SAHÂBENİN HANIM YILDIZLARI
Her biri uzun tecrübelerden süzülerek gelen atasözlerimizden biri de, “Yuvayı dişi kuş yapar.” sözüdür. Yıllar sonra uzman psikolog, sosyolog ve âile danışmanlarımız bunu, “kadınların duygusal zekâlarının daha güçlü olduğunu” ifâde ederek te’yid edip desteklemişlerdir.
Dînimiz ise kadına, “anne” ve “zevce” kimliği üzerinden farklı bir değer vererek onu dâimâ yüceltmiştir. Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, hem söz ve hem de davranışlarıyla kadınlara üstün bir mevkî sahibi olduklarını göstermiştir. Kız çocuklarını diri diri toprağa gömülmekten kurtarmış, “utanılacak bir varlık” olarak görülme yerine, anne-babalarını cennete götürecek bir vesîle olduklarını ifâde etmiştir. Hayatın pek çok sahasında, fıtratlarına uygun işlerle meşgul olmalarını teşvik etmiş, onların ilim, eğitim, hizmet ve takvâda gelişmeleri ile yakından ilgilenmiştir. Cihad meydanlarına elinde kılıçla iştirak eden kadınlar bulunduğu gibi, hemşirelik, aşçılık vb. geri hizmetlerde bulunan kadınlar da vardı. Peygamber Efendimiz, kendi zevcelerinden bazılarını da kur’a ile cihad meydanlarına götürürdü.
Peygamber Efendimiz’in hayatında kadının müstesnâ bir yeri vardır. O, erkeğin hemen yanı başında, hayatın içindeydi. Evde, çocuk bakım ve terbiyesinde bulunduğu gibi, elinin emeği ile geçinme telâşında, cihad meydanında, mescidde, ilim ve zikir halkasında idi. Bütün bunları yaparken ihtilâta, fitneye düşmez, haram-helâl sınırlarına âzamî dikkat ederdi.
Abdullah ibni Mes’ud -radıyallâhu anh- sahabî hanımlarının bir özelliğini bize şöyle rivayet eder:
“Ashâb-ı kiramdan biri evine girdiği zaman hanımı ona derhal şu iki suâli tevcih ederdi:
1-Bugün kaç âyet nâzil oldu?
2-Allah Rasûlü’nün hadislerinden ne kadar ezberledin? Lütfen ezberlediğin âyet ve hadisleri bana da öğret!”
Sahâbîler, sabahleyin evlerinden çıkarken de hanımları şu sözlerle onları yolcu ederdi:
“-Allah’tan kork; haram kazanma! Zira biz dünyada açlığa sabrederiz, fakat kıyamet gününde cehennem azâbına sabredemeyiz!”[1]
İşte o yıldız hanımlardan bazıları:
İbadetlerine Çok Önem Veren
Hâlide binti Esved
Peygamber Efendimiz’in muhterem teyzelerinden Hâlide binti Esved, müşrik bir babanın kızı ve putlara tapan bir hanım olarak büyümüştü. Yeğeni doğduktan sonra O’na ayrı bir düşkünlüğü olmuş, ama çevresinden çekindiği için uzun müddet İslâm’a girememiş, O’nu kalbi ile desteklemişti. Babasının vefatından sonra îman etmiş ve özellikle ibadetlerine düşkünlüğü ile tanınır olmuştu.
Bir gün Medîne-i Münevvere’de Hazret-i Âişe -radıyallâhu anhâ-’nın evine ziyarete gitmiş, namaza durmuşken Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- onu görmüş ve kim olduğunu sormuştu. Hazret-i Âişe -radıyallâhu anhâ-:
“-Teyzelerinizden Hâlide binti Esved’dir.” diye cevap verince; Efendimiz çok sevindiğini bildirerek:
“-Ölüden diri çıkaran Allâh’ı noksan sıfatlardan tenzih ve tesbih ederim.” buyurmuştu.
Sevgili teyzesinin Medîne’ye gelmesine sevindiği kadar îman etmesine ve huşû ile namaz kılmasına çok sevindiğini bildirmişti. Halide binti Esved’in ibadetlerine olan düşkünlüğü, ahlâkına da yansımış; çevresine, sâliha bir hanım olarak örnek olmuş ve İslam’ın yayılmasına hizmet etmiştir.
