Yüce Allâh’a Verir Gibi Vermek
Sâhip olduğumuz herşey gibi mallarımız da Yüce Rabbimiz’indir. Biz onların emânetçileriyiz. İnfâk, O’nun malını, O’nun emriyle, O’nun kullarına vermenin adıdır. Mâdem ki herşeyin sâhibi O, mâdem ki biz herşeyimizle O’na âidiz; mâdem ki mallarımız bizim gibi fânî ve biz onlarla sınanmaktayız. Mâdem ki fânî mallarla ebedî hayâtı satın almak mümkün, mâdem ki O vermemizi istiyor, O’nun malını O’ndan esirgemek olur mu?
İnanan kimse, sâhip olduklarıyla sınandığını bilen ve onları o sınavı kazanmak için kullanabilen kimsedir. Bunun için de yeri ve zamânı geldiğinde sâhip olunanların Allah (cc) yolunda verilmesi gerekir. Hayat düstûrumuz Kur’ân âyetleri bu vermenin âdâb ve erkânını belirleyen âyetlerle doludur.
İnfâk, Allah için vermenin genel adıdır. İnfâk zenginliğin değil, mü’minliğin temel şartıdır. Takvâyı şiâr edinmiş olan mü’minler, kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infâk eder dururlar.1 İnfâk, nifaktan kurtulmanın en kestirme yoludur. Buna göre her mü’min sâhip olduklarından verebilmelidir. Yarım hurma ile de olsa kendini cehennem ateşine karşı güvenceye almalıdır. Azken vermeli ki çoğa sâhip olduğunda vermeyi sürdürebilsin.
Zekât/öşür ulaşılan zenginliğin gereğidir. Zekât vermekle mü’min, kendini cimrilikten ve bencillikten; fakir fukarâyı kıskançlık ve düşmanlıktan; malını da farkında olunmadan karışmış şüpheli şeylerden temizler.
Tasadduk/sadaka, Yüce Rabb’e kulluğun ve mü’min kardeşliğin sadâkat gereğidir. Tasadduk etmekle mü’min, Rabbinin sâdık kulu olduğunu, mü’minlerin de sâdık kardeşi olduğunu isbât eder.
Hayır hasene hayra düşkün güzel insan olmanın göstergesidir. Her işi hayır olan, hep hayrı düşünen ve hep hayrı isteyen mü’min hayır ve haseneleriyle farkını ortaya koyar.
İ’tâ ve îtâ, vermeyi kendine şiâr edinenin sürekli yaptığı ameldir. Mü’min, verme ameliyle, varlıklara karşılıksız veren Yüce Allâh’ın ahlâkıyla ahlâklanmış olur.
İkrâm, bir adı da Kerîm olan, keremi bol olan Yüce Allâh’ın kulunun sâhiplenmesi gereken bir erdemdir. İhsân da öyle. Herşeyi en güzel şekilde yapan Yüce Allâh’ı tanıyan kul, iyilik ve ihsânı bol olandır.
Karz-ı hasen, Yüce Allâh’a borç/ödünç vermenin adıdır. Hiçbir şeye ihtiyâcı olmayan Yüce Mevlâ, sırf kullarını şereflendirmek için, onları vermeye teşvîk etmek için onlardan borç ister. “Allah Teâlâ kıyâmet günü der ki: Ey âdemoğlu hastalandım ziyâretime gelmedin. Kul der ki: Yâ Rabbi, ben Seni nasıl ziyârete gelirim? Sen âlemlerin Rabbisin. Yüce Allah der ki: Bilmedin mi, filanca kulum hastalanmıştı ziyâretine gitmedin. Eğer onu ziyâret etseydin, Beni orada bulurdun. Ey âdemoğlu Ben senden yemek istedim. Sen Bana yemek vermedin. Kul der ki: Ey Rabbim ben Sana nasıl yemek verebilirim? Sen âlemlerin Rabbisin. Yüce Allah der ki: Biliyorsun filanca kulum senden yemek istedi, vermedin. Eğer bilseydin, onu yedirseydin bunu Benim katımda bulurdun. Yüce Allah der ki: Ey âdemoğlu senden su istedim, sen Bana su içirmedin. Kul der ki: Ey Rabbim, Sana nasıl su içirebilirim ki, Sen âlemlerin Rabbisin. Yüce Allah der ki: Filanca kulum susuzdu ona su içirmedin. Eğer ona su içirseydin bunu Benim yanımda bulurdun.”2Bu kudsî hadîse göre bir kul, Yüce Allâh’ı ziyâret eder gibi hastayı ziyâret etse, Yüce Mevlâ’ya verir gibi fakir fukarâya infâk etse bunları nasıl yapar? İçtenlikle, îtinâyla, zamânında, en güzel şekilde yapmaz mı? O hâlde, O’nun emriyle, O’nun malından, O’nun kullarına ikram ve izzette bulunmayı nasıl ve niçin ve niçin ihmâl eder!?
