* FANİ DUNYA FORUM HABERLER


Gönderen Konu: ALLAH'IN YARDIMI VE BAŞARI VE ZAFERİ 1  (Okunma sayısı 466 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı melek

  • Global Moderator
  • *****
  • İleti: 2334
ALLAH'IN YARDIMI VE BAŞARI VE ZAFERİ 1
« : Haziran 25, 2018, 08:23:05 ÖÖ »
ALLAH'IN YARDIMI VE BAŞARI VE ZAFERİ  1

Günümüz İslami hareketlerine mensup olan pek çok davetçi kardeşimizin, özellikle de gençlerin yanlış veya eksik anladığı en önemli konuların başında Allah’ın yardımı, başarı ve zafer kavramları gelmektedir.

Bu kavramların teoride yanlış veya eksik öğrenilip anlaşılması, pratikte İslami hareketlere mensup davetçi kardeşlerimizi zaman içinde; acelecilik, ümitsizlik, haksız ve boş eleştiriler, çalışmalardan soğuma, uzlete çekilme, kalplerin birbirine karşı soğuması gibi son derece tehlikeli davranış bozukluklarına götürmektedir.

Bu halin doğal bir neticesi olarak İslami topluluklar içerisinde önce güvensizlik, birbirine karşı tahammülsüzlük ve soğumalar, sonra ümitsizlik ve uzlete çekilme duyguları hızla yayılmakta ve son olarak da topluluklar içerisinde çözülme, kopuş ve dağılma süreci kaçınılmaz bir son olarak karşımıza çıkmaktadır.

Davetçi kardeşlerimiz ve İslami cemaatlerin geleceği açısından çok önemli gördüğümüz bu konunun hakikatini incelemeye ve aynı zamanda bu kavramların yanlış veya eksik anlaşılmasının cemaatler ve onlara mensup olanlar üzerindeki olumsuz neticelerinden bahsetmeye çalışacağız.

Allahu Teâla Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruyor: “Şüphesiz ki peygamberlerimize ve iman edenlere hem dünya hayatında, hem şahitlerin şahitlik edecekleri günde yardım ederiz. (Mü’min Suresi, 51)

“Allah, kendi dinine yardım edenlere mutlaka yardım eder.” (Hac Suresi, 40)
“Andolsun ki peygamber kullarımıza söz verdik. Onlar mutlaka zafere ulaşacaklardır. Bizim ordumuz şüphesiz üstün gelecektir.” (Saffat Suresi, 171-173)

İslami cemaatlere mensup olan kardeşlerimiz şunu iyi bilmeliler ki dünya gözüyle elde edilecek başarı ve başarısızlık, zafer veya mağlubiyet yani neticeler tamamen yüce Allah’ın elindedir. Allah azze ve celle onu dilediğine verir.

Bu ve benzeri ayetleri okuyan birçok kardeşimizin aklına ilk gelen şey, iman edenlerin küfrün karşısında dünya gözüyle kesin zafer kazanması, dinin galip gelmesi ve İslami devlet yapısının kurulmasıdır.

Allah’ın yardımı, başarı ve zafer kavramlarının sadece bu anlamı üzerinde durup, meseleyi bu şekilde anlayınca ortaya çok vahim olan şu sonuç çıkmaktadır: “Şayet küfrün karşısında gözle görülür şekilde açık zafer kazanılmaz, İslam devlet yapısı kurulmaz ve din yeryüzünde hâkim olmaz ise bütün cemaatler ve bu cemaatlere mensup olan davetçiler, başarısızlık ve mağlubiyet içindedirler.

Tabi ki bu anlayış doğru ve insaflı bir anlayış değildir. Bizler yakinen biliyoruz ki nice peygamberler (Allah’ın selamı onların üzerine olsun) bulundukları toplum içinde dünya gözüyle bir sonuca ulaşamadan Allah’a kavuşmuşlardır. Hatta bazı peygamberler yine dünya gözüyle bir sonuca ulaşamadan inkârcı azgınlar tarafından şehit edilmişlerdir.

Şanı Yüce Allah, peygamberlere ve inananlara kesin olarak yardım edeceğini ve zafere ulaştıracağını vaat etmiştir. Allah vaadinden asla dönmez.

Allah’ın, peygamberlere ve inananlara olan yardım ve zaferinin birçok çeşidi ve şekli vardır. Allah’ın inananlara olan yardım ve zaferi demek, illaki dünya gözüyle elle tutulur gözle görülür bir neticenin alınacağı anlamına gelmez.

İslami cemaatlere mensup olan kardeşlerimiz şunu iyi bilmeliler ki dünya gözüyle elde edilecek başarı ve başarısızlık, zafer veya mağlubiyet yani neticeler tamamen yüce Allah’ın elindedir. Allah azze ve celle onu dilediğine verir.

“Eğer siz (Uhud’da) bir acıya uğradınızsa, (Bedir’de de düşmanınız olan) o kavim de benzer bir acıya uğramıştır. O günleri (zafer ve mağlubiyeti) biz insanlar arasında döndürür dururuz (zaferi bazen bir topluma bazen öteki topluma nasip ederiz.) Ta ki Allah, iman edenleri ortaya çıkarsın ve aranızdan şahitler edinsin. Allah zalimleri sevmez.” (Al-i İmran Suresi,140)

“Allah, bunu size sırf bir müjde olsun ve kalpleriniz bu sayede rahatlasın diye yaptı. Zafer, yalnızca mutlak güç ve hikmet sahibi Allah katındandır.” (Al-i İmran Suresi, 126)

Dolayısıyla İslami cemaatler ve mensupları, başarı veya başarısızlığı, zafer veya mağlubiyeti değerlendirirken asla sonuç ölçüsü üzerinden değerlendirmemeleri gerekir. Burada İslami cemaat önderlerinin ve davetçi kardeşlerimizin kendilerine soracakları ve sorgulayacakları husus şu olmalıdır: Çalışmalarımızın, davetimizin ve cihadımızın başarıya ulaşabilmesi için meşru olan bütün yöntemleri kullandık ve gerekli tüm şartları yerine getirdik mi? İşte asıl sorulması ve sorgulanması gereken nokta burasıdır.