Dünyayı Hiçe Sayan Âile, Ebû Zer ve Hanımı Ümmü Zer
Ümmü Zer el-Gıfâriyye -r.anhâ-
Ümmü Zer -radıyallâhu anhâ-, Ebû Zer -radıyallâhu anh-’ın hanımıdır. Birlikte âhiret hedefli, zühd ve takvâ eksenli bir hayat yaşadıkları için ihtiyaçtan fazla dünyalık bir şeye sahip olmamışlar, sade bir hayat yaşamışlardır.
Ümmü Zer, müslüman olmadan önce Gıfaroğulları içinde putlara en çok ibadet eden bir kadın olarak tanınırdı. Kabilenin bütün evlerinde muhakkak birer put bulunduğu hâlde, en büyük put, Ümmü Zerr’in evinde idi. Her gün evindeki putları temizler, düzenler, karşılarında hürmet ve tâzimde bulunurdu.
Bir gün Ebû Zer, putlara yiyecek getirmek için yanlarına geldi. Tazim ve takdiste bulunup önlerine içmesi için süt koymuşken bir köpek gelip sütü içip ayağını kaldırarak putun üzerine bevletti. Bu manzarayı izleyen Ebû Zerr’in beyninde şimşekler çaktı ve gönlünde hidâyet kıvılcımları parladı. Olup biteni Ümmü Zerr’e anlatınca onun da inanç dünyası alt üst oldu. Ebû Zer, Mekke’deki hidayet güneşinden haberdar olunca yerinde duramadı. Bir an önce O’nunla görüşmek için can attı. Müslüman olduktan sonra da kabilesini tek tek îmâna dâvet etti ve hepsinin müslüman olmasına vesîle oldu.
Daha sonra hanımıyla birlikte Medîne’ye gelerek Peygamber Efendimiz’in yanında yaşamaya başladılar, birçok hadîs-i şerîf rivayet ettiler. Peygamber Efendimiz’in vefatından sonra, Şam’a gidip İslâm’ı burada yaşayıp tebliğ ettiler. Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, bu mutlu âile hakkında, Hazret-i Âişe Annemize:
“-Ben senin için Ebû Zerr’in Ümmü Zerr’e davrandığı gibi davranıyorum!” buyurmuştur.
Hayâ ve Sabır Timsali
Ümmü Süleym binti Milhan
Peygamber Efendimiz’e on yıl hizmet etmekle şereflenen Enes bin Mâlik’in annesi ve Peygamber Efendimiz’in süt teyzesidir. Sahâbenin meşhurlarından Ebû Talha’nın hanımıdır. Peygamberimizin uğrunda şehid olan meşhur sahâbî Hiram bin Milhan, onun erkek kardeşi ve Kıbrıs Adası’nın fethi sırasında şehid olan Ümmü Haram’ın da kız kardeşidir. Müslüman olmadan önce kendi kabilesinden Mâlik bin Nadr ile evlenmiş ve ondan Enes isminde bir oğlu olmuştu.
Ümmü Süleym, Medîne’de İslâmiyet yayılmaya başladığı zaman ilk îman edenlerdendi. Fakat kocası Mâlik, müslüman olmamıştı. Ümmü Süleym, müslümanlığı kabul edip Peygamberimiz’e îman etmesi sebebiyle kocası ona kızdı ve darılarak Şam tarafına giderken yolda vefat etti. Bir müddet oğlu Enes’le birlikte dul olarak yaşadıktan sonra Medîne’de okçuluğu ile meşhur olan Ebû Talha, ona evlenme teklifinde bulundu. Ebû Talha zengin ve hatırı sayılır bir kimse olmakla beraber henüz müslüman olmamıştı. Ümmü Süleym, Ebû Talha’ya ancak müslüman olduğu takdirde kendisiyle evleneceğini bildirdi. Ebû Talha, bir müddet sonra müslüman oldu ve evlendiler. Bu evlilikten yedi veya dokuz tane oğulları olmuş ve hepsine Kur’ân-ı Kerîm’i ezberleterek hâfız yapmışlardır.
