşatmıştır. Hiç düşünmüyor musunuz? Sonra siz, haklarında Allah’ın hiçbir bağlayıcı delil indirmediği şeyleri O’na ortak koşmaktan korkmazken, ben sizin Allah’a ortak koştuklarınızdan nasıl korkarım?’ Şimdi biliyorsanız söyleyin bakalım. Bu iki gruptan (Allah’a şirk koşanla, koşmayan) hangisi Allah’ın yanında güvenli olmaya daha layıktır?”(En’am 78-81)

İbrahim (as)’ın bu tecrübesinde düşünen ve akleden insanlar için çıkartılacak çok güzel örnekler var. Gayb niteliğinde olan herhangi bir konuda, akıl sahibi insanın kendi kabiliyeti ile kesin bir sonuç elde edemeyeceğini ve yürütülen aklın sonunda zandan başka bir sonuca ulaşılamayacağını görüyoruz. Rabbimiz “Zannın doğrudan yana hiçbir şey ifade edemeyeceğini” Yunus 36 ve Necm 28 ayetlerinde öğretiyor. Eğer Rabbimiz vahiyle kendisini İbrahim peygambere tanıtmasaydı, İbrahim (as) sürekli doğru bir Rabb buluncaya kadar Rabb arayışı içinde olacaktı.

Rabb kelimesinin anlamının içinde “sahiplik” anlamı olduğunu Kur’an’ın öğretisiyle Allah’dan başka insanlar için de kullanılabileceğini öğreniyoruz. Yusuf suresindeki 41’inci ayette “Yusuf ‘Ey Hapishane arkadaşlarım! Şimdi ikinizden biriniz sahibine (rabbine) kırmızı içecekten ikram edecek. Diğerinize gelince, o da asılarak öldürülecek ve başından kuşlar bir şeyler yiyecek. İşte benden ikinizin yorumunu istediğiniz rüya ile (Allah tarafından) böyle karar verildi’ dedi.”(12 Yusuf 41) Mısır ülkesinin hükümdarının sakilik (içki hazırlayan) görevi verilmiş, zindana atılanlardan birisine Yusuf (as) “Sen Rabbin olan yöneticine hizmet etmeye (sakilik yapmaya) devam edeceksin” diyerek hapishane arkadaşının rüyasını böyle yorumlamıştır. Hükümdarın yanında görevli olarak çalışması ve hizmet etmesinin yanında, Rabbı olan hükümdarın ülke yönetimini elinde bulundurmasından ve tebasının sorumluluğunun, güvenliğinin ve adil bir şekilde yönetilmesini yüklenmesinden dolayı Yusuf (as) arkadaşına, efendisi hükümdar için “Rabbine döndüğünde” demekle “Rabb” kavramının anlamını daha iyi anlıyoruz. Osmanlı döneminde zengin ailelerin çocuklarının eğitimini sağlamak amacıyla ücret karşılığı evlerde ders veren eğitmenlere rabbe fiilinin kökünden türeyen “erkek için Mürebbi, bayan için Mürebbiye (terbiye eden, eğiten, hayatı öğreten)” deniliyordu. Okullarda eğitim amaçlı okuma yazma öğretenlere ise “Muallim”(öğretici) denmekte. Muallim ile mürebbi kelimelerinin farkını anlamak zor bir şey olmasa gerek. Muallim belli bir program içerisinde kendisine yüklenilen programın dışına çıkmadan öğrenciye, günümüzde olduğu gibi 12 yıl gibi uzun bir süre içinde planlanmış programlar sonunda kademeli bir eğitim takip ederek teorik bilgi öğretir. Mürebbi ise eğittiği öğrenciye yaşadığı çocukluk hayatından erişkinlik çağına kadar önüne çıkabilecek her şeyi, yani a’dan z’ye her alanda öğrencisine programsız anlık ihtiyaçlara bağlı olarak, yaşayarak, uygulamalı (pratik) olarak öğretir. Bu anlam bizim Allah’ın sıfatlarından olan Rabb kavramını doğru anlamak için gerekli ve bilinmesi gereken çok önemli bir kavramdır.

Rabb yaratıcıdır, yaratandır. “Senin Rabbin dilediği şeyi yaratır ve yarattıkları içinde, en hayırlı olanı seçer. Allah bütün noksanlıklardan uzak olup, onların koştukları şeylerden de çok yücedir.”(28 Kasas 68) Rabb, yaratmanın yanı sıra yarattığı her varlık için uyması gereken hükümleri belirleyen ve koyduğu hükümlere insanın dışındaki varlıkları, isteseler de istemeseler de boyun eğdirendir.

Biz Rabbimizin koyduğu hükümlere fıtrat kanunları diyoruz. Allah’ın koyduğu bu fıtrat kanunlarında asla bir değişiklik olmaz. Bu değişmez Allah’ın kanunları, insanın imtihan alanı olan bu dünyanın ve tüm kâinatın, Rabbimizin belirlediği vakte kadar değişmemesi, farklı zamanlarda yaşayan insanların, değişimden dolayı Allah’ın koyduğu hükümlere mazeret üretmelerinin önünü tıkamak içindir. İnsan, Rabbinin koyduğu fıtrat kanunlarına istesin veya istemesin uymak mecburiyetindedir. Bir örnek verirsek, her insan anne ve babanın biraraya gelmesi ile hayata gelir. Bu kuralın dışında Allah’ın verdiği istisnaların (topraktan yaratılan ilk insanlar ve babasız yaratılan İsa as gibi) dışında “Ben anasız babasız dünyaya geldim” demesine hiçbir insan inanmaz. Aynı zamanda Rabbimizin koyduğu bu kanun, her insanın yaşayarak şahitlik ettiği bir yaşam tecrübesidir.

Mutlak surette, Rabbimizin yarattığı her varlık için konulmuş fıtrat kanunlarının dışında Rabbimiz, imtihan olan insana, uyması ve itaat etmesi için özel hükümler (emirler, yasaklar) belirlemiştir. İmtihanının gereği Rabbinin hükümlerini kabul edip etmemesi, uyup uymaması insanın bizatihi kendi inisiyatifine “İnsana yolunu gösterdik, dileyen şükreder, dileyen de inkâr eder”(76 İnsan 3) bırakılmıştır. “O halde Rabbinin hükmünü terk etme (sabret), onlardan günahkâr veya doğruları inkâr edenlere de itaat etme.”(76 İnsan 24)

Ancak her nimetin bir külfeti var. Rabbinin nimeti ile yaşam bulmuş ve yaşadığı hayatta Rabbine itaat etsin veya etmesin, yaşamını devam ettirecek her türlü imkân Rabbinin lütfu ile önüne (31 Lokman 20) serilmiştir. Rabbinin emirlerine ve yasaklarına karşı tercih ettiği tavır olumsuz ise, yani inkâr ve isyan etmeyi seçerse elbette bunun karşılığı olarak gerek bu dünyada gerekse hesap gününde azab etmesi Yüce Allah’ın Rabb olduğunun göstergesidir. “Biz doğruları inkâr edenler için zincirler, boyunduruklar ve yakıcı bir ateş hazırladık.”(76 İnsan 4) Adil olduğunu ve hiçbir kuluna haksızlık yapmayacağını ilan eden Rabbimiz, kendisine iman edenle itaat etmeyeni bir tutmaması ve her ikisine hak ettiği karşılığı vermesi O’nun Rabb olduğunun gereğidir. İtaat eden iyilere de hesap gününde, altlarından ırmakların aktığı ve her türlü tükenmez nimetlerin olduğu cennetler olduğunu itaatlerinin karşılığı olarak vaat etmiştir. “Onların üzerinde yeşil ipekten ve parlak kumaştan elbiseler olacak ve gümüşten bilezikler takılacak ve Rableri onlara tertemiz içeceklerden içirecek.”(76 İnsan 21)

Rabb, kulu sıkıntıya düştüğünde, kendisine samimi olarak dua edenin dualarını işiten ve duasına icabet edendir. “İnsanlara bir zarar dokunduğunda Rabbine samimi, içinden gelerek dua ederler. Sonra Rabbi onlara kendinden bir rahmet tattırdığında, onlardan bir grup hemen Allah’a ortaklar koşmaya başlarlar.”(30 Rum 33) Ayette olduğu gibi sıkıntılı zamanda Rabbine yalvaran insanın, Rabbi tarafından genişliğe kavuşturulduğunda yan çizip, hatta Rabbine dualarında başkalarını ortaklar koştuğunu Allah’ın ayetlerinde görüyoruz.

“Allah’dan başka, kıyamet gününe kadar çağrılarına cevap veremeyecek olanlara dua edenlerden daha sapık kim vardır? Hâlbuki dua ettikleri onların dualarından habersizdirler.”(46 Ahkaf 5)

Rabbimiz Kitabı Kerim’inde Peygamberler ve salih kullarının dualarını inananlara “Siz de Rabbinize bu şekilde dua edin” anlamında bu duaları örnek olarak vermiştir. Duaların başında ya “Rabbena = Ey Rabbimiz” veya “Rabbii=Ey Rabbim” diyerek başladıklarını görüyoruz. Bu şu anlama geliyor “Ey Rabbim ben insan olarak sana olan muhtaçlığımı, senin Rabblığını kabul ederek, dualara yalnızca senin karşılık vereceğine inanarak sana sesleniyorum” anlamına gelmektedir. Kur’an’daki örnek dualarda kul, Rabbinden başkalarını araya sokmadan (falancanın hürmetine gibi) yalnızca Rabbi Allah’a seslenmektedir. Dualarında başkalarını araya sokmak Allah’a ortaklar koşmak demektir.

