* FANİ DUNYA FORUM HABERLER


Gönderen Konu: Müminin Hedefi Allah Rızası  (Okunma sayısı 279 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı gurbetciyim

  • Global Moderator
  • *****
  • İleti: 2330
Müminin Hedefi Allah Rızası
« : Ocak 01, 2020, 09:20:41 ÖÖ »
Müminin  Hedefi Allah Rızası

Dinin esasını Allah-kul ilişkileri oluşturur. Kul, kendisini ve her şeyi yaratan Allah’ı bilecek, onun iradesi doğrultusunda hareket edecek; Allah da kula her iki dünyada mutlu bir hayat bahşedecektir. Kulun bu sonucu elde etmesi için tek şart, Allah’ın rızasını/hoşnutluğunu kazanmış olmasıdır.

Allah rızasını kazanmanın en kestirme yolu, hayata bütünü ile O’nun istediği biçimi vermektir. O’nun boyası bütün yapılıp edilenlerde hâkim renk olmalıdır. Böyle bir tabloyu oluşturmanın “teknik talimname”si Kur’an ve sünnettir. Kur’an, insanı en doğru olan yola götürür ve iyi işler yapanlara büyük mükâfatı müjdeler, aykırı gidenleri ise akıbetleri hakkında uyarır. (İsra, 9) Hz. Muhammed (s.a.s.) de bu yoldaki en güzel kılavuz ve örnektir. (Mümtehine, 6) Kur’an’ın sunduğu pek çok cennet tasviri, ebedî hayatın üstünlüklerini dile getiren anlatımlar Allah rızasını kazanma yolunda sunulmuş teşviklerdir.
Ancak, yücelmiş ruhlar için bu tür teşviklerin taşıdığı değer “ikinci plânda”dır. Çünkü onlar bilirler ki asıl hedef, asıl mükâfat “cemal”i müşahede etmektir. İşte bundan sonra Yunus’u dinlemek anlamlı olacaktır: “Sûfilere sohbet gerek / Ahîlere ahret gerek / Mecnunlara Leylî gerek / Bana seni gerek seni.” (Yunus Emre, Divan, F.K. Timurtaş, s.153)

İslâm ahlâkı Allah rızasını bütün eylem ve davranışların hedef ve amacı, Allah’a hesap verileceği gerçeğini de ahlâkî yaptırımın kaynağı olmasını ister. Kur’an öğretilerinin tamamı bu amaca hizmet eden bir yapıya sahiptir. Hz. Aişe anlatıyor: “Bir gece Resülullah’ı secde hâlinde gördüm, şöyle dua ediyordu:

“Allahım! Gazabından rızana, cezalandırmandan affına, senden yine sana sığınırım. Seni gereği gibi övemem. Sen kendini övdüğün gibisin!” (Müslim, Salât, 223)

Kur’an’ın getirdiği, “Allah iman edenlerin dostudur.” (Bakara, 257; Al-i İmran, 68) yargısı Yaratıcı-kul ilişkilerinin çok özel bir niteliğine vurgu yapıyor: “Dostluk.” Bu, özellikle Allah cihetinden kula doğru bir yönelişi ifade eden bir dostluktur. Dostluk, tarafların karşılıklı hoşnutluk halinde olmalarını gerektiriyor. Mümin cihetinden bu ilâhî iltifata verilecek karşılık, kulluk bilincini her yönü ile ortaya çıkaracak bir tutum ve tavır olmalıdır. Kul, Allah’ın hükümlerinin doğru olduğunu gönülden kabul edip bunlara boyun eğecek, ilâhî tedbir ve tasarrufların yerinde ve mutlaka bir hikmete dayalı olduğunu bilecektir. Kendinin zayıf bir varlık olduğu, ilâhî yardıma her bakımdan muhtaç bulunduğu bilinci de bu süreci tamamlayan önemli bir unsurdur. Sonuçta kalbin mutlak kudret sahibi Allah’a teslimiyet hali gerçekleşir. Kalbin ulaşacağı bu yüksek manevî yapı, hayatın sayısız zorluklarını “kolay” kılar, “salih ameller”in önündeki maddî ve manevî engeller böylece aşılır. Bu gerçekleşince ilâhî rıza tecelli edecektir. Bu bakımdan Allah’ın rızasına kavuşmanın ön şartı; kulun, Allah’ın tasarruflarına razı ve teslim olmasıdır diyebiliriz. Böyle bir “ortam”da geçekleşecek “salih ameller” (Allah’ın iradesi yönündeki tüm davranışlar) Allah’ın rızasını getirecektir.