Ümmü Süleym, dînine son derece bağlı ve sabırlı bir kadındı. Ashâbın diğer hanımları gibi, Uhud Savaşı’na katılmış ve önemli hizmetlerde bulunmuştu. Peygamber Efendimiz, çok kere süt teyzesi Ümmü Süleym’in evine teşrif etmiş, istirahat buyurmuş, O’na ve çocuklarına hayır duâlar ederek ev ahâlisi için bereket dilemiştir. Nitekim Hazret-i Enes bin Mâlik için yapmış olduğu “ömrünün hayırlı ve uzun, mal ve evlâdının çok ve bereketli olması” duâsı vesîlesiyle Enes bin Mâlik, 103 yaşına kadar yaşamış; rivayetlere göre, 78 erkek, 2 kız olmak üzere 80 evlâdı olmuştur. Ayrıca sayılamayacak kadar mala sahip olmuştur. Hazret-i Ömer’in halifeliği sırasında, halka fıkıh öğretmek için Basra’ya gidip 710 senesinde orada vefat etmiştir.
Peygamber Efendimiz; kendi eşleri dışında Medîne’de kendisine hizmet eden Enes’in annesi Ümmü Süleym dışında başka bir hanımın evine tek başına girmezdi. Zira Ümmü Süleym, Peygamber Efendimiz’in süt teyzesi olurdu. Allah Rasûlü’ne onu ziyaretin sebebi sorulunca:
“-Ben ona şefkat borçluyum. Çünkü kardeşi Hiram bin Milhan, Bi’r-i Maûne’de benim askerimle birlikte iken şehid edildi.” buyurmuştur.
Ümmü Süleym çocuk terbiyesi hususunda üstün bilgi sahibiydi. Çocukları çok güzel terbiye eder ve yetiştirirdi. Oğlu Hazret-i Enes:
“-Allah Teâlâ, anneme en güzel şekilde mukâbelede bulunsun. Bana çok iyi baktı, çok güzel yetiştirdi.” buyurmuştur.
Ümmü Süleym hadis ilminde de çok bilgi sahibiydi. Birçok dînî meseleyi halleder, sahâbenin çözemediği mahrem sorulara cevap verirdi. Allah ondan râzı olsun, kendisinden çok sayıda hadis rivâyeti yapılmıştır.
Seksen Altı Yaşında Kıbrıs Askeri
Ümmü Haram
Peygamber Efendimiz’in anne tarafından yakın akrabası ve süt teyzesidir. Efendimizin duâsına mazhar olmuş ve katıldığı Kıbrıs Seferi sırasında şehâdete ulaşmıştır.
Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- savaş zamanları dışında hicretin ilk günlerindeki heyecanını yaşamak için her hafta Kuba Mescidi’ne gider, yolunun üzerinde bulunan Ümmü Haram’ın evini ziyaret ederek orayı şenlendirir, gönlünü alır, bazen de öğle uykusuna yatardı. Hazırlanan yemeklerden yer ve ona duâ ederdi.
Bu ziyaretten büyük bir şeref duyan ve ziyaret gününü hasretle bekleyen Ümmü Haram, büyük bir mutluluk duyar, Peygamber Efendimiz gelmediği zamanlarda sıkıntı duyarak Medîne’ye yönelir, O’nu hasretle beklerdi. Peygamber Efendimiz bu mübarek kadının evinde uyuduğu bir günde tebessümle uyandı. Ümmü Haram merak edip sebebini sorunca, Efendimiz:
“-Rüyamda ümmetimin gazilerini gördüm. Tahtlarına oturmuş padişahlar gibi denizde savaşarak yollarına devam ediyorlardı.” diye buyurdu.
Rüyadan heyecanlanan Ümmü Haram, onlardan biri olmayı arzuladı ve kendisi için duâ etmesini istedi. İsteğini ve duâ talebini kabul eden Peygamber Efendimiz:
“-Beraber olacaksın!” müjdesini verdi.
Ümmü Haram, bu hâdiseden yaklaşık kırk sene sonra, 86 yaşında zevci olan Ubâde bin Sâbit refâkatinde Kıbrıs’ın fethine katılarak Peygamber Efendimiz’in müjdesine nâil olmuştur. Ümmü Haram, sefer boyunca çekilen sıkıntı ve ilerlemiş yaşına rağmen büyük bir gayret göstermiş, mücahitler için büyük bir şevk kaynağı olmuştur. İslâm ordusunun karaya çıktığı bir zamanda, bineğinden düşüp şehidlik mertebesine yükselmiştir.
