Allah’ın Ayetleri Üzerinde Düşünmek
Bir bütün olarak evren ve içindekiler; insan ve sahip olduğu her şey Yüce Allah’ın birer ayetidir. Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de, ayetlerini indirdiğini, bu ayetlerin açık seçik olduğunu, bunlara inanmamız ve üzerlerinde düşünmemiz gerektiğini ifade etmektedir. (Bakara, 2/61, 73, 99, 118, 129, 151, 164, 219, 221, 242, 266; Âl-i İmran, 3/11, 19, 70, 97, 98, 103, 118; Enam, 6/65, 97, 105, 118, 126; Araf, 7/26, 32, 58, 174, 176; Tevbe, 9/11.) Bu ayetlerin bir kısmı hüküm bildiren ilahi buyruklardır. Elbette anlamak ve uygulamak için bunlar üzerinde de tefekkür etmemiz gereklidir. Diğer bir grup ayet ise Yüce Allah’ın özellikle üzerinde düşünüp ibret almamızı istediği ayetlerdir. İşte bizim burada ele almak istediğimiz ayetler bunlardır. Bu anlamda Yüce Allah’ın Kur’an’da “ayet” olarak adlandırdığı ve aynı zamanda varlığının da delili sayıp üzerinde düşünmemizi, ibret almamızı ve ders çıkarmamızı istediği pek çok ayet/alamet vardır. Örnek olarak şu ayetlere bakılabilir: Bakara, 2/164; Âl-i İmran, 3/190; Enam, 6/99; Yunus, 10/67; Rad, 13/3-4; Hicr, 15/74; Nahl, 16/79; Taha, 20/54; Şura, 42/33; Casiye, 45/4. Bu ayetlerde anlatılan ve üzerinde düşünmemiz istenilen bazı hususlar şunlardır:
1. Göklerin ve yerin yaratılması ve bunların Allah’ın emir ve iradesiyle ayakta durması,
2. Korku ve ümit aşılayan şimşeği gösterip ölü toprağa can veren yağmuru göndermesi,
3. Devasa gemilerin engin denizlerde akıp gitmesi,
4. İnsanın topraktan yaratılmış olması, renklerinin ve dillerinin farklı olması,
5. Kendi cinsimizden bizim için eşler yaratması,
6. Gece ve gündüz vakti uykuya dalmamız,
7. Allah’ın lütuf ve nimetlerini araştırıp bulmamız,
8. Rızkı dilediğine bolca, dilediğine ise ölçülü ve idareli bir şekilde vermesi.
Bu ayetleri dikkatle okuduğumuz zaman her bir ayetin sonunda “aklını kullanan topluluk için”, “akıl sahipleri için”, “inanan bir topluluk için”, “duyu organını kullanan topluluk için”, “tefekkür eden bir topluluk için”, “işaretlerden anlam çıkarmasını bilenler için”, “inanan bir topluluk için”, “sağduyu sahipleri için”, “çok sabırlı ve çok şükredenler için”, “bütün kalpleriyle inananlar için” gibi farklı düşünme ve ibret alma ifadelerinin kullanıldığını görmekteyiz.
Yüce Allah’ın “ayet, alamet, düşünme ve ibret alma” vesilesi olarak adlandırdığı bu ayetlerde tefekkür etmemizi istediği hususların her biri gerçekten çok önemlidir. İnsanların ve özellikle de akıllarını kullanabilecek olanların davet edildiği tefekkürün esas hedefi Yüce Allah’ın varlığını, birliğini, gücünü, kudret ve kuvvetini ispat etmektir. Zira bunlar insanların bütün güçlerini ve teknolojilerini kullansalar da yapamayacağı şeylerdir. Zaman zaman da farklı üsluplarla desteklenen bu gibi konularda Yüce Allah tek yetkinin, güç ve otoritesinin zatına ait olduğunu ifade etmektedir. Mesela, içtiğimiz suyun yaratılıp varlıklara ikram edilmesinin ve insanlar arasında kaynaşmayı sağlayan sevgi ve muhabbetin tamamen Allah’ın güç ve kudreti dâhilinde olduğu şu şekilde ifade edilmektedir:
“De ki: ‘Söyleyin bakalım: Suyunuz çekiliverse, size kim temiz bir akar su getirir?’” (Mülk, 67/30.), “Eğer seni aldatmak isterlerse bilmiş ol ki sana yetecek Allah’tır. O, seni bizzat kendi yardımıyla ve müminlerle destekleyen ve onların kalplerini uzlaştırandır. Şayet yeryüzündeki şeyleri tümüyle harcasaydın, sen onların kalplerini uzlaştıramazdın. Fakat Allah onların arasını uzlaştırdı. Şüphesiz O, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Enfal, 8/62-63.)