Rabb yarattığı her varlığı en iyi bilen ve yarattıklarına en yakın olandır. Kullukla denediği insanın içinden geçirdiği her şeyi, ister açıktan söylesin, isterse içinde gizlesin Rabbi olan Allah onu bilir. Hata yapan insan Rabbine samimi olarak yönelip, bağışlama dileğinde bulunursa, Rabbinin bağışlamasıyla onu karşılayacağını iyi bilmesini istiyor. Kulunun Rabbinden gizleyeceği hiçbir şeyi yok. Bu ayette olduğu gibi kendi yaptıklarının değerlendirmesini kendisi yapıp, kendi nefsini temize çıkarıyorsa Rabbini devreden çıkarıyor demektir. Öyle değil mi? Yaşadığımız bugünkü hayatta kendini Allah’ın has kulu olarak ilan ederek reklam yapan o kadar çok insan var ki, adamların hesap gününü beklemeye tahammülleri yok. Allah adına kendileri için hüküm veriyorlar ve bir de insanlara, bu Allah dostlarını sevmelerinin imanın gereği olarak dayatıyorlar. Ayet kendini temize çıkarmayı müstekbirlik olarak bildiriyor ve Yaratıcısı olan Rabbinden hiçbir şeyi gizleyemeyeceğinin bilinmesini istiyor. “Küçük sürçmelerin dışında, günahların büyüklerinden ve çirkin davranışlardan kaçınanları, şüphe yok ki Rabbi bağışlamasıyla kuşatacaktır. O Rabbiniz sizi yeryüzünden ilk defa yaratırken ve annelerinizin karnında henüz cenin halindeyken dahi, sizi en iyi bilendir. Onun için kendi nefsinizi kendiniz temize çıkarmayın, zira kendisinden sakınıp korunanı da en iyi bilen O dur.”(53 Necim 32)

Ayrıca Rabbimiz Nisa suresi 49-50’nci ayetlerinde “Sen kendi nefislerini temize çıkaranları görmedin mi? Hâlbuki Allah dilediği kimseleri temize çıkarır ve o nefislere en küçük bir çekirdek kadar dahi olsa, asla haksızlık yapılmaz. Bak (kendilerini Allah’ın yanında temiz olduklarını iddia etmekle) Allah adına nasıl da yalan uyduruyorlar, bu apaçık bir günah olarak onlara yeter.” diyerek kendi kendini temize çıkarmanın, Allah adına yalan söylemek ve Rabbine iftira etmek olduğunun bilinmesini istiyor.

Allah’ın ayetlerinden Âlemlerin Rabbı Allah’ı rabb olarak tanımaya çalıştık. Yaratmak, hüküm koymak, gizli açık her şeyi bilmek, yarattığı canlı varlıkları yaratılışlarının amacına uygun eğitip, amaçlarına uygun programlamak, yedirip içirmek, barındırmak, korumak, kullarının dualarına icabet etmek gibi Rabb olmanın gereğini öğrendik. Bu bilgi bizim sahte Rabbları, gerçek Rabbimiz Allah’dan ayırmanın yoludur. Velhasıl kâinatın sahibi olan Rabbimiz, sahibi olduğu varlık üzerinde dilediğini şekilde, dilediği kadar tasarruf yapması her şeyin Rabbi olmasının gereğidir ve yalnızca tek Rabb olmak O’nun hakkıdır. Varlık âleminde yaratılmış insan, yüce Rabbine kul olması ve yaşadığı süre içerisinde kulluğunun gereklerini yerine getirmesi için, aralarından seçtiği elçilere Rableri indirdiği vahiy ile hitap etmiş (konuşmuş) (42/52) ve kullarından neler yapmasını, neleri yapmamasını açık ve uygulamalı olarak elçiler vasıtası ile öğretmiş, bildirmiştir. Sıratı müstakim olan ve insan ile Rabbi arasında en kısa ve en doğru yol olan Kur’an’ı Kerim’in rehberliğinden uzak durup, şeytan ve şeytanların ayartmasıyla, insanların çoğu doğru yol rehberi Kur’an’ın dışındaki kaynaklara yönelmiş ve yöneltilmişlerdir. İnsanlar, Kur’an dışı kaynakların yazarlarına, önce Allah’ın seçkin (veli) kulları sıfatını vermişlerdir. Allah’ın bu seçkin kullarının Allah ve dini İslam adına yazdıkları ve söylediklerine Allah’ın yardım edip yazdırdığı propagandası ve reklamı yapılarak, bir de büyük âlim sıfatı giydirilince, Allah’dan başka Rabb edinilen hikmet ehli insanlar, her dönemde insanların gözdesi haline getirilmişlerdir. “Onlar hahamlarını ve rahiplerini ve Meryem’in oğlu Mesih’i Allah’dan başka rabler edindiler. Hâlbuki onlara, kendisinden başka ilah olmayan, tek bir ilaha kulluk etmeleri emredilmişti. Allah, onların koştukları ortaklardan uzaktır.”(9 Tevbe 31) Hatta, bu ayette görüldüğü gibi, Âlimler ve rahiplerin dışında bir de Allah’ın elçisi Meryem oğlu Mesih İsa’yı Rabbler edindiler. İsa (as)’ın ağzından Allah ve dini hakkında vahiy dışı sözleri uydurarak (5 Maide 116), hem kendilerini hem de Allah’ın elçilerini Rabb ilan ederek Allah’ın dini İslam’ı tahrif edip bozacak yolları ve kaynakları çoğalttılar. Peki, bu şeytanlar Allah’ın dinini bozabildiler mi? Hayır, çünkü dinin aslı kitabın, Allah’ın korumasıyla korunmuş olması nedeni ile dini bozamadılar. Ancak dinin mensuplarını bir takım yöntemlerle Allah’ın kitabından “anlayamazsınız, hata ederseniz dinden çıkarsınız, şu kadar ilim yapmalısınız” gibi sözlerle, insanları uzaklaştırarak bozdular ve cahilleştirdiler. Buna örnek verecek olursak Mezheb ulemasının Allah’ın açık hüküm verdiği veya hüküm vermediği başka bir konuda verdikleri hükümleri (içtihatları), araştırmadan mutlak doğru kabul etmek, hükmü vereni Rabb kabul etmek anlamına gelir. Mezhepçilik yapmak, ne olursa olsun yanlış doğru, ben falanca mezhebin mensubuyum, diğer mezheb içtihatları ile karşılaştırmadan bu mezhebin içtihatlarını kabul ediyorum demek o mezhebi Rabbleştirmek demektir. Kur’an’dan referans almayan hiçbir hüküm kabul edilmez. Mesela Kur’an’da zina suçunun cezası 100 sopa olarak belirlenmişken, zina eden taşlanarak öldürülür hükmünü vermek, hem Allah’ın hükmünü değiştirmiş ve hem de kendisini Rabb ilan etmiş ve bu hükmü kabul eden de hüküm vereni Rabb olarak kabul etmiştir. Kur’an’da namaz kılmayan için hiçbir cezai uygulayıcı hüküm yokken, Namaz kılmayan öldürülür diyen de, hapsedilir diyen de dinde hüküm koyma adına Rabblığını ilan etmiş, hükmü kabul eden de hüküm vereni rabb edinmiştir. Tevbe suresi 31’nci ayet, âlimlerin ve rahiplerin Rabblık konumunu bu şekilde anlatıyor. Allah’ın elçisi İsa (as) asla Allah’ın hükmünün karşısında hüküm vermemiştir. Rahipler İsa’nın adını kullanıp O’nun ağzından hükümler vererek İsa’nın verdiği veya emrettiği hüküm diye insanları uymaya çağırdıklarında, kutsal kitaplarından hükmün veya emrin doğruluğunu onaylamadıklarından, İsa adına söylenen yalandan dolayı İsa’yı Rabb edinmiş oldular. Kur’an konunun önemine binaen geçmiş peygamberlerin nasıl istismar edilerek Rabb konumuna getirildiğinin örneklerini verdiği halde, son Nebi Muhammed (as)’a da hüküm koyma yetkisi verdiklerini, hatta Kur’an’ın hükümlerini kaldırdığını (nesh ettiğini) iddia ederek peygamberimizi Rabb konumuna getirmişlerdir.

Konunun önemini bilen içtihat sahibi mezheb imamları içtihatlarının sorumluluğunu bildikleri için, insanlara “Bize göre bu içtihadımızın doğrusu budur. Bir başkasına göre yanlış olabilir. Delilimizi araştırsın, daha doğru bir delil bulursa ona uysun” diyerek, kendini Rabb konumuna koymaktan bilinçli bir şekilde kurtarmış oluyorlar. Yani içtihatlarını mutlak doğru diye insanlara sunmuyorlar. Bunlara rağmen İslam âlimlerinin gayretleri sonucunda elde ettikleri içtihatları, Allah’ın dini içerisinde kabul edilmeleri ve sanki Allah’ın dininde eksiklik varmış, Allah’ın emri gibi anlamaları, bugün de gündemde olan, dinde düzeltme, yenilenme tartışmalarını ortaya çıkarmıştır. Hâlbuki Allah insanlar için indirdiği dinin hükümlerini ve dinin esaslarını yalnızca kendisinin belirlediğini, dininde hiçbir eksik bırakılmadığını “Bugün dininizi kemale erdirdim (hüküm ve uygulama olarak hiçbir eksiği yok), size olan bu nimetimi tamamladım ve mensubu olmanız gereken din olarak size İslam’ı seçtim (razı oldum).”(5 Maide 3) bildirdiği halde, insanların hüküm olarak verdikleri içtihatlar dinin değişmez hükmü imiş gibi kabul edilmesi Allah’ın Kitabı’na göre çelişkidir, aynı zamanda müdahaledir. Geçmişte yaşamış İslam âlimleri bu konunun sorumluluklarını çok iyi bildikleri için, Kur’an’da Rabbimizin insanlara bıraktığı, Kur’an’ın belirlediği temel hükümlerle çelişmeyen içtihatlarını İslam dinine sokmamışlar, içtihatların tamamına “FIKIH” (İnsanın bir problemini araştırıp, akletmesi sonucunda eldi ettiği sonuç) demişlerdir. Çünkü insan aklının ve anlayışının eseri olan fıkıh (içtihatlar) zamanla ihtiyaca, toplumlara göre değişebilen hükümlerdir ve keyfi değil, ihtiyaç varsa değişmelidir.

Allah’dan başka Rabb edinmeyen insanlar, Rablerinin kendilerine indirdiği kitabı Kur’an’da “Sen yalnızca onları Allah’ın dinine davet et ve emr olunduğun gibi dosdoğru ol ve onların arzularına uyma ve onlara de ki; Allah’ın kitaptan indirdiklerine iman ettim ve aranızda adalet üzere karar vermekle emr olundum. Allah bizim de Rabbimiz, sizin de Rabbinizdir. Bizim yaptıklarımızın sorumluluğu bize ait, sizin yaptıklarınızın sorumluluğu da size aittir. Bizimle sizin aranızda bundan (Kur’an’dan) başka hiçbir bağlayıcı delil yok. Allah aramızda olanları bir araya getirip hükmünü verecektir. Çünkü dönüş O’nadır.”(42 Şura 13) öğrettiği gibi, muhatablarına Allah’dan başka Rabb edinilemeyeceğini ilan etmeleri teslimiyetlerinin gereğidir.