Kur’an salih amel kavramını çok geniş bir kapsamla sunarsa da, hayata “Allah’ın boyasını vuracak” belli başlı ameller çeşitli vesilelerle ön plâna çıkarılır. Salih ameller, başta şekli din tarafından belirlenmiş namaz, oruç, hac ve zekât gibi muayyen ibadetler ile sabretmek, …gaibi ahlâkî davranışlar bunların başında gelir. ”Onlar, Rablerinin rızasına ermek için sabreden, namazı dosdoğru kılan, kendilerine verdiğimiz rızıklardan gizli olarak ve açıktan Allah için harcayan ve kötülüğü iyilikle ortadan kaldıranlardır. İşte bunlar için dünya yurdunun iyi sonucu vardır” ayetinde bunun örneklerini görüyoruz. (Ra’d, 22) Ancak Allah rızası kavramı ile bir arada en çok zikredilen salih amel “infak”tır. Başta zekât olmak üzere, bütün “sadaka” türlerini içine alan infak kavramı, müminin dünyaya ve dünyalığa bakış açısını tanımlayan bir kıstas niteliğindedir. “Hayır olarak ne harcarsanız, kendiniz içindir. Zaten siz ancak Allah’ın rızasını kazanmak için harcarsınız. Hayır olarak her ne harcarsanız -hiç hakkınız yenmeden- karşılığı size tastamam ödenir.” (Bakara, 272) Hz. Peygamber konuyu daha elle tutulur hale getiriyor: “Eşinin ağzına koyduğun lokmaya varıncaya kadar, Allah’ın rızasını kazanmak amacı ile yaptığın her harcama sebebi ile mükâfatlandırılacaksın.” (Buhârî, Menakıbu’l-Ensar, 49) Akrabaya, yoksula ve yolcuya hakkını vermek, Allah’ın hoşnutluğunu kazanmak isteyenlerin gözetmeleri gereken görevlerdir. (Rum, 38) “Allah’ın rızası babanın rızasındadır.” (Tirmizi, Birr, 3) hadisi daha da özele inerek, babanın rızası kazanılmadan Allah’ın rızasının kazanılamayacağına işaret ediyor. Cennetin annelerin ayakları altında olduğunu ifade eden hadis de (Nesâî, Cihad, 6) aynı gerçeği anne-çocuk ilişkileri açısından ortaya koymaktadır.

Salih amellerin Allah rızasını kazanmaya vesile olmasının kaçınılmaz şartı ihlâstır. İhlâs, yapılan işi “halis”/katkısız kılmak demektir. İster özel anlam ile ibadetler olsun, ister gündelik hayatımız gereği yaptığımız yararlı işler olsun, bizi amellere yönelten temel etken Allah’ın rızasını kazanma niyet ve arzusu olmalıdır. Şeklen ne kadar mükemmel olursa olsun, arka plânında başka amaçlar bulunan işler Allah katında hiçbir fayda sağlamayacaktır. Zira “Ameller ancak niyetlere göre değerlendirilir.” (Buhari, İman, 1) Dinin hayata aktarılması sürecinde niyetin Allah rızasına yönelik olması halini Kur’an, “dinin Allah’a has kılınması” olarak niteliyor: “Şüphesiz, sana bu Kitabı hak ile indirdik; öyleyse sen de dini yalnızca O’na halis kılarak Allah’a ibadet et. (Zümer, 2) Yaptıklarınla Allah’ın rızasını ararken Kur’an rehberin olsun. Çünkü “Allah onunla rızası peşinde olanları selâmet yollarına iletir.” (Maide, 16)

