* FANİ DUNYA FORUM HABERLER


Gönderen Konu: Din Nasihattır  (Okunma sayısı 6769 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı fanidunya NET

  • Administrator
  • *****
  • İleti: 7234
Din Nasihattır
« : Haziran 28, 2024, 08:30:31 ÖÖ »


Din Nasihattır
 
Nasihat; bir şeyi saf, halis kılmak, kötülük ve bozukluktan uzak bulunmak, iyi niyet sahibi olmak ve başkasının iyiliğini istemek anlamlarındaki nush kökünden türeyen bir kelimedir. Nasihat başkalarının zararına veya faydasına olan hususlarda aydınlatıcı rol üstlenmektir. Kişinin din dünya ve ahiret için faydalı olan iyilikleri dürüstlük ve samimiyetle açıklamasıdır.

Hz. Peygamber üç defa tekraren “din nasihattir” buyurmuştur. Sahabe kim için diye sorunca Allah için, onun kitabı için, Müslümanların yöneticileri için ve onların umumu için diye cevap vermiştir.

Allah için nasihat, Allah’a iman edip onun dinine göre inandığı gibi yaşamak yani sahih bir tevhit inancına sahip olup Allah’a ihlas ile kulluk etmek, her türlü fenalıktan kaçınmak, Allah’ın bütün kullarına hakkı söylemek, Allah için sevmek, Allah için buğzetmek zalimlere meyletmemektir. Bu manada kişinin önce kendi kendinin nasihatçisi olması esastır.


Allah’ın kitabı için nasihat; Kur’an’ın Allah kelamı olduğunu tasdik edip emirlerini uygulamayı ayrıca insanları buna davet etmeyi, Hz. Peygamber’in nübüvvet ve risaletine inanıp onun sünnetine tabi olmayı vazife bilmektir.

Yöneticiler için nasihat; hak yolda olanlara itaat etmek ve destekçi olmak, gerektiğinde onlara hatalarını söylemek, onları iyiliğe davet etmektir.

Müslümanların umumu için nasihat; onları din ve dünya için faydalı işlere yönlendirmek, dini konularda eğitmek, iyiliği emredip kötülüklerden sakındırmaktır.

Genel manada nasihat, muhatabın iyiliği için çaba göstermektir. Hidayet Allah’tandır. İslam âlimlerine göre nasihat farzı kifayedir. Müslüman’ın Müslüman üzerindeki haklarındandır. Dostluğun şartlarındandır.

Müslümanlar için çok önemli bir görevdir. Bu bağlamda Peygamber Efendimiz, Hz. Ali’ye hitaben, “Senin sayende Allah’ın bir kişiye hidayet etmesi, üzerinde güneşin doğduğu bütün şeylerden daha değerlidir” buyurması bu görevin öneminin büyüklüğünün ifadesidir.

Esasen sözlerin en doğrusu olan Kitabullah da ilahi bir nasihattir. “Hayır şüphesiz bu Kur’an kesinlikle bir öğüttür.” (74/54) “Hâlbuki o Kur’an, aklı olan herkes için katıksız bir öğüttür.” (Kalem 52) “Size Rabbinizden bir öğüt, gönüllerde olan dertlere bir şifa, müminler için bir hidayet ve rahmet gelmiştir.” (Yunus 57)


Bu bağlamda Kur’an, insanları en güzel ahlaka davet etmesi yönüyle öğüt, kalpleri küfür ve nifak hastalıklarından arındırması yönüyle şifa, müminlere iki cihandaki saadet yollarını göstermesi yönüyle hidayet, ebedi mutluluğu kazandırması yönüyle rahmettir.

Bu ve benzeri ayetler Kur’an’ı Hâkim’in nasihatler içerikli ilahi bir tebliğ olduğunun beyanıdır.

Bu tebliğin içeriğinde insanları cehennem azabı ile korkutarak ve cennet nimetleri ile müjdeleyerek iman etmeye ve salih ameller işlemeye çağrı vardır. Demek oluyor ki en önemli olan ve en başta gelen nasihat, insanları iman etmeye ve salih ameller işlemeye davettir. Zira iman nimetinden yoksun olan bir kalp, akıl cevherinden mahrum olan bir baş gibidir, sinede yüktür.

Esasen insan, ancak iman etmesi sayesinde insandır.

