* FANİ DUNYA FORUM HABERLER


Gönderen Konu: ALLAH KATINDA TEK DİN İSLAMDIR  (Okunma sayısı 572 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

fanidunya

  • Ziyaretçi
ALLAH KATINDA TEK DİN İSLAMDIR
« : Mayıs 27, 2018, 10:03:35 ÖS »
ALLAH KATINDA TEK DİN İSLAMDIR

Allah, kimin göğsünü İslam'a açmışsa, artık o, Rabb’inden bir nur üzerinedir, (öyle) değil mi? (ZÜMER/22)

Azamet ridasıyla münferid, yücelik ve vecd sıfatlarıyla mütevahhid olan; zahir ve batın her şeyi kudreti altında toplayan Cenab-ı Zülcelâl Hazretleri; izzetine üstün herhangi bir yön ve cihet kılmamıştır. O’nun izzet ve celâlinin korusuna girebilmek için akıl kanat bulamaz. O’nun heybetinden dağlar paramparça olur. Kumlar O’nu tespih ederler, gölgeler O’na secde ederler. O Allah ki akıllar O’nun san’atının hikmetleri karşısında şaşkın olarak dönerler. O Allah ki O’nun birçok nimetleri kesintisiz olarak âlemler üzerine oluk oluk akmaktadır. O bütün mevcudatı lütuflarıyla kuşatmış ve hadsiz hesapsız nimetlerle donatmıştır. İnsanı yokluktan çıkarıp var etmiş, yaratıp insan haline getirmiş ve onu eşrefi mahlûk olarak vasıflandırmıştır. Alıp verdiğimiz nefesten göz kapaklarımızın hareketlerine kadar; vücudumuzdaki o muazzam sistemden bir et parçası olan dilimizden çıkan o sese kadar… ihsanlarda bulunan, her gün, her saat ve her an türlü ikramlarla kullarının hayatlarını ayakta tutan yine O’dur. Ancak unutulmamalıdır ki, Cenab-ı Zülcelâl Hazretleri bunca mevcudatı halkedip, bunca nimetleri lütfedip sonrada (Hâşâ, Sümme Hâşâ) “Ey kullarım! Ben sizi yarattım, bu mahlûkatı da emrinize verdim. Artık gönlünüzün arzu ettiği şekilde yaşayın, canınız ne istiyorsa onu yapın…” diyerek kenarıya çekilmemiştir. İlk insan ve ilk peygamber Hz. Âdem ile birlikte peygamberler göndermiş, kitaplar göndermiş ve bütün kullarını tek bir davaya ve yegâne hayat nizamına davet etmiştir. Bu dava ve Rabb’imizin bizlere emretiği hayat nizamı, Allah’ın ezeli ve ebedi hukuku ve hükmü olan İSLAM’dır. Yaratılışımızın ve varlığımızın yegâne sebebi budur. Rabb’imiz bunu kutsi hadiste; “Ey âdemoğlu! Sizin çokluğunuzla azlıktan, ünsiyetinizle yalnızlıktan kurtulayım diye sizi yaratmadım. Yapmaktan âciz kaldığım bir şey için sizden yardım alayım diye de sizi yaratmadım. Bir menfaati ele geçirmek veya bir zararı defetmek için de sizi yaratmış değilim. Bilakis sizi, Bana sürekli kulluk, çokça şükür, gece ve gündüz Beni teşbih edesiniz diye yarattım.” buyurarak ifade etmektedir. Peki, Rabb’imizin biz aciz kullarının amel ve ibadetlerine, kendisini ikrar edip zikretmemize ihtiyacı mı vardı ki bizleri yarattı ve İslam gibi muazzam bir dine hayatımızın her safhasında uymayı bizlere emretti? Bu soruya bütün mahlûkatın sahibi ve yaratıcısı Cenab-ı Zülcelâl Hazretleri şöyle cevap vermektedir:

