Allah Bizi Seviyorsa Neden Günah İşlememize İzin Verip Sonra Cezalandırıyor
Burada üç hüküm var. Birincisi Allah bizi seviyor, ikincisi günah işlememize izin veriyor ve üçüncüsü bizi cezalandırıyor. Allah’ın kullarını sevdiğini ilahî vahiyden çıkarabiliriz. Çünkü ilahî vahiyde, Allah’ın kullarına karşı merhametli ve şefkatli olduğu; onları sevdiği bildirilmiştir.
Ama Allah insanların günah işlemesine izin verir mi ve izin verdiği hâlde cezalandırır mı? Buna dair ilahi bilgi yok hatta aksi var. Yani demem o ki Allah hiçbir kulunun günah işlemesini hoş görmez ve haksız ceza görmesine razı olmaz.
Ama Allah’ın rahmeti yanında gazabının olduğunu söylüyoruz.
Doğrudur, Allah’ın rahmetinin yanında gazabı da var. Gazabı izin vermediği hâlde günah işleyenedir. Allah her kuluna günah işlememesini bildirmiş, günahın çirkin bir davranış olduğunu da âdeta benliğine işlemiş. Nitekim dünyanın geneli düşünüldüğünde dinler, kültürler ve bölgeler farklı olmakla birlikte birçok ortak ahlak kuralı var. Hiçbir toplum, suçsuz yere adam öldürmeyi, zinayı ve hırsızlığı güzel görmez. Her dinde, her bölgede ve her kültürde bunlar çirkinlik ve günah. Bazı farklılıklar olsa da bu günahlara yönelik birtakım yaptırımlar bulunmakta. Yüce Allah yarattığı kullarının güzel olmasını ister. Bu güzelliği de kendi iradeleriyle gerçekleştirmelerini bekler. Gerçekleştirmeyenlere de birtakım yaptırımlar belirler ve bildirir. Yüce Allah kimseye tuzak kurmaz. Güzelliği ve çirkinliği bildirdiği gibi mükâfatını ve cezasını da bildirir.
Anlattıklarınızı biraz somutlaştırabilir misiniz?
Bir kıyaslamayla bunu anlatalım. Devlet her vatandaşının rahat etmesini ve güzel imkânlara kavuşmasını ister. Bunun için örneğin geniş yollar yapar, hızlı arabalar almasına izin verir. Geniş yolda hızlı araba kullanan bir gencin kaza yapması sonucu ölmesi üzerine kazazedenin ailesi devlete şöyle bir suçlamada bulunabilir mi? Neden devlet geniş yol yaptı, neden hızlı arabaların ülkeye girişine ve oğlumuzun almasına izin verdi? Bu soru acılı anne-baba açısından düşünüldüğünde çok da mantıksız değildir. Onlara göre bu dediklerine devlet müsaade etmeseydi, bu felaketi ve acıyı yaşamayacaklardı. Hâlbuki devlet, bütün bunlara izin verirken vatandaşının zarar görmemesi ve acı çekmemesi için kurallar koymakta. Yolda nasıl ve ne kadar hızla gidileceği, arabanın ne şekilde kullanılacağını belirlemekte. Bu kurallara uymayan bir şahsın zarar gördüğünde dönüp devleti suçlamasını hiç kimse mantıklı bulmaz.
Bununla Allah’ın günah işleyeni cezalandırması arasında nasıl bir benzerlik var?
Allah kullarını yarattığında onlara akıl ve özgür irade gibi iki önemli özellik vermiştir. İnsanlar bu iki özelliği yani imkânı iyi kullandığında Allah’ın onlara yönelik bir yaptırımı olmayacağı gibi aksine birçok mükâfatı söz konusudur. Üstelik Allah bu iki imkânı vermekle kalmıyor, rahmeti ve şefkati gereği kullarının yanlışa veya günaha düşmemesi için uyarıcı görevliler olan peygamberler gönderiyor. Ayrıca tabiata koyduğu birtakım işaretlerle de insanın akıl ve iradesini sürekli uyarıyor. Tıpkı devletin yol işaretleriyle ve görevli memurlarıyla yoldaki sürücüleri uyarması gibi. Bir kul bütün bu uyarıları dikkate almayıp inadına hareket ediyorsa, halk tabiriyle “burnunun doğrusuna” gidiyorsa, yaptırıma maruz kalması kaçınılmaz. Yanlış yapan sürücüye devletin ceza uygulaması sırf ceza olsun diye değil, bu yanlışı kendisi ve başkaları bir daha yapmasın diyedir. Aksi takdirde iyi sürücü ile kötü sürücü ayırt edilmemiş olur. Ayrıca yapılan yanlışlara ceza uygulanmaması daha büyük felaketlere ve acılara meydan verir. Öyleyse devletin uyguladığı ceza, vatandaşlar arasında adaleti sağlamak içindir. Yüce Allah da adaleti sağlamak için işlenen günahlara öte dünyada bir ceza takdir edecektir.