Çevrimdışı anadolu

  • Administrator
  • *****
  • İleti: 813
    • www.fanidunya.net
Ynt: Allah’a Şirk Koşmak 3
« Yanıtla #2 : Kasım 23, 2021, 01:36:16 ÖS »
Allah’a Şirk Koşmak   3

Kul, Rabbine dua ettiğinde hiçbir şeyi ve kimseyi “Falanca peygamberin veya falanca kulun hakkı için veya yüzü suyu hürmetine veya falancanın aşkına” diyerek araya katmadan, Allah’dan isteklerini dua yoluyla yapması gerekir.

ALLAH’TAN BAŞKASINA DUA ETMEK ŞİRKTİR

“Ey Kavmim! Ben şimdi ne yapayım? Ben sizi kurtuluşa (davet ediyorum) çağırıyorum, siz ise beni ateşe (davet ediyorsunuz) çağırıyorsunuz. Siz, Allah’ı inkâr etmek ve hakkında hiçbir bilgim olmayan şeyleri O’na ortak koşmam için beni çağırıyorsunuz. Ben ise sizi en güçlü ve bağışlayıcı olana Allah’a çağırıyorum.”(40 Gafir 41-42)

Dua (mastarı, da’vet, duaaen, da’vaa) kelime anlamı olarak “çağırmak, seslenmek, duyurmak, istekte bulunmak” anlamında kullanılmaktadır. Genel anlamı içerisinde Rabbimiz ve insanlar kendi aralarında yemeğe davet, konferansa davet, dine inanca davet olarak kullanmışlardır.

“Sen, Rabbinin yoluna hikmetli sözler ve güzel öğütler vererek insanları davet et.”(16 Nahl 125) yine başka bir ayette “Yalnızca Rabbine davet et. Elbetteki sen yüce, dosdoğru bir yol üzerindesin.”(22 Hac 67), “Allah’a çağıran, salih amel işleyen ve ben müslümanım diyenden daha güzel sözlü kim olabilir.”(41 Fussilet 33) Bu ayetlerde görülüyor ki, Rabbimiz elçisine insanları Allah’a, dini İslam’a çağırmasını, davet etmesini emrediyor.

Bir de insanın yüz yüze yanında olmayan, kendisinden uzak, gayb durumunda olan, Allah’dan başka birilerini çağırması, çağrılanları işitemeyecek, güçleri ve kabiliyetlerinin yetmeyeceği konular da (hastalığın şifası, rızık isteme, büyük beladan kurtarma, korkma durumunda) çağırmayı yasaklamış ve kendisinden başkalarına dua (istekte de bulunmayı) etmeyi, kendisine ortak koşma olarak kabul etmiştir. “Dikkat et. Sana indirildikten sonra, Allah’ın ayetlerinden seni çevirmesinler. Yalnızca Rabbine dua et (seslen) ve asla müşriklerden olma.”(28 Kasas 87) Hastalanan insanın doktora şifa için gitmesi, karnı acıkan insanın bir başka insandan kendisini doyurmasını istemesi dua (çağırma) değildir. Hastalanan insanın yattığı yerden doktorun haberi olmadan vasıtasız yardıma çağırması, acıkan insanın oturduğu yerden herhangi birisine beni doyur demesi, yardım istenen insanların çağrıyı (duayı) duymaları imkânsız olduğundan, çağrıya da cevap veremezler. Bunların yanı sıra yaşamayan ölmüş insanlardan dua ile yardım istemek, yardım isteyenler için tam bir felaket bir durum ve kendi nefsine zulümdür. Allah’ın yarattığı insan yaratılışının özelliği, işitme mesafesinin dışındaki seslenişleri (aletsiz) duyması yaratılışına aykırıdır duyamaz. İnsanlar arasında hikâye edilen birtakım insanların Allah’ın lütfuyla duyduklarını söylemek, Allah’ın insan yaratılışına koyduğu fıtratına (yaratılış kabiliyetine) uymayan iddialardır. Ayrıca batıl inançlara sahip insanların “Allah’ın bazı seçkin insanlara verdiği kabiliyetlerle gayb durumunda da olsa işiteceği ve hatta öldüklerinde insanların seslenişlerini işitebildiklerini ve seslenenlere yardım edeceklerine” inanan ve inanılması için propaganda yapan şeytanlaşmış insanlar var. Rabbimiz Allah indirdiği kitabında elçisini muhatap alarak “Yaşayanlarla ölüler bir değildir. Allah dilediğine işittirir ama sen kabirlerdeki ölülere işittiremezsin.”(43 Zuhruf 22) diye bildirdiği halde, Allah’ın seçkin kullarının biz insanların bilmediği, anlamadığı şekilde yaşadığı uydurmaları epeyce yaygın. Rabbimizin Zuhruf 22’inci ayetteki “kabirlerdeki ölüler” demesi, sizlerden önce yaşamış, inansın veya inanmasın, Allah’ın insanlar arasından seçtiği elçileri ve daha sonra yaşayıp ölecek olan insanlar da bu genellemenin kapsam alanı içindedir. “Onlar dua edenlerin dualarından habersizdirler.”(46 Ahkaf 5) Allah’ın bu ayetlerinden habersiz oldukları halde, insanları Allah’ın yolundan saptıran şeytanların, Allah’ın ayetlerinin tam tersini insanlara tavsiye etmesi ve insanlardan kabul görmesi, o insanların Kur’an’ın uyarılarına uzak ve kulaklarını tıkamış olmalarının kanıtıdır.

Ölümün istisnası yoktur. Bakara suresi 154 ve Al-i İmran 169’uncu ayetlerde “Allah yolunda öldürülenlere ölüler demeyin/zannetmeyin, onlar diridirler ancak siz anlayamazsınız” diye Rabbimizin bildirmesi, dikkat edilirse cümle içinde “öldürülenler” (hayatı bir başkası tarafında sonlandırılmış) ifadesinden, biz yaşayanların yaşadığı gibi yaşıyorlar şeklinde anlaşılamayacağı kesindir. Canlarını Allah yolunda Allah’a satan bu insanların Allah katındaki değerlerinin ve yerinin, normal yollarda ölmüş diğer insanlardan çok farklı ve üstün olduğu ifade ediliyor. Allah yolunda öldürülmüş, Allah’ın yanında (mahiyetini bilmediğimiz bir şekilde) diri olduğu bildirilen insanların yüce bir amaç uğrunda ölmeleri, saygıyı hak ettikleri için, diğer insanların ölmesi gibi bir tutmayın, eşit değildir anlamındadır. Allah bildirmediği halde, peygamberlerin, evliyanın, erenlerin, kabirlerde diri olduğu inancı, Allah yolunda öldürülenler ile kıyas yapılarak, peygamberler ve evliya derece olarak Allah yolunda öldürülenlerden daha üstün oldukları için, yaşamaları gerekir inancı oluşturuluyor. Bu kıyas ve düşünceyi destekleyen Allah’ın hiçbir ayeti olmadığı için, yalnızca zanla ve art niyetle, gerçeklerden uzak bu düşünceyi art niyetli insanlar kabul ettirmeye çalışmaktalar. Yüce Rabbimiz “Kesinlikle sen de öleceksin, onlar da ölecekler ve diriliş gününde karşı karşıya geleceksiniz.”(39 Zümer 30-31) diye elçisinin ölümlü bir insan olduğunu bu tür karanlık düşünceli insanlara hatırlatırken, ayrıca peygamber efendimize hitaben “Senden önce hiçbir beşeri ölümsüz yapmadık. Sen ölürsen, onlar ebedi ölümsüz mü olacaklar. Her nefis ölümü tadacaktır…”(21 Enbiya 35) kesinlikle elçilerinin de insanlara ölümlü olduğunu bildirirken, insanlardan ölümsüz olanların olduğunu iddia edenlerin, Allah’ın ayetlerini nasıl inkâr ettiklerini görüyoruz. Bu yanlış inanca sahip insanlar Allah’a dua ettiklerinde, ölümsüz kabul ettiklerini aracı yaparak, o sevgililerin yüzü suyu hürmetine ihtiyaçlarının karşılanması için yaptıkları dualarının kabul olunacağına inanıyorlar. Bu insanlar o kadar ileri gidiyorlar ki mezarlarda yaşadığına inandıkları seçkin insanlardan zorda kaldıklarında “yardım istenir” diyerek, insanları Allah’a şirk koşmaya davet ettiklerini kesinlikle biliyorlar. Bu inanca sahip inanç gruplarının bugünün medyasından veya onlara ait kitaplarında “Darda kalan insanların ölülerden yardım istemesi” şeklinde kitaplarının indeksinde başlıklar görmek ve bulmak çok kolay bir hale geldi.

Cevizini kaybedip bir fatiha karşılığında Abdulkadir Geylani’ye çağrı yapıp bulduranı! Şiddetli yağmurda selin taşıdığı kocaman kütüğün arabalarına çarpmasına ramak kaldığında “Yetiş ya Hamza” diye dua ettiğinde kütüğün yön değiştirdiğini ve kurtulduğunu, yaşamını o kişinin yardımıyla sürdürdüğünü söyleyenler var. Yazdığı kitaplarında enbiyanın, evliyanın ruhlarından, sıkışıldığında yardım istenebileceğini tavsiye eden, insan eseri kitapların haddi hesabı yok.