İslâm’ın altın nesli olan sahabiler Kur’an’ın bütün öğretilerini gönülden benimsemişler, bu öğretileri Allah rızasını hak etme uğurunda olanca içtenlikleri ile uygulamaya çalışmışlardı. Ancak İslâm karşıtları savaşla, baskı ve işkence ile olduğu kadar, psikolojik savaş yolu ile de onları durdurmaya çalışıyorlardı. Rivayete göre, Hz. Ebubekir, Bilâl-i Habeşî’yi efendisinden satın alıp hürriyetine kavuşturunca müşrikler, “Ebubekir Bilâl’den gördüğü bir iyilik karşılığında onu azat etti” diyerek bu büyük sahabinin yaptıklarında samimi olmadığını söylemek istemişlerdi. Bunun üzerine şu ayetler inmiştir:

“O, hiç kimseye karşılık bekleyerek iyilik yapmaz. (Yaptığı iyiliği) ancak yüce Rabbinin rızasını istediği için (yapar). Elbette kendisi de hoşnut olacaktır.” (Leyl, 19-20)

Aynı temel yaklaşımın, tüm müminlerin ortak tutumu olması gerektiğini ifade etmek üzere yine onlar üzerinden buyruluyor ki: “(Onlar yedirdikleri kimselere şöyle derler:) “Biz size sırf Allah rızası için yediriyoruz. Sizden bir karşılık ve bir teşekkür beklemiyoruz.” (İnsan, 9)

Bir savaşta Hz. Ali (r.a.) savaşta bir müşriği altına almış onu öldürmek üzere idi. Tam bu sırada müşrik Hz. Ali’nin yüzüne tükürdü. Müşrik bunu Hz. Ali öfkelensin ve kendisini daha çabuk öldürsün diye yapmıştı. Ancak müşriğin beklediği olmadı. Hz. Ali onu öldürmekten vaz geçti.

Şaşkınlık içinde bunun sebebini soran müşriğin aldığı cevap şu:

“Ben burada Allah rızası için çarpışıyorum. Sen yüzüme tükürdüğün zaman içimde sana karşı bir nefret hissi belirdi, seni öldürmüş olsa idim Allah için değil de nefsime yapılan hakaretten dolayı öldürmüş olacaktım. Bundan dolayı seni öldürmekten vazgeçtim.”

Müşrik Müslüman olmuştu... (Mevlânâ Celâleddin, Mesnevi, Beyit, 3734)

Olayın tarihi gerçekliği sabit olmasa da, verdiği mesaj İslâm ahlâkının öğrettiği hassas ölçülere işaret etmesi bakımından önemlidir. Abdülbaki Gölpınarlı Şiî kaynaklarına dayanarak olayın vaki olduğunu, anacak Hz. Ali’nin müşriği öldürdüğünü, Mevlânâ’nın ise hikâyenin sonunu farklı şekilde bitirdiği yazar. (Mesnevi ve Şerhi, Maarif Vekâleti yay. I-VI, ist. 1985, I, 631-642)

Unutmayalım ki insan zaaflarla yüklüdür. Bu zaafları telâfi edebilmesi, hemcinslerinin desteğini almasına bağlıdır. Bu hedef yolunda başkalarının takdirini toplayacak tavırlar sergilemeye, onları memnun etmeye çalışır. Bunu yaparken Allah’ın rızasını kazanmaya değil, geçici yararlar uğruna insanları razı etmeye çalışır. Hâlbuki kendisinden beklenen tersini yapmaktır. Muaviye b. Ebi Süyfan Hz. Aişe’ye mektup yazarak “Bana bir nasihat mektubu yaz, uzun olmasın” demişti. Hz. Aişe’nin verdiği cevap şu oldu: “Allah’ın selâmı üzerine olsun. İmdi: Ben, Resülullah (s.a.s.)’ın şöyle dediğini işittim: “Kim insanları kızdırmak pahasına Allah’ın rızana ulaşmak isterse Allah onu insanların vereceklerine muhtaç etmez. Kim de Allah’ı öfkelendirecek bir şey yaparak insanların hoşnutluğunu kazanmaya çalışırsa, Allah onu insanlara terk eder. Allah’ın selâmı üzerine olsun.” (Tirmizi, Zühd, 65)

Gerçek mümin Allah’ın rızasını en ön plânda tutarak bu niteliğini ortaya koymalıdır. Aksi yöndeki tutumlar, söz ve davranışlar arası tutarsızlığın göstergesidir. Münafıklar mümin oldukları konusunda müminleri ikna edip onların hoşnutluğunu güvenini kazanmak için her yola başvuruyorlardı. Gözden kaçırılan nokta ise, Allah’ın her şeyden haberdar olması idi. İşte bu noktada Kur’an devreye girerek gerçeği ve olması gerekeni ortaya koyuyordu:

“Sizi razı etmek için, Allah’a yemin ederler. Eğer gerçekten mümin iseler (bilsinler ki), Allah ve Resulü’nü razı etmeleri daha önceliklidir.” (Tevbe, 62)

Bir hadiste Müslümanlara; yükselecekleri, yücelecekleri, yardım görecekleri ve yeryüzünde sağlam tutunacakları müjdesi verildiği bildirilmektedir. (Beyhaki, Ahmed b. Hüseyin, Şu’abu’l-İman, I-VII, Dâru’l-Kütübi’l- İlmiye, Birinci Baskı, Beyrut, 1410/1990, VII, 2) Ancak bu müjde “Din samimiyettir.” (Buharî, İman, 42) ilkesine uyulması şartı ile kayıtlıdır. Bunu söz konusu hadisin sonun yer alan şu ifadeden anlıyoruz: “Onlardan kim ahiret işini dünya menfaati için yaparsa onun ahirette hiçbir nasibi yoktur.” (Beyhaki, Şu’abu’l-İman, VII, 2)

İslâm büyükleri gerek yaşayışları ile gerekse nasihat ve söylemleri ile ebedi mutluluğun anahtarı olan Allah rızasını kazandıracak bir hayat tarzını tavsiye etmişlerdir.

Hâtem el-Esam (v. 237/851) diyor ki: “Dört konuda müstakim olan kişi Allah’ın rızasına gark olur: Allah’a güvenmek, tevekkül, ihlâs ve marifet. Bunların hepsi Allah’ı bilip tanımak (marifet) ile tamam olur. (Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliya, (I-X, Dâru’l-Kütübil İlmiye, Birinci Baskı, Beyrut,1418/1997, VIII, 78)

Hamdûn Kassâr’a (271/884) sorulur:

“Selef’in sözü neden bizim sözümüzden daha faydalı oluyor?”

“Çünkü onlar İslâm’ın şerefi/izzeti, nefislerin kurtuluşu ve Rahman’ın rızası için konuşmuşlardı. Biz ise nefsimizin izzeti, dünyalık elde etmek ve halktan kabul görmek için konuşuyoruz.” (Beyhaki, Şuabü’l-İman, V, 348)

Allah rızasını kazanmak, temelinde samimiyet ve dürüstlüğün yer aldığı salih ameller örgüsüdür. “Dosta giden kişinin doğruluktur çaresi” (Yunus Emre) sözü bize bu gerçeği anlatıyor.

Müminin nihaî amacı Fecr suresinin 29. ayetindeki şu hitaba hak kazanabilmektir:

“Sen O’ndan razı, O da senden razı olarak Rabbine dön!”

Çevrimdışı gurbetciyim

  • Global Moderator
  • *****
  • İleti: 2330
Ynt: Müminin Hedefi Allah Rızası
« Yanıtla #1 : Ocak 01, 2020, 09:29:17 ÖÖ »
En Büyük Değer - Allah’ın Rızasını Kazanmak

İnsanı yücelten, değerli kılan, kendi menfaati ve çıkarı için yapmış olduğu şeyler değil, hasbî olarak, Allah rızasını kazanmak için yapmış olduğu ibadetleridir, işleridir, tutum ve davranışlarıdır. Nitekim Yüce Rabbimiz Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurur:

“İşte ben sizi ateş saçan bir aleve karşı uyardım. O ateşe, ancak dini yalanlayıp yüz çeviren kötüler girer. Ama Allah’a karşı gelmekten çok sakınan ve gönlünü arındırmak için Allah yolunda mal harcayan ise ondan uzak tutulur. O, verdiğini kendisine yapılan bir iyiliğin karşılığı olarak vermez. Verdiğinden ötürü hiç kimseden mükâfat da beklemez. Sadece ve sadece Yüce Rabbinin rızasını kazanmak için verir. Ve elbette kendisi de ahirette Rabbinin kendisine vereceği nimetlerden dolayı razı ve hoşnut olacaktır.” (Leyl, 14-21)

Meallerini kaydettiğimiz bu ayetlerde iki zıt örneğe dikkat çekilmektedir:

Birincisi; Yüce Allah’ın göndermiş olduğu dini, koymuş olduğu ilâhî hükümleri yalan sayar, ona inanmaz, ondan yüz çevirir, kendi heva ve hevesine uyar. Neticede cezasını bulur, hak ettiğini çeker.

