Her Şey O’nu Tesbih Ediyor
Yüce Rabbimizin eşsiz ve kusursuz güzellikteki sanatının bir nakkaşhanesidir bu kâinat. O, kâinatta bulunan her varlığı, sınırlı duyularımızla gördüklerimizin çok daha ötesinde muazzam ahenk ve güzellikte yaratandır.
Bizden ondaki harikuladelikleri temaşa eylememizi, sanatının azamet ve mükemmelliğini görüp O’nu yüceltmemizi ister. Her varlık O’ndan gelen bu çağrıya amadedir. Zira Hak Teâlâ’nın kusursuz sanatına mazhar olan tüm mevcudat O’nu hamd ile tesbih eder: “Yedi gök, yer ve bunların içinde bulunanlar Allah’ı tesbih ederler. O’nu övgüyle tesbih etmeyen ve hamdini yerine getirmeyen hiçbir şey yoktur.” (İsra, 17/44.) Biz her ne kadar onların tesbihini anlayamazsak da bu hakikati duyanlar bizlere haber verirler onların tesbihini.
Hz. Peygamberin (s.a.s.) “Allah’ım bana eşyanın hakikatini göster.” duasında işaret ettiği hakikat; eşyanın Cenab-ı Hakk’ın esma sıfatlarının bir tecellisi olarak esasında Hakk’ı gösteren aynalar olduğudur. Eğer yaratılan her şeye hikmet nazarıyla bakarsak kâinatın Rabbimizin isim ve sıfatlarının tecelligâhı olduğunu görebiliriz. Her varlığın kendi lisanı ile O’nu tesbih etmesini de idrak edebiliriz. Hak ile yaratılan her bir zerre, zikriyle aynı hakikati söyler.
Mescid-i Nebevi’de minber yoktu. Peygamber Efendimiz (s.a.s.) cuma günleri Hannane direğine dayanıp hutbesini okurdu. Birkaç yıl sonra Müslümanların sayısı arttı ve herkes Efendimizi rahatça görsün diye üç basamaklı mütevazı bir minber yapıldı.
Sevgili Peygamberimiz artık bu minberin üzerine çıkarak hutbesini irat etmeye başladı. Kutlu Nebi, Hannane direğine yaslanmayı bırakınca direkten inleme sesleri gelmeye başladı. (Buhari, Cuma, 26.) Hz. Mevlana Mesnevi’sinde bu olayı şöyle anlatır:
“Hannane direği, Peygamberin ayrılığı yüzünden akıl sahipleri gibi ağlayıp inliyordu. Peygamber, ‘Ey direk, ne istiyorsun?’ dedi. O da ‘Canım, ayrılığından kan kesildi. Bana dayanıyordun şimdi beni bıraktın. Minberin üstüne çıktın.’ dedi. Bunun üzerine Peygamber ona dedi ki: ‘Ey iyi ağaç, ey sırrı bahta yoldaş olan! Söyle, ne istersin? Dilersen seni yemişlerle dolu bir hurma fidanı yapayım ki doğudakiler de batıdakiler de senin hurmanı yesinler. Yahut Tanrı, seni o âlemde bir servi yapsın da ebediyen ter ü taze kal.’ dedi. Hannane ‘Daim ve baki olanı isterim.’ dedi.” Bunun üzerine Peygamber Efendimiz, kıyamet günü insanlar gibi dirilsin diye o ağacı toprağa gömdü.
Hz. Mevlana ebediyeti isteyen bu ağaçtan ibret alıp gaflete düşmemeyi öğütler hikâyesinin sonunda. Diğer taraftan kuru bir hurma kütüğünün cansız, ruhsuz olduğunu sanırız. Hâlbuki bizim cansız gibi gördüğümüz varlıkların da bir ruhu, bir lisanı vardır. Hayvanlar, hayvani ruha, bitkiler cemadi ruha, insanlar da insani ruha sahiptirler. Efendimizin Uhud Dağı’na bakıp “Biz Uhud’u severiz, Uhud da bizi sever.” (Buhari, Cihad, 71.) buyurması ve kuru hurma kütüğüyle konuşması bize hakikat ilmine vakıf olanların kâinatın lisanıyla nasıl konuştuklarını gösterir.