Allah’ın “ayet” olarak nitelendirdiği bazı hususları neden bu şekilde adlandırdığı, bunlara neden dikkatimizi çektiği ve bunlar üzerinde neden bizi tefekkür etmeye davet ettiğine baktığımız zaman şunları söyleyebiliriz: Yüce Allah varlığının bir alameti olarak öncelikle evreni yaratmış, onu, Allah’ın halifesi olacak insan için âdeta tefriş etmiş ve çeşitli nimetlerle donatmıştır. Gerek insanın kendi bünyesinde (enfüs) gerekse dış dünyada (âfak) (Fussilet, 41/53.) yer alan nimet ve alametleri yaratmak ancak Allah’a mahsustur: Atmosferi, bitki örtüsünü, havayı, toprağı, suyu… Bu kadar hassas dengelerde yoktan var edebilecek bir tek varlık ve sonsuz güç ve kudret sahibi vardır, o da ancak Yüce Allah’tır. Allah ne kadar büyük ve sonsuz güç sahibi (ğaniyy) ise insan da o kadar aciz ve (fakirdir) muhtaçtır. Bazı inançsızlar “Şüphesiz, Allah fakirdir, biz zenginiz.” (Âl-i İmran, 3/181.) diyerek hadsizlik yapsa da aslında ve gerçekte fakir olan insan, zengin olan ise Yüce Allah’tır. Nitekim şu ayette bunu net bir şekilde ifade etmiştir: “Ey insanlar! Siz Allah’a muhtaçsınız. Allah ise her bakımdan sınırsız zengin olandır, övülmeye hakkıyla layık olandır.” (Fatır, 35/15.) Ayrıca Allah’ın sıfatlarından biri de “el-Ğaniyy”dir. İnsanoğlu Allah’ın bahşetmiş olduğu birtakım nimetler ve özellikle de zaman zaman elde ettiği birtakım güç ve yetkileri sayesinde kendisini evrenin hâkimi ve en güçlüsü hissetse de aslında son derece güçsüz ve aciz bir varlıktır. Gözle dahi görülemeyen bir virüs sayesinde bütün gücünün ve teknolojik birikiminin aciz kaldığını düşünebilen insan bunu anlayabilecektir.
İnsanın sorumluluğunu bilerek huzur içerisinde yaşaması için gönderildiği bu evrende var olan her şey aslında insan içindir. Göklerin ve yerin bir denge içerisinde yaratılıp özellikle gökyüzünün yıkılmayan bir çatı gibi üzerimizde durması, gündüzün bize sonsuz ışık ve ısı kaynağı olan, ürünlerimizin yetişmesine katkı sağlayan güneş, geceleyin yolumuzu aydınlatan ve semamızı süsleyen yıldızlar, engin denizlerde ve okyanuslarda seyreden koca gemiler hep insan için ve Allah’ın kudretini ifade etmeye yönelik değil mi? Korku ve ümit aşılayan şimşeği gösterip ölü toprağa can vermesi ve hayat kaynağımız olan yağmuru göndermesi de böyle değil mi? Zira şimşek kendi lisanıhâli ile Allah’ı tespih ederken (Rad, 13/13.) bizi korkutsa da, aslında o da toprağa verdiği enerji ile yine bizim için hareket etmektedir. Peşinden gelen yağmur ise yokluğuna dayanamadığımız, onsuz edemediğimiz ve dünyamızı teşrifi geciktiğinde özel dualarla ve niyazlarla davet ettiğimiz bir aziz misafir ve eşsiz bir nimettir. İnsanlar bol bol yağıp sık sık bizi ziyaret ettiğinde kıymetini bilip yaratılış hikmetini düşünmekte aciz ve ihmalkâr davransa da aylarca gelmeyen bir yolculuğa çıktığında fena hâlde yağmurun özlemini duymaktadırlar.
Topraktan yaratılan insanın toprağın efendisi kılınması ama her zaman toprağa bağlı ve mahkûm ve bir anlamda toprağın kölesi olmasında düşünenler için gerçekten büyük ibretler yok mu? Hele insanların genelinin bir dili bile öğrenmek için nice çabalar sarfedip yine de tam yeterli olmadığı düşünülürse sayısını bilmediğimiz kadar dili yaratan, ana renkler yanında insanları bir rengin farklı tonlarıyla donatan Yüce Allah ne kadar hikmet sahibidir? Düşünmeye değmez mi?