Ümmü Haram, İslâmiyet’in zuhûrundan evvel Amr bin Kays ile evlenmiş, Medîne’de İslâmiyet’in yayılmaya başladığı ilk yıllarda müslüman olmuştur. Kocasını da İslâmiyet’e davet etmiş, fakat eşi îman etmeyip dâveti reddedince bir müşrikle hayatını sürdürmek istemediğinden, ondan ayrılmıştır. Bir süre sonra sahabenin önemli isimlerinden Ubâde bin Sâmit ile evlenmiştir.
Cesur Savaşçı
Safiye binti Abdülmuttalib
Hazret-i Hamza’nın kız kardeşi, Zübeyr bin Avvam’ın annesidir. Câhiliye devrinde Hâris bin Harb ile evlenmiş, ondan bir oğlu olup Hâris vefat ettikten sonra Hatice Annemizin kardeşi Avvam bin Huveylid ile evlenmiştir. Bu evlilikten Zübeyr, Saib ve Abdülkâbe isimli üç çocuğu dünyaya gelmiştir.
Hanım sahâbîler arasında harbe iştirak eden, cesaret ve şecaat sahibi ilk mücahide hanımdı. O, “müşrik bir erkeği öldüren ilk müslüman hanım” olarak tarihe geçmiştir. Şöyle ki, Peygamber Efendimiz Uhud Harbi’ne çıkacağı zaman âilesi ve akrabası bulunan bütün kadın ve kızları toplayıp Medîne’deki köşklerin en sağlam ve en yükseği olan Hassan bin Sâbit’in evine yerleştirmişti. Yaşlı ve sakat olduğu için de Hassan’ı savaşa götürmeyip evde bırakmıştı.
Uhud Harbi kızıştığı zaman bir yahudi, kadınların bulunduğu eve yaklaştı. Bunu fark eden Hazret-i Safiye, Hassan bin Sâbit’e durumu bildirdi. Hassan bin Sâbit, hem yaşlı, hem de rahatsız olduğu için:
“-Ey Abdülmuttalib’in kızı, Allah seni esirgesin. Ben onun yanına inecek kadar kuvveti kendimde bulsaydım Uhud’a gider, müşriklerle savaşırdım!” demesi üzerine Hazret-i Safiye bir çadır direğini alıp yahudinin başına indirdi. Yediği darbe neticesinde yahudi, bir daha ayağa kalkamadı ve öldü.
Böylece büyük bir baskın tehlikesini önleyen Hazret-i Safiye, sonra evin en yüksek yerinden harp meydanını gözetlemeye başladı. Müslümanların gevşediğini görüp mağlubiyet haberleri gelmeye başlayınca, eline kılıcını alıp birkaç kadınla Uhud’a gitti. Bir elinde kılıç, diğerinde mızrağı ile canhıraş savaşırken kardeşi Hamza’nın şehid olduğunu öğrendi. Yanına yaklaşınca vücudunun parçalandığını gördü; büyük bir sabır ve teslimiyetle:
“-Biz Allâh’ın kullarıyız ve O’na döneceğiz!” âyetini okudu.
Hazret-i Safiye, metâneti ve kahramanlığı yanında şâirliği ile de tanınmıştı. O korkusuz bir yüreğe sahip olduğu kadar, ince ruhlu ve şiir söylemeye kabiliyetli bir hanımdı. Peygamber Efendimiz’in vefatı üzerine yazmış olduğu şiir çok kıymetlidir.
Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in, “İlk olarak akrabalarını uyar” emri üzerine yaptığı toplantıda Hazret-i Safiye ve oğlu Zübeyr hiç tereddüt etmeden müslüman olmuşlardı.
Annesinin eğitimi ve titizliği ile Zübeyr, genç yaşta İslâm’ın kahraman bir fedâîsi olmuştur. Peygamber Efendimiz’in; “Her peygamberin havârisi/yardımcısı vardır. Benim de havârim Zübeyr’dir.”[2] iltifatına mazhar olmuştur. Sağlığında cennetle müjdelendi.
Sevgili halası Safiye -radıyallâhu anhâ- gayretleri neticesinde hayatta iken cennetle müjdelenen on sahâbîden birinin annesi olma şerefini elde etti.