İkincisi ise; Allah’ın göndermiş olduğu dine inanır, ona karşı gelmekten sakınır, malını başkalarına gösteriş için değil, sırf Allah rızası için sarfeder, bununla içini dışını temizlemek, kötü duygulardan, fena tutum ve davranışlardan arınmak, böylece Allah’ın rızasını kazanmak ister. Neticede O’nun rıza ve hoşnutluğuna nail olur.

İki davranış biçimi

Bu iki tür davranış biçimi elbette bir değildir; biri Allah’ın rızasını elde eder, hoşnutluğunu kazanır, diğeri ise azabını, gazabını. “Allah’ın rızası yolunu tutan, O’nun rızasını elde etmek için gayret gösteren kimse, Allah’ın gazabına uğrayan ve varacağı yer cehennem olan kimse gibi midir? O ne kötü varılacak yerdir.” (Al-i İmran, 161)

Yüce Rabbimiz, kendi rızası için çalışan, kendi rızası için iyilik yapan ve güzel davranışlar içerisinde bulunan kullarını övmekte ve onlara mükâfat vereceğini vaadetmektedir: “İnsanlardan öylesi de vardır ki, Allah’ın rızasını kazanmak için kendisini feda eder. Allah kullarına çok şefkatlidir.” (Bakara, 207)

Nisa suresinin 114’üncü ayetinde sadaka vermek ve insanlar arasını düzeltmek gibi birtakım iyiliklerden bahsedildikten sonra; “Kim bu iyilikleri Allah’ın rızasını kazanmak için yaparsa biz ona büyük bir mükâfat vereceğiz” buyrulur.

Bütün peygamberler Allah’ın rızasını kazanmak için olanca güçleriyle çalışırlar, çaba gösterirler, ayrıca bu hususta kendilerini muvaffak kılması için Allah’a dua ederlerdi. Kur’an-ı Kerim’den öğrendiğimize göre Hz. Süleyman şöyle dua ediyordu: “Ey Rabbim! Beni; bana ve ana-babama verdiğin nimetlere şükretmeye ve razı olacağın yararlı işler yapmaya sevket ve beni rahmetinle salih/yararlı işler yapan kullarının arasına kat.” (Neml, 19)

Peygamber Efendimiz de Allah’ın rızasını her şeyin üstünde tutar, ümmetine de bunu kazanmanın yollarını gösterirdi. Bir hadis-i şeriflerinde bizi Allah’ın rızasını kazanmaya götürecek davranışları beyan ederek şöyle buyurmuştur:

“Şüphesiz ki Allah Teâlâ üç şeyi yapmanıza razı olur, üç şeyi yapmanızdan da hoşlanmaz:

1- Ona ibadet etmenize,

2- Hiçbir şeyi ortak koşmamanıza,

3- Hep birlikte Allah’ın ipine sarılıp tefrikaya düşmemenize razı olur.

1- Dedi kodu yapmanızdan,

2- Lüzumsuz çok soru sormanızdan,

3- Malı ziyan etmenizden de hoşlanmaz. (Buhari, İstikraz, 19, Edeb, 2; Müslim, Akdiye, 10, 12, 13)
Hz. Ebubekir

Sahabe-i kiram da Allah rızası için çalışır, O’nun rızasını her şeyin üstünde tutarlardı. Rivayete göre Hz. Ebubekir’in güçsüz, düşkün köle ve cariyeleri hürriyetlerine kavuşturmak için mal sarfettiğini gören babası:

“Ey oğul! Görüyorum ki zayıf olanları kurtarıyorsun. Eğer sağlam ve genç olanlar için aynı malı sarfedersen onlar senin için bir güç olur” dediği zaman, Hz. Ebu Bekir şöyle cevap vermiştir:

“Ey babacığım! Ben Allah katındaki mükâfatı bekliyorum.” İşte yukarıda meallerini kaydettiğimiz Leyl suresinin 14-21’inci ayetleri böyle bir olay üzerine inmiştir. (Mevdudi, Tefhimü’l-Kur’an, VII, 149)