Yoksa netice/sonuç üzerinden başarı veya başarısızlık, zafer veya mağlubiyet sorgulaması neticelerin Allah’ın elinde olduğu hakikatini göz ardı etmektir. Bu tutum ve anlayış İslami hareketlerin en büyük problemidir.

İman edenlerin dünya gözüyle elde edecekleri zahir başarı ve zaferler, şanı yüce Allah’ın inananlara olan vaadinin, yardım ve lütfunun sadece bir çeşidi ve şeklidir. Muhakkak ki yüce Allah’ın inananlara olan vaat, yardım ve zaferlerinin farklı farklı şekilleri de vardır. Bunları ana başlıklar halinde şöyle sıralayabiliriz:

1. Yeryüzünde Mü’minlere Güç, Galibiyet ve İktidar Verilmek Suretiyle Gelen Yardım ve Zafer

Şanı yüce olan Allah, bazen peygamberlere ve inananlara -düşmanlarına karşı- dünya üzerinde gözlerin görebileceği açık ve net bir şekilde güç, galibiyet ve hâkimiyet verir. İşte bu Allah’ın inananlara vaat ettiği yardım ve zaferin sadece bir türüdür. Hz. Davud ve Hz. Süleyman (Allah’ın selamı onların üzerine olsun) peygamberlere gelen yardım ve zafer bu türdendir.

“Sonunda Allah’ın izniyle onları yendiler. Davud da Câlût’u öldürdü. Allah ona (Davud’a) hükümdarlık ve hikmet verdi, dilediği ilimlerden ona öğretti.” (Bakara Suresi, 251)

“Süleyman: Rabbim! Beni bağışla; bana, benden sonra kimsenin ulaşamayacağı bir hükümranlık ver. Şüphesiz sen, daima bağışta bulunansın, dedi.

Bunun üzerine biz rüzgârı onun emrine verdik. Onun emriyle istediği yere yumuşacık akardı.” (Sad Suresi, 35-36)

“Eğer siz (Uhud’da) bir acıya uğradınızsa, (Bedir’de de düşmanınız olan) o kavim de benzer bir acıya uğramıştır. O günleri (zafer ve mağlubiyeti) biz insanlar arasında döndürür dururuz (zaferi bazen bir topluma bazen öteki topluma nasip ederiz.) Ta ki Allah, iman edenleri ortaya çıkarsın ve aranızdan şahitler edinsin. Allah zalimleri sevmez.” (Al-i İmran Suresi,140)

Yine şanı yüce Allah’ın Firavuna karşı Musa aleyhisselama yaptığı yardım ve gönderdiği zafer bu türdendir. Allah-u Teâla Musa aleyhisselama dünya hayatında Firavuna karşı açık zafer vermiş ve dinini galip getirmişti.

“İşte Firavun ve kavmi, orada yenildi ve küçük düşerek geri döndüler… Firavun ve kavminin yapmakta olduklarını ve yetiştirdikleri bahçeleri helâk ettik.” (Araf Suresi, 119-137)

“Bir zamanlar biz sizin için denizi yardık, sizi kurtardık, Firavun’un taraftarlarını da, siz bakıp dururken denizde boğduk.” (Bakara Suresi, 50)

Aynı şekilde şanı yüce Allah, peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.)’e de açık ve zahir bir yardımda bulunmuştur. Onun düşmanlarını Bedir’de de ve daha sonrasında da helak etmiş, küfrün belini kırmış, dinini bütün dinlere galip getirmiş ve İslam devleti kurulmuştur.

“Biz sana doğrusu apaçık bir fetih ihsan ettik.  Böylece Allah, senin geçmiş ve gelecek günahını bağışlar. Sana olan nimetini tamamlar ve seni doğru bir yola iletir. Ve sana şanlı bir zaferle yardım eder.” (Fetih Suresi, 1-3)

“Allah’ın yardımı ve zaferi geldiği ve insanların bölük bölük Allah’ın dinine girmekte olduklarını gördüğün vakit” (Nasr Suresi 1-2)

Allahu Teâla’nın peygamberlere ve inananlara olan bu türden yardımı insanların gözleri ile gördüğü ve hissettiği açık ve zahir zafer türlerindendir. Bu nefislere hoş gelen, ciğerleri serinleten, kalpleri ferahlatan bir yardım ve zaferdir.

2. Düşmanların Helak Edilmesi ve Mü’minlerin Kurtarılması Suretiyle Gelen Yardım ve Zafer

Bazen Allahu Teâla’nın yardım ve zaferi, peygamberlere ve iman edenlere zulmeden azgın düşmanların yok edilmesi ve mü’minlerin kurtarılması şeklinde gerçekleşir. Nitekim Allahu Teâlâ’nın Hz. Nuh’a, Hz. Hud’a, Hz. Salih’e, Hz. Lut’a, Hz. Şuayb’a (Allah’ın selamı onların üzerine olsun) ve onlara inananlara yaptığı yardım ve gönderdiği zafer bu türdendir.