Zorlu ve Sıcak Hicret Yürüyüşünde Dahî Oruç Tutan
Ümmü Eymen
Peygamber Efendimiz’in, “Annemden sonra annemdir.”[3] buyurduğu mübarek kadın... Sahabe kadınlarının arasında özel bir yeri bulunan mûtenâ insan…
Ümmü Eymen hayatını Peygamber Efendimiz’in en yakınında geçiren bahtiyar insanlardan biridir. Gençlik yıllarında Habeşistan’dan Mekke’ye câriye olarak getirilmiş, Peygamberimizin babası Abdullah’ın yanında çalışmıştı. Abdullah, Âmine ile evlendikten sonra onlara hizmet etmeye devam etmiş, Abdullah vefat edince bütün sevgisini ve hizmetini Âmine’ye devretmişti.
Peygamber Efendimiz’in dünyayı teşriflerinin ardından ise, kendini Abdullah’ın yetimi Peygamber Efendimiz’e adamıştı. Efendimiz’in, altı yaşında babasını ziyarete giderken Medîne yakınlarında Ebvâ köyünde annesini de kaybetmesi üzerine Ümmü Eymen, hem annesi, hem babası olmuş, evleninceye kadar yanından hiç ayrılmamıştır.
Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, 25 yaşındayken Hazret-i Hatice ile evlenince Ümmü Eymen’i de Hazrecoğullarına mensup Ubeyd bin Zeyd ile evlendirmiş; bu evlilikten Eymen isimli bir oğlu olmuştu. Bundan sonra asıl ismi Bereke olan Ümmü Eymen Vâlidemiz, “Eymen’in Annesi” ismiyle anılmaya başlamıştır.
Çok geçmeden Ümmü Eymen Vâlidemizin kocası Ubeyd vefat edince Efendimiz’in:
“-Cennet ehlinden bir kadınla evlenmek isteyen Ümmü Eymen’le evlensin!” buyurması üzerine âzatlısı Zeyd bin Hârise, bu hanımın izdivâcına tâlip olmuş, bu evlilikten Efendimiz’in çok sevdiği ve ashâb arasında “Sevgilinin Oğlu Sevgili” diye tanınan Üsâme bin Zeyd dünyaya gelmiştir. Üç kişilik âile, Peygamberimiz’in dünyada en fazla değer verdiği âilelerden biriydi.
Ümmü Eymen, yaşının ilerlemesine rağmen Peygamber Efendimiz’in hizmetinden geri kalmıyor, Peygamberimiz ise onu sık sık evinde ziyaret ediyor, gönlünü alıyordu. Müslümanlara işkenceler artınca Peygamberimiz’in isteği ile Ümmü Eymen de ilk hicret etme şerefi kazanmıştı. Hicret esnasında Ümmü Eymen Vâlidemiz oruçlu idi. Sıcağın ve zorluğun şiddetine rağmen günlerinin çoğunu oruçlu geçiren mütedeyyin bir hanımdı.
Yaşının ilerlemesine rağmen İslâm’a hizmet ediyor, savaşlara bile katılıyordu. Uhud Savaşı’nda mücâhidlere su taşımış, yaralıların savaş meydanından çıkarılmasına ve tedavi edilmesine yardım etmişti. Daha sonra Hayber Savaşı’nda Peygamberimiz’in yanında yer almıştı.
Çok Namaz Kılan Cennet Hûrisi
Ümmü Rûmân
Ümmü Rûmân, Hazret-i Ebûbekir’le dul olarak evlenmiş, bu evlilikten Hazret-i Âişe Vâlidemiz ile Abdurrahman dünyaya gelmiştir. İslâmiyet’in ilk yıllarında müslüman olmuş, sıkıntılı ve işkenceli günlerde Hazret-i Ebûbekir’e destek olmuştu. Peygamber Efendimiz, Hazret-i Ebûbekir’le çok görüştüğü için evine sık sık gider, Ümmü Rûmân her seferinde hürmet ve yakınlıkla hizmet ederdi.
