2-3 Yaş Zorunlu Eğitim!
“Okul öncesi eğitimi zorunlu hale getiriyoruz. Öğrenciler 2-3 yaşından itibaren eğitime başlayacak ve okul ortamına alışacak.” diye Başbakanlık resmi twitter hesabından bir açıklama yapıldı. Bu açıklamanın en can alıcı ve acıklı noktası ise 4+4+4 den sonra bunun en büyük reform olduğu aldanmacasıydı. Evet bu kim veya kimlerin projesi ise ortada ciddi bir aldanmaca var.
Bir değişiklik reform olarak sunulabilmesi için onun bilimsel ve toplumsal olarak kanıtlanmış bir sonucu, istifade edilmiş bir faydası veya mevcut durumda benzerlerinin olumlu geri bildirimleri olması gerekir. Şuan okul öncesi eğitim kurumlarının hangisine bakarsak bakalım gerek çocuklar gerek veliler ciddi manada sorunlar yaşamakta, çoğu insan çalıştığı için mecburiyetten bu kurumları tercih etmektedir.
Amaç bir binada çocukları toplayıp anne baba rahatça işlerine gitsin, işi olmayan evde kafa dinlesin ise evet sadece bu iki amaç için ciddi bir reformdur(!). Zaten bu halen mevcut olmakla birlikte isteğe bağlı olarak yıllardır ülkemizde uygulanmaktadır. Yani daha 6 aylıkken başlayarak çocuklar kreşlerde ömür geçirmektedirler.
Yok efendim olur mu ince motor işleyecek, kaba motor gelişecek, kendini ifade edecek, özgüven kazanacak, kendi ayakları üzerinde duracak, hayata daha birikimli başlayacak vs vs mı diyorsunuz? Bunların hepsi “davranışçı” yani çocuğa davranış kazandırmak için gösterilen hedeflerdir.
Halbuki doğumdan üç buçuk – dört yaş dönemine kadar çocuğun his edinim dönemidir. Çocuk bu yaşlarda bir takım hissler biriktir. Bu hisler onun mizacı ile paralel bir şekilde gelecekte ona; güvenli, güvensiz, yeterli, yetersiz, değerli, değersiz, atılgan, çekingen, cesur, ürküntülü, sevimli, kaygılı vs vs bir bakış, bir duruş ve bir yaşam kazandıracaktır. İşte tüm bu saydıklarım arasında ki en iyileri anne/bakıcı ile nitelikli ve kaliteli birebir zamanlar geçirerek kazanır çocuk. 2-3 yaşından başlayarak zorunlu eğitim görerek, anneden veya tek bir bakıcıdan uzakta kazanması çok zor, eksik ve yetersiz olacaktır.
Bir bakın bakalım mevcut okul öncesi ve ilkokulda ki eğitim sistemine. Öğrencilere yaklaşım ödül-ceza-mahrumiyet-koşul üzerine kurgulanmıştır.
Yani çocuk uslu durdu ödül ver, hareketlendi ceza ver.
Çocuk güzel resim yaptı sticker ver, yapmak istemedi teneffüse çıkarmamakla, sınıfta tek başına kalmakla arkadaşlarından mahrum etmekle tehdit et.
Eğer sessiz kalırsanız herkese çikolata diye rüşvet ver, çok konuşursanız bahçeye çıkamazsınız diye kaygılandır.
Çocuğa sınıfta anlatamadığın dersi anneye babaya havale et, o da çocuğu ile yaka paça olsun.
Biraz hareketlendi diye çocuğu hiperaktif diye etiketle, yönlendir uyuşturucu haplara. Çocuk saf saf hareketsiz dursun bir kenarda.
Temel eğitim sisteminin hali bu kadar içler acısı iken, çözüm yaşlara göre kategorilere ayırıp bir de zorunlu hale getirmek değil, direk eğitimcileri eğitmektir. Bu ülkede en büyük eğitim sorunu, eğitimcilerin “iş bulamadık bari öğretmen olalım” mantığı ile eğitimci olmaları sorunudur. Sadece KPSS puanı ile atanabilecekleri basit bir meslek değildir öğretmenlik. Para için değil, değerler için yapılan bir meslektir öğretmenlik. Yetenek, bilgi, beceri, öğretme aşkı ve öğrenme aşkı ile yanıp tutuşmaktır öğretmenlik.
Yılarca eğitimde reform diye diye hep değişen müfredat ve dönüştürülmeye çalışılan öğrenciler olmaktadır. Eğitimde zorunluluk yaşını aşağı çekmek, 5+3+3 den 4+4+4 e almak ya da daha aşağı yaşları zorunlu hale getirmek; eğitimcilerin zihniyetini değiştirmeden eğitimde dönüşümü ve değişimi gerçekleştiremez.