“Allah, bunu size sırf bir müjde olsun ve kalpleriniz bu sayede rahatlasın diye yaptı. Zafer, yalnızca mutlak güç ve hikmet sahibi Allah katındandır.” (Al-i İmran Suresi, 126)

“Nuh’a vahyolundu ki: Kavminden iman etmiş olanlardan başkası artık (sana) asla inanmayacak. Öyle ise onların işlemekte olduklarından (günahlardan) dolayı üzülme. Gözlerimizin önünde ve vahyimiz (emrimiz) uyarınca gemiyi yap ve zulmedenler hakkında bana (bir şey) söyleme!

Onlar mutlaka boğulacaklardır! (Nihayet) “Ey yer suyunu yut! Ve ey gök (suyunu) tut!” denildi. Su çekildi; iş bitirildi; (gemi de) Cûdî (dağının) üzerine yerleşti. Ve: “O zalimler topluluğunun canı cehenneme!” denildi.” (Hud Suresi, 36-37-44)

“Onu (Hud’u) ve onunla beraber olanları rahmetimizle kurtardık ve âyetlerimizi yalanlayıp da iman etmeyenlerin kökünü kestik.” (Araf Suresi, 72)

“Ey Salih! Eğer sen gerçekten peygamberlerdensen bizi tehdit ettiğin azabı bize getir, dediler. Bunun üzerine onları o (gürültülü) sarsıntı yakaladı da yurtlarında diz üstü dona kaldılar.” (Araf Suresi,77-78)

“Kavminin cevabı: Onları (Lût’u ve taraftarlarını) memleketinizden çıkarın; çünkü onlar fazla temizlenen insanlarmış! demelerinden başka bir şey olmadı. Biz de onu ve karısından başka aile efradını kurtardık; çünkü karısı geride kalanlardan (kâfirlerden) idi. Ve üzerlerine (taş) yağmuru yağdırdık. Bak ki günahkârların sonu nasıl oldu!” (Araf Suresi, 82-84)

“Kavminden ileri gelen kâfirler dediler ki: Eğer Şuayb’e uyarsanız o takdirde siz mutlaka ziyana uğrarsınız. Derken o şiddetli deprem onları yakalayıverdi de yurtlarında diz üstü donakaldılar.” (Araf Suresi, 90-91)

Muhakkak ki; inkârcı, azgın ve zalim toplulukların çetin bir azapla yok edilmesi ve inananların zulümden kurtulmaları muvahhidler için büyük bir yardım ve zafer, inkârcılar içinse büyük bir yıkımdır.

Şanı yüce Allah, küfre ve zulme mühlet verir fakat asla ihmal etmez.

3. Peygamberlerin ve İnananların Ölümlerinden Sonra Gelen Zafer

Bazen zafer, peygamber ve mü’minlerin ölümlerinden sonra Allah’ın onların düşmanlarından intikam alması ve davalarını aziz kılması suretiyle gelir. Şanı yüce olan Allah, Hz. Yahya (a.s.) ile Hz. Zekeriyya (a.s.)’ı öldürenlerden ve Hz. İsa (a.s.)’ı öldürmek isteyenlerden intikamını almıştır. Hz. Yahya (a.s.)’ı öldürenlere Buhdunnasrı, Hz. İsa (a.s.)’ı öldürmek isteyenlere de Romalıları musallat ederek intikamını almıştır.

Kur’an-ı Kerim’de geçen Ashab-ı Uhdud olayının perde arkasını da unutmamak gerekir. İslami hareketlere mensup davetçi kardeşlerimizin bu kıssadan çıkaracakları çok dersler vardır.

Rasulullah (s.a.v.) Kur’an-ı Kerim’de bahsedilen bu olayın perde arkasını bize detaylı ve uzun bir şekilde bildiriyor. Bilmeyenler ve unutanlar için bu çok uzun hadiseyi özetle anlatmakta fayda var.

Geçmişte güçlü bir Kral vardı. Bu Kral’ın birde sihirbazı vardı. Sihirbaz yaşlanınca, Kral’a yetiştirmesi için kendisine bir genç göndermesini istedi. Kral ona bir genç yolladı. Sihirbaz, gence birtakım sihirler öğretiyordu. Gencin evi ile sihirbazın arasında bir rahip yaşıyordu. Bu rahip tevhid inancına sahipti. Genç bir gün rahibin yanına uğradı. Onu ve söylediklerini çok beğendi. Artık rahibin yanına sık sık uğruyor fakat bunu ailesinden, sihirbazdan ve Kral’dan gizliyordu.

Allahu Teâla şöyle buyuruyor; “(O mü’minler ki) hicret ettiler, yurtlarından çıkarıldılar, benim yolumda eziyete uğradılar, çarpıştılar ve öldürüldüler. Yemin olsun ki bende onların kötülüklerini örteceğim ve onları altlarından ırmaklar akan cennetlere koyacağım. Bu mükâfat Allah tarafındandır.” (Al-i İmran Suresi, 195)

Kral bu gencin Allah’a iman ettiğini ve hastaları iyileştirdiğini duyunca onu huzuruna getirtti. Kral ona; “Bana haber verildiğine göre sen sihirle körleri, alacaları ve bazı hastalıkları iyileştiriyormuşsun öyle mi?” dedi. Genç; “Ben hiç kimseye şifa veremem. Şifayı ancak Allah verir.”