            Ey kullarım! Sizin Bana bir zarar vermeye gücünüz yetmez ki, zarar veresiniz. Aynı şekilde, Bana bir fayda vermeye de gücünüz yetmez ki, fayda veresiniz.
Ey kullarım! Sizin ilk insandan son insana kadar hepiniz, insanlarınız ve cinleriniz en muttaki bir insan gibi olsanız ve o sıfat içinde Bana kulluk etseniz, bu Benim mülkümde hiçbir şey artırmaz, yüceliğime bir şey katmaz. Ey kullarım! Sizin ilk insandan son insana kadar hepiniz, insanlarınız ve cinleriniz en günahkâr bir insan gibi olsanız ve o halde Bana isyan etseniz, bu Benim mülkümde hiçbir şey eksiltmez, yüceliğime hiçbir zarar vermez. Sizin ilk insandan son insana kadar hepiniz, insanlarınız ve cinleriniz bir tepede toplansanız, her biriniz Benden bir şey istese ve hepinize istedikleri şeyleri versem, bu Benim mülkümde hiçbir şey eksiltmez.
Ey kullarım! Siz amel etmektesiniz, Ben ise amellerinizi sizin için tespit edip yazıyorum; sonra onların karşılığını size tam olarak vereceğim. Kim amel defterinde bir hayır bulursa, (onu kendisine nasip eden) Yüce Allah'a hamdetsin. Kim de amel defterinde kötü işler bulursa, başkasını değil, sadece kendi nefsini kınasın." (Kutsi Hadis/İmam Gazali Hz.) O halde Rabb’imizin bizlere bu hitabı karşısında sağır ve kör kimselerin hali gibi şaşkın ve duyarsız olmak, Cenab-ı Hakk’a isyandan başka bir şey değildir. Kulun (hâşâ) gideceği başka bir Rabb, tabi olacağı başka bir peygamber ve tatbik edeceği İslam’ın gayrında bir din yoktur. Cenab-ı Zülcelâl Hazretleri, Al-i İmran suresinin seksen beşinci ayeti kerimesinde: "Kim İslâm'dan başka bir din ararsa ondan asla kabul edilmeyecektir. Ve o ahirette de hüsrana uğrayacaklardan olacaktır." (Al-i İmran Sûresi, 3/85) buyurarak bunu ne güzel ifade ediyor. Zira bir insanın İslam’a girmesi demek, onun iradesini terkederek karşılaştığı her hadisede tavrını İslam’ın emirlerine göre atması demektir. İslam’a uymakta kulun her şeyini Âlemlerin Rabbi olan Allah’ın rızasını gözeterek yapmasıdır. Bu çok önemli bir husustur. İmamımız İmam-ı Azam Ebu Hanife Hazretleri bu önemi; “Ben yemin ederim ki Allah'ın rızasından uzak bir şeyi işleyen bir kimse için, hiçbir mazeret bahis konusu olamaz.” buyurarak çok çarpıcı bir şekilde dile getirmektedir. Çünkü Allah’ın rızasından uzak, dolayısıyla İslam’ın hilafında bir hayat; kulun iradesini nefsine ve şeytana havale etmesidir. Bundan korunabilmek ancak dinimizi iyi tanımakla mümkün olur.

            İslam; teslimiyet, boyun eğme, itaat; ilahi emre, ilahi sisteme ve ilahi nizama bağlılık anlamlarına gelmektedir. İslam'ın bu şekilde bir ifade ile belirlenmesinde ayrı bir anlam yatmaktadır. Kâinat ister istemez Allah'a teslim olmuştur. Kâinatın bu teslimiyeti Allah'ın emrine boyun eğme, Allah'ın düzenine uyma ve yasalarına itaat şeklindedir. Ancak İslam'ın ifade ettiği gerçek anlam bununla sınırlı değildir. İslâm, dil ile söylenen bir laf, kalple yapılan bir tasdikten sonra hayatta pratik olarak eserlerinin görülmediği bir inanış biçimi değildir. İslam; yalnız kalbe, vicdanlara etki eden, onları huzur içinde tutan bir düşünce sistemi de değildir. Yalnızca insanların oruçta, namazda, hacda, elde ettikleri kişisel bir takım ibadetler hiç değildir. Allah'ın insanlar için ortaya koyduğu, Rasulü’ne öğrettiği din bu söylemiş olduklarımız değildir. İslâm pratik hayatın her alanında somutlaşan tam bir teslimiyettir. İslam, "La ilahe illallah" şahadetinin gereği olarak ilahlık ve hâkimiyeti "Bir" e indirgemek, ibadet ve yönelişte birliği sağlamaktır. Bununla beraber İslam, "Muhammed Allah'ın elçisidir" şahadeti gereği de O'nun Rabb’inden getirdiği sisteme tâbî olmak, Allah'ın gönderdiği kanunlara uymak, insanlığa Rasulü vasıtası ile indirdiği kitabı hâkim kılmaktır. İslam; evrende mevcut olan her şeyin Allah'ın belirlediği ve idare ettiği nizama tâbî olarak boyun eğdikleri dinin adıdır. Kalplerin O'nun korkusuyla titreyip, hidayet bulduğu dinin adıdır. İşte Allah'ın istediği ve razı olduğu İslam budur. Şu halde "Allah'dan başka ilah yoktur" denilipte içeriği yerine getirilmeden söylenen bir şahadet asla Allah'ın tanımladığı İslam olmayacaktır. Sadece Allah'ın varlığına, gayb âlemine, kıyamete, meleklere, rasullere ve kitaplara iman edipte, kalp ile tasdik ettikten sonra, bu tasdikin pratik hayatta ameli uygulaması görülmeden İslam'dan söz edilemez. İslam kesinlikle şekli bir ibadet, dua, zikir ve tespihlerden ibaret değildir. İslam Allah'a bağlı bir hayat sisteminde pratik etkileri somut olarak görülen, ibadetler, dualar, zikir ve tespihlerle kalplerin sadece O’na yöneldiği dinin adıdır.

