HUZUR, Allah İLE OLMAKLA MÜMKÜNDÜR
Müminlerin kemalâtı Allah'ın dinini yaşama derecelerine bağlıdır. Bu mesele seyr i sülûk olarak karşımıza çıkar.
İnsan bedeninin maddi gıdalara ihtiyacı olduğu gibi, ruhun da manevi gıdalara ihtiyacı vardır. Vücudun tesettürü nasıl elbise ile sağlanıyorsa, ruhun kirlerden muhafazası da manevi hayatımızın, letaiflerimizin temizliğine bağlıdır. Yani ellerimizin, gözlerimizin, dillerimizin temizliği, bir manada nefislerimizin terbiyesine, kalplerimizin temizliğine bağlıdır. Kalbi temiz olmayanın dilinden doğrular çıkmaz. Kalbini temizlemeyenin, nefsini arındırmayanın gözleri zinaya, kulakları gıybete yönelebilir. Çünkü nefis, hakikati ve kalpteki nuraniyeti söküp atmak ister.
Anlaşılıyor ki ruh bedene, beden de ruhun kemalâtına bağlıdır. Ruhu asıl vazifesine yükseltebilmek ve kalbi yaradılıştaki ruhani sırlara ulaştırabilmek için bedeni terbiye etmek, kalbi arındırmak lazım gelir.
İnsanların dünyada ve ahirette saadet ve selamete kavuşması, kalbin temizliğine, nefsin tezkiyesine bağlıdır. Şuara Suresi'nde, "O gün ne mal fayda verir ne de evlat. Ancak Allah'a temiz bir kalple gelenler kurtulurlar." buyuruluyor. Bu temiz kalpten murad, masivadan arındırılmış kalb-i selimdir. Her birimizin kalbi var olmasına var ama Rabbimiz, her birimize kalplerimizi sağlam, temiz ve itminan olmuş bir kalbe çevirmemizi ferman buyurur. Onun için Allahu Tealâ peygamberleri birer kalb-i selim numunesi olarak ümmetlerine göndermiştir. İşte tasavvufun ve seyr i sülûkun bir anlamı da kalb-i selime kavuşmaktır.
Tasavvufta seyr i sülûk yapan kimselere mürid, salik, muhib, mürşid gibi makamlar verilir ki, bunlar kazanılmış olan meziyet ve kabiliyetlere göre bazı mertebeleri ifade etmek içindir. Mürid, irade eden, dileyendir. Hakiki müridin iradesi Allah'ın rızasıdır. Kul ne amel ederse etsin en son kavuşacağı makam, "Ey Rabbim! Sen benim maksudumsun. Ancak senin hoşnutluğunu isterim." halidir. Şu halde mürid, Allah yolunda nefsinin iradesini mürşidine, mürşid Rasulullah'a, Rasulullah da Allah'a bağlar.
Ruhumuz Allah sevgisini istemiş, Allah vücudun hayatiyetini ruha bağlamış, ilâhi muhabbetin nurunu ruha koymuştur. Şu halde ruh ilâhi aşkı, kalp de ilâhi huzuru ister. İlâhi huzur ancak Allah ile olmakla mümkündür. Mal, mülk, rütbe, evlat huzur getirmez.
Mehmet Ildırar
XXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXX
Asıl Uğursuzluk Nedir?
Hurafelerin Çaresi İslam'dır
İnsanlığa Yüce Yaratıcı’nın bildirdiği tek kurtarıcı reçete, mukaddes dinimiz İslam’dır. İslam bütün insanlığı sonsuz huzur ve mutluluk iklimine çağırırken, bir yandan da, iman ve ilim rahmetiyle insani özellikleri perdeleyen cehalet ve hurafelerin paslı zincirini kıran tek dindir.
Bugün türlü çalkantıların ortasında kalan insan; imanda, ibadette, ahlakta, ilimde, fikir ve düşüncede İslam’ın emrine girdiği gün, boynundaki kamburu atmış olacak. Ancak bu şekilde gönlündeki fırtınayı durduracak, ruhundaki ızdırabı dindirecektir.
Kesinlikle ifade edelim ki; hakka götüren ilmin rafa kaldırıldığı, doğru fikrin alaya alındığı, iman ve ibadete dayalı ahlakın yıkıldığı, hakkın susturulduğu, her türden menhiyat ve hurafelerin semalarımızı karattığı günümüzde, insanlık için İslam’a dönmekten başka kurtuluş yolu yok!
İnsanı, hayatın her alanında bunaltan sayısız fikri saplantı ve anlamsız davranışlardan kurtaracak tek çözüm de İslam’dır. İnsanlığı imanda sadeliğe ve doğruluğa ulaştırıp, eşsiz bir medeniyet sunan İslam itikat ve ahlakında, hiç bir hurafeye, hiç bir batıl inanca yer yoktur.