Nitekim “Onların kalpleri vardır anlamazlar, gözleri vardır görmezler, kulakları vardır işitmezler. Onlar hayvanlar gibidirler hatta hayvanlardan da aşağıdırlar.

İşte bunlar hep o gafillerdir.” (Araf/179) “Allah indinde hayvanların en kötüsü kâfir olanlardır. Çünkü onlar Allah’a iman etmezler. (Enfal 155) ayetleri bu gerçeğin en açık ifadeleridir.

Onun içindir ki merhametlilerin en merhametlisi olan Yüce Allah; “İnsanlar hüsrandadır. İman edenler, salih ameller işleyenler, hakkı tavsiye edenler, sabrı tavsiye edenler müstesna” Asr Suresi’nin bu ayetleri ile bütün insanları iman etmeye ve inandıkları gibi yaşamaya davet etmektedir.

Muhakkak ki her şey Allah’tandır ancak kullar eliyle işlenir. Bu sebeple Rabbimiz, “Sizden hayra çağıran, iyiliği emreden, kötülüklerden sakındıran bir ümmet olsun. İşte kurtuluşa erecek olan onlardır” (3/104) Ayet-i Kerimesi ile başta peygamberler ve onların varisleri olan âlimler olmak üzere bütün müminleri emredilenlerle emretmek, yasaklarla yasaklamak sorumluluğu ile yükümlü kılmıştır.

Buna rağmen insanlar çoğunlukla bir nutfeden yaratılmış olduklarını unutarak nefislerini ilah edinir. Allah düşmanı olurlar.

Daima kusur arayıp kınayan, iyiliği hep engelleyen insanları Allah’ın yolundan saptırmaya çalışan, Allah’ı zikirden yüz çevirip şeytana dost olan, yalandan başka söz söylemeyen, geçerli olan benim doğrularım diyen ve başka doğru tanımayan dalalet ehli olan bu tür insanları Yüce Allah, “Kahrolun o fikir adına kendi tahminlerini ileri sürenler. Onlar bir sarhoşluk, dalalet içinde ve şuursuzdurlar” (Zariyat 10/11) ayeti kerimeleri ile telin etmektedir.

Bu insanların refah seviyeleri çok yüksekte olsa heva ve heveslerini ilah edindiklerinden doyumsuzdurlar. Hep isterler. Oysaki istemek her türlü kötülüğün kaynağıdır. Çünkü insan isteklerinin engelleri karşısında öfkelenir, ıstırap çeker, istek hedefine ulaşırsa bu hal bir tatmindir. Her tatmin ise yeni bir isteğin hareket noktasıdır. Tatmin ancak geçici bir süre içindir. İnsanın her isteğini elde etmesi ise imkânsızdır. Bu imkânsızlık sıkıntı ve ıstırabın sebebidir. Acı çekmenin kaynağıdır. Sonuçta bu insanlar için dünyada sıkıntılı bir hayat vardır. Tövbe edenler müstesna, ahirette varacakları yer de cehennemdir.

İman edip imanlarına zulmetmeyen, salih ameller işleyenler için ise dünyada Allah’ın yardımıyla kolay bir geçim ve sıkıntısız bir hayat vardır. Ahirette ise Allah’ın rahmetiyle varacakları yer cennettir. Bu Allah’ın vaadidir. Bu bağlamda Yüce Allah (C.C.), “Ey iman edenler, yakıtı insanlar ve taşlar olan cehennem ateşinden kendinizi ve ailenizi koruyun” (Tahrim/6) emriyle müminleri uyarmaktadır.

O halde insan öyle iman etmeli ki kurtuluşu aradığı imanda sefaletin bataklığına saplanmamalıdır. Nitekim Nuh (as) oğlu babasının, gemiye bin kurtul, çağrısına:

‘’Dağa çıkar kurtulurum’’ dedi. Böylece hakka itiraz etti.

Ancak o anda gelen bir dalgaya kapılıp helak oldu. Onun helake götüren sebep nefsine tabi olması ve şeytana tapması olmuştur. Onun için ‘’Şeytana tapmayın o sizin apaçık düşmanınızdır.’’ ayetindeki ikaz, hayatın her anında bize rehber olmalıdır. Bu bağlamda müminlerin hem kendi nefislerinin zorbalıklarına karşı, hem de zalimlerin zulümlerine karşı mücadele halinde olmaları, onların imanlarının gereğidir.