dedi. Kral; “Bende mi?” dedi. Genç; “Evet sende şifa veremezsin.” Kral; “Senin benden başka rabbin var mı?” dedi. Genç; “Evet! Benimde seninde rabbin Allah’tır.” dedi. Bunun üzerine kral onu öldürmek istedi. Genç, Allah’ın izniyle kralın adamlarının elinden kurtuldu ve Kral’ın yanına geldi. Kral onu her öldürmek istediğinde genç Allah’ın yardımıyla Kral’ın adamlarının elinden kurtulup yine Kral’ın yanına geliyordu. Sonunda genç şöyle dedi; “Ey Kral! Benim sana söylediğimi yapmadıkça beni öldürmeye gücün yetmez. Eğer benim sana söylediğimi yaparsan o zaman beni öldürürsün” dedi. Kral; “Neymiş o diye sordu. Genç; “Sen insanları yüksekçe bir yerde toplarsın.

Sonra beni bir hurma kütüğüne bağlarsın. Ok çantamdan bir ok alır ve gencin rabbi olan Allah’ın adıyla der ve oku atarsın. Eğer böyle yaparsan beni öldürürsün.” dedi. Kral gencin dediğini yaptı. Halkı herkesin izleyebileceği bir yerde topladı. Sonra gencin rabbi olan Allah’ın adıyla deyip oku attı. Ok gencin tam şakağına isabet etti ve delikanlı elini okun değdiği yere koyup öldü. Bunun üzerine halk hep beraber “Delikanlının rabbine iman ettik.” dediler. Kral’a; “Görüyor musun? Allah’a yemin olsun ki korktuğun ve yasakladığın şey başına geldi. Halkın hepsi iman etti.” denildi. (Müslim-Babu zühd-1861)

Rasulullah (s.a.v.)’in anlattığı bu olaydan çıkan başarı ve zaferleri şöyle sıralayabiliriz;

Bütün insanlar bir gün ölecektir. Fakat insanlar içinde çok az bir kısmı şehitlik makamına ulaşabilecektir. İşte bu genç Allah’ın yardımı ile dünya hayatına şehid olarak veda ederek büyük bir zafer kazanmıştır.

Genç, büyük bir sabır ve sebatla düşündüğü, planladığı şeyleri uygulamaya koyduğu ve canını Allah yolunda feda ettiği zaman insanlar bu gencin rabbi olan Allah’a iman etmiş ve tağutu inkâr etmişlerdi. İşte bu sonuç bir davetçi için en büyük zaferdir.

Yüce Allah’ın bu genci, kendisinden sonraki milletler için, kıyamete kadar hayır ve dualar ile hatırlanacak bir örnek kılması da büyük bir zaferdir.

Sonuç olarak, Allah azze ve celle bazen başarı ve zaferi davetçilerin davası uğruna canlarını feda etmelerinden sonra gönderir. Fakat davetçiler o zaferi dünya gözüyle göremezler.

İslami cemaatlere mensup olan davetçi kardeşlerimiz şunu iyi bilmeliler ki, küfrün, şirkin ve cahiliyyenin ortadan kalkıp, imanın ve İslam’ın topluma hâkim olması süreci çok uzun çok zorlu ve çileli bir mücadeleden geçecektir. Bizler şanı yüce Allah’ın kesin olarak vereceğini vaat ettiği zaferin nerede, nasıl ve ne zaman geleceğini bilemeyiz. Bu Allah’ın takdir ettiği zamanda ve takdir ettiği şekilde olacaktır. Bizler dünya gözüyle bu açık zafer gününü göremeyebiliriz. Fakat bizler Allah’ın emrettiği şekilde dosdoğru olmak, onun yolunda mücadele etmek, zafere giden yola girmek ve o yola bir taş koymak ile sorumluyuz.

“İşte onun için sen (tevhide) dâvet et ve emrolunduğun gibi dosdoğru ol. Onların heveslerine uyma ve de ki: Ben Allah’ın indirdiği Kitab’a inandım ve aranızda adaleti gerçekleştirmekle emrolundum. Allah bizim de Rabbimiz, sizin de Rabbinizdir. Bizim işlediklerimiz bize, sizin işledikleriniz de sizedir. Aramızda tartışılabilecek bir konu yoktur. Allah hepimizi bir araya toplar, dönüş de O’nadır.” (Şura Suresi, 15)

“Sen, sana vahyedilene sımsıkı sarıl. Şüphesiz sen, dosdoğru yoldasın. Doğrusu Kur’an, sana ve kavmine bir öğüttür. İleride ondan sorumlu tutulacaksınız.” (Zuhruf Suresi, 43-44)

“Sana emrolunanı açıkça söyle ve ortak koşanlardan yüz çevir!” (Hicr Suresi, 94)

Artık Allah yolunda savaş. Sen, kendinden başkası (sebebiyle) sorumlu tutulmazsın. Müminleri de teşvik et. Umulur ki Allah kâfirlerin gücünü kırar (güçleriyle size zarar vermelerini önler). Allah’ın gücü daha çetin ve cezası daha şiddetlidir.” (Nisa Suresi, 84)

4. Yüce Allah’ın Yeryüzünde Mü’minlere Şerefli Makamlar Vermesi Suretiyle Gelen Yardım ve Zafer

İnsanların birçoğunun dünya gözüyle baktıklarında perişanlık, hüsran ve mağlubiyet olarak gördükleri hapsedilme, işkence, eziyet, sürgün ve öldürülme gibi sonuçlar aslında şanı yüce Allah’ın iman edenlere verdiği en şerefli makamlar ve en büyük zaferlerdendir. Çünkü iman edenlerin hapsedilmeleri halvet makamını, çektikleri eziyet ve işkenceler mazlumiyet makamını, sürgün edilmeleri muhacirlik makamını ve Allah yolunda öldürülmeleri de şehitlik makamını kazanmaya bir vesiledir.