Bugün dilek tutma, ağaçlara çaput bağlama, türbelerde mum yakma gibi İslam’la hiç ilgisi olmayan yığınla saçmalık dinimize izafe edilirken, sevgili Peygamberimiz 1400 küsur yıl önceden şöyle sesleniyor:
“Kuş uçurup uğursuz saymak batıldır. Çökmüş çatılara konup öten baykuşların uğursuzluğu da yoktur. Safer ayını uğursuz saymak da yanlıştır.” (Buhari, Müslim)
Başka bir hadis-i şeriflerinde de şöyle buyuruyorlar: “Kuş ötmesinde ve uçmasında uğursuzluk görmek, ufak taşlarla fal açmak, kum üzerine çizgiler çizip bunlardan geleceğe ait hükümler çıkarmak, sihir ve kehanet çeşitlerindendir.” (Ebu Davud)
Bugün şekli farklı olsa da, son derece yaygın olan böyle uygulamaların dinimizle hiçbir alakası bulunmadığını Allah Rasulü (A.S.) işte böyle anlatıyor. Bu türden inanış ve uygulamaların bir kısmının ise, insanı İslam’ın dışına itebileceğini alimler söylüyor.
Yalnızca Hz. Peygamber’in (A.S.) yukarıda geçen iki sözü bile, İslam ve saçmalığın asla yanyana gelemiyecek iki kavram olduğunu yeterince anlatmıyor mu? O halde Alemlerin Rabbi’ne itaati tebliğ edenler, nasıl hurafelere davet etmekle suçlanabilir?
Evet; bugün için de, gelecek zamanlarda da ne dinin kendisi hurafedir, ne de hurafelerle ilgisi vardır! Din, insanın kendisiyle, kâinatla, yaratıcısıyla barışmasıdır. Din huzurdur, mutluluktur.
Allahu Tealâ buyuruyor ki: “Sana Rabbinden ne vahyolunuyorsa ona uy. Şüphesiz ki Allah, ne yaparsanız hakkıyla haberdardır. Allah’a güvenip dayan. Koruyucu olarak O yeter.” (Ahzab/2-3)
Bir başka ayet-i celile de şöyle: “Eğer seni şeytan dürtüp, kötülüğe yönlendirmek isterse, hemen Allaha sığın. Şüphesiz o hakkıyla işiten, kemaliyle bilendir.” (Fussilet/36)
Görülüyor ki, müslümanlar yalnız Allah’a sığınacak, yalnız O’na güvenecekler. Bu güveni hayatlarına nakşetmek için de, O’nun elçisinin ve o elçinin her devirdeki ilim ve terbiye vârislerinin eteğine yapışacaklar.
Kılavuzsuz, pusulasız, kafilesiz, yolculuk nereye götürebilir?
Anlamalıyız ki, en büyük hurafe, en büyük uygunsuzluk Allahu Tealâ’nın emirlerine uymamak, yasakladıklarından kaçınmamaktır. Uğursuzluk baykuşta, karakedide, salı gününde, 13 rakamında değil, Allah’ın emirlerine, Peygamber’in sünnetine tabi olmamaktır. Peygamber’in bugünkü varisleri olan evliyaullahı dinlememektir.
Asıl uğursuzluk, insan olmanın gerçek hazzını tattıran namazı terk etmede, orucu yemede, güç yettiği halde zekat ve haccı görmezden gelmededir.
Asıl uğursuzluk içkide, kumarda, rüşvette, yalan söylemede, iftirada, dedikodu yapmada, fitne ve fesat çıkarmada, başkalarına saygısızlık etmede değil midir? İnsanı ve dünyanın her yerinde toplumları bozup kokuşturan bu davranışlar, ilkellikten başka ne olabilir?
Tekrar söyleyelim; asıl uğursuzluk ve ilkellik, dini yaşamak değil, Kitab-ı Mübin’den, Sünnet-i Seniyye’den yüz çevirmektir.
O halde, artık Yüce Rabbimizin eskimez nizamı İslam’ı iyi öğrenelim. Evimize, iş yerimize, çoluk çocuğumuza, gönlümüze ve bütün hayatımıza İslam’ın lekesiz hakikat mührünü basalım. Batıl inanışların, hurafelerin İslam’la ilgisi olmadığını unutmayalım. İslam’ın saadet düzlüğüne, kalplerimizdeki iman güneşinin aydınlığına yürüyelim.
Kainatın ve insanın hakikatlarına gözünü kapamış bugünkü medeniyet bir ışık ararken, bizler elimizdeki güneşi yitirmeyelim.
Kesinlikle inanalım ve bilelim ki, huzur ve mutluluk iklimine kanat açmanın yolu, insanlığımıza dönmek, Sünneti Seniyye ile yaşamak, Saadat-ı Kiram’ın yolundan gitmektir. Bu dönüş ve vuslatla Allah’ın huzuruna çıkmanızı bütün kalbimle niyaz ederim. Allah’a emanet olun.
M.Saki Erol