Yüce Rabbimizin eşsiz kudretinin alametlerinden biri olarak zikredip dikkatimizi çektiği hususlardan biri de kendi cinsimizden eşler yaratmasıdır. Şu ayet bu hususu beyan etmektedir: “Kendileri ile huzur bulasınız diye sizin için türünüzden eşler yaratması ve aranızda bir sevgi ve merhamet var etmesi de O’nun (varlığının ve kudretinin) delillerindendir. Şüphesiz bunda düşünen bir toplum için elbette ibretler vardır.” (Rum, 30/21.) Bu ayetle eşsiz ayetlerinden birine işaret eden Yüce Allah’ın eşler arasında oluşacak sevgi ve merhameti özellikle kendinin yarattığını ifade edip vurgulaması üzerinde durup düşünülmesi gereken bir husustur.
İnsanlar için gündüz maişet temini amacıyla çalışmak gece ise istirahat maksadıyla yaratılmıştır. (Nebe, 78/10-11.) Prensip budur, ancak gerektiğinde insanlar gece uyanık kalıp çalışabilir ve gündüz de gece gibi uyuyabilir. Şayet gündüz uyumak ve gece uyanık kalmak mümkün olmasaydı mesaiye kalıp maişet temin etmek mümkün olmazdı. Yüce Allah’ın onlarca nimet ve alamet/ayet arasında bu hususa da özellikle dikkatimizi çekmesi son derece manidardır.
İnsanın sahip olduğu her şey aslında Allah’a aittir. İnsan kendi bedeni dâhil her şeyin emanetçisidir. İnsanın gerek kendi bedeni ve gerekse evrene karşı emanete hıyanet eder tarzda sorumsuzca hareket etmesi onun için yasaktır. Bu yüzden insanın Allah’ın lütuf ve nimetlerini araştırıp bulması O’nun varlık delillerindendir. Buna karşılık insanın eriştiği her nimetin Allah’tan olduğunu bilmesi sonunda da Allah’a hamd ve şükretmesi gerekir. Çünkü nimet vermek aynı zamanda bir imtihan vesilesidir. İnsan bu nimetlere karşı ya şükreder ya da nankörlük eder. Şükür nimeti artırırken nankörlük azaltır ve elden çıkmasına sebep olur. Hz. Süleyman’ın kendisine verilen saltanat/mülk karşısında gösterdiği şu tavır bu bakımdan ne kadar anlamlıdır: “Kitaptan bilgisi olan biri ‘Ben onu, gözünü kapayıp açmadan önce sana getiririm.’ dedi. Süleyman, tahtı yanında yerleşmiş hâlde görünce şöyle dedi: “‘Bu, şükür mü, yoksa nankörlük mü edeceğim diye beni denemek için,Rabbimin bana bir lütfudur. Kim şükrederse ancak kendisi için şükretmiş olur. Kim de nankörlük ederse (bilsin ki) Rabbim her bakımdan sınırsız zengindir, cömerttir.” (Neml, 27/40.)
İnsanoğlu hırslarıyla hareket ettiğinde her şeye sahip olmak, başkasında bulunan bütün nimetlerin kendisinde de olmasını ister. Fakat bunun kendisi için hayır mı yoksa şer mi getireceğini bilemez. Hâlbuki Yüce Allah varlığının bir delili, merhametinin bir eseri ve evrene koyduğu dengenin bir gereği olarak rızkı, nimet ve imkânları dilediğine bolca, dilediğine ise ölçülü ve idareli bir şekilde vermiştir. Bol nimet içerisinde olanların her zaman huzurlu, sınırlı imkânlara sahip olanların ise her zaman mutsuz olmadığını, hatta aksine pek çok durumun olduğunu görünce bu dağıtımın mana ve hikmeti anlaşılabilir. Mal ve evlatların bir imtihan vesilesi (fitne) olduğu (Enfal, 8/28.) gerçeği göz önünde bulundurulursa en doğru tavrın Allah’tan hakkımızda hayırlı olanı istemek olduğunu anlar ve geleneğimizde yerleşmiş olan şu duayı yaparız: “Allah’ım az verip gezdirme, çok verip azdırma!” Ya da Yunus Emre’nin dediği gibi “Ne varlığa sevinirim, ne yokluğa yerinirim.” tavrını benimseriz. Böylece hem Allah’ın ayetlerini düşünmüş hem de O’nun yüce varlığı karşısındaki sorumluluğumuzu ve haddimizi bilerek huzura ermiş oluruz.