Bir ferdin, cemiyetin veya bir milletin düzelmesi, manen fikren yükselmesi ancak kendi gayretleri ile mümkündür.

Toplumların maruz kaldıkları fenalıklar, kuvvetin hakka karşı kullanılması temellidir. Bu sebeple Müslüman toplumlar adalet ve hakkaniyet esaslarını tatbik etmekle mükelleftirler. Ancak bu yönetim biçimi sayesinde toplumun siyası birliği güçlendirilip geliştiribilir. İnsanlar kanun ve nizamlar için değil kanun ve nizamlar insanlar içindir. Bir takım kanun ve nizamların bir milletin sosyal yapısını değiştirebileceği, toplumu yöneticilerin arzu ve isteklerine tabi kılacağı düşüncesinin uygulanması zülümdür. Bu zalimler devlet erkini topluma dayatılan bir güç olarak kullanırlar. Sonuçta yolsuzluklar kök salar. Toplum korkutularak sindirilir, ahlak sukut eder, hukuk ortadan kalkar.

Hürriyetten söz edilemez olur. Oysaki hürriyet insanoğlunun hakikati arama ve adaleti gerçekleştirme yolundaki çalışmalarının mutlak şartıdır.

Başka milletlerin tesiri ile şahsiyetlerini kaybetmiş, ruhları vatan değiştirmiş batı hayranı olan gafiller, milli kurtuluşumuzun çaresini, kendilerinin müptela oldukları bu hastalığın bütün bir milletçe benimsenmesinde görürler. Bu tür mukallit zalimler, tabi oldukları efendilerinin emirleri doğrultusunda milli ve manevi değerlerimize karşı düşmanlık ederler. Kendilerini azim (büyük) halkı hakir görürler. Bu zalimler, toplumun yaşayan değerlerini bilmezler. Bu yüzden yükselme ve ilerleme adına vicdanları bulandırıp, buhranlara sebep olurlar. Toplumu karanlığa ve felakete sürüklerler. Toplumun ufkunu daraltırlar. Bu insanların inancı, his ve ananesi taklitten ibarettir. Bunlar, doğruyu yanlışa, gerçeği hayale, hakkı batıla, olmamışı olmuşa katarak ilericilik adına toplumun değer hükümlerini hiçe sayarlar. Bu bağlam da Begoviç’in  “ Biz savaşı öldüğümüz zaman değil düşmanlarımıza benzediğimiz zaman kaybederiz” ikazı çok önemlidir. Çünkü fert veya toplum, bazında her taklit bir yozlaşmadır.

Esasen bir millet için hayırlı olan şey, başka milletleri taklit etmeden yalnızca kendi özünden ve ihtiyaçlarından ortaya çıkan değerlerdir. O halde taklit eden değil örnek olan muteberdir. Osmanlı bu itibarı dün kazanmıştır. Bu sorumluluk şimdi bizim üzerimizdedir.

Bir fenalığın ortadan kaldırılabilmesi için çeşidinin, mahiyetinin, onu meydana getiren sebeplerin tam olarak bilinmesi gerekir. Bunun için toplumun manevi hayatını, ananelerini, irfanını koruyacak, milli ahlak ve yaşayışını düzenleyecek ve inanç idealini biçimlendirecek seçkinlere ihtiyaç vardır. Doğu Göktürk Hakanı İşbara bu hususta en önemli şahsiyetlerdendir.

“Çin hâkimiyetine giren Doğu Göktürk halkını Çinlileştirmek isteyen Çin İmparatoru ‘’Kağan İşbara’yı halkı Çince konuşmaya, Çinlilerin gibi giyinmeye, Çin adaletini kabule, Çin kanunlarıyla yönetmeye icbar edince, Kağan İşbara 585 yılında Çin İmparatoruna gönderdiği mektupta “Size bağlı kalacak, vergi verecek, kıymetli atlar hediye edeceğim. Fakat dilimizi değiştiremem ( dilini öğret dinini öğrenirler ),halkımın uzunca saçlarını kestiremem, halkıma çinli elbisesi giydiremem, adetlerinizi ve kanunlarınızı alamam.

İmkân yoktur. Çünkü bu bakımdan bütün millet hassasiyetle çarpan bir kalptir.’’ (Prof. Hakkı Dursun Yıldız) Zulme karşı koyan asil ve büyüktür.