Rasulullah (sav) Efendimiz, “Her çocuk fıtrat (İslam) üzere doğar.” (Müsned) buyurmaktadır. İslam insanın yaratılışına yabancı ve ters değildir. Bilakis belli bir anahtarın kilide uyması gibi fıtrata uygundur. Nasıl ki kilitli bir kapıyı farklı anahtarlar açamaz, zorlandığı takdirde o anahtar kırılır; işte bunun gibi insan kilidini de İslam anahtarından başka açacak bir anahtar yoktur. İslam Allah’ın tabii dinidir. İnsanın ruhi ve fiziki işlevlerinin sağlıklı çalışabilmesi ancak İslam’ın öngörmüş olduğu kaidelere itaat emekle mümkün olur. Bu durum Kur’an-ı Kerim’de şöyle beyan edilmektedir:

“O halde gerçek Müslüman olarak kendini dine doğrult, Allah’ın yarattığı bu dini değiştirmeye kimsenin gücü yetmez. İşte dosdoğru din budur, fakat insanların çoğu bilmezler.” (Rum/30) “Şüphesiz bu (İslâm), tek bir din olarak sizin dininizdir. Ben de Rabb’inizim. Öyle ise Bana karşı gelmekten sakının. (Mü’minün/52)

O halde muhakkak bilinmelidir ki Allah’ın yardımı ancak İslam iledir. Bu yardıma kulun ulaşabilmesi de İslam’ı karşılaştığı her şeyde bir ölçü ve rehber kılmasıyla mümkün olur. Bunun dışında, insanın Allah’ın dinini herhangi bir şey gibi algılayıp, hayatında bir ölçü olarak fiiliyata geçirmemesi, hüsran ve ziyandan başka bir şey değildir. Abdülkadir Geylani Hazretleri bu iki durumu ne güzel ifade ediyor:

Ey evlat! Hani Hakk’a kulluk! Nerede O Aziz ve Celil olana ububiyet? Hele getir tam kulluğu! Bir defa tam manasıyla O’nun kulu olmalısın. Bütün halinde yeterlik görülmeli. Yeteri kadar kulluk et. Yeteri kadar dünyaya çalış. Sen kaçan bir kölesin, Efendine dön! O’nun kapısının önünde boynunu eğ. Emirlerine karşı tevazu göster. Desinleri bırak, emirlere yapış. Dedikoduyu bir yana at, yasaklardan çekil. O’nun bütün hükümlerine boyun eğ, her emrine uysallık göster. Bunlar olursa kulluk tam olur, olmadığı takdirde hiçbir şey yerine gelmez. Efendisine kul olmak isteyen emrini tutar. Yasak ettiklerinden kaçar. Bunları yapmadan gerçek kul olabilir mi? Olamaz…

Bu itibarla gerçek kulluğa erebilmek hepimizin aksal gayesi olmalıdır. Buna ulaşabilmek de İslam’ın nasıl bir din olduğunu ve Müslümanlardan beklentilerini bilmekle, O’nu doğru anlamakla mümkündür…

