İNAN ve Af DİLE
Cenab-ı Mevlâ kitabımız Kur’an-ı Kerim’de mealen şöyle buyuruyor:
“And olsun ki biz, bu Kur’an’da insanlara türlü türlü misali gösterip açıkladık. İnsanın en çok yaptığı iş tartışmadır.
İnsanlara doğruluk rehberi gelmişken onları inanmaktan, Rablerinden mağfiret dilemekten alıkoyan şey; öncekilere uygulananın kendilerine de uygulanmasını veya gözleri göre göre azaba uğramayı beklemeleridir.
Biz peygamberleri ancak müjdeci ve uyarıcı olarak göndeririz. Oysa inkârcılar hakkı bâtılla ortadan kaldırmak için mücadele ederler. Ayetlerimizi ve kendilerine yapılan uyarmaları alaya alırlar.
Rabbinin ayetleri kendisine hatırlatılmışken onlardan yüz çeviren ve önceden yaptıklarını unutan kimseden daha zalim var mıdır? Biz onların kalplerine, bunu anlamalarına engel olan perdeler çektik, kulaklarını da sağırlaştırdık. Sen onları doğru yola çağırsan da asla doğru yola gelmezler.
Bununla beraber Rabbin mağfiret ve merhamet sahibidir. Eğer onları yaptıklarından dolayı hemen hesaba çekmek isteseydi, azaba uğratmakta acele ederdi. Fakat onlar için belirlenmiş bir süre vardır. Ondan kaçıp sığınacak yer bulamazlar.
Haksızlıklarından ötürü işte yok ettiğimiz şehirler! Onları helâk etmek için belli bir zaman tayin etmiştik.” (Kehf 54-59)
Cenab-ı Mevlâ bu ayet-i kerimelerde, özelde iman etmeyip inat edenlere, genelde ise bütün insanlara hitap ediyor ve ibret almamızı emrediyor. Yüce Kitabımız Kur’an-ı Kerim, âlimlerimizin de buyurduğu üzere çok yönlüdür, iç içe derin manalar ihtiva eder. Doğrudan hitap ettiklerinden başka dolaylı olarak da uyardığı yahut müjdeler verdiği kişiler topluluklar vardır. Ayet-i kerimelerin her birini ibret nazarıyla, muhatabını doğrudan kendimiz kabul ederek kalbimizi ve kulağımızı açarak okumamız ve dinlememiz gerekir. Cenab-ı Mevlâ’nın “ayetlerim” buyurduğu kâinat ve içinde olup bitenler de birer ibret vesikasıdır.
Tefsir âlimlerimiz bu ayet-i kerimeleri özetle şöyle açıklamışlardır:
“İnsanları imandan ve istiğfardan alıkoyan şey, öncekilerin âdeti gibi açıkça görecekleri bir mucizeyi beklemeleridir. Böylece onlar, Allah Tealâ’nın önceki toplumları düçar ettiği gibi helak olmayı, açıkça bir azabın gelmesini beklemiş oluyorlar.”
Diğer taraftan bu ayet-i kerimelerde müminler için müjdeler de vardır. Çünkü ayet-i kerimede Allah Tealâ zalimlere mühlet verdiğini ve tayin ettiği vakitte onları cezalandıracağını bildirmekte, müminlerin sabır ve sebat göstermelerini, doğru yoldan ayrılmamalarını emretmektedir.
Bu ilahî kanun tarih boyunca olduğu gibi günümüz müslümanları için de geçerlidir. İslâm’ın garip olduğu Mekke-i Mükerreme günlerinde böyle ayetler müminler tesellisi olmuş, kâfirlerin yüreklerine de korku salmıştır.
Fahr-i Kâinat Efendimiz s.a.v., İslâm’ın garip gelip yine garip olacağını buyurmuştur. Bu hadis-i şerifinin tecellisini yaşadığımız son iki asırda, müminlerin sığınağı, tesellisi Cenab-ı Mevlâ’nın adaletidir.
Bu ayet-i kerimelerde tasavvufî hikmetler, incelikler de vardır: “Allah Tealâ mukaddes kitabında zâhirî ve bâtınî bilgilerden kullarının muhtaç olduğu şeyleri açıklamıştır. Fakat kalplerin mâlâyâni şeylere dalması, boş davaların peşine düşmesi ilahî kitabın sırlarını anlamaktan ve ondaki nice hakikatleri idrak etmekten alıkoymuştur. Kimin kalbi arınmış, saflaşmış olursa, Cenab-ı Mevlâ’nın kelamındaki hakikatleri anlar.
Kalbin manevi kirlerden arındırılıp temizlenmesi, aslî safiyetine kavuşturulması ise özel bir niyet ve çaba gerektirir. Zikir ehli olmayı, Cenab-ı Hakk’ın ve kulların hukukuna riayetle tertemiz bir ahlâka, edebe sahip olmayı lüzumlu kılar. Bu da kâmil rehberlerin terbiyesine girmekle gerçekleşir. Onlar ârifibillah zatlardır. Allah Tealâ’nın emri gelinceye kadar yeryüzünde onlardan muhakkak birileri bulunur.
İbn Acîbe hazretleri şöyle buyuruyor:
“Veli kullar, müminler için bir rahmettir. Cenab-ı Mevlâ onları her devirde gönderir. Onlar insanları ilahî azaptan sakındırarak, ilahî müjdeleri haber vererek, tatlı bir dille sohbet ve uyarı yaparak öğüt verirler. Fakat bazı insanlar onların uyarılarından yüz çevirerek ve sohbetlerinden uzaklaşarak onları ve yaptıkları uyarıları alaya alıp eğlendiler. Allah Tealâ ile ve ayet-i kerimeleriyle uyarılıp da ondan yüz çeviren, ona karşı kibirlenen, bizzat elleriyle yapmış olduğu isyan ve kusurları unutan kimseden daha zalim kimse yoktur. Bunun sebebi, onların kalplerinin üzerine perdelerin çekilmesi, isyan ve günah kirlerinin kalpleri kaplaması, böylece o kalbin hiçbir vaaz ve uyarıyı anlamaması, müjdeleri işitmemesidir. Şayet onları hidayete ve tehlikeden dönmeye çağıracak olsan, ezelde haklarında şekâvet hükmü verildiği için asla hidayet yoluna ulaşmazlar.”
Bu sözlerin aynasında görüyoruz ki ihlâs sahibi müminlerin hali şükür vesilesidir. Oturup kalktığı meclisler, istiğfarlar, tevbe kapısını her çalış şükür sebebidir.
İmam Ebu Abdurrahman es-Sülemî k.s. şöyle nasihat ediyor:
“Ey kerem sahibi kardeşim! Allah Tealâ sana ibadet ve itaat ihsan eylesin. Kuşkusuz, en fazla benim muhtaç olduğum, benden daha muhtaç olan kimseyi bilmediğim şeyleri sana tavsiye ediyorum. Nitekim insanların şekâvet makamına en yakın olanı, öğüt veren fakat öğüt kabul etmeyendir. Cenab-ı Mevlâ’dan O’nun zikrini hakkıyla yerine getirmeyi, gaflet örtüsünü, zan ve kuşku perdelerini kaldırmasını diliyorum.”
Cenab-ı Mevlâ bizlere iman nasip ettiği gibi, daima hayra ve Hakk’a davet eden, kalpleri sahibine bağlayan velî kullarının sohbet meclislerinden ayırmasın. Onların ikaz ve öğütlerine kulak veren kullarından eylesin.
Amin.