İyi de Allah bunları engelleseydi daha iyi olmaz mıydı?
Bu teklif, kaza olmaması ve acı çekilmemesi için devlet arabaları ve yolları yasaklasın demeye benzemektedir.
Hâlbuki devlet, arabaları ve yolları yasaklasa, bu hiç hoşumuza gitmez. Yüce Allah’ın aklımızı yok sayması ve irademizi kısıtlaması aynı şekildedir. Aslında bu teklif, Allah aklımızı ve irademizi elimizden alsın demektir. Hem akıllı ve iradeli olmayı istemek hem de kısıtlama getirilmesini talep etmek ciddi bir çelişkidir. Halk deyimiyle “üç kuruşa beş köfte olmaz”. Allah bize akıl ve irade gibi iki güzellik vermiş, şartları hazırlamış, kuralları koymuş, bildirmiş ve uyarmış.
Bunun üstüne her türlü özgürlüğümüz olsun ama hiçbir yaptırım olmasın demek hiç mantıklı değildir. Merhamet olsun adalet olmasın demektir bu. Bu talep yerine gelmiş olsa, bir sürü suç olacak ama cezasını bulmayacak. Peki, işlenen suçların bir kısmı bize yönelik olursa ve canımız yanarsa, yine aynı şeyi düşünecek miyiz? O zaman “Adalet nerde?” diye haykırmayacak mıyız? İnsanoğlu böyledir. Hırsızlığa maruz kalmadığında hırsızlara karşı son derece merhametlidir. Ne olacak canım giden mal olsun diyebilir. Ama kendisi buna maruz kaldığında hırsızın idamını bile ister. İşte bu tipik modern zaman bencilliği. Cehennemi istemeyenler, acı çekmemiş, haz ve hız içinde olanlardır. Onlar ölümden ve kıyametten korkarlar. Acı çekenler, kötülüğe maruz kalanlar ise adalet ararlar. Kendilerine bunları yaşatanların en ağır cezaya çarptırılmasını isterler.
Demek ki bütün bunlar göreceli. Herkes bulunduğu yerden bakıyor ve değerlendiriyor.
Evet, tam da öyle. Genç, mutlu ve umutlu olan asla ölüm istemez, aklına bile getirmez. Yaşlı ve acılar içinde kıvrananın ise ölüm aklından çıkmaz. Bir çocuk doğduğunda sevinen bizler, ölüm karşısında üzülüyor hatta isyan bile edebiliyoruz. Hâlbuki çocuğu veren de alan da aynı Allah. Yüce Allah’ın muamelesinde değişen bir şey yok. O, ne yaratmasını ne kanunlarını ne de vaatlerini değiştirir.
Değişen nedir öyleyse?
Değişen insan. İnsan kendisini değiştirmedikçe, doğallığını bozmadıkça ve kuralları ihlal etmedikçe yüce Allah asla ona cezai bir yaptırım uygulamaz. Aksine tahminlerin üstünde mükâfatlar verir ona. Cennetini ikram eder, cemaliyle müşerref kılar. Ama kötülüğe batarak insanlığını yitiren, doğallığını kaybeden, kuralları sürekli çiğneyen, üstelik hiçbir pişmanlık göstermeyen bir kul, elbette Allah’ın adaletinin gereğine maruz kalır. Kalması da gerekir. Yoksa mazlumların ahı yerde kalır. Allah o zalimin suçuna göre bir ceza takdir eder ama asla suçunun üstünde ceza vermez.
“Rabbin, halkları salih ve ıslah edici kimseler iken memleketleri zulmederek helak etmez. Rabbin dileseydi insanları (aynı inanca bağlı) tek bir ümmet yapardı. Fakat Rabbinin merhamet ettikleri müstesna, onlar ihtilafa devam edeceklerdir. Zaten onları bunun için yarattı. Rabbinin, ‘Andolsun ki cehennemi hem cinlerden, hem insanlardan (suçlularla) dolduracağım.’ sözü kesinleşti.” (Hud, 11/117-119.)
“…Bir toplum kendilerinde bulunan (iyi davranışlar)ı değiştirmedikçe Allah onlara verdiği bir nimeti değiştirmez ve şüphesiz Allah hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.” (Enfal, 8/53.)
“Şüphesiz ki bir kavim kendi durumunu değiştirmedikçe Allah onların durumunu değiştirmez.” (Rad, 13/11.)
“Onlar iman etmiş ve Allah’a karşı gelmekten sakınmış olanlardır. Dünya hayatında da, ahirette de onlar için müjde vardır. Allah’ın sözlerinde hiçbir değişme yoktur. İşte bu büyük başarıdır.” (Yunus, 10/63.)
Prof. Dr. Cağfer Karadaş