HANIM SAHABİLER
Dünyanın yarısı erkek, diğer yarısı da kadındır. Eğer bir dâvâ sadece erkekler yahut sadece kadınlara hitap eder, yalnız bir tarafın dertlerini çözmeyi hedefleyerek onların emek ve gayretleriyle büyümeye çalışırsa, tıpkı tek kanatla uçmaya çalışan bir kuş gibi olur.
Dinimiz, kadın ve erkeği bir bütünün birbirini tamamlayan iki parçası olarak görmüş, onları Allah huzurunda birbirinden ayrı tutmamıştır. Kadın veya erkek; îman, ibadet, ahlâk, takvâ ve hukuk açısından farklı sayılmamış, birisi faziletli kabul edilirken öbürü hakir görülmemiştir. Fizikî özelliklere ve yaratılıştan gelen bazı farklara göre, mesûliyet ve vazifelerde ilâhî bir taksim yapılmış, ama bunda da tam bir adalet ve insaf gözetilmiştir.
Câhiliye devrinin ve kıyamete kadar bütün câhiliye dönemlerinin değişmeyen anlayışı olan “zayıfları ezmek” düşüncesi, İslâm’ın kesinlikle yasakladığı bir uygulamadır. O yüce din, tam aksi istikamette toplumun en zayıf kesimleri olan fakirleri, yetimleri, kadınları, yaşlıları, köle ve hizmetçileri ayrı ayrı ele almış, onların “insan” ve “Allâh’ın kulu” olmak bakımından zengin ve itibarlı kimselerden hiç farkı bulunmadığını ortaya koymuştur. Toplumun güçlü kesimlerini, bunları bakıp gözetmekle sorumlu tutmuştur.
İslâm’ın adâlet ve merhametle dolu bu anlayışı sebebiyle, bu dînin ilk mensupları umûmiyetle zayıflar, fakirler, bîçare ve kadınlar olmuştur.
Kendini insanların üstünde gören kibirli ve müstağnî kimseler ya çok geç vakitte İslâm’la şereflenmiş ya da bu nîmetten tamamen mahrum kalmışlardır.
Kadının mîzâcına hitap eden, ona hürmet ve muhabbetle muâmele etmeyi emreden dînimiz, asr-ı saâdet çağında birbirinden fedakâr ve kahraman hanımlarla doludur. Onlar, Hazret-i Sümeyye ve Hazret-i Nesibe gibi canlarını, Ümmü Süleym ve Safiyye vâlidemiz gibi evlâtlarını bu uğurda seve seve feda etmişlerdir.
Onların gönüllerindeki îman çağlayanı, küfrün bitmeyen inat, intikam ve işkence ateşini söndürmüş; tek kişiyle başlayan nübüvvetin bütün dünyaya yayılmasına bütün varlıklarıyla hizmet etmişlerdir.
Ashâb-ı kirâmın o mübârek hanımları, çöllerde işkence gördüklerinde, develerle parça parça edildiklerinde hep:
“-Lâ ilâhe illallâh, Muhammedü’r-Rasûlullah!” demişlerdi.
Onlar, yurtlarını terk edip hicret ederken, beylerinden, evlatlarından, âile ve yuvalarından ayrılırken de Peygamber Efendimiz’e teslim olmuşlardı.
Savaşlarda hem ön saflarda, hem de cephe gerisindeki hizmetlerde kadınlar vardı. Peygamber Efendimizin en küçük bir tehlikeye düşmemesi için, abi, kardeş, evlât, baba, koca kim varsa hepsini cepheye gönderen, bununla da yetinmeyip ellerine ne geçirirlerse Allah Rasûlü’nün etrafında pervane olanlar da onlardı.
Onlar, Akabe’de canla başla Peygamberimizi şehirlerine davet eden, bu uğurda gerekirse ölümü göze alan kadınlardı. Onlar, umreye niyetle yola çıkılmasına rağmen savaş ihtimali çıkınca, Peygamber Efendimizin etrafında pervane olan, Rıdvan Ağacı’nın altında biat eden kadınlardı.
Peygamber Efendimizi canlarından çok seven, mallarını İslâm uğrunda tamamen tüketen Hazret-i Haticeler, kasıp kavuran açlık ve yokluktan geçtiği hâlde “Âh” etmeyen çilekeş hanımlardı.
Rabbimiz, onların îman, hizmet, takvâ ve cihad şuurundan bizlere de hisseler nasip etsin.
Amin.