Hâlbuki Rabbimiz insanlar için indirdiği doğruları öğreten kitabı Kur’an’ı Kerim’inde bu konuları açık ve anlaşılır şekilde izah ediyor ve uyarıyor “Ayetlerimizi açık ve anlaşılır durumda anlatıyoruz ki, günahkârların yolları net bir şekilde ortaya çıksın diye. De ki ‘Allah’dan başka yardıma çağırdıklarınıza kulluk etmem kesinlikle bana yasaklandı.’ Onlara de ki ‘Sizin arzularınıza uymayacağım, eğer size uyarsam sapkınlardan ve doğru yoldan uzaklaşmış olurum.”(6 En’am 55-56)

Rabbimiz, Kur’an öncesi insanların yaptıkları affedilmez hatalarını dile getirerek, bu hataları yapan insanların kesin suçlu (mücrim) olduğunu bildirmesinden sonra, Kur’an tabilerine okudukları vahyin, günahkârların da yollarını açık ve anlaşılır bir şekilde ortaya koyuyor ki aynı hatayı inananlar yapmasın ve hata yapan suçluların mazeret yolları tamamen kapansın. Allah-u teala, elçisi Muhammed (as)’ın diliyle “Sizin Allah’dan başka yardıma çağırdıklarınıza (dua ettiklerinize) kulluk etmem, kesinlikle bana yasaklandı.”(En’am 56) dedirterek kendilerini bu dinin otoriteleri olarak tanıtan ve kitleleri peşlerinden sürükleyen o koca koca insanların, insanlara sıkıştıklarında Allah’dan başkalarına dua ile yardım istemelerini tavsiye etmelerinden, ne kadar Kur’an’ın cahilleri olduklarını, nasıl şirk içinde olduklarını ve nasıl bir şeytanlık peşinde olduklarını gösteriyor. Eğer bu insanlar Allah’ın kitabını okusalardı Allah’ın kitabındaki öğretilerde “Kullarım beni senden sordukları zaman, ben (onlara) yakınım. Beni çağırdığı (dua ettiği) zaman çağıranın çağrısına (duasına) icabet ederim. O halde onlarda benim çağrıma (emirlerime) icabet etsinler ve bana inansınlar ki, böylece olgunluğa ulaşmış olurlar.”(2 Bakara 186) Allah’ın kendisinden başkasına dua edilmemesi gerektiğini öğreneceklerdi. Çağrılarında (dualarında) Allah ile aralarına aracılar koyanlar “Allah’dan başka, kıyamet gününe kadar çağrılarına cevap veremeyecek olanlara dua edenden, daha zalim kim vardır? Hâlbuki dua ettikleri, onların dualarından habersizdirler.”(46 Ahkaf 5) ayette Allah’ın bildirdiği bu mesajlardan haberi olmayan ve müslüman olduğunu zanneden ve Allah’dan başkalarını dualarına aracı koyanlar Allah’a ortak koştuklarından haberleri yok. Hesap gününde de Rablerinin huzurunda “Rabbimiz Allah’a yemin olsun ki biz dünya hayatında müşriklerden olmadık.”(6 Enam 23) demelerinin her şeyi bilen Allah’ın yanında ne kıymeti, ne faydası olacak? Söylediklerinin ve yaptıklarının hepsini eksiksiz yazılı kayıtlarında gördüklerinde, ne hale düşeceklerini bilmeyen bu tür insanların hesap gününde yaşayacakları hayal kırıklığını varın siz tahmin edin.

Rabbimiz bize yaşadığımız dünyada imtihanımızı ve O’nun rızasını kazanabilmek için ihtiyacımız olan her şeyi kitabının kılavuzluğu ve elçisinin uygulaması ile öğretmiş olduğu halde, Allah’ın kitabının kılavuzluğunu beğenmeyenlere şeytanların kılavuzluk ettiğini, yaşadığımız dünyada Kur’an dışı inançlarından ve uygulamalarından görüyor ve biliyoruz. Şeytanların kılavuzluk ettikleri insanlar da karga misali başları beladan asla kurtulmuyor. Bakın Rabbimiz kitabında kendisinden başkalarına dua edenler için nasıl misal veriyor:

“En doğru çağrı (dua) Allah’a yapılan dua’dır. Allah’dan başka dua edilenler, dua edenlere hiçbir şekilde cevap veremezler. Ancak Allah’dan başkasına dua edenlerin durumu, suyun ağzına gelmesi için yalnızca ellerini suya uzatanın durumu gibidir. Ama el uzatmakla su ağza ulaşmaz. Doğruları inkâr edenlerin çağrıları da, böylece boşa gitmiştir.”(13 Rad 14)

Rabbimizin verdiği bu açık ve hiçbir yoruma ihtiyacı olmayan misaller kalpleri hasta insanların, kendilerini her türlü nimetlerle donatmış Rahiim olan Allah’a neden itimat etmezler, neden dualara icabet edenin yalnızca O olduğunu bildikleri halde şüpheye düşerek aracı koyarlar? Düşünmezler mi dualarına aracı koştukları, kendileri gibi yaratılmış Allah’ın kulları “Allah’dan başka yardıma çağırdıklarınız, sizin gibi (Allah’ın) kullarıdır. Eğer doğru söylüyorsanız, onları yardıma çağırın da, sizin çağrınıza cevap versinler.”(7 Araf 194) yardım isteyen aciz, yardım istenen de aciz, geriye ne kaldı, koskocaman bir hiç. Hesap gününde gerçeklerle karşılaştıklarında, yaptıkları tek şey birbirlerini suçlamak; “(Ahirette) Allah’a ortak koşanlar, kendilerini Allah’a ortak koştukları kimseleri gördüklerinde ‘Ey Rabbimiz! Seni bırakıp da, kendilerinden yardım talep (dua) edip, sana ortak koştuklarımız işte bunlar’ derler ve onlara ‘Sizler gerçekten yalancılarmışsınız’ diye laf atarlar.”(16 Nahl 86)

Evet yaşadıkları hayatta yaptıkları bağışlanmaz hataları yüzünden ahiretlerini kaybedenlerin trajikomik haberleri, Kur’an’a inananların yaşarken bu tür hataları varsa, kendilerini düzeltmeleri için bu kötü örnekleri sanki o günü yaşıyormuş gibi Rablerinin gözlerinin önüne resmetmesi, Rablerinin rahmeti olarak görüp kendilerine çekidüzen vermelidirler.

“De ki ‘Kendi kendinize şunu sorun; eğer size Allah’ın azabı veya kıyamet saati gelse, samimi kimseler iseniz söyleyin, Allah’dan başkasına mı dua edersiniz?’ Elbetteki Allah’a dua edersiniz. O da dilerse üzerinizden azabı kaldırır ve siz de daha önce O’na ortak koştuklarınızı unutursunuz.”(6 En’am 40-41) Geniş zamanlarında yani normal yaşantıları içinde sık sık Allah’dan başkalarını ananlar, başlarına gelen mutlak yok edici felaketler geldiğinde, ayette olduğu gibi şirk koştukları düzmece ilahları veya yardımcıları bırakırlar hatta unuturlar, yalnızca samimi olarak Allah’dan yardım isterler. Allah onları zor durumlarından kurtardığında, pek azı hariç, yine Allah’a şirk koştukları eski ortaklarına dönerler. “Onlar gemiye bindiklerinde, gerçek din anlayışına uygun, samimi olarak Allah’a yalvarırlar. Onları sağ salim karaya çıkarıp kurtardığımızda, birden bire Allah’a ortaklar koşmaya başlarlar.”(29 Ankebut 65)

İnsan fıtrat olarak zayıf yaratılmıştır. İnsanın bu zayıflık hali yaşadığı her evrede kendisini ayrı ayrı tepkilerle ortaya çıkarır. Bebeklikte ihtiyaçlarını ağlayarak annesine ailesine bildirir. Çocukluğunda anne babasının koruyucu olduğunu içgüdüsel olarak öğrenir, ihtiyacı olduğunda anne babasını yardıma çağırır. Ergenlik çağına gelinceye kadar yavaş yavaş kendisini korumasını ve hayatı öğrenir. Aile dindarsa ailesinin dinini ve öğrendiği dinin kutsalını (ilahını) kutsal bilir. Ailesinden ve öğretmenlerinden hayatı öğrenerek kendine yetecek hale geldiğinde sorumluluk çağına gelmiştir ve hayatıyla ilgili kararları artık kendisi verecektir.

“Sizi zayıf bir halde yaratan Allah’dır. O, zayıf halinizden sonra, sizi güçlü hale getirir. Daha sonra güçlü halinizden sonra güçsüz, zayıf, saçları beyazlaşmış hale getirir. Allah dilediğini yaratır. O her şeyi bilen ve her şeyi bir plan üzeri yapandır.”(30 Rum 54) Rabbimiz bu ayette kısaca, verdiği bu aşamaları özet olarak bize hatırlatması, ayette de belirtildiği gibi insan güçlü hale geldiğinde, ne kadar güçlü olursa olsun, hayatında tek başına güç yetiremeyeceği pek çok şeyler olduğunu yaşayarak görüyor ve öğreniyor. Bu, güç yetiremediği ihtiyaçlarını, gerek ailesi gerek yakınları veya insanlardan yardım alarak, yalnız başına güç yetiremediği sorunları yardımlaşma ile çözerken, sosyal hayatın içinde yardımlaşmanın önemini, insanın insana muhtaçlığını öğreniyor. Hayatın bu aşamalarında ailesinden ve yakın çevrelerinden öğrendiği her şeyin bir sorumluluğu ve bu sorumluluğun getirdiği bir ağır yük olduğunu, inandığı dinin öğretilerinden ve tavsiyelerinden öğrenmiş olur. Artık hayatın yükünü taşıyabilecek çağa ulaşan insan, ailesinden öğrendiği hayatın, dininin ve kutsallarının doğru olup olmadığının sorgulamasını da yapma zamanı gelmiştir. Müslüman bir toplum içinde yaşayan ve o toplumun mensubu olduğu İslam dininin insana önerdiği kuralların dayandığı bir ana kaynağının olması gerektiğini akletmesi ve o ana kaynağa ulaştığında ikna olduysa, o dinin mensubu tabisi olmuştur. Dinin ana kaynağı kitap Kur’an, o kişiye Rabbi Allah’a ve Allah’ın koyduğu kurallara teslim olmasının şart olduğunu da öğretmiştir. Artık sorumluluğun her ferdin kendisine ait olacağını, yaptıklarının ve yapması gerekirken yapmadıklarının yükünün omuzlarına yüklendiğini öğrenmiştir. Böylece İslam dininin ana kaynağı, sorumluluklarına teslim olmuş kişiye, öğrettiği kurallarla kendisinin Allah’a nasıl kul olacağının yollarını açmış olur. İslam dininin insanlara öğrettiği vazgeçilmez ilk kuralı “Allah’dan başka ilah olmadığının” kabulü ve buna gönülden inanması ve teslim olması, her şeyi yaratan Rabbi Allah’ı doğru tanınması, inanan insanın attığı ilk doğru adımdır. Eğer kitabı Kur’an’ın rehberliğinden ölünceye kadar başka yollara sapmazsa, Allah’ın yardımı ile hayatını müslüman olarak tamamlamış olacaktır. “(Ey insanlar) Benim dosdoğru olan yolum budur. Yalnızca ona uyun ve başka yollara uymayın, başka yollara uymak sizi Allah’ın yolundan saptırır (ayırır). Allah size bu şekilde tavsiyede bulunuyor ki, belki kendinizi korursunuz.”(6 En’am 153)