Allah’ın lütfu ile yeryüzünde kazanılan bu makamlar, daha sonrasında gelecek olan en büyük, en ihtişamlı ve en kesin zaferin müjdecisidirler.
Allahu Teâla şöyle buyuruyor; “(O mü’minler ki) hicret ettiler, yurtlarından çıkarıldılar, benim yolumda eziyete uğradılar, çarpıştılar ve öldürüldüler. Yemin olsun ki bende onların kötülüklerini örteceğim ve onları altlarından ırmaklar akan cennetlere koyacağım. Bu mükâfat Allah tarafındandır.” (Al-i İmran Suresi, 195)

5. Yüce Allah’ın İman Edenlere Cenneti Vermesi Suretiyle Gelen Zafer

Allah’a ve ahiret gününe iman eden mü’minler, aynı zamanda bu dünya hayatının gelip geçici olduğuna basit ve değersiz olduğuna, onun üzerinde elde edilecek makam, mevki, itibar, şöhret ve zenginliğin Allah katında hiçbir özel değeri olmadığına da iman etmektedirler.

Davetçi kardeşlerimiz şunu iyi bilmeliler ki ahiret hayatından başka hayat yoktur. (Buhari, Menakibul Ensar 9, Müslim, Cihad 126,129)

Bu dünya fanidir. Bizlerin tek amacı ve talebi sonsuz olan ahiret hayatını kazanmaktır. Orada elde edilecek kazançlar, makam ve mevkiler hakiki kurtuluşumuz, Allah’ın bize vereceği en büyük ikram ve en büyük zaferdir.

Dolayısıyla yaratılışımızın gayesi olan kulluğumuzun hesaba çekildiği ve sonuç olarak hakkımızda kesinleşen hükmün CENNET olduğu gün, işte o zaman gerçek ve nihai zafer kazanılmış olacaktır.

“İnanıp iyi işler yapanlara gelince, Rableri onları rahmetine kabul eder. İşte apaçık kurtuluş budur.” (Casiye Suresi 30)

“İman edip sâlih ameller işleyenlere gelince, halkın en hayırlısı da onlardır. Onların Rableri katındaki mükâfatları, zemininden ırmaklar akan, içinde devamlı olarak kalacakları Adn cennetleridir. Allah kendilerinden hoşnut olmuş, onlar da Allah’tan hoşnut olmuşlardır. Bu söylenenler hep Rabbinden korkan (O’na saygı gösterenler) içindir.” (Beyyine 7-8)

Çevrimdışı melek

  • Global Moderator
  • *****
  • İleti: 2334
Ynt: ALLAH'IN YARDIMI VE BAŞARI VE ZAFERİ 2
« Yanıtla #1 : Haziran 25, 2018, 08:29:17 ÖÖ »
ALLAH'IN YARDIMI VE BAŞARI VE ZAFERİ  2

İnsanları Allah’a, peygamberin yoluna, tevhide davet etmek, onları şirkten, tağuttan ve şeytanın yoluna uymaktan sakındırmaya çalışmak uzun ve çileli bir yoldur. Bu yol engellerle, sıkıntılarla, bela ve musibetler doludur. Bu yol sabır ve sebat isteyen bir yoldur. Bu yola girmekte, bu yolda azimle ilerlemekte herkesin işi değildir. Ancak imanı ve ihlası kuvvetli davetçiler bu yolda kararlılıkla ilerleyebilirler.

Geçen yazımızda Allah’ın yardımı, başarı ve zafer kavramlarının hakikatini incelemeye, ayetler ve hadisler ışığında konuyu izah etmeye çalışmıştık.

Bu yazımızda da Allah’ın yardımı, başarı ve zafer kavramlarının yanlış veya eksik anlaşılmasının İslami cemaatler ve bu cemaatlere mensup olan davetçi kardeşlerimiz üzerindeki olumsuz neticelerinden bahsetmeye çalışacağız.

1. Dava’nın Ve Davetçinin Başarısız Görünmesi

Birçok kimse başarı veya başarısızlığı sayıyla, güçle, elde edilen netice ile ölçülendirdiği için daha önce ortaya konulan hedefler tam anlamıyla gerçekleşmediği zaman ya ‘davaya’ yahut davette bulunan ‘davetçiye’ karşı şüphe ile bakarlar.

Bu durum bir müddet sonra davadan veya davetçiden uzaklaşmalara, kopmalara sebep olur.

2. Acelecilik (Tedricilik Prensibinin Terkedilmesi)

Dine davette peygamberi yöntemin aşamalarını, bu aşamalar esnasında karşılaşılacak zorlukları, davet yolunda gösterilmesi gereken sabır, tahammül ve tevekkülün önemini öğrenmemiş veya öğretilmemiş(!), gerekli ameli ve ahlaki terbiyeden geçmemiş veya geçirilmemiş(!) pek çok davetçi kardeşimiz daha önce belirlenen hedeflerin hemen gerçekleşmesini ve bir an önce sonuç alınmasını beklerler.

Zafer ve mağlubiyet Allah’ın takdiridir. Onu dileğine verir. Bizler zaferden değil zafere giden yolda gereğince mücadele etmekten sorumluyuz.

