Gözler O’nu Göremez O Bütün Gözleri Görür
Gözler O’nu göremez, O bütün gözleri görür. O Latif’tir, haberdardır. (En’am 103)
Meşhur Cibril hadisinden öğrendiğimiz üzere “ihsan” kavramının anlamlarından biri de Allah’ı (cc) görüyormuş gibi ibadet etmektir. Bizler, O’nun zatını bu dünyada göremesek de O’nun bütün gözleri gördüğüne iman ediyoruz.
Efendimizin (sav) bu tarifi, ihsan kavramına yepyeni bir anlam kazandırmıştır. Bu anlam, Rabbimizin “Basir” sıfatının bu kavramla ilişkilendirilmesidir. O (cc), Basir olandır. Gizli-açık, karanlık-aydınlık, büyük-küçük her şeyi her haliyle bilen ve müşahade edendir.
Lokman (as)’ın, Oğlunun şahsında bütün Müslümanlara ettiği nasihatında da görüldüğü gibi, yapılan iş bir hardal tanesi kadar bile olsa, bir kayanın içinde saklansa veya göklerde yahut yerin dibinde bulunsa yine de Allah (cc), o işi görür, bilir ve onu açığa vurur. (Lokman 16)
Burada dikkat etmemiz gereken hususlardan biri de bu yeni anlamın, kavramın önceki anlamıyla da (iyilikte bulunmak, yardım etmek) irtibatlı olmasıdır. Şöyle ki; iyilikte bulunmak, yardım etmek, insanlar görmediği zaman daha samimi ve güzeldir. Ama insan bir şekilde iyilik yaptığını göstermek ya da söylemek ister. Efendimizin bu tarifi insanın bu gereksinimini de karşılayarak, Rabbimizin her şeyi gördüğü gibi yapılan iyilikleri de gördüğü şuurunu insana kazandırıyor. Yani, fani olanların görmesinin önemli olmadığını, Baki olanın görmesinin yeterli olacağını hatırlatıyor.
İhsan bilinci insan hayatında var olan boşlukları doldurur. İnsanı daha dikkatli ve titiz davranmaya sevk eder. Her daim Allah’ın gözetimi altında olduğunun bilincinde olan insan, diğerlerinden farklıdır. Böyle bir insanın hal ve hareketleri, özgüveni, cesareti, ticareti, komşuluğu, aile hayatı vb. kendine özgü, Muhsin’cedir. Çok iyi bilir ki, sürekli murakabe altındadır. Dolayısıyla dikkatli ve ölçülü davranır.
Allah Azze ve Celle Muhsin’ce yaşayan insanın hayatının merkezindedir. Muhsin insan bir lahza bile olsa Allah’ı unutmaz. En iyi ve en kötü günlerinde bile. Bu davranış ise insanı dengeli olmaya götürür.
Efendimizin hayatına baktığımızda bu dengeyi net bir şekilde görüyoruz. Efendimiz, en zor ve kolay zamanlarında hep Rabbimize ram olmuştur. Bunu hicret yolunda bir durak olan sevr mağarasında görebiliyoruz. “Siz peygambere yardımcı olmasanız da Allah ona yardımcı olacaktır. Nitekim inkârcılar iki kişiden biri olarak onu yurdundan çıkardıklarında Allah ona yardım etmişti. Hani onlar mağaradaydılar; arkadaşına “tasalanma! Allah bizimle beraberdir” diyordu. Derken Allah ona kendi katından bir güven duygusu indirdi, sizin görmediğiniz askerlerle onu destekledi ve inkârcıların sözünü değersiz hale getirdi. Allah’ın sözü ise en yücedir. Çünkü Allah mutlak galiptir, hikmet sahibidir. (Tevbe 40)
Efendimizin mağaradaki bu sakin ve rahat tavrının sebebi, ihsan sahibi olmasıdır. Efendimiz 13 yıl boyunca Mekke’de Sünnetullaha uygun bir biçimde hareket ederek insanları İslam’a davet etti. Neticede Mekke’de yapacak bir şey kalmayınca gerçek bir mütevekkil olarak hicret yoluna çıktı. Çok iyi biliyordu ki, Allah’ın himayesindeydi. Tasalanmak yersiz ve gereksizdi. Neticede Rabbi onu nasipsizlere bırakmadı.
Mekke’den bu şekilde çıkan efendimiz yaklaşık on yıl sonra bu şehre bir Fatih olarak girdiğinde, yani en mutlu gününde yine Rabbinin gözetim ve denetinde olduğu bilinciyle, Rabbini tesbih ederek ve O’na hamd ederek şehri teslim alıyordu.
İbrahim as. Hanımı Hacer ve oğlu İsmail’i, Rabbi’nin murakabesinin rahatlığıyla Mekke’nin ıssız çölüne bıraktı. Hacer annemiz o çölde yavrusuyla tek başına kaldığında Allah’ın murakabesiyle teskin oldu. Daha sonra İsmail as. Bu şuurla bıçağa boynunu uzattı. Yusuf as. Kuyunun dibinde, Yunus as. Balığın karnında bu murakabeden haberdar bir şekilde beklediler. Bu kıssalar ihsan kavramını anlamamız açısından güzel örneklerdir.
Bu kıssalardan hareketle hayatımızda ihsan’ın olmadığı bir zaman dilimini yaşanmamış kabul etmeliyiz. İhsan eksenli yaşamak suretiyle, günah işlemeye açık uzuvlarımızı kontrol altına almalıyız.
Bu bilinçle kalbimizi, aklımızı, gözlerimizi, el ve ayaklarımızı muhafaza etmeliyiz. Bu minval üzere yaşayarak, yaratılış gayemizin dışına çıkmamalıyız.
Hayatımızın ihsan üzere olup olmadığını sürekli kontrol etmeliyiz. Bilmeli ve idrak etmeliyiz ki, bizim dışımızda hayatlarımız üzerine hesaplar yapan nice muhasipler var. Bunların en başında ise şeytan aleyhilla’ne bulunuyor. Hayatlarımızı düşmanlarımızın tuzaklarından ancak, sürekli bir denetim altında olduğumuz bilincini zerrelerimize kadar inanıp yaşayarak kurtarabiliriz.
Yaşamının her alanında yaratıcısının gözetim ve denetimi altında olduğuna, bir an bile olsa bunun dışına çıkamayacağı hakikatine kalbi mutmain olmuş bir kimse, hayatından Rabbinin sevmediği ve hoşnut olmadığı şeyleri uzaklaştırır. Böyle bir kimseye şeytan hiçbir şekilde yaklaşamaz ve bu kimse üzerinde etkili olamaz.
İşte o zaman hayatın gerçek manasını kavranmış ve hayatlar anlamlandırılmış olur.