Konumuz olan dua kavramını doğru anlamak için Allah’ın Kur’an ile öğrettiği şekilde doğru dua yapmamız gerekir ki, ihtiyaçlarımız için muhtaç olduğumuz Allah bizim dualarımıza icabet etsin. Dua’yı yalnızca Allah’a yapmak, Allah’a boyun bükmek ve yüceliğinin karşısında kulluğumuzu, çaresizliğimizi O’na arz etmektir: “Dualarınız olmasaydı Rabbim size ne diye değer versin ki. Sonra (bu nimetleri) yalanladınız. (Herkes yalanladıklarından) sorumlu olacak.”(25 Furkan 77) Yaşadığımız imtihan dünyasında Rabbimiz açlıkla, toklukla, mallardan, canlardan artırmak eksiltmek suretiyle bizi deniyor ki, kullarının Allah’a karşı sorumlulukları ve güveni ne kadar samimi olup olmadığı ortaya çıksın. “Ey İnsanlar! Siz Allah’a muhtaçsınız. Allah ise hiçbir şeye ihtiyacı olmayan, zengin ve övülmeye layık olandır. Eğer dilerse sizin hepinizi yok eder ve sizin yerinize yeniden yaratılmış birilerini getirir. Allah için bunu yapmak zor değildir.”(35 Fatır 15-17) Bir insanın ihtiyacı olduğunda ilk hatırlaması gereken, ihtiyacı olan her şeyi yaratan ve o’nun (insanın) önüne serenin (31 Lokman 20) yüceler yücesi Allah olduğunu bilmesi ve yüzünü O’na döndürüp samimiyetle ondan istemesi ve böylece Rabbine muhtaçlığının bilincinde olduğunu göstermesidir. Rabbine ihtiyacı için dua eden insan, Rabbinden istediklerinin mutlak surette yerine geleceğini düşünmemesi gerekir. Çünkü Allah, insanın istediği şeylerin o insan için hayırlı mı şerli mi olacağını en iyi bilen O’dur. İsteğim yerine gelmiyor diye ümitsizliğe düşmek veya kulluktan vaz geçmek kulun kendi nefsine vereceği en büyük zarar ve dolaysıyla zulümdür. Kul, Rabbine dua ettiğinde hiçbir şeyi ve kimseyi “Falanca peygamberin veya falanca kulun hakkı için veya yüzü suyu hürmetine veya falancanın aşkına” diyerek araya katmadan, Allah’dan isteklerini dua yoluyla yapması gerekir. Dua’nın böyle olması gerektiği Rabbimizin kitabında örnek verdiği salih kullarının, peygamberlerinin Rablerine yaptıkları dualarda görüyoruz.

Rabbimiz, müşrikler ve inkârcılar için dua etmemizi kabul etmiyor ve yasaklıyor. Bir müslüman imanına ve müslümanlığına şahit olmadığı kimseye yakını da olsa, dua ve bağışlama dilemelerinin kabul edilmeyeceğini bilmesi gerekiyor. “Bir peygamber ve inananlar için, yakın akrabaları da olsa, Allah’a ortak koşmalarından dolayı, onların cehenneme girecekleri kesin ve açıkça belli olduktan sonra, onlar için Rablerinden bağışlanma dilemeleri mümkün değildir.”(9 Tevbe 113) bu ayet gayet açık bir şekilde müşrik ve inkârcılara dua edilemeyeceğini bildirdiği gibi “Sana faydası olmayacak ve sana zarar da veremeyecek olan, Allah’dan başkalarına dua yapma. Eğer onlara dua yaparsan, kendine zulmedenlerden olursun.”(10 Yunus 106) yaptığı dua’nın, dua içinde ne istediğinin ve kime dua ettiğinin farkında olması gerekir. Kur’an’da verilen örnek dualarda, hiçbir Allah’ın elçisi dualarında, kendilerinden önce gelip geçmiş Allah’ın elçilerini aracı yapmamışlardır. “Doğruları inkâr edenlerin hoşuna gitmese de, sen dinde (yalnızca sana öğretildiği gibi) ilave yapmadan, Allah’a dua et.”(40 Mü’min 14)

Kur’an’ı Kerim’de Rabbimizin öğrettiği biz inananlar için örnek olan, yapılması gereken “De ki: Ben yalnızca Rabbime dua ederim. Ben O’na hiçbir kimseyi ortak koşmam.”(72 Cin 20) demesi ve yalnızca Rablerine seslenerek edecekleri duaların sure ve ayetlerini örnek dualar olarak çıkardım. İsteyen kardeşlerimiz Kur’an’dan bakabilirler.

(1/Fatiha 5-7) “(Rabbimiz!) Yalnızca sana kulluk eder, yalnızca senden yardım dileriz. Bizi en doğru yola ilet. Kendilerini mükâfatlandırdıklarının yoluna, senin gazabına uğramış ve sapkınların yoluna değil.”

(2/128) “Ey Rabbimiz! Bizi sana teslim olanlardan kıl ve soyumuzu da sana teslim olmuş bir topluluk yap. Bize, sana ibadetin yollarını göster ve hatalarımızı bağışla. Çünkü sen hataları bağışlayan ve kullarına acıyansın.”

(2/250) “Rabbimiz, üzerimize sabır yağdır, ayaklarımızı pekiştir ve gerçeği inkâr edenlere karşı bize yardım et.” dediler.

(2/286) “Rabbimiz unutur veya hata edersek bizi sorumlu tutup yargılama, Rabbimiz bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme, bize kaldıramayacağımız sorumluluklar taşıtma. Bizi affet, bizi bağışla ve bize merhamet et. Zira sığınacağımız (mevla) yegâne kapı sensin, gerçeği inkâr edenlere karşı bize yardım et.”

(3/8) “Akıl sahipleri ‘Ey Rabbimiz! Bizi doğru yola ulaştırdıktan sonra, kalplerimizi kaydırma, katından bize rahmet bağışla, en çok bağışlayan sensin” diye dua ederler.

(3/16) “(Cennette olanlar dünyada iken) ‘Ey Rabbimiz! Şüphesiz biz sana inandık, bize günahlarımızı bağışla, bizi ateşin azabından koru.” diyenlerdi.

(3/38) “Böylece Zekeriya ‘Rabbim bana katından tertemiz bir zürriyet bahşet, mutlaka sen duaları işitensin” diyerek dua etti.

(3/147) “Rabbimiz bize günahlarımızı bağışla, işlerimizdeki taşkınlıklarımızı affet, ayaklarımızı sabitle ve inkârcı topluluklara karşı bize yardım et demeleri olmuştur.”

(3/193) “Ey Rabbimiz! Rabbinize iman edin diye çağıran bir çağırıcının, iman etmeye çağırmasını işittik ve iman ettik. Rabbimiz günahlarımızı bağışla, kötülüklerimizi ört ve canımızı iyilik yapanlarla beraber al. Ey Rabbimiz! Elçilerin vasıtasıyla vaat ettiklerini bize ver. Kıyamet günü bizi alçaltma, elbette ki sen vaadinden dönmezsin.” diye dua ederler.

(7/23) “Rabbimiz kendimize haksızlık ettik, eğer bizi bağışlamazsan ve merhamet etmezsen, hüsrana uğrayanlardan olacağız” dediler.

(7/47) “Rabbimiz! Bizi haksızlık yapanlarla bir arada bulundurma!” derler.

(7/126) “Rabbimiz! Bizi bol sabırla donat ve canımızı sana teslim olmuş olarak al.” dediler.

(12/101) “Rabbim, bana mülk verdin, bana sözleri yorumlamayı öğrettin. Sen göklerin ve yerin yaratanısın, dünya ve ahirette benim velim (koruyup gözetenim) de sensin. Benim canımı müslüman olarak al ve beni senin razı olduğun doğru işleri yapanların arasına kat.”

(14/40-41) “Rabbim! Beni ve soyumu namaz kılanlardan eyle. Rabbimiz dualarımı kabul et. Rabbimiz! Beni, ana babamı ve inananları hesap gününde bağışla.”

(17/80) “Rabbim beni doğruların gireceği yere koy ve doğruların çıktığı yerden beni de çıkart, katından beni güçlü bir yardımcı ile destekle.”

(18/10) “Ey Rabbimiz! Katından bize rahmet ver, işimizde en doğru olan neticeye ulaşmamız için bize destek ve kolaylık sağla.”

(20/25) “Rabbim göğsümü geniş tut (ferahlat). Ve işimde (verdiğin bu görevde) kolaylık sağla. Dilimdeki düğümü (tutukluğu) çöz ki, sözlerimi (doğru) anlasınlar.”

(23/109, 118) “Rabbimiz! Biz iman ettik, bizi bağışla ve bize merhamet et. Çünkü sen merhamet edip acıyanların en merhametlisisin.”

(25/65) “Rabbimiz! Cehennem azabını bizden uzak tut. Zira cehennemin azabı çok ağırdır.”

(25/74) “Ey Rabbimiz! Bizlere gözlerimizin sevinci olarak hayırlı eşler ve evlatlar bağışla ve bizleri hatalardan korunanlara önder yap derler.”

(26/83-87) “Rabbim bana hüküm vermeyi bağışla ve salih kullarının arasına kat. Diğer insanlar içinde benim doğru sözlü olmamı sağla. Beni, nimetlerin bol olduğu cennetlere mirasçı olanlardan yap. Yeniden diriliş gününde beni üzülenlerden eyleme.” dedi.