Birçok İslami cemaat insanları Allah’a, peygambere, Kur’an’a, İslam’a çağırma ve şirkten de insanları sakındırma gibi son derece büyük gayeler ve iddialarla ortaya çıkmışlardır. İslami cemaatler bu hedeflerini gerçekleştirmek için takip edecekleri usul ve yöntemleri de belirlemişlerdir.

Fakat bir müddet sonra hedeflerin gerçekleşmediği veya yapılan gayret ve çalışmalara nispeten gerçekleşen hedefler yeterli görülmeyince daha önce belirlenen usul ve yöntemler bir kenara bırakılıp bir an önce sonuç almak amacıyla kestirme yollara ve yanlış metotlara saparlar.

Bu kardeşlerimiz sadece sonuç üzerinden ‘başarı ve başarısızlık’ değerlendirmesi yaptıkları için asıl başarı ve zaferin usul ve metoda bağlılık olduğunu unuturlar.

Şunu hemen belirtelim ki; davette bağlı kalınması gereken usul ve metottan kastettiğimiz herhangi bir yöntem, herhangi bir usul ve herhangi bir metot değildir. Bu ileride de açıklayacağımız üzere peygamberi davet yöntemi, peygamberi hareket metodudur.

3. Ümitsizlik Ve Uzlete Çekilme

İnsanları Allah’a, peygamberin yoluna, tevhide davet etmek, onları şirkten, tağuttan ve şeytanın yoluna uymaktan sakındırmaya çalışmak uzun ve çileli bir yoldur. Bu yol engellerle, sıkıntılarla, bela ve musibetlerle doludur. Bu yol sabır ve sebat isteyen bir yoldur. Bu yola girmek de, bu yolda azimle ilerlemek de herkesin işi değildir. Ancak imanı ve ihlası kuvvetli davetçiler bu yolda kararlılıkla ilerleyebilirler.

Bazı davetçi kardeşlerimiz bu zorlu yola girip ilerlerken, halkın bu davete icabet etmediğini, umursamadığını, kendilerini hiç değiştirmediklerini görürler. Davet ve nasihatlerinin onlar üzerinde hiçbir etkisi olmadığını görünce bir takım şüphe ve vesveselere kapılırlar.

Bu kardeşlerimiz, davetin gereklerini yapamadıklarını düşünerek bazen kendi nefislerini suçlarlar. Bazen tüm mesuliyet ve sorumlulukları kendi üzerlerinden atarak halkı suçlarlar. Bazen de kendi en yakın dava arkadaşlarını ve çalışmaları suçlarlar.

Bir müddet sonra davetçi kardeşlerimiz; ”Bu halka hiçbir davetin, hiçbir nasihatin faydası yoktur! Bunlar bizi dinlemiyor, bize kulak vermiyorlar! Bunlar düzelmezler! Ben daha ne yapayım ki! Ben kendimden ve ailemden sorumluyum! Kendimi ve ailemi koruyayım bu bana yeter!“ demeye başlarlar.“

Toplumdan, akrabadan, komşudan tamamen ümitlerini keserler. Hâdi olan Allah’ın onları hidayete sevk edeceğine dair hiçbir ümitleri kalmaz. Daha sonrasında ise bu kardeşlerimiz davetten ve davet çalışmalarından ayrılıp bir kenara çekilerek uzlet hayatı yaşamaya başlarlar.

İçinde yaşadıkları toplumu kendi halleriyle baş başa bırakırlar.

Bu durum, halkın duyarsızlığına rağmen sabır ve sebatla davetine devam etmenin asıl başarı ve zafer olduğunu bilmemekten, bunun karşılığında kazanacağı cennetin farkında olmamaktan ve bu yolun Peygamberler yolu olduğunu anlayamamaktan kaynaklanır. Yine bu hal, dinin galibiyeti ve Allah’ın hidayeti ile davetçinin başarısının aslında birbirinden çok farklı şeyler olduğunu anlayamamanın bir sonucudur.

Şayet bu davetçi kardeşlerimiz şu ayeti kerimeyi dikkatlice okuyup üzerinde hakkıyla düşünselerdi bu tür zayıflıklar göstermez ve sonuç ne olursa olsun tevhide davetin üzerlerine farz olduğunu anlarlardı.

“İçlerinden bir topluluk: “Allah’ın helak edeceği veyahut şiddetli bir şekilde azap edeceği şu topluluğa niçin öğüt veriyorsunuz?” dedi. (Öğüt verenler) dediler ki; “Rabbimizin katında bir mazeretimiz olsun diye ve sakınırlar ümidiyle (öğüt veriyoruz).” (Araf, 164)

Zafer ve mağlubiyet Allah’ın takdiridir. Onu dilediğine verir. Bizler zaferden değil zafere giden yolda gereğince mücadele etmekten sorumluyuz.

“Eğer siz (Uhud da) bir acıya uğradınızsa,(Bedirde de) düşmanınız olan o topluluk benzer bir acıya uğramıştır. O günleri (zafer ve mağlubiyeti) biz insanlar arasında döndürür dururuz. Ta ki Allah iman edenleri ortaya çıkarsın ve aramızdan şahitler edinsin. Allah zalimleri sevmez.” (Al-i İmran, 140)

“Zafer, yalnızca mutlak güç ve hikmet sahibi Allah katındandır.” (Al-i İmran, 126)

Hidayet ve kurtuluş Allah’ın takdiridir. Onu dilediğine verir. Bizler hidayet vermekten değil hidayete vesile olacak davetten sorumluyuz.

