Kalpler Allah’ın Zikri İle Huzur Bulur
الَّذِينَ آمَنُوا وَتَطْمَئِنُّ قُلُوبُهُمْ بِذِكْرِ اللَّهِ أَلا بِذِكْرِ اللَّهِ تَطْمَئِنُّ الْقُلُوبُ
“Bunlar, iman edenler ve gönülleri Allah’ın zikriyle huzura kavuşanlardır. Bilesiniz ki kalpler ancak Allah’ın zikri ile huzur bulur.”
(Rad, 23/18.)
İnkârcılar Kur’an’ı mucize olarak kabul etmekten kaçınmakta, onun yerine Hz. Peygamber’e, Hz. Musa’ya ve Hz. İsa’ya verilen mucizeler gibi mucizeler verilmesini istemektedirler. Oysa Allah hidayete erdirmedikten sonra, mucizelerin gönderilmesi onlara bir fayda sağlamayacaktır. Allah’ın hidayete erdireceği kimseler ise dinine yönelenlerdir. (Rad, 23/17.) Söz konusu kimseler ayette şöyle tasvir edilmiştir: “Bunlar, iman edenler ve gönülleri Allah’ın zikriyle huzura kavuşanlardır. Bilesiniz ki kalpler ancak Allah’ın zikri ile huzur bulur.” (Rad, 23/18.)
Yukarıdaki ayet-i kerimede Allah’ın hidayete erdirdiği insanların iki özelliği zikredilmektedir ki bunlardan birincisi iman etmeleri, ikincisi ise Allah’ın zikriyle kalplerinin huzura kavuşmasıdır. Ayette geçen zikir kavramından, öncelikli olarak Kur’an anlaşılmaktadır. Zira Rabbimiz Kur’an’ı “zikir” olarak isimlendirmiştir. (Hicr, 15/9; Enbiya, 21/50.) Kur’an, herkesin müşahede edebileceği, kıyamete kadar baki bir mucizedir. Ondan daha büyük bir mucize olmadığını bildiklerinden, müminlerin kalpleri Kur’an ile huzur bulur. Kur’an’ı okuyup ondaki uyarıları düşündüklerinde, Allah’ın haşyetinden endişe ve ürperti duyarlar. Sonra Kur’an’da zikredilen rahmeti ve mağfireti hatırlamakla kalpleri huzura erer. (Zümer, 39/23.) Ayette geçen zikir kavramının Kur’an olarak anlaşılması, ayetin öncesi ile de uyumludur. (Rad, 23/17.) Bununla beraber “Allah’ın zikri” ifadesi mutlak olarak kullanıldığından, hem Kur’an’ı hem de bu konuda zikredilen diğer görüşleri kapsayacak bir ifadedir. (Alusi, Ruhu’l-Meani, XIII, 149.)
Zikir kavramından, ikinci olarak mutlak anlamda Allah’ın zikredilmesi anlaşılır. Allah’ın hidayete erdirdiği kullar iman ve zikir ile O’na yöneldiklerinde, esenlik ve dinginlik duygusu onları kaplar. Çünkü dünyanın türlü gam ve kederine, çeşitli acı ve ıstıraplarına karşı, yanlarında seslerini duyan, dua ettiklerinde dualarına icabet eden Rablerini bulurlar. (Mümin, 40/60; Bakara, 2/186.) O’nun himayesine girmiş, dünyadaki bütün kudret sahiplerinin önünde küçüldüğü kudretine sığınmışlardır. Artık dünyevi musibetler onları teslim alamaz. İman ve zikir kapılarından geçip sığındıkları sağlam kaleye, yalnızlık, endişe, kaygı, üzüntü, korku gibi duygular girmeye bir menfez bulamaz. Allah’ın zikri ile dopdolu kalplerinde, olumsuz duygulara yer kalmaz. Zikir sayesinde kalpleri sevinçle dolar, ilahi rahmetin ve mağfiretin bahşettiği umut ile hayata bakarlar. İnkârcılar ise tam tersi bir yaklaşıma sahiptirler. (Zümer, 39/41.)