İslam boş bir iddia değildir. Kelimeyi şahadetten, namaz, oruç, zekât ve hacdan ibaret dar kapsamlı bir din hiç değildir. Prensibiyle, ibadetiyle, yaşantısıyla, her şeyiyle bir bütündür. Bir bardak suyu içmekten-gece uykuya dalınış şekline kadar, sabah hanemizden çıkış şeklimizden-işlerimizi nasıl yapacağımıza kadar, tuvalet ve banyo ihtiyaçlarımızı gidermemizden-aile ve akraba içi diyaloglarımıza, maddi ve manevi ibadetlerimizi yapış şeklimize kadar… her şeyin adabını, usulünü İslam tayin etmiştir. İslam demek “Kur’an-ı Kerim, Sünneti Rasulullah” demektir. Rasulullah (sav)’in, O’nun öğretilerinin, uygulamalarının, Kur’an-ı Azimüşşan’ın olmadığı bir İslam düşünülemez.  Bunlar ayrılmaz bir bütündür. İnsanı beşeri ve uhrevi hayatında huzura erdirecek tek yol budur. İslam’ın gayrısında tutulan yollar, O’na uyulmadan sürdürülen hayatlar, insanları şeytanın girdabında meçhul akıbetlere doğru götürmektedir. Abdülkadir Geylani Hazretleri bu hususta şöyle buyurmuştur: “Yüce Allah’ın dininde olmayan şeyleri yapmaya çalışma. Elinde iki şahit olsun; biri kutsal kitabımız diğeri Sünneti Rasulullah. Bunlar seni Rabb’ine ulaştırır. Ama sen bu şahitleri bırakıp, nefsinin peşinden gitmeye devam ediyorsun. Elinde iki şahidin var; biri zayıf aklın, diğeri de şahsi arzun. Şüphesiz bunlar seni ateşe iter. Firavun gibilerin arasına katar…”

Mevlayı Zülcelâl Hazretleri ayeti kerimesinde; “Allah, her kimi doğruya erdirmek isterse, onun göğsünü İslâm’a açar.” (En’am 125) Allah’ın, göğsünü İslâm’a açtığı, böylece Rabb’inden bir nur üzere bulunan kimse, kalbi imana kapalı kimse gibi midir?” (Zümer 22) buyurmuştur. Bir insan Müslüman olduktan sonra, artık denizin ortasında pusulasız seyreden bir gemi gibi kör değil, İslam’ın gereklerini yerine getirip manevi olarak ilerleme kaydettikçe; kap karanlık bir gecede, karanlık odadaki sütün içerisindeki ak kılı görebilecek kadar keskin bakışlı olacaktır. Çünkü o artık ayeti kerimede varid olunduğu gibi; “Rabb’inden bir nur üzere(dir)” Bu nur Allah’ın hidayeti yetiştikten sonra kulun Allah’a yakınlık kurmasına vesile olan, Allah’ın biz Müslümanlara en büyük lütfu ve ihsanı; “Kur’an-ı Kerim, Rasulullah (sav) Efendimiz ve O’nun Sünnetleri, Sahabeler, Tabiinler, Mezhep İmamlarımız ve Allah’ın Dostlarıdır.” Kulun Rabb’inden bir nur üzere olması ilmi ve bilgisi ne olursa olsun; Onları sevmek ve Onlara tabi olmakla mümkün olur. Bir kulun bu nura ulaştığının zahiri belirtisi de Allah’ın ona İslam’ı nasip ettikten sonra Kur’an ve Sünnet’e uyması, bununla birlikte o kulunu dostlarına dost etmesidir. Kişi bu nimetlere gark olduğu takdirde; “Kap karanlık bir gecede, karanlık bir odadaki sütün içerisindeki ak kılı görebilecek” manevi ilme göstermiş olduğu sayu gayret neticesinde varis olacaktır. Bunların olabilmesi için de İslam’ı doğru anlamak gerekmektedir. Günümüz Müslümanlarının en büyük sıkıntısı ne yazık ki budur. İslam doğru anlaşılmadığı için ne Rasulullah (sav) Efendimiz ne de Kur’an-ı Kerim anlaşılamıyor. Zamanımızda; “Efendimiz (sav) 1400 yıl önce yaşamış, İslam’ı ve Allah’ın kitabı Kur’an-ı Kerim’i getirmiş, sahabeleri ile açlık, susuzluk ve çok acı çekmiş, sonra O’da Sahabeleri de vefat etmiş, bizlere de hatıra olarak Kur’an-ı Kerim, örfi bir inanış olarak da İslam dini kalmış!” gibi algılanıyor. Oysaki O Peygamberin (sav) O Sahabelerin derdi ne idi de ailelerinden, akrabalarından, canlarından, hayatlarından geçtiler ve Allah’ın ezeli ve ebedi dini olan İslam için bunca çileye katlandılar! İşte İslam’ı anlamak, Onların hayatlarını analiz etmekle mümkün olur. Zira sahabenin sahip olduğu mânâ ve icra ettiği vazife, İslam’ın anlaşılması bahsinde mühimdir. Sahabe, İslam’ın veya İslam’ın ihtiva ettiği mânânın ikinci tezahür alanı ve derecesidir. İslam; öz haliyle vahiy, Rasulullah  (sav)’de hayat, sahabede nizam bulmuştur. Rasulullah (sav) ferdi hakikati temsil ederken, cemiyet gerçekliğini sahabe temsil etmiştir. Rasulullah (sav) İslam’ın tüm mânâlarını şahsında cem ederken, sahabe kadrosu üzerinden cemiyete saçmıştır. Bu yüzden her Müslüman Allah’a giden yolda, başta Kur’an-ı Kerim ve Sünneti Rasulullah’a sımsıkı bağlı ve tam manasıyla teslim olmalı, sahabelerin İslam’ı yaşayabilmek için vermiş oldukları mücadeleleri kendine hedef olarak görmelidir. İslam’ın bütünlüğünü daima gözeterek, bu yolda mücadele eden mütekellimleri, mutasavvıfları, müfessirleri… İslam içinde ayrılıklar olarak değil de İslam ordusunun; kara, hava, deniz, atlı, yayalı gibi farklı noktalarında hizmet eden bir neferi olarak görmelidir. Hayatının merkezine İslam’ı alarak, Allah’ın sevgisine mazhar olabilmeyi kendine gaye edinmelidir. Saadet ancak böyle elde edilir. Allah-ü Teâlâ Hazretleri bunu kutsi hadiste “Ey âdemoğlu! Dinin sağlam ve güzel olursa amelin, kanın ve bedenin de güzel olur. Dinin bozuk olursa; amelin, bedenin ve kanın da bozuk olur. İnsanları aydınlattığı halde kendini yakıp kül eden çıra gibi olma. Dünya sevgisini kalbinden çıkar. Çünkü Ben, dünya sevgisi ile Benim sevgimi asla bir kalpte birleştirmem.” buyurarak kullarına haber vermiştir. Allah bizleri İslam’ın ahkâmıyla amel eden, O’nu sözde değil özde yaşayıp ikrar eden kullarından eylesin…