“(Ey Muhammed) Onları doğru yola iletmek sana ait değildir. Ancak Allah dilediğini doğru yola iletir.” (Bakara, 272)

“(Ey Resulüm) Sen sevdiğini hidayete erdiremezsin, bilakis Allah dilediğine hidayet verir ve hidayete girecek olanları en iyi o bilir.” (Kasas, 56)

Hidayet ve kurtuluş Allah’ın takdiridir. Onu dilediğine verir. Bizler hidayet vermekten değil hidayete vesile olacak davetten sorumluyuz.

4. Peygamberi (Meşru) Davet Yönteminden Sapmalar

Allah’ın yardımı, başarı ve zafer kavramlarının yanlış veya eksik anlaşılmasının doğurduğu en vahim hatalardan biri de peygamberi davet yönteminin terk edilmesi ve başka batıl yöntemlere sapılmasıdır.

Öncelikle peygamberi davet yönteminden –metodundan- kastettiğimiz şudur:

Peygamberi davet metodu; Allah’u Teâlâ’nın peygamberleri için önceden çizmiş olduğu ve mü’minlere de uyulmasını emrettiği yoldur.

“O halde seninle beraber tevbe edenlerle birlikte emrolunduğun gibi dosdoğru ol!” (Hud, 112)

“İşte onun için sen ( tevdide ) davet et ve emrolunduğun gibi dosdoğru ol. Onların arzularına uyma.”  (Şura, 15)

“Şüphesiz bu, benim dosdoğru yolumdur. Bana uyun. (Başka) yollara uymayın. Zira o yollar sizi Allah’ın yolundan ayırır…” (En’am, 153)

“Sana emrolunanı açıkça söyle ve ortak koşanlardan yüz çevir.” (Hicr, 94)

Bu yol, tüm insanları açık ve net şekilde Allah’ın birliğine, sadece O’na ibadete ve uyulması için göndermiş olduğu şeriata (kanunlarına) itaat etmeye çağıran bir yoldur.

“De ki Allah birdir.”  İhlas, 1)

“İlahınız tek bir Allah’tır. Ondan başka ilah yoktur.”(Bakara, 163)

“(Ey Muhammed!) De ki: “Ben, sizin Allah’tan başka taptıklarınıza ibadet etmekten menolundum.” Ve de ki: “Sizin heva ve heveslerinize uyacak değilim. Aksi takdirde sapıklığa düşmüş olurum. Ve hidayete erenlerden olmamış olurum.” (En’am, 56)

“Seni din hususunda bir şeriat sahibi kıldık. Sen o şeriata uy. Bilmeyenlerin isteklerine uyma.”(Casiye/18)

“Aralarında Allah’ın indirdiğiyle hükmet ve onların arzularına uyma. Allah’ın sana indirdiği hükümlerin bir kısmından seni saptırmasınlar.” (Maide, 49)

Bu yol, yine açık ve net şekilde insanları şirkten, tağutlara itaatten, şeytana tabi olmaktan sakındırma yoludur.

“Allah’tan başkasına tapmayalım. Ona hiç bir şeyi ortak tutmayalım ve Allah’ı bırakıp da bazılarımız bazılarımızı İlahlaştırmasın.” (Al-i İmran, 64)

“Allah kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz. Bunun dışında başka günahları dilediği kimse için bağışlar. Kim Allah’a ortak koşarsa apaçık sapıtmıştır.” (Nisa, 116)

“Tağuta kulluk etmekten kaçınıp Allah’a yönelenlere müjde vardır. İşte Allah’ın doğru yola ilettiği kimseler onlardır.” (Zümer, 17-18)

“Yemin olsun ki ‘’Allah’a kulluk edin ve tağuttan sakının’’ diye her ümmete bir peygamber gönderdik.” (Nahl, 36)

“O halde kim tağutu reddedip Allah’a inanırsa kopmayan sağlam bir kulpa yapışmıştır.” (Bakara, 256)

“Ey insanlar yeryüzünde bulunanların helal ve temiz olanlarından yiyin, şeytanın peşine düşmeyin, zira şeytan sizin apaçık düşmanınızdır.” (Bakara, 168)

“Çünkü şeytan sizin düşmanınızdır. Sizde onu düşman sayın. O kendi taraftarlarını ancak ateş ehlinden olmaya çağırır.” (Fatır, 6)

Bu yol, açık ve net şekilde müjdeleyen (cennetle) ve korkutup-uyaran (cehen-nemle) bir yoldur.

“Biz, peygamberleri ancak müjdeleyenler ve uyarıcılar olarak göndeririz. Kim iman eder ve kendini düzeltirse, onlara korku yoktur. Onlar üzülmezler de. Ayetlerimizi yalanlayanlara ise, doğru yoldan çıkmaları sebebiyle azap dokunacaktır.” (En’am, 48-49)

“Ey Peygamber! Biz seni hakikaten bir şahit, bir müjdeleyici ve bir uyarıcı/korkutucu olarak gönderdik.” (Ahzab, 45)

Bu yol, iyiliği emretme kötülüğü yasaklama yoludur.

“Onlar Allah’a ve ahiret gününe inanırlar, iyiliği emreder kötülükleri yasaklarlar, hayırlı işlere koşuşurlar. İşte bunlar (Allah’ın) salih kullarındandır.” ( Al-i İmran, 114)

Bu yol, nefse, küfre, şirke, tağutlara, zalimlere karşı dille, malla ve canla cihad etme yoludur.