Peygamber Efendimiz’in hazarda ve seferde müezzini olan Bilâl-i Habeşî ilk Müslümanlardandı. İslâma girdiği zaman azılı müşriklerden Ümeyye b. Halef’in kölesi idi. Müslüman olduğu için kendisine çok eza ve cefa yapıyordu. Bunu gören Hz. Ebubekir, Bilâl’i efendisinden satın alarak hürriyetine kavuşturmuştu. Bilâl Peygamber Efendimiz’e son derece bağlı idi. Onu bütün benliği ile aşk derecesinde severdi. Onun için Hz. Peygamber’in vefatından sonra sevgilisinden ayrı olarak Medine’de yaşamaya tahammül edemiyordu. Halife Hz. Hz. Ebubekir’den, müezzinlikten affını dileyerek Medine dışına gitmek istemişti. Hz. Ebubekir onun Medine’yi terk etmemesi için ne kadar ısrar etmişse de Bilâl:

“Eğer beni Allah için azat ettin, hürriyetime kavuşturdun ise bırak istediğim yere gideyim, yok eğer kendin için azad ettinse beni yanında alıkoy” demişti. Hz. Ebubekir onu elbette Allah rızası için azat etmişti, başka türlüsü düşünülemezdi. Onun için Bilâl’e:

“İstediğin yere git” buyurmuş, o da Şam’a gitmiş, cihadla meşgul olmaya başlamıştı. (Zehebî, Siyer, 1, 357)

Kanunî’nin cevabı

Tahsin Ünal “Osmanlılarda Fazilet Mücadelesi” isimli eserinde (s. 93) Büyük Türk Hükümdarı Kanunî Sultan Süleyman zamanında cereyan etmiş şöyle ibretli bir olay anlatır:

Belgrat’ın zaptında ve Mohaç Meydan Muharebesi’nde bulunarak mühim hizmetler ifa etmiş olan meşhur Bali Bey, 1531’de Kanunî’ye bir mektup yazarak hizmetlerini sayıp dökmüş, bütün bunlara mukabil kendisine bir tuğ verilmesini istemişti. Kanuni de, Bali Bey’e:

“Din-i İslâm ve devlet-i âli-yi Osman için yaptığın hizmetler yanımızda zayi olmamıştır. Berhüdar olasız, Allah sizden razı olsun. Hizmetlerinize mukabil tarafımızdan bir tuğ verilmesini istiyorsunuz. Biz size bir tuğ değil, emirü’l-ümeralık vermekte tereddüt etmeziz. Lâkin bunlar ile gururlanma. Her şeyi Allah’tan, her şeyin Allah’ın olduğunu bil. Her şeyi bizim rızamızı değil, Allah’ın rızasını tahsil için yap. Sakın hataya düşüp de biz fani kullardan bir şey isteme hatasını irtikap etme ve kendini yanımızda küçültme ve kimsenin minneti altına girme” diye cevap vermiştir.

En büyük arzu

Kulun en büyük arzusu Yüce Allah’ın rızasını kazanmak olmalıdır. Allah’ın rızası her şeyin üstündedir. Kur’an’ın ifadesiyle: “Allah’ın rızası her şeyden büyüktür.” (Tevbe, 72) Sahabe-i kiramdan Ebu Said el-Hudrî (r.a.) Allah Resulünün şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

Yüce Allah cennet ehline:

“Ey Cennet ehli!” diye hitabeder. Onlar da:

“Buyur ya Rabbi, emrini yerine getirmekle mesut oluruz” derler. Yüce Allah:

“Size verilen bu nimetlerden razı mısınız?” der. Cennet ehli:

“Nasıl razı olmayalım ki, sen bize yaratıklarından hiçbirine vermediğin nimetleri verdin” derler. Cenabı Hak:

“Size bundan daha faziletlisini vereyim mi?” buyurur. Onlar:

“Ey Rabbimiz, bundan daha üstün ne olabilir?” derler. Bunun üzerine Cenabı Hak:

“Size rızamı indireceğim/sizden razı olacağım ve bundan sonra ebedi olarak da size gazap etmeyeceğim” buyurur. (Buhari, Rikak, 50; Müslim, Cennet, Bab, 3)

İşte bunun içindir ki Allah’ın yüce kulları hep O’nun rızasını aramışlardır. Onlar ne varlığa sevinirler, ne yokluğa yerinirler, Allah’ın rızasıyla avunurlar, gayeleri Allah’ın rızasını elde etmektir. Yunus Emre ne güzel söylemiş:

“Ne varlığa sevinirim, ne yokluğa yerinirim

Aşkın ile avunurum, bana seni gerek seni.