Kur’an-ı Kerim’de, dağların ve kuşların Hz. Davut’un emrine verildiği ve onların hep birlikte sabah akşam Allah Teâlâ’yı tesbih ettikleri buyrulmaktadır. (Sad, 38/18-19.) Davut (a.s.) Zebur okuyarak Allah’ı tesbih ettiğinde dağlar ve kuşların da kendi lisanlarıyla Allah’ı tesbih ettikleri Enbiya suresinde haber verilmektedir.
Bu manaya göre tabiattaki cansız varlıkların tesbihine dağlar, canlı varlıkların tesbihine de kuşlar örnek verilmiştir. Hz. Davut ise inanmış insanların bilinçli tesbihine örnektir. (DİB, Kur’an Yolu Tefsiri C: 4 S: 573.)
Hz. Mevlana, gördüğümüz bütün cansız varlıkların bize göre öyle göründüğünü hakikatte ise canlı olduklarını söyleyerek toprak örneğini verir: “Allah, seni bir avuç toprak iken nasıl insan yaptı? Bütün toprakları ve cansız sandığın şeyleri de böyle bilmek ve tanımak gerek.
Gördüğümüz cansızların hepsi de bu yanda, yani bize, bu âleme göre cansızdır, ölüdür. O yanda, hakikat âleminde ise canlıdırlar. Burada susup duruyorlar, orada konuşmaktadırlar. Allah, onları, o taraftan bizim tarafımıza gönderince Musa’nın asası gibi bize karşı ejderha olur. Dağlar, Hz. Davut’un sesine ses verir. Onunla beraber ilahi okur. Demir onun avucunda mum gibi yumuşar. Rüzgâr Hz. Süleyman’a hamallık eder. Onu taşır. Deniz, Musa’ya söz söyler. Onunla konuşur.
Ay, Hz. Ahmed Aleyhisselam’ın işaretini görünce ortasından ikiye ayrılır. Nemrut’un ateşi İbrahim Aleyhisselam’a gül bahçesi olur.” Çünkü onların her biri kendi duasını ve tesbihini bilmiştir (Nur, 24/41.) ve Rablerinin emriyle bunu yerine getirmektedirler.
Kâinattaki her şeyin hareketli, canlı olduğu ve bir titreşime sahip olduğu artık ispatlanmış bir hakikattir.
Tüm varlıkların atomlardan meydana geldiğini biliyoruz. Atomun merkezinde bir çekirdek, nötron ve proton vardır ve onların da etrafında saniyede binlerce kilometre hızla dönen elektronlar. Hidrojen atomundaki elektron, çekirdeği etrafında saniyede elli bin kilometre hızla döner. Atomun çekirdeğini güneşe, elektronları da gezegenlere benzetmek mümkündür.
Atom âdeta dünyamızın da içinde bulunduğu güneş sisteminin mikro bir örneği gibidir. Her zerre sanki koca güneş sistemindeki eşsiz nizamın en mükemmel modelidir. Taş, toprak, su, demir her ne varsa hepsinde aynı kaideler cereyan eder. Yani hepsinde atomlar ve etrafında baş döndürücü hızla dönen elektronlar bize her varlığın canlı ve hareketli olduğunu gösterir. Bu aynı zamanda Yaratıcının kusursuz ve muhteşem sanatının bir işareti, ayetidir. Böylece anlarız ki her madde canlıdır ve Hak Teâlâ’nın şanını ve yüceliğini tesbih etmektedir. (Şefik Can, “Göklerde ve Yeryüzünde Hiçbir Varlık Yoktur ki Allah’ı Tesbih Etmesin Ayetinin Hz. Mevlana Tarafından Açıklanması” 8. Millî Mevlana Kongresi, 6-7 Mayıs 1996, Konya 1997, s. 43-52.)
İnsana gelince Yaradan’ı en az tesbih eden varlıktır. Hâlbuki ta ezel âleminde Hak Teâlâ’nın kendisine yaptığı hitabı duymuş ve kabul etmişti. İnsan her ne kadar bezm-i elestte verdiği sözü unutsa da ruhu O’na duyduğu özlemle yanmaktadır. İnsanın bu firakını ise ancak Rabbini bilmek ve tüm mahlûkatın tesbihine katılmak teskin eder. Çünkü Rabbimizin buyurduğu üzere; kalpler ancak O’nu anmakla, zikretmekle mutmain olur. (Rad, 13/28.)