Allah’ı Anmak
Allah’ı Anmak Dünya Ahiret Ferahlık Getirir
Adını andığımızda içimizin ferahladığı, hatırladığımızda gönlümüzde bir inşirah hissettiğimiz dostlarımız vardır. Zira dostluk emektir, dostluk pek çok yaşanmışlıkların özetidir. İçimizi ferahlatan da sadece kuru bir ismi anmış olmak değil, andığımızla aramızda var olduğuna inandığımız ilişkinin bitmeyen sıcaklığıdır. O sıcaklık bizi diri tutar ve yalnız olmadığımızı hissederiz. Bizim bir de en yüce dostumuz, Hz. Peygamber (s.a.v)’in ifadesi ile refîk-i âlâmız, Kur’an’ın ifadesi ile velimiz, bize var oluşumuzu ve İslâm’ı lutfeden ve adını anmakla kalplerimizin mutmain olduğu Allah’ımız vardır. “Allah, inananların dostudur, onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır.” (Bakara: 2/257). “Şüphesiz benim dostum, Kitap'ı indiren Allah'tır. O, iyileri dost edinir." (Ârâf:7/196). Allah’ı anmakla ilgili Kur’an-ı Kerim’de iki temel kavram karşımıza çıkar. Zikir ve tesbîh. Zikir; Allah’ı anmak suretiyle gafletten kurtuluş anlamında kullanılırken tesbîh; Cenâb-ı Hakk’ı ulûhiyyetle bağdaşmayan her türlü eksiklik ve noksanlıktan tenzih etmeyi ifade eder. (DİA).
Kalabalıklar içerisinde yalnızlıkların giderek arttığı günümüzde modern çağın görünürde pek çok getirisi var gibi olsa da, üretemediği tek şey huzurdur. Çünkü modernlik, insanı kök adına ne varsa hepsinden koparmak üzerine kurgulanmıştır. Tanrısız ve öte dünya kaygısı taşımayan bir anlayış, güya insanı iradesine yön veren tüm kayıtlardan kurtarıp özgürleştirme vaadiyle aslında dünyasını da karartmıştır. Oysa huzur Allah’ı unuttukça değil, O’nu andıkça ve O’nun kemâli karşısında kendi aczimizi îtiraf edip O’nunla bağımızı sıkı tuttukça artacaktır. Bu anlamda Tâhâ sûresi 130.âyet-i kerimede yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor; “Sen, onların söylediklerine sabret. Güneşin doğmasından önce de batmasından önce de Rabbini övgü ile tesbih et; gecenin bir kısım saatleri ile gündüzün etrafında (iki ucunda) da tesbih et ki, hoşnutluğa eresin.” Hz. Peygamber (s.a.v) de zikrin ve tesbîhin gerekliliğine işaretle şöyle buyurmuşlardır: “Bazen kalbimin perdelendiği olur. Ben de Allah’a günde yüz defa istiğfâr ediyorum” (Müslim, Zikir 41).
Bu âyet-i kerimede günün belli başlı vakitlerine dikkat çekildiği için buradaki ‘tesbîh et’ emrini ‘namaz kıl’ şeklinde anlayıp beş vakit namazla ilişkilendiren müfessirler olmuşsa da Tâhâ sûresi namazların beş vakte çıkarılmasından önce nazil olduğu için buradaki tesbîh emrinin beş vakit namazla sınırlanmaması gerektiği açıktır.
Âyet-i kerimenin son cümlesi dikkat çekicidir. Allah’ı tesbîh et ki mutlu olasın. Demek ki, Allah’ı anmak, O’nu tesbîh etmek ve O’ndan af dilemek mümine huzur verir. Zikir, hiç kimse olmasa da O var, şuurunu canlı tutacağı için pek çok kötülüğe de fren olur. Tesbîh, kendini müstağni/yeterli görme yanılgısının önüne set olur. Bu arada unutmayalım ki, hatırladığımız ölçüde hatırlanırız. “Siz beni anın ki ben de sizi anayım” (Bakara: 152). Hayatımızda Allah’a yer verdiğimiz ölçüde yüceler âleminde yer buluruz. Allah’ı anmayı sadece sözlü ifadelerle sınırlamak da doğru değildir.
Allah (c.c) ve Allah’ı hatırlatan unsurlar pratik hayatımızın içerisinde ne kadar yer bulursa insanlık o ölçüde var oluş gayesini kavrayacak ve yaşamın zevkine varacaktır. Çünkü hayat onu bize bahşeden için yaşandığında gerçek değerini bulur. O halde bu gerçeği hikmetle kavrayarak, Allah’ı daima hatırda tutma üzerine kurulu bir hayat tarzının olanaklarını çoğaltmak gerekmektedir. İşte o takdirde insanlar birbirine, hayvanlara ve eşyaya hak ettikleri değeri verecektir. Bu anlamda Diyanet İşleri Başkanlığımız bünyesinde hizmet veren 4-6 yaş Kur’an Kurslarından müftülükler bünyesinde açılan gençlik merkezlerine kadar tüm hizmet dalları insanla yaratan arasındaki bağı güçlü kılma hedefiyle çalışmaktadır. Allah’la irtibatı canlı tutmak hem dünyanın hem ukbânın sigortasıdır.