Allah’ın zikri, O’nu dil ile zikretmeyi de kapsar. Çünkü zikrin dil ile icra edilmesi, ilahi gözetim altında olduğuna dair kalpleri uyanık tutar. (İbn Aşur, et-Tahrir ve’t-Tenvir, XIII, 138.) Dolayısıyla onlar tesbih, tahmid ve tekbir gibi lafızlarla sürekli Allah’ı zikrederek huzura giden yolu adımlarlar. Bununla birlikte kalplerin gerçek anlamda huzur bulduğu zikir, kalpten çıkmayan, sadece dil ile tekrarlanan zikir değildir. Kalplerin huzur bulduğu zikir, imanın sıcaklığını taşıyan, yakini bilginin kuvvetini barındıran, kendisi ile duyguların harekete geçtiği, gönüllerin ısındığı zikirdir. Bu yüzden ayet-i kerimede zikirden önce imana yer verilmiştir. Çünkü zikrin temeli ve kaynağı iman olmalı; zikir, imana dayanmalıdır.
(Abdülkerim el-Hatib, et-Tefsiru’l-Kur’ani li’l-Kur’an, III, 111.) Allah’ın zikrine başka anlamlar da verilmektedir. Bunlar, O’nun varlığına ve birliğine delalet eden delilleri görmek, beşer takati üstündeki mucizelere şahit olmak, ayetlerini tefekkür etmek, kudretinin kemalini idrak etmek, üzerlerindeki Allah’ın lütuf ve nimetini, O’nun kendilerine olan vaadini hatırlamak şeklinde ifade edilebilir.
Kalplerin Allah’ın zikri ile huzur bulduğu hakikatinin önemini ifade etmek için, bu husus sonraki cümlede tekrar vurgulanır. Bir uyarı (tembih) edatı ile başlayan cümle şöyledir: “Bilesiniz ki kalpler ancak Allah’ı anmakla huzur bulur.” Bu cümlede, söz konusu hakikatin genelliği, eşsizliği ve sürekliliğine işaret edilmektedir ki bunlar şöyle sıralanabilir: Birincisi, bu hakikat, mümin yahut kâfir, tüm insanlar için geçerlidir. Yani bütün kalpler Allah’ın zikri ile huzura kavuşur. “Kalp” kelimesinin genellik ifade edecek şekilde çoğul olarak gelmiş olması (el-kulüb) buna delalet etmektedir. İkincisi, kalpler dünyevi hiçbir şeyle gerçek anlamda huzura erişemez. Onları huzura eriştirecek olan sadece Allah’ın zikridir. “Allah’ın zikri ile” ifadesinin cümledeki yerinin öne alınmasından (takdim-tehir) bu anlaşılmaktadır. Üçüncüsü, zikir her yenilendiğinde huzur da yenileneceğinden, böylece huzurun sürekli olacağında şüphe bulunmamaktadır. Ayette fiilin (huzur bulur) iki defa ve her defasında da geniş zaman kalıbıyla gelmiş olması bu anlama işaret etmektedir. (İbn Aşur, a.g.e., XIII, 138; Ebu Zehre, Zühretü’t-Tefasir, VIII, 3946.)
Netice olarak günümüz insanı yaşadığı hayat tarzının etkisiyle, stres, sıkıntı, yalnızlık, ruhi bunalım gibi çeşitli sorunlarla karşılaşmakta, onları aşmak için de çareler aramaktadır. Bu arayış sırasında bazen, kötü duyguları kontrol etmek, iç huzurunu yakalamak gibi gerekçelerle Hint ve Uzak Doğu kaynaklı dinlerin yöntemlerine yönelmekte; bazen de modern hurafecilerden, istismar şebekelerinden medet umar hâle gelmektedir.
Oysa yüce dinimizin inanç ve ibadet esaslarına samimiyetle bağlı olan bir müminin bu tür yollara ihtiyaç duyması söz konusu değildir. İşte bu çerçevede yukarıdaki ayet, kalp huzuruna ulaşmanın yolunu göstermektedir. Mümin, gerek Kur’an’ı okuyarak, gerekse genel olarak Allah’ı zikrederek, varoluşunun anlamını idrak eder, hakikate vasıl olur, şek ve şüphelerinden kurtulur. Zikir, onun için geçmişin üzüntülerine, geleceğin endişelerine bir kalkan; ruhundaki yaralara bir merhem, gönlüne esen bir meltem olur. O belli bir sayı, belli bir zaman ile sınırlamaya; araya aracılar sokmaya ihtiyaç duymaksızın, hayatını zikir ile yoğurarak iç huzurunu yakalayabilir. Rabbimiz bu hakikati idrak edenin doğru yolu bulup mutluluğa erişeceğini, ona aldırmadan hayat sürenin sıkıntılı bir hayat ve kötü bir akıbetle karşılaşacağını haber vermektedir. (Taha, 20/123-124.)