Her şeyden önce Kur’ân sevgi temelli bir vermeden bahseder:
Sevdiğiniz şeylerden sarf etmedikçe iyiliğe erişemezsiniz. Her ne sarf ederseniz, şüphesiz Allah onu bilir.3
Gerçek iyilik, onun sevgisiyle malı vermektir.4
Onlar onu sevdikleri halde, yiyeceği yoksula, öksüze ve esîre yedirirler. Biz sizi ancak Allah rızâsı için doyuruyoruz, bir karşılık ve teşekkür beklemiyoruz. Doğrusu biz çok asık suratların bulunacağı bir günde Rabbimizden korkarız derler.5
Buna göre Kur’ân’ın istediği bir infâkı gerçekleştirebilmek için sevgiyle vermeli, sevdiğinden vermeli, vermeyi sevmeli, verdiği kimseye sevgi beslemeli, en önemlisi de Yüce Allâh’ın sevgisiyle vermelidir. Bunun gerçekleşebilmesi için de Yüce Allâh’a verir gibi vermelidir. Yüce Allâh’ın malını, yine O’na vermek. Hem de ödünç olarak vermek. Karşılığını kat kat fazlasıyla almak için vermek.
Allâh’a güzel ödünç takdîminde bulunun; kendiniz için yaptığınız iyiliği daha iyi ve daha büyük ecir olarak Allah katında bulursunuz.6
Eğer Allâh’a güzel bir ödünç takdîminde bulunursanız, onu sizin için kat kat yapar ve sizi bağışlar; Allah, şükrün karşılığını fazlasıyla verendir; kullarına karşı son derece mülâyimdir.7
Vermenin güzel/hasen olması için: Sevgi temelli olması, Allah için olması, helâl maldan olması, verenin verdiğini az görmesi, kendisine lâzım olduğu halde vermesi, verdiği için kendini üstün görmemesi, verdiği kimseyi hakîr görmemesi, en fazla muhtaç olana vermesi, incitmeden vermesi, istenmeden vermesi, gizli vermesi, verdiği ile övünmemesi gibi şeyler sayılmıştır.
Yüce Rabbimizin, bizim vereceğimiz hiçbir şeye ihtiyâcı yoktur. O’nun (cc) ne bizim yaptığımız kulluk ve ibâdete ihtiyâcı vardır, ne de infâk ve kurbanlara ihtiyâcı vardır. Asıl bütün bunlara ihtiyâcı olan biziz. Biz, bize verilenlerin şükrünü edâ edebilmek için vermeliyiz. Fakir fukarânın kıskançlık ve düşmanlıklarını üzerimizden savmak için vermeliyiz. Onların ihtiyaçlarını karşılayarak, onlarla birlikte huzurlu bir toplumda yaşayabilmek için vermeliyiz. Muhtemel kazâ ve belâları defetmek için vermeliyiz. Hastalıklarımıza şifâ vesîlesi olsun diye vermeliyiz. Cehennem ateşinden ırak olmak için vermeliyiz. Cenneti hak etmek için vermeliyiz. Rabbimizin mağfiretine mazhar olmak için vermeliyiz. Vicdânen huzur ve doyuma ulaşmak için vermeliyiz. Ama en önemlisi de Yüce Rabbimizin rızâsını kazanmak için vermeliyiz.
---------------------------------------------------------------------------------------------------
Dipnotlar:
1 Bakara, 3.; Enfâl, 3.; Secde, 16.; Şûra, 38.
2 Münâvî, Feyzu’l-Kadîr, II, 312-313. (Müslim)
3 Âli İmran, 92.
4 Bakara, 177.
5 İnsan, 8-10.
6 Müzzemmil, 20.
7 Teğâbün, 17.