(27/19) “Rabbim! Bana ve ana-babama verdiğin nimetlerden dolayı sana şükretmem için imkân ver ve senin razı olacağın doğru ameller yapmamı bana nasip et. Merhametinle doğru ve hayırlı işler yapan kullarının içine beni kat.” dedi.

(28/16) “Rabbim kendime zulmettim beni bağışla.”

(40/7-9) “Ey Rabbimiz! Sen merhamet ve ilminle her şeyi kuşatırsın. Sana tövbe edenleri ve senin yoluna uyanları bağışla ve onları cehennemin azabından koru. Rabbimiz! Onları ve onlardan salih amel işleyen atalarını, eşlerini ve zürriyetlerini vaat ettiğin adn cennetlerine koy. Şüphesiz ki en güçlü olan ve her şeyin hükmünü veren sensin. Kötülüklerden onları koru Sen o kıyamet günü kimi ahiretin kötülüklerinden korursan, o kişiye merhamet etmişsindir. Bu da o kul için büyük bir kurtuluştur.”

(46/5) “Rabbim! Bana ve ana babama verdiğin nimetlere şükretmem, senin razı olacağın doğru ve yararlı işler yapmam için beni yardımınla destekle ve soyumun içinden doğru işler yapıp sana itaat eden bir nesil olmalarını nasip et. Ben sana tövbe ettim ve sana teslim olanlardanım.”

(59/10) “(Muhacir Mekkeliler) Ey Rabbimiz! Bizi ve bizi iman ile geçmiş kardeşlerimizi (ensar’ı) bağışla, iman edenlere karşı kalplerimizde bir kin bırakma. Rabbimiz sen çok şefkatli ve merhametlisindir.”

(60/5) “Ey Rabbimiz! Doğruları inkâr edenleri, bizim için imtihan vesilesi yapma, bizi bağışla. Rabbimiz sen çok güçlü olan ve her şeyin hükmünü verensin.”

Rabbimizin salih elçileri ve kendilerinden razı olduğu kullarının, Rablerine yalvarışlarına, dualarına baktığımızda aracılar olmadan, dualarında doğrudan Rablerini muhatap aldıklarını ve hiçbir şeyi ve hiçbir kimseyi aracı yapmadan yalnızca direk O’ndan istediklerini görüyoruz. Çünkü Rabbimiz aracısız olarak kullarına en yakın olan O’dur. “Şüphesiz ki insanı biz yarattık ve nefsinin kendisine neler fısıldadığını biz biliriz. Çünkü biz ona şah damarından daha yakınız.”(50 Kaf 16)

Ayrıca Mücadile suresinde de insanlara çok yakın olduğunu bildiriyor “Görmüyor musun? Göklerde ve yerde olanların hepsini Allah biliyor. Gizli toplantı yapan üç kişinin dördüncüsü Allah, beş kişi olursa altıncısı Allah, bunlardan daha az sayıda veya daha çok sayıda olsalar da Allah onlarla beraberdir. Her nerede olurlarsa olsunlar, sonra Allah, yaptıklarını kıyamet günü onlara haber verecektir. Allah her şeyi en iyi bilendir.”(58 Mücadile 7)

Çevrimdışı anadolu

  • Administrator
  • *****
  • İleti: 813
    • www.fanidunya.net
Ynt: Allah’a Şirk Koşmak 4
« Yanıtla #3 : Kasım 23, 2021, 01:38:55 ÖS »
Allah’a Şirk Koşmak  4

Yaratan Rabbimizi doğru ve yeterince tanımak O’na olan kulluk bilincimizi güçlendirir. Yalnızca Rabbine kulluğu tercih edenlere selam olsun.

YARATMADA ŞİRK

“Onlara ‘Gökleri ve yeri kim yarattı?’ diye sorsan, kesinlikle ‘Allah’ diyecekler. De ki ‘Bütün övgüler Allah’adır. Ancak, onların çoğu bunları bilmiyorlar.”(31 Lokman 25)

Rabbimizin ayeti kerimede bildirdiği gibi insanların çoğu inansın veya inanmasın, Allah’ın yaratıcı olduğunu kabulleniyor ve inanıyorlar. Buna rağmen Yüce Allah’ın tek ilah olduğunu kabullenemeyen ve Allah’dan başka ilah edinen insanlar, ilah kavramı içinde var olan yaratıcılık özelliğinden dolayı edindikleri, inandıkları ilahlarının da yaratıcı olduğunu iddia ediyor ve kabulleniyorlar. Aşağıda verdiğimiz Rad suresinde Rabbimizin bildirdiği gibi “Yoksa Allah için ortaklar buldular da, Allah’ın yarattığı gibi mi yaratıyorlar, sonra yarattıkları onlara (kendilerine) mı benziyor? De ki ‘Allah, her şeyin yaratıcısı olmasının gereği, O mutlak (yarattıkları üzerine) hâkimiyet sahibi, tek otoritedir.”(13 Rad 16) iddia ettikleri yaratıcıların neler yarattığı onlara sorulduğunda verecek cevapları olmadığından, muhataplarını ikna edecek bir delil gösteremiyorlar. Hem göklerin ve yerin yaratılışına, hem de kendi yaratılışına şahit olmayan insanların, yaratan Rabbimiz Allah bildirmediği takdirde, yaratılışla ilgili bildirilmeyen, haber verilmeyen batıl bilgileri üretenler ve üretilen bu yanlış bilgilere inanan müslümanım diyen insanlar var. “Gökleri ve yeri yaratırken onları şahit yapmadım. Hatta kendilerini yaratırken de şahit yapmadığım gibi, yaratırken o sapkınları yardımcı edinecek de değilim.”(18 Kehf 51)

Yaratma ve yaratıcı konusunda materyalist felsefe inancına sahip felsefecilerin “Yoklukta olan bir şey var olamaz, var olan bir şey de yok olmaz” diye kural olarak kendilerine göre geliştirdikleri bu prensip ve anlayışa göre “Hiçbir varlık yokken tanrı vardı ve var olan tanrı, var olan her şeyi kendi varlığından yaratmıştır.” Yani var olan her şey tanrının bir parçasıdır. Öyleyse varlığın yokluğu söz konusu değildir. Materyalist felsefenin bu inancı, zamanla müslüman coğrafyalarda yaşayan ve felsefeyle ilgilenen felsefeciler “Hiçbir şey yoktan var olmaz, var olan bir şey de yok olmaz” felsefe kuralını İslami inanç ve motiflerle süsleyip karıştırarak yeni bir yaratılış akidesi meydana getirmişlerdir. Yüce Yaratıcının elçisine indirdiği kitabı Kur’an’da haber verdiği yaratılışa alternatif bir yaratılış teorisi olarak “Vahdet-i Vücut = Mevcutların bir varlıkta (yaratılanların yaratıcı ile) birleşmesi” şeklinde Allah’ın kitabı Kur’an’a aykırı ve çelişen, tamamen batıl bir inanç ortaya çıkarmışlardır. Tasavvuf inancının benimsediği bu inanca göre Gavs, kutup ve veliler öldüklerinde “Fena fillah = Ruhları Allah ile birleşir ve O’nda yok olurlar” inancı günümüzde yaygın olarak varlığını devam ettirmektedir. Bu inanışa göre, diğer sıradan insanlar inansın veya inanmasın kıyamet gününde yeniden dirilişleriyle birlikte yaratıcı Allah ile birleşip Allah’da yok olurlar. Bu batıl inancın sonucunda hesap günü ve Allah’ın huzurunda yargılanma ve sonucunda azap, mükâfaat diye bir şey yok, diye bir sonuç elde ediyorlar. İddiaları şu “Yaratılmış her varlık tanrının bir parçası ise, yaratılmış insan da tanrının bir parçası olduğuna göre, tanrının insana azap etmesi kendine azap etmesi demektir.” Akıl yürütmeleri sonucunda “İyi insan kötü insan, helal-haram, itaat-isyan diye bir şey yoktur” felsefesine göre ölüm sonrası mutluluk dünyası her insana haktır. Bu, materyalist felsefeden ilham alınarak tasavvuf inancına öncülük eden insanların ürettiği “Nur-u Muhammedii” teorisine göre, Allah’dan başka hiçbir varlık yokken Allah kendi nurundan Muhammed’in nurunu yarattı ve yarattığı bu nuru çok sevdi, âşık oldu. Kâinatta ne varsa hepsini Muhammed’in nurundan yarattı. Süleyman Çelebi, Muhammed (as)’ı övmek amacıyla yazdığı mevlidinde, Allah adına uydurduğu beytinde “Gel habiibim (sevgilim) sana âşık olmuşam, cümle âlemi sana bende kılmışam.” dizeleri aynı felsefenin etkisiyle, yaratıcının yarattığı kuluna âşık olduğu iftirasının Allah’a atılmış en büyük yalanlardan önde geleni ve bu iftirayı yaşatan dinin temsilcisi olarak, devletin resmi organı DİB her fırsatta Allah’a atılan bu iftirayı yaşatmak için organizasyonlar tertip etmektedir.