Neyi zorunlu hale getirirseniz getirin, hangi yaştan başlatırsanız başlatın, eğitimcileri eğitmeden, değişim gerçekleşmez. Aksine daha beter bir kısır döngüye girilir. Pavlov’un köpeğine uyguladığı deney gibi davranışçı ekol yani ödül-ceza ile demokratik ve özgür bir gelecek oluşturmak ham hayalden öte gidemez.
Çocuğun özgüven kazanabilmesi, yapabilme becerisi geliştirebilmesi, kendini ifade edebilmesi, var olan potansiyelini ortaya çıkarabilmesi ancak “ödülsüz-cezasız-mahremiyete dikkat eden” eğitim sistemi ile gerçekleşir. Ödül-ceza olmadan çocuğun iç motivasyonunu harekete geçirerek, dışarıdan ise sadece şartlarını buna uygun hale getirip merak duygusunu tetikleyerek; çocuğun potansiyeli ortaya çıkarılabilir.
Tüm bunları daha somut hale getirebilmek için var olan temel eğitim sistemini tam gün hale getirmek veya emzik çağında eğitime almaya çalışmak yerine; öğretmenleri yarım gün eğitim verdikten sonra belli branş veya birikimlerine göre bir araya getirmek gerekir. Burada branş ve birikimlerine göre öğretmenlerin beyin fırtınası yaparak, “acaba ödül-ceza-mahrumiyet uygulamadan kendi branşımdaki derslerimi merak uyandıracak şekilde nasıl öğrencilerime aktarabilirim” diye birbirleri ile aylarca istişare yapabilecekleri ortamlar oluşturulmalıdır.
Çocuğun gönlüne girmeden zihnine bir şey yerleştirilemez. Eğitimci kendini sevdirmeden sorumlu olduğu dersi öğrencisine sevdiremez. Merak uyandırmadan anlattığı derse heves ve istek uyandıramaz. Tüm bunlar bu beyin fırtınalarında konuşulup tek tek uygulanabilirliği tartışılıp nitelikli hale geldikten sonra gerisi çok kolay bir şekilde uygulamaya kalacaktır.
Apar topar milyonlarca para ve binlerce derslik açmak yerine, daha az masrafla öğretmenleri bir araya getirip çözüme ulaşmak mümkündür. Eğer bu ilke insanına gerçekten okul öncesi eğitim ile alakalı faydalı bir reform yapılmak isteniyorsa:
Çalışan anneye ücretli/ücretsiz izni daha fazla senelere çıkarmak,
Çalışmayan ev hanımları için maddi desteği arttırmak,
Tüm anne babaların çocuk eğitiminde daha nitelikli kazanımlar elde etmesine vesile olmak gerekir.
Kuru bir eleştiri değil, ülkem adına gelecek adına kaygılarım tüm bunlar. Yaşadığım şehirde inanın “ödül ceza uygulamayan, mahremiyete dikkat eden, çocuğun var olan potansiyelini onun gönlüne girerek ve onunla sıcak bir bağ kurarak ortaya çıkarabilecek” eğitim kurumu bulmakta zorlanıyorum. Bulamıyorum dersem abartmışta olmam. Böyle bir insanın feryat ve acizane tespitleri olarak görün bunları.
Gelin ne olur çocukları bir şekle zorlamaya sokmak yerine, eğitim sistemini eğiticilerin/öğretmenlerin üzerinden geliştirelim ve değiştirelim.
Öğrencilerin yaşıyla, girdikleri ders saatiyle, okuyacakları ders adediyle oynamaktan vazgeçelim. Bunları aktaran değerli eğitimci arkadaşların zihniyet dönüşümüne ihtiyaç var. Bunu sağlayabilirseniz müfredat, saat veya yaş sorun olmayacak her şey kendiliğinden yerli yerine oturacaktır. Zorunlu ya da tam gün haline getirseniz de getirmeseniz de öğrenci-veli-öğretmen ilişkisi bunu kendi arasında sağlam bir zemine oturtacaktır.
Yeni nesil anne babaları daha ana kucağındayken çocuğunu nasıl daha nitelikli ve kaliteli eğitimle buluşturabilir bunun arayışı içerisinde. Fakat yöntem ve usullerde sorun yaşıyor. Çocukla yaka paça hâle geliyor. Bir de devlet olarak bu hâli daha da zor zaman ve zeminlere taşımayalım. Aksi halde ödev, baskı, zorlama, ödül, ceza, mahrum etme ile daha nice zihinleri köreltmeye ve imha etmeye devam edeceğiz. İstesekte istemesekte!
Ebubekir Ertem.