Yunus durur benim adım, gün geçtikçe artar odum.

İki cihanda maksudum, bana seni gerek seni.”

Biz ibadet ve diğer işlerimizi Allah rızası için yapar, neticede Allah’ın takdirine rıza gösterirsek Allah da bizden razı olur. O bizden razı olunca bizi mükâfatlandırır ve razı eder. Onun için Kur’an-ı Kerim’de Allah’ın iyi kullarından bahsedilirken: “Allah onlardan razı olmuş, onlar da Allah’tan razı olmuştur.” buyrulur. (bk. Maide, 119; Tevbe, 100; Mücadele, 22; Beyyine, 8)

Rıza nedir?

Rızanın bir başka boyutu da, Allah’ın emri, takdiri karşısında kulun itirazsız boyun eğmesi demektir. Hakka teslim olmuş bir kul başına gelen her şeye rıza gösterir, bunu “lütfun da hoş, kahrın da hoş” diyerek kabul eder, itiraz etmez, sızlanmaz, Hakkın hiçbir tecellisinden şikâyetçi olmaz. Şair ne güzel söylemiş:

“Hoştur bana senden gelen,

Ya gonca gül yahut diken,

Ya hil’at ü yahut kefen,

Lütfun da hoş, kahrın da hoş.”

Büyük mutasavvıflardan Ebubekir Şiblî hapiste bulunduğu sırada dostları kendisini ziyaret etmeye gelirler. Şibli onlara:
“Siz kimsiniz?” diye sorar. Onlar da:

“Biz senin arkadaşların ve dostlarınızız.” derler. Bunun üzerine Şiblî onları taşlamaya başlar. Kaçtıklarını görünce de:
“Sizi gidi yalancılar, dost olduğunuzu söylüyorsunuz, ama taşlarıma dayanamıyorsunuz.” diye karşılık verir. (H. Kamil Yılmaz, Tasavvuf ve Tarikatlar, s.176)

Yüce Rabbimiz cümlemizi rızasına uygun hareket edip kendilerinden razı olduğu kullarından eylesin.

 


* BENZER KONULAR

Allah’ı Ne Kadar Seviyoruz Gönderen: anadolu
[Bugün, 08:40:07 ÖS]


Böyle Sevdik Gönderen: anadolu
[Bugün, 08:35:30 ÖS]


Dostluk Üzerine Gönderen: anadolu
[Bugün, 08:27:16 ÖS]


Sevmek-Sevilmek Gönderen: anadolu
[Bugün, 08:21:12 ÖS]


Sermayemiz takvamız olsun Gönderen: anadolu
[Bugün, 08:14:00 ÖS]


Bize De Dua Yâ Rasulallah (S.A.V) Gönderen: anadolu
[Bugün, 08:09:36 ÖS]


Çoban Deyip Geçmeyelim 2 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 08:04:55 ÖÖ]


Çoban Deyip Geçmeyelim 1 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:57:14 ÖÖ]


Yabancılaşmadan Değişmek ve Gelişmek Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:44:43 ÖÖ]


Suriye Olaylarının Perde Arkasında Neler Var 8 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:34:29 ÖÖ]


O insanı Yetiştiremezsek 1 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:25:16 ÖÖ]


Mutluluğun Sırrı Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:12:56 ÖÖ]


Murada Ermek İçin Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:07:00 ÖÖ]


Bize Kalana Bakın Siz Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 06:02:09 ÖS]


Âlemler O’na Hayran Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:34:39 ÖS]


Dünya Nedir Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:25:53 ÖS]


Gönül Allah (CC) 'ta Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:22:44 ÖS]


İmani olgunluğun sırrı - Teslimiyet Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:15:04 ÖS]


İnsanın Manevi Yapısı (Ruh, Kalb, Akıl ve Nefs) İle İlgili Meseleler Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:06:24 ÖS]


Esat Kabaklı - Sürgün - 320 KBPS Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 04:50:26 ÖS]