Hazret-i Hatice Vâlidemizin vefatından sonra, Peygamberimiz’e Hazret-i Âişe ile evleneceği vahyedilmişti. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bu bahtiyar âileyi ziyarete gittiğinde Ümmü Rûmân’a Hazret-i Âişe’yi koruyup ona iyi muâmele etmesini tavsiye edince Ümmü Rûmân, Rasûlullâh’ın bu tavsiyesinde mutlaka bir hikmetin bulunduğunu anladı ve daha özenli davrandı.
Bir müddet sonra Osman bin Maz’un -radıyallâhu anh-’ın hanımı Havle’nin tavsiyesi üzerine Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Hazret-i Âişe’ye tâlip oldu. Ümmü Rûmân ve Hazret-i Ebûbekir sevinç içerisinde kabul ederek nişan yaptılar. Bundan sonra Hazret-i Ebûbekir ve Ümmü Rûmân Hazret-i Âişe’ye daha fazla ihtimam gösterip onu Allah Rasûlü’ne uygun eş olarak yetiştirdiler. Mekke’den Medîne’ye hicret esnasında bir ara Hazret-i Âişe’nin devesi kaçtığında, Ümmü Rûmân başına bir felaket gelmesinden çok korktu:
“-Eyvah kızcağızım, eyvah gelinciğim!” diye çırpınmaya başladı.
Ümmü Rûmân -radıyallâhu anhâ- Mekke’de olduğu gibi, Medîne’de de Hazret-i Ebûbekir’in en yakın desteği oldu. Bir yandan da Hazret-i Âişe’ye kuracağı yuvanın mükellefiyetlerini ve Rasûlullâh’a karşı nasıl davranması gerektiğini öğretiyordu.
Ümmü Rûmân ibadete düşkünlüğüyle tanınıyordu. Çok namaz kılardı. Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, kayınvalidesine karşı çok saygı gösterirdi. Vefatında bizzat defin işleriyle ilgilendi, kabre kendisi indirdi. Onun hakkında şöyle buyurmuştur:
“-Kim cennet hûrîlerinden birine bakmaktan hoşlanırsa, Ümmü Rûmân’a baksın. (Yâ Rabbi!) Ümmü Rûmân’ın Senin yolunda ve Rasûlü’nün uğrunda neler çektiği, Sana gizli değildir.” (Müstedrek, 3, 473)
Nesibe binti Ka’b/Ümmü Umâre
Savaş meydanlarında gösterdiği kahramanlıklarıyla tanınır. Uhud’da iki oğlu ve kocasıyla birlikte canhıraş şekilde savaşmış, Peygamber Efendimizin iltifat ve duâlarına mazhar olmuş bir hanımdır.
Nesibe binti Ka’b, Medineli olup Hazrec Kabîlesi’ne mensuptu. İlk evliliğini Yesrib’in hatırlı âilesinden Zeyd bin Âsım ile yapmış, Abdullah ve Habib isminde iki çocuğu olmuştur.
Müslüman olduktan sonra Hac mevsiminde Peygamber Efendimizle görüşmek üzere Mekke’ye gitmişlerdi. Akabe’de söz verdikten sonra memleketi Yesrib’e dönen Nesibe Hatun, bütün vaktini, gayretini insanları İslâm’a dâvete ve çocuklarını İslam terbiyesiyle yetiştirmeye adamıştı. Uhud Savaşı’na bizzat katılmış ve gücünün sonuna kadar çarpışmıştır. Kendisi Uhud’da yaşamış olduğu bir hâdiseyi şöyle anlatır:
“-Yanıma bir kırba su alarak Uhud’a gittim. Bir anda Efendimiz’in etrafı Kureyş okçuları ile sarıldı. Ben, kocam ve oğullarımla birlikte canlı kalkan olup gelen oklara vücudumuzu siper ettik. Elime ne geçtiyse, kılıçla, okla uzaklaştırmaya çalışırken bir ara bir müşriği kalkanla savuşturup atı arka üstü düşürdüm. Düşmanın yere serildiğini gören Peygamber Efendimiz:
“-Ev halkınızı Allah mübârek kılsın! Senin ve annenin makâmı, filan ve filanların makamından hayırlıdır. Allah sizin âilenize rahmet etsin.” buyurdu.