“O halde kâfirlere boyun eğme ve onlara karşı bu Kur’an ile büyük bir cihat et.” (Furkan, 52)

“Müşriklere karşı mallarınızla canlarınızla dillerinizle cihad edin.” (Ebu Davud)

Peygamberi davet metodu; Allah’u Teâlâ’nın peygamberleri için önceden çizmiş olduğu ve mü’minlere de uyulmasını emrettiği yoldur.

“Ey peygamber kâfirlere ve münafıklara karşı cihad et, Onlara karşı sert davran, Onların varacakları yer cehennemdir.” (Tevbe, 73)

“Müminler ancak Allaha ve Resulüne iman eden ve asla şüpheye düşmeyen, Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad edenlerdir. İşte doğrular ancak onlardır.” (Hucurat, 15)

“İman edenler Allah yolunda savaşırlar, inkâr edenler ise tağut yolunda savaşırlar.” (Nisa, 76)

“Artık Allah yolunda savaş sen kendinden başkası sebebiyle sorumlu tutulmazsın. Müminleri de teşvik et.”(Nisa, 84)

“Hoşunuza gitmediği halde savaş size farz kılındı.” (Bakara, 216)

Bu yolun sonunda müminlere mutlak başarı ve zafer vardır.

“O halde dünya hayatına karşılık ahireti tercih edenler Allah yolunda savaşsınlar. Kim Allah yolunda savaşır da öldürülür veya galip gelirse biz ona yakında büyük bir mükâfat vereceğiz.” (Nisa, 74)

İmanı ve inkârı, tevhidi ve şirki, müjdeyi ve korkutmayı dillendirmeyen, kâfirlere, müşriklere tağutlara ve zalimlere karşı cihadı öne çıkarmayan hiçbir davet yöntemi, peygamberi davet yöntemi dolayısıyla meşru davet yöntemi değildir.

Zaman uzadıkça, zorluklar ve baskılar arttıkça, beklenen sonuçlar geciktikçe başarı ve zaferin gerçek anlamını kavrayamayan cemaat idarecileri ve mensuplarında psikolojik çöküntü ve çözülmeler başlar.

Egemen güçlerin cemaatler üzerindeki baskı ve pazarlıklarıyla, bu cemaatlere mensup olan davetçilerin acelecilik ve sabırsızlıkları arasında sıkışan idareciler; dine yardım etmek, dinlerini savunmak, cemaatlerini ve kurumlarını korumak adına Peygamberi davet yönteminden ve İslam’ın temel esaslarından bazı tavizler verirler. Bunun karşılığında ise, basit kazançlar elde ederek günü kurtarmaya çalışırlar. Bu durum aslında egemen güçlerin pazarlıklarına, hile ve tuzaklarına teslim olmaktır.

Yol uzadıkça, hayal edilen sonuçlar geciktikçe, egemen güçlerin baskı ve tehditleri arttıkça, psikolojik çöküntü ve çözülme içinde olan İslami cemaatler içerisinde “peygamberi davet yönteminden” bir sonuç alınamayacağı ve başka yöntemlerinde denenmesi gerektiğine yönelik ciddi söylem ve talepler artar.

Bu söylem ve talepler zamanla İslami cemaatler içerisinde tartışma ve bölünmelere ve nihayetinde meşru ve farz olan peygamberi davet yönteminden sapmalara götürür.

 


* BENZER KONULAR

Allah’ı Ne Kadar Seviyoruz Gönderen: anadolu
[Dün, 08:40:07 ÖS]


Böyle Sevdik Gönderen: anadolu
[Dün, 08:35:30 ÖS]


Dostluk Üzerine Gönderen: anadolu
[Dün, 08:27:16 ÖS]


Sevmek-Sevilmek Gönderen: anadolu
[Dün, 08:21:12 ÖS]


Sermayemiz takvamız olsun Gönderen: anadolu
[Dün, 08:14:00 ÖS]


Bize De Dua Yâ Rasulallah (S.A.V) Gönderen: anadolu
[Dün, 08:09:36 ÖS]


Çoban Deyip Geçmeyelim 2 Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 08:04:55 ÖÖ]


Çoban Deyip Geçmeyelim 1 Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:57:14 ÖÖ]


Yabancılaşmadan Değişmek ve Gelişmek Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:44:43 ÖÖ]


Suriye Olaylarının Perde Arkasında Neler Var 8 Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:34:29 ÖÖ]


O insanı Yetiştiremezsek 1 Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:25:16 ÖÖ]


Mutluluğun Sırrı Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:12:56 ÖÖ]


Murada Ermek İçin Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:07:00 ÖÖ]


Bize Kalana Bakın Siz Gönderen: gurbetciyim
[Aralık 21, 2024, 06:02:09 ÖS]


Âlemler O’na Hayran Gönderen: gurbetciyim
[Aralık 21, 2024, 05:34:39 ÖS]


Dünya Nedir Gönderen: gurbetciyim
[Aralık 21, 2024, 05:25:53 ÖS]


Gönül Allah (CC) 'ta Gönderen: gurbetciyim
[Aralık 21, 2024, 05:22:44 ÖS]


İmani olgunluğun sırrı - Teslimiyet Gönderen: gurbetciyim
[Aralık 21, 2024, 05:15:04 ÖS]


İnsanın Manevi Yapısı (Ruh, Kalb, Akıl ve Nefs) İle İlgili Meseleler Gönderen: gurbetciyim
[Aralık 21, 2024, 05:06:24 ÖS]


Esat Kabaklı - Sürgün - 320 KBPS Gönderen: fanidunya NET
[Aralık 21, 2024, 04:50:26 ÖS]