Bu iddiaların, Rabbimizin indirdiği kitabında hiçbir yeri olmadığı gibi, bu uydurdukları teorilerin aksine, Yaratan Allah “Göklerin ve yerin bedii (benzeri olmaksızın ilk yaratanı) O Allah’dır. Bir şeyin olmasına hükmettiği zaman ona ‘ol’ der, o da hemen oluverir.”(2 Bakara 117) şeklinde insanları bilgilendirerek ilk yaratılışı “BEDİİ = Yarattığı bir şeyi ilk olarak benzeri olmadan yaratan” sıfatı ile yokluktan var ettiğini, Rabbimiz bize birinci aşama olarak bildiriyor. Kâinatın içinde insanın imtihan alanı olarak yaratılmış dünya gezegeninde ikinci aşama olarak, insanın havasıyla, suyuyla, yiyecekleriyle her türlü ihtiyacının yaratılmasından sonra (31/20), yaşayabileceği bu dünyanın toprağından insanın ve organik varlıkların yaratılışını, indirdiği kitabında dünya arzında imtihan olan insanı bilgilendiriyor. Bu ikinci aşamada Rabbimiz, var olan varlıklardan insanın yaratılışını biz insanlara Hicir suresinde şu şekilde anlatıyor: “Rabbin meleklere ‘Ben yeryüzünde çamurlu topraktan, yıllanmış kara balçıktan insan yaratacağım’ demişti. ‘Çamuru insan halinde şekillendirdiğim ve kendi diriliğimden (canlılığımdan = ruhumdan üflediğimde) ona verdiğim zaman, can verilmiş insan için (Rabbinize) secdeye kapanın’ dedik.”(15 Hicir 28-29) Rabbimiz ayette insanın ilk yaratılışının haberini, insanın aslının toprak ve su karışımı şekillenebilir çamurdan yaratıldığını hatırlatması ile şu mesajları veriyor: Ey insan! Seni, üzerinde yaşadığın dünyanın toprağından (tiin, turab) erkek ve dişi olarak dünyada yarattım ve sana verdiğim ömür kadar dünyada yaşayacaksın. Yaşamını sürdürecek her türlü ihtiyacını, Rabbinin lütfu olarak dünya üzerinde tamamlanmış (31/20) olarak hazır bulacaksın. Kendi cinsinden eşinle meşru evlilik yoluyla (4/25) sana bağışladığım zürriyetinle insan neslini devam ettireceksin (42/49) ve yeryüzünün sahibi (halifesi) olacaksın (6/165) demektedir. “Sana dilediği şekli veren ve dilediği maddelerin (terkibi) karışımı (Toprak, su, kan, yağ, tuz, madensel bileşikler vs.) ile var edendir.”(82 İnfitar 8) Rabbinin sen diye muhatap aldığı insanı “ellezii halakake = seni yaratan” kul olarak yaratmasını haber verirken, “halaka = yarattı” fiili ile “bedea = bir şeyi benzeri olmaksızın ilk yarattı” fiilinin anlamını daha iyi anlayabiliyoruz. Rabbimiz kendini tanıtırken “Göklerin ve yerin bediiün” olarak tanıtması, kâinatın ilk yaratılışında kendisi için kullandığı “bediiün” sıfatına, Arapçada mübalağalı isim, sıfat olarak kullanılan “feiilün” kalıbında kullanıldığı için, anlam olarak “ilk yaratmayı benzeri olmadan sürekli yaratan” olarak verir. Dolayısıyla “Bediiün” mübalağalı isim sıfatı tek ve benzeri olmayan yaratıcı Allah, insan için doğruluk rehberi Kitab-ı Keriim’in de yalnızca kendisi için kullanmıştır. “Bedii” sıfatı yalnızca Allah’a ait sıfat olduğu için, Allah’dan başkası için asla kullanılamaz. Yakın zamanımızda yaşamış ve günümüzde cemaat olarak hala varlıklarını devam eden bu fırka, kurucularına “Bediiüz zaman = zamanı ilk yaratanı” sıfatı vermeleri sonucunda, Allah’a ait “Bedii” mübalağalı sıfatın, “Allah’dan başkaları için kullanılamayacağı” yapılan tenkitlerine karşın, vermemeleri gereken bu sıfatın anlamını değiştirmişlerdir. Anlamı “Bir şeyi benzeri olmadan yaratan” anlamına gelen “BEDİİ” sıfat ismine “Zamanın en güzeli” anlamını vererek kelimenin anlamını tahrif etmişlerdir. Bir yanlıştan kaçarken, başka bir yanlış yaptıklarının farkında olmayan bu zavallılar, bir insana zamanın en güzeli demekle Allah’a ait olan hüküm ve karar verme yetkisine müdahale ederek, Allah’ın egemenlik sınırlarına tecavüz etmişlerdir. Bir şeyin güzel çirkin, temiz pis, doğru yanlış, iyi kötü olarak belirlenmesi Yüce Rabbimiz Allah’a aittir. “Onlara sor ‘Ortaklarınızdan yaratmayı ilk başlatıp, sonra da onu (kendisine) döndürecek olan kim var?’ De ki ‘Allah ilk yaratmayı (yebdeü) yapıyor ve onu (kendisine ilk yaratığı gibi) döndürüyor. (Bunu bildiğiniz halde) Nasıl da aldanıyorsunuz?’ De ki ‘Ortaklarınızdan gerçek doğru yolu gösterip, sonra o doğru yola iletecek var mı?’ De ki ‘Allah, gerçeğe, doğruya iletir. Gerçek doğruya ileten, tabi olunmaya daha layık değil midir? Yoksa kendileri doğru yola iletilmeye muhtaç olanlar mı, tabi olunmaya layıktır? Size ne oluyor, nasıl hüküm veriyorsunuz?”(10 Yunus 34-35) Bu ayette yüce yaratıcımız, kendisine ortak koşanlara “Ortaklarınızdan yaratmayı ilk başlatıp, sonra da onu kendisine döndürecek olan kim var?” diye soruyor ama cevap yok, olan cevaplar da cılız, zandan öteye gitmiyor.

Rabbimiz “Halık = Daha önceden yaratılan varlıklardan yeni bir varlık yaratan” ismi ile her an yaratma halinde ve yarattığı her şeyi yönetiyor “Göklerde ve yerde olanların hepsi Allah’dan isterler. Allah her gün ve her an iş üzerinde olup, mutlak surette bir işe müdahale etmektedir.”(55 Rahman 29) “Ha+la+ka” fiilinin ismi faili “Halık = yaratan” sözcüğünü daha iyi anlayabilmek için örnek olarak yine insanın kendisini verelim. Rabbimiz insanı, üzerinde yaşadığımız dünya üzerindeki topraktan yarattığını aşamalı olarak haber veriyor. “İnsanın ilk yaratılışını topraktan yaratmıştır.”(32 Secde 7), su “Allah bütün canlıları sudan yaratmıştır”(24 Nur 45), toprak içinde bulunan elementlerden oluşan “Sana dilediği şekli veren ve seni dilediği maddelerin karışımı (su, yağ, tuz, madensel bileşikler, kan vs.) ile var edendir.”(82 İnfitar 8), özlü “Biz insanı toprağın özünden yarattık.”(23 Mü’minun 12), senelerce dinlendirilmiş “Rabbin meleklere ‘Ben yeryüzünde çamurlu topraktan, yıllarca bekletilmiş kara balçıktan insan yaratacağım’ demişti.”(15 Hicir 28), yapışkan ve şekillenebilecek hale gelmiş pişmiş çamuru “İnsanı kurumuş çamur gibi, bir topraktan yarattı.”(55 Rahman 14) hazırlamıştır. Sonra insanı şu anda bulunduğu şekilde erkek ve dişi olarak şekillendirmesinden sonra, cansız haldeki insanın suretine diriliğinden (ruhundan üfleyerek) vererek canlandırmasıyla; yaşayan, yiyen, içen, düşünen, üreten insanı Allah, “Halık” isim sıfatıyla yaratmıştır. Bizim, Rabbimizin yaratmayla ilgili Kitab’ı Kerim’inde öğrettiklerinden çıkardığımız ve anladığımız o ki, dünya üzerinde “Bedii” sıfatı ile ilk yarattığı varlıklardan, dilediği ve planladığı her şeyleri “Halk etme (yaratma)” gücüne sahip olduğunu, şu ayetteki insana hitabında da görüyoruz “Ey İnsan… Sana dilediği şekli veren ve seni dilediği bileşimler (ma şaae rekkebek = seni dilediği toprak, su, kan, yağ, tuz, madensel bileşiklerin karışımı) ile yaratan O’dur.”(82 İnfitar 8)

Rabbimiz Allah kendini “Ehsanül Haalikıın = yaratıcıların en güzeli” olarak insana bildirmesinden, “haalık = yaratıcı” isminin insanlar tarafından kullanılabilineceğini anlıyoruz. Benzer bir şekilde “Sana vahy olana tabi ol ve Allah bir hüküm verinceye kadar sabırlı ol. Allah hüküm verenlerin en hayırlısıdır.”(10 Yunus 109) “Allah hüküm verenlerin en hayırlısıdır” cümlesinde de insanların hüküm verici olduğunu bildiriyor. Ancak Allah’ın hükmünü iptal eden ve geçersiz olduğunu iddia eden hüküm koyucular kendilerini “Rabb” ilan etmiş ve dolaysıyla ilahlıklarını ilan etmiş olmaktadır. İnsanların Allah’ın yarattığı varlıklardan ev, araba, ağaçtan ya da demirden kapı pencere, heykel, resim, kumaş, elbise gibi emek sarf ederek meydana getirdiği eserlerin sahibine yaratıcı demelerine yasak getirmiyor. “Sonra o nutfeyi kan pıhtısı haline, sonrada o kan pıhtısını et parçası ve et parçasını da kemik halinde yarattık. Sonra o kemiklere et giydirdik. Bu aşamalardan sonra onu (ana babasından) başka bir insan olarak meydana getirdik. Bunlardan sonra yaratıcıların en güzeli olan Allah, her şeyden yüce ve ulu değil midir?”(23 Mü’minun 14) Bu ayetlerden anladığımız kadarıyla insanlar cansız maddelerden yapılan şekiller, oyuncaklar, heykeller binalar yapabilen insanlar yaratıcı olarak görülebiliyor. Allah bu konuda insanların elleriyle yaptıkları figürler ne olursa veya neye benzese de ilah olarak kabul edilmesini ve elleriyle yaptıkları bu putlara (Kur’an bu putlara “sanem, çoğulu esnam” ismini veriyor) tapınılmasını kesinlikle yasaklıyor. “Sen onlara İbrahim’in haberini oku. Babasına ve kavmine ‘Bu taptıklarınız da nedir?’ diye sormuştu. Onlar da ‘Putlara (esnam’a) tapıyoruz ve bunları içimizden gelerek yapıyoruz’ dediler. İbrahim ‘Peki, siz çağırdığınızda sizi işitiyorlar mı? Yahut size fayda veya zarar verebiliyorlar mı?’ dedi. Onlar da ‘Ama biz atalarımızı böyle yaparken bulduk’ dediler. İbrahim onlara ‘Şimdi şu taptıklarınızı görüyor musunuz? Siz ve daha önceki atalarınızın taptıklarını? Âlemlerin Rabbi dışında, taptıklarınızın hepsi benim düşmanımdır.”(26 Şuara 69-77)

