MÜ’MİNLERİN ALLAH’U TEALA İLE YAPTIĞI KARLI ALIŞVERİŞ
Hak ve batıl arasındaki mücadele, Allah-u Teâlâ’nın insanlar henüz ruhlar âleminde iken, kendisine itaat ve hâkimiyetini kabul için “misak” alarak, “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” sorusuna insanoğlunun, “Evet, sen bizim Rabbimizsin” (A’raf Suresi, 172) cevabını vermesi, O’nun yegâne güç ve hüküm sahibi olduğunu kabul etmesi ve “emanet”i yüklenmesiyle başlamıştır. Bunun için, “Ne zamandan beri Müslümansın?” sorusuna, “Kalûbelâ’dan beri” deriz.
Bu kabul ediş aslında insanoğlunun dünya hayatında, yaratılış safhasında Rabbine verdiği söze uygun hareket etmesi gerektiğinin adıdır. Yine yaratıcının hükümlerine itaat etmeyi ve O’nun hâkimiyetine ram olarak hayatını devam ettirmeye söz vermesidir. Kaldı ki insanoğlunun “emanet”i yüklenmesi ve Rabbinin otoritesini kabul etmesi icbârî değil, iradîdir. Bu konuda Kur’an-ı Kerim’de, “Şüphesiz biz emaneti göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar onu yüklenmek istemediler, ondan çekindiler. Onu insan yüklendi. Çünkü o çok zalimdir, çok cahildir” (Ahzab, 72) buyrulmaktadır.
Kur’an-ı Kerim’de Allah-u Teâlâ’nın insanı şerefli yarattığına işaret edilerek şöyle buyrulur: “Andolsun ki, biz insanoğullarını şerefli kıldık, onların karada ve denizde gezmesini sağladık, temiz şeylerle onları rızıklandırdık, yarattıklarımızın pek çoğundan üstün kıldık” (İsra, 70).
Genel olarak insanoğlu şerefli yaratılmışken özel olarak da Müslümanlar daha faziletli ve hayırlıdır. Bu konuda Kur’an-ı Kerim’de, “(Ey Muhammed ümmeti)! Siz beşeriyet (insanlık) için meydana çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz; iyiliği emreder, fenalıktan alıkoyarsınız ve Allah’a imanınızda devam edersiniz…” (Al-i İmran, 110) buyrulmuştur.
Müslümanlar, insanlık içinden çıkartılmış en hayırlı ümmet olma vasfını, Allah’a iman etmek, otoritesini kabul etmek, nizamını yeryüzüne hâkim kılmak ve iyiliği emredip kötülükten alıkoyarak adaleti tesis etmekle elde ederler. Müslüman, bezm-i elestte yani ruhlar âleminde verdiği misaka (söze, antlaşmaya) uyarak faziletli olur.
Kendi iradesiyle emaneti yüklenen ve ruhlar âleminde Rabbine söz veren insanın, misakına uyup emanete sahip çıkması halinde yaratılmışların en şereflisi (İsra, 70) olarak cennetle mükâfatlandırılacağı Kur’an-ı Kerim’de, “Kim Allah’a ve Peygamberine itaat ederse Allah onu altlarından ırmaklar akan cennetlere koyar…” (Nisa, 13) anlatılmaktadır. Misakını unutup emanete hıyanet edenlerin ise “belhumadal” yani hayvanlardan daha aşağı (A’raf, 179, Furkan, 44) olarak cehennemle cezalandırılacağı, “İnkâr eden ve ayetlerimizi yalanlayanlara gelince, işte onlar cehennemliktir” (Maide, 10) ayetinde açıkça belirtilmektedir.
Hak ve batıl mücadelesinde “izzet ve şerefin Allah’ın yanında yer almak” (Nisa, 139) olduğunun farkına varan Müslüman, Allah yolunda kâfirlerle mücadele ve cihat ederek, Allah’la kârlı bir alışveriş yaptığını bilmelidir. Kur’an-ı Kerim’de bu alışveriş şöyle anlatılmaktadır: “Şüphesiz Allah, müminlerin canlarını ve mallarını, kendilerine vereceği cennet karşılığında satın almıştır. (Onun) Tevrat’ta, İncil’de ve Kur’ân da (anılan bu vaadi), kendi üzerinde hak bir vaattir. Allah’tan daha ziyade sözünde duran kim olabilir? O halde, yaptığınız bu hayırlı alışverişten dolayı sevinin. İşte en büyük saadet budur” (Tevbe, 111).