Nesibe Hatun bu müjdeyi duyunca, Peygamber Efendimize:
“-Yâ Rasûlallah! Duâ et, cennette Sana komşu olalım!” ricâsında bulundu. Efendimiz:
“-Allâh’ım, bunları cennette bana komşu ve arkadaş eyle!” diye duâ buyurdu. Ümmü Ümâre:
“-Bu duâ bana yeter artık. Dünyada ne musibet gelirse gelsin hiç ehemmiyeti yok!” diye sevincini açığa vurdu.
Uhud günü Allah Rasûlü’nün hep yanı başında çarpışan bu kahraman hanım sahabî, 12-13 yerinden yaralanmıştı. Bunların en ağır olanı, omzundan aldığı yaraydı ki, bir yıl onun tedavîsi ile uğraştı. Allah ondan râzı olsun.
Uhud’da Yaralıların Tedavisinde Çalışan Hanım
Hind binti Amr
Îman ettikten sonra, malıyla ve canıyla hizmet eden; özellikle Uhud’da gösterdiği metâneti ve muhabbetiyle dillere destan olan yiğit bir hanım... Hind binti Amr, Uhud günü mücahidlerin hemen arkasında ve yaralıların tedavisinde hizmet eden dokuz hanımdan biridir. O; akıllı, zeki, kendine güvenen, iptilâlar karşısında sabır ve metânetini kaybetmeyen cesur bir hanımdır.
Uhud Savaşı’nda şehid olan Abdullah bin Haram’ın kız kardeşidir. Çok hadis rivayet etmesiyle meşhur olan Câbir bin Abdullah’ın halası olur.
Benî Seleme kabilesinin reisi, cömertliği ve putlara aşırı bağlılığı ile tanınan Amr bin Cemûh ile evlenmiş, bu evlilikten dört oğlu olmuştur. Hind binti Amr -radıyallâhu anhâ-, Uhud Savaşı’ndan sonra kocası Amr bin Cemûh, oğlu Hallâd ve kardeşi Abdullah’ın şehid bedenlerini bir deve üstüne yükleyerek Medîne’ye götürüyordu.
Hazret-i Âişe -radıyallâhu anhâ- Annemiz de bir haber almak için Uhud’a giden yol üzerine çıkmıştı. Harre mevkiinde Hind ile karşılaşınca ona olup bitenleri sordu. Hind, eşinin oğlunun ve kardeşinin cenazelerini taşıdığı hâlde:
“-Rasûlullah sağ olduktan sonra hiçbir felâket önemli sayılmaz.” dedi.
Hazret-i Âişe Annemiz, devenin üstündeki cesetleri işaret ederek:
“-Bunlar kimdir?” dedi. Hind:
“-Kardeşim Abdullah, oğlum Hallâd ve kocam Amr’dır.” dedi.
Cesetlerin yüklü olduğu deveyi, Medîne’de Bâkî mezarlığına götürmeyi düşünüyordu. Ama deve bir türlü Medîne’ye doğru gitmek istemiyordu. Uhud’a doğru dönünce, deve hızla oraya gidiyordu. Ne yaptılarsa Medîne’ye doğru götüremediler. Bunun üzerine durum, Peygamber Efendimiz’e haber verildi. Efendimiz de şöyle buyurdu:
“-Ey Hind! Kocan Amr, sâdıklardandır. O şehid edildiği andan itibaren melekler kanatlarıyla üzerine gölgelik yaptılar. Nereye defnedilecek diye bakıp durdular. Ey Hind! Cennette kocan Amr bin Cemûh, oğlun Hallâd ve kardeşin Abdullah bir araya gelecek ve arkadaş olacaklar.”[4]
Ölmeden önce vasiyet ettiği üzere, kocası ve diğer şehidler, Uhud’a defnedildi.
Allah onlardan râzı olsun, bizleri de onları örnek alarak yaşayanlardan eylesin.
Âmin.
-------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
[1] Fî Rihâbi’t-Tefsîr, I, 26.
[2] Ahmed bin Hanble, Müsned, III, 314.
[3] Bkz: İbn-i Esîr, Üsdü’l-Gâbe, VII, 303-304; İbn-i Sa’d, VIII, 223.
[4] Vâkıdî, I, 264-265; İbn-i Hacer, Fethu’l-Bârî, III, 216; İbn-i Abdilberr, el-İstiâb fî Mârifeti’l-Ashâb, III, 1168.