“BUGÜN SİZİN İÇİN DİNİNİZİ KEMALE ERDİRDİM. SİZE NİMETİMİ TAMAMLADIM VE SİZİN İÇİN DİN OLARAK İSLAM’I SEÇTİM.” (MAİDE/3)

 


* BENZER KONULAR

Allah’ı Ne Kadar Seviyoruz Gönderen: anadolu
[Bugün, 08:40:07 ÖS]


Böyle Sevdik Gönderen: anadolu
[Bugün, 08:35:30 ÖS]


Dostluk Üzerine Gönderen: anadolu
[Bugün, 08:27:16 ÖS]


Sevmek-Sevilmek Gönderen: anadolu
[Bugün, 08:21:12 ÖS]


Sermayemiz takvamız olsun Gönderen: anadolu
[Bugün, 08:14:00 ÖS]


Bize De Dua Yâ Rasulallah (S.A.V) Gönderen: anadolu
[Bugün, 08:09:36 ÖS]


Çoban Deyip Geçmeyelim 2 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 08:04:55 ÖÖ]


Çoban Deyip Geçmeyelim 1 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:57:14 ÖÖ]


Yabancılaşmadan Değişmek ve Gelişmek Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:44:43 ÖÖ]


Suriye Olaylarının Perde Arkasında Neler Var 8 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:34:29 ÖÖ]


O insanı Yetiştiremezsek 1 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:25:16 ÖÖ]


Mutluluğun Sırrı Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:12:56 ÖÖ]


Murada Ermek İçin Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:07:00 ÖÖ]


Bize Kalana Bakın Siz Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 06:02:09 ÖS]


Âlemler O’na Hayran Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:34:39 ÖS]


Dünya Nedir Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:25:53 ÖS]


Gönül Allah (CC) 'ta Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:22:44 ÖS]


İmani olgunluğun sırrı - Teslimiyet Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:15:04 ÖS]


İnsanın Manevi Yapısı (Ruh, Kalb, Akıl ve Nefs) İle İlgili Meseleler Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:06:24 ÖS]


Esat Kabaklı - Sürgün - 320 KBPS Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 04:50:26 ÖS]