Kulun Sahip Olduğu Tek Şey Rabbidir
Dünyanın ne olduğuna dair bilgilerimiz var. Fakat bilmek kadar esas olan bir başka şey, bildiğinin gereğini yapmaktır. Zira amel olmadan bu konudaki bilgi eksik kaldığı gibi esasen zaten insan bildiklerinin gereğini yapmaktan mesuldür.
Konumuza dönersek, dünyanın imtihan olduğunu biliyoruz. Geçici olduğunu da. Buradaki her şeyin fani olduğuna da iman ediyoruz. Zaten kendimiz fani isek zaten diğer her şey de fani değil midir?
Biz fani isek ve de sahip olduklarımız da fani ise esasen sahip olduğumuz hiçbir şey yoktur. Niye bunu söylüyoruz?
Malımızı kaybettiğimiz için üzülüyoruz.
Sevdiklerimizden ayrılınca üzülüyoruz. Sevdiğimiz şeylerden uzak kalınca da üzülüyoruz.
Onurumuz ve şerefimiz için yaşıyoruz bazen ve onları da kaybedince hayatı kaybettiğimizi düşünüyoruz.
Tabi ki ahlakımızı, ismimizi, onurumuzu, malımızı ve sevdiklerimizi koruyacağız. Tabi ki bu nimetlerden helal olanları hakkımız. Lakin tüm bunlar, Allah’ın bize yüklediği sorumluluktan daha büyük ve daha fazla önemli değildir. Bütün bunları kaybetmekten daha çok imtihanı kaybetmekten ve hesap vermekten korkmalıyız. Ve asıl önemli olan, bunları bize veren de alan da yüce Mevlâ’dır. O verdi ise hayır vardır. Aldıysa da muhakkak bir hikmet vardır.
Bunları kaybedince üzülebiliriz. Kederlene de biliriz. Zira kuluz ve aciziz. Kulun derdini ve kederini Rabbine şikâyet etme hakkı vardır. Lakin isyan etme hakkı yoktur. Allah’tan ümit kesme hakkı ise hiç yoktur.
Fakat burada da aşırıya gitmemek gerekiyor. Zira Mevlâ, bize bazı şeyler vermiştir ve bu şeylerden de sorumlu tutmuştur. Verdiği nimetlerin hem hesabı vardır hem de sorumlulukları vardır ve bu sorumlukların da ayrıca hesabı bulunmaktadır.
Yani bizim sahip olduğumuz şeyler, Mevlâ’nın verdiği kadardır. Yani O nasip ettiği için sahibiz. Dahası O verdiği için almama ya da hakkını vermeme gibi bir tercihimiz de yoktur.
Tarihe bakarsak nice peygamberin; kavmi tarafından en rezil iftiralara uğradığını, yerinden ve yurdundan uzaklaştırıldığını, ailesi ve sevdikleri tarafından terk edildiğini hatta ihanete uğradığını, hatta birçok peygamberin kendi insanları tarafından ihanet ve başka yüz kızartıcı suçlarla itham edilip şehit edildiğini görüyoruz. İşkenceye uğrayan ve hapse atılan nice peygamber de vardır.
Onlar, itibar ve canlarını kaybedebiliyor ve ihanete uğrayabiliyorsa; bizim başımıza bu dünyada her şey gelebilir. Bu dünyada herkes herkese her şeyi yapabilir. Bunu, yapılanları meşru göstermek için söylemiyoruz. Her şeye hazır olmak için söylüyoruz.
Ahirette rahat etmek isteyene burada rahat yoktur. Cennet isteyenin bedel ödemesi gerekir. Hele yüksek derece isteyenlerin her an her türlü belaya hazır olmaları gerekir.
Peki değer mi? Tüm bunlar niçin? Biz ne zaman huzura erip rahat bir nefes alacağız?
Dünyada emekli olup rahat etmek için yıllarca çalışıyoruz. Oysa buradaki emeklilik kaç sene sürecek?
Dünyada birkaç yüz metre kare ev için nice bedeller ödüyoruz. Oysa biz ölmesek de o ev bir süre sonra yıkılıp gitmeyecek mi?
Bir kızın peşinde koşuyor biriyle evlenmek için nice şeyleri göze alıyoruz. Oysa bu evleneceğimiz kişinin bir gün bize ihanet etmeyeceğine hatta düşman olmayacağına dair bir güvencemiz yoktur. Dahası birimiz ölünce diğerimiz onunla ölmeyecek. Ya da birimiz diğerinin yerine cehenneme gitmeyi göze alacak mı?
Oysa cennette yorulmak yok. Üzüntü yok. İhanet yok. Ağlamak yok. Ayrılmak yok. Fena yok.
Demek ki değermiş.
Dünyada dahi birazcık dinlenince yorgunluğu unutuyoruz. Özür dilendiğinde ve iyi niyet gösterdiğinde her şeyi affediyoruz ve unutuyoruz.
İnşallah bir gün rızayı ilahiye mazhar olduğumuzda tüm bunları unutacağız.