İbrahim (as)’ın mücadelesinin temelini oluşturan ve bizzat babası da dahil, kavminin insanlarının kendi elleriyle yaptıkları bu figürler yiyip içip konuşmadıkları halde, sanki canlı imişler gibi kabul edip, onlara isteklerini ve şikâyetlerini bildirmelerini, ayrıca onlara ibadet etmelerini insan aklıyla kabullenmemiştir. İbrahim (as)’ın aklıyla tesbit ettiği ve gözleriyle gördüğü, insanların kendilerine faydası ve zararı dokunmayan bu cansız varlıklara tapınmalarının sebebini sorduğunda, “Atalarımızı böyle yaparken bulduk” diyerek verdikleri cevabları da, o putlara tapınmaları kadar tutarsız ve akıl dışı olarak görmüştür. Günümüz Türkiye’sinde kendilerini müslüman olarak nitelendiren insanların (Fetö’ye ve tarikat şeyhlerine, türbelere, mezarlara), kendilerinin çektikleri videolarda, sanki namazda Allah’ın huzurunda durur gibi elleri önde bağlı ve o ilahlaştırdıkları insanların elini ve eteğini öpmek için yerlerde sürünerek yaklaşıp öptükten sonra tekrar yerlerde sürünerek uzaklaştıklarını görüyoruz. İlahlaştırdıkları insanların kendileri gibi bir insan olduğunu göremeyen kör insanların, yerlerde sürüngenler gibi sürünmeyi hak ettiklerini videolarda gördüğümüzde, bu insanlara zavallı demekten başka bir şey elimizden gelmiyor. Biz inanan ve müslüman olan insanların dikkat etmesi gereken, Allah’ın yarattığı canlı ve cansız varlıkları (taşları işleyerek, çamurdan betondan, ağaçları yontarak, işleyerek şekiller yaparak, manzara resimleri çizerek) eserler ortaya çıkaranları ilah gibi görmek, onları ilahlaştırmak kesinlikle yasaklanmış ve Allah’a ortak koşmak olarak kabul edilmiştir. “Allah sizi yaratan, sonra sizi rızıklandıran, sonra sizi öldüren, sonra da sizi tekrar diriltecek olandır. Sizin Allah’a ortak koştuklarınızdan, bu sayılanlardan herhangi birini yapan var mı? Allah onların koştukları şeylerden uzak ve yücedir.”(30 Rum 40) Bu ayette gördüğümüz canlı varlık, insanı ve diğer canlı varlıkları yaratan Allah gibi, bana ortak koştuklarınız canlı yaratıp sonra o canlıyı öldürüp yeniden diriltebilirler mi diye sorması, Allah’dan başka yaratıcıların kesinlikle Allah gibi yartamayacaklarını vurguluyor. “Ey İnsanlar! Size anlatılan bu misali dinleyin. Allah’dan başka yalvardıklarınız, hepsi bir araya gelse bir sineği dahi yaratamazlar. Eğer o sinek onlardan bir şey kapsa, kaptırdıklarını ondan kurtaramazlar. O dua edenler zayıf olduğu gibi, dua edip kulluk ettikleri de zayıf.”(22 Hac 73) Rabbimiz Kur’an’ı Keriim’inde “HA+LA+KA” fiilinden türetilen kendisi için mübalağalı ismi fail kalıbındaki ve aynı zamanda Esmaül Hüsna’sından olan “Hallak = Sürekli yaratan” ismini Hicir ve Yasin surelerinde “Şüphesiz ki senin Rabbin, sürekli yaratan (Hallak) ve her şeyi en iyi bilen (Aliim) dir.”(15 Hicir 86; 36 Yasin 81) olarak kullanmıştır. “Hallak = Sürekli yaratan” mübalağalı ismi, “Bedii” isminde olduğu gibi “Hallak” mübalağalı ismi de yalnızca Allah’a aittir ve Allah’dan başkası için kullanılmaz.

Gökleri, yeri ve her ikisi arasındakileri yaratan Allah, yarattığı her şey için belirlediği ve hüküm olarak koyduğu tabiattaki kurallar asla değişmez ve değiştirilemez. Eğer değiştirilmesi gerekiyorsa, yalnızca kendi iradesi ve takdiri (planlaması) ile değiştirebildiğini kutsal kitabımız Kur’an’da mucize olarak elçilerini desteklemek amacıyla, insanlık tarihinde başka olmayan ve olmayacak mucizeleri hatırlayalım. Ateş yakıcı ve içine giren canlıları öldürüp yok edici olduğu halde, ateşe atılan İbrahim (as)’ı Allah’ın emriyle “Ey ateş İbrahiim’e serin ve güvenli (berden ve selaamen) ol dedi.”(21 Enbiya 69) Yakıcı ateşin içine atılan Allah’ın elçisi sağ salim çıkmıştır. Musa (as)’ın elindeki Allah’ın emretmesiyle yılan olan değnek, Allah dilemediği zaman Musa’nın elinde tuttuğu değnek yalnızca dayanak olarak kalmıştır.(28 Kasas10) İnsan, bir erkek ve bir dişinin evlenmesinden sonra dünyaya gelir kuralı, Allah’ın dilemesiyle İsa (as)’ın babası olmadan Allah’ın emretmesi ile annesi Meryem’in hamile kalıp İsa (as)’ı doğurmasıyla, insanlık tarihinde ilk ve tek olarak evlilik dışı istisnadır. Rabbimizin bildirdiği bu olaylar biz insanlara bir ve tek yaratıcı olarak koymuş olduğu kuralları, kendisinden başka kimsenin değiştiremeyeceği örneklerdir. “Allah’ın insanları yarattığı bozulmamış haliyle, araştırarak O’nun bir olduğunu kabullenerek (haniif), Allah’ın belirlediği yaşam biçimine (dinine) yüzünü çevir (sarıl). Allah’ın yaratmasında hiçbir değişiklik söz konusu değildir. Dinin değişmez temel kaidesi budur. Ancak insanların çoğu bunu bilmiyor.”(30 Rum 30) Rabbimiz insanlara “Yaratmamda ve benim vaad ettiğim şeylerde değişiklik olmaz” dediği halde, insanların ölümlü olduğu ve yaşamından sonra ölen her insanın yalnızca ahiret hayatında dirileceği ile ilgili Allah’ın kitabında açık ve anlaşılır haberlerin sayısı epey fazla ve bu gayb inancının olmazsa olmazlarındandır. Buna rağmen bazı insanların Allah’ın dilemesiyle yaşadığı iddiası (Hızır ve İlyas gibi) veya kıyametten önce tekrar yeryüzüne geleceği inancı (yaygın olan İsa’nın kıyametten önce dönüşü) tamamen efsane ve hayal olan uydurmalara inanmak, Allah’ın kelamı olan Kur’an’ın kendi içinde çelişkili olduğunu söylemektir. Bu iddialar Allah adına söylenen yalanlar olduğu için, bakın Rabbimiz Kur’an’da “Onlar bu Kur’an’ı hiç düşünmüyorlar mı? Eğer bu Kur’an Allah’dan başkaları tarafından indirilseydi, onda pek çok çelişkiler olurdu.”(4 Nisa 82) derken asla çelişki olmadığını, olamayacağını açıkça bildirmiştir. Kur’an’ın içinde çelişki olduğunu söyleyenler, kendilerinin anlayış ve yanlış bilgilerinden kaynaklandığını bilmelidirler. Kur’an’ın ilk muhatapları inananlar, Kur’an’ı inkâr eden inanmayanlar, müşrikler ve ehli kitap işittikleri Allah’ın mesajlarını çelişkili olmakla hiçbir zaman suçlamamışlardır. Yalnızca, Allah’ın elçisinden işittikleri Allah’ın ayetlerine, başkaları öğretiyor, deli sözüdür, sihirdir, kendisi uyduruyor demişler ama bu Allah’ın elçisine çelişkili konuşuyor diyememişlerdir.

“De ki ‘Göklerin ve yerin yaratıcısı Allah varken, ondan başkalarına mı sığınacağım (veli edineceğim)? Yedirip, içiren O olduğu halde, O’nun yiyip içmeye ihtiyacı yoktur.’ De ki ‘Ben Allah’a teslim olanların ilki olmakla ve müşriklerden olmamakla, emrolundum.’ De ki ‘Ben (Allah’dan başkalarına kulluk edip) Rabbime isyan edersem, büyük bir günün azabından korkarım.” (6 En’am 14-15) Yaratan Rabbimizi doğru ve yeterince tanımak O’na olan kulluk bilincimizi güçlendirir. Yalnızca Rabbine kulluğu tercih edenlere selam olsun.

 


* BENZER KONULAR

Çoban Deyip Geçmeyelim 2 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 08:04:55 ÖÖ]


Çoban Deyip Geçmeyelim 1 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:57:14 ÖÖ]


Yabancılaşmadan Değişmek ve Gelişmek Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:44:43 ÖÖ]


Suriye Olaylarının Perde Arkasında Neler Var 8 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:34:29 ÖÖ]


O insanı Yetiştiremezsek 1 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:25:16 ÖÖ]


Mutluluğun Sırrı Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:12:56 ÖÖ]


Murada Ermek İçin Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:07:00 ÖÖ]


Bize Kalana Bakın Siz Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 06:02:09 ÖS]


Âlemler O’na Hayran Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:34:39 ÖS]


Dünya Nedir Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:25:53 ÖS]


Gönül Allah (CC) 'ta Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:22:44 ÖS]


İmani olgunluğun sırrı - Teslimiyet Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:15:04 ÖS]


İnsanın Manevi Yapısı (Ruh, Kalb, Akıl ve Nefs) İle İlgili Meseleler Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:06:24 ÖS]


Esat Kabaklı - Sürgün - 320 KBPS Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 04:50:26 ÖS]


Ozanlardan Single Eserler - Karma 320 kbps Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 12:20:38 ÖS]


Esat Kabaklı - Oğul Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 12:07:15 ÖS]


Ehl-i Beyt ve Kerbelâ Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 10:49:31 ÖÖ]


Filistin’in Tarihçesi Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 10:42:17 ÖÖ]


Cennetlik Kadınlar 3 Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 09:10:52 ÖÖ]


Cennetlik Kadınşar 2 Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 09:06:00 ÖÖ]