Bizim milletimize yaşama azmini veren, bütün zor şartlara rağmen ayakta durmasını sağlayan irfanıdır.

(milli kültür). Yani dinidir, dilidir, tarihidir, örf ve adetleridir, sanatıdır. Kurduğu medeniyettir. Bu bağlamda Konfüçyüs (M.Ö 6. Yüzyıl) “Bir devleti veya milleti mahvetmek istiyorsanız dilini bozunuz veya unutturunuz’’ sözünü de hatırlamak gerekir.

Goethe’nin deyimiyle: ‘’Zayıf ve karaktersiz insanlar çoğunlukla devrimcidirler.’’ Son derece kötümser ve münekkittirler. Bunların tenkitleri ithamlarla doludur.

Mesela, kendileri mürtet oldukları halde milli değerlerine bağlı olan halka mürteci derler. Müfsit (bozguncu) oldukları halde ıslahatçıyız derler, kadim bir medeniyetin yaşayan bütün değerlerini yok etmek için bir dizi devrimler gerçekleştirirler. Hürriyet derler bireyin kendisini ifade etme hakkını, düşünmesini, konuşmasını, yazmasını yasaklarlar.

Esasen İslam dışı bütün sistemlerde hukuk, hakim sınıfın kanuna dönüştürülmüş iradesidir. Hürriyet bu sınıfı övmek için, alkışlamak için vardır. Oysa ki hukukun olduğu yerde hakim sınıfın iradesi olamaz. En azından sınırlandırılır. Çünkü mukaddes olan kanun ve devlet değildir. Mukaddes olan hukuk ve adalettir. Adalet ise ancak hürriyetle mümkündür. Bu sebeple hürriyet adil, adalet hür olmadır. Hürriyet akıllı ve ahlaklı, akıl ve ahlakta hür olmalıdır. Hürriyet insani ve insaniyette hür olmalıdır. Adalet, hem şahsi, hem de sosyal bir fazilettir.

Adalet, hakkaniyet, fikri hürriyet ve kuvvetin birlikteliği ile gerçekleştirilebilen bir erdemdir. İnsanın insan olabilmesi hür olmasına bağlıdır. İnsanın hür olabilmesi ise sorumluluklarını yerine getirmesi ile mümkündür.

Sorumluluk insanı köleliğe karşı harekete geçiren deruni bir dinamiktir. Hür iradenin belirleyicisidir. Sorumluluk hareketten öncedir. Hareketle birlikte artar. İnsan hareketten önce sorumlu, hareket ile birlikte hürdür.

Hürriyet sorumlulukların yerine getirilmesi ile kazanılır.

Allah a karşı, nefsimize karşı, ana babaya karşı, topluma karşı, tabiata karşı ve bütün varlıklara karşı  sorumluluklar…ve Hakka itaattir.

Hakka itaat etmeyen kuvvetin iktidarı, köleliği ve efendiliği kurumsallaştırır. Toplumda sosyal sınıfların oluşmasına zemin hazırlar. Toplumu ayrıştırır. Milli birlik ve beraberlik ruhunu yok eder. Esasen kuvvetin Hakka karşı olması zülümdür. Zulme boyun eğmek zillettir. Zillet ise müminin sıfatı olamaz. Her zulüm haksızlıktır. “Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır.’’ (Hadis-i Şerif) ‘’Haksızlığa karşı boyun eğen hakkıyla birlikte şerefini de kaybeder.’’ (Hz Ali)

İktidarın hakka boyun eğmesinin gerekli olduğuna Hz Ömer çok güzel bir örnektir. Nitekim hutbede ‘’Haktan ayrılırsam ne yaparsınız? Sorusuna; ‘’Seni kılıcımızla düzeltiriz.’’ cevabını alınca Allah’a hamd etmiştir. Yine kadınlara verilen mehir hakkındaki düşüncesine cemaatten bir bayan karşı çıkınca düşüncesinden vazgeçmiştir.

Esasen hürriyet insana İslam ile verilmiş olan bir haktır.

Mümin inandığı gibi yaşaması halinde bu hakkı hiçbir kuvvet gasp edemez. Çünkü Allah: ‘’Bir millet kendini değiştirmedikçe biz nimetlerimizi değiştirmeyiz.’’ Buyurmaktadır. O halde mümin kendi dünyasını, kurtuluşu aradığı iman esaslarına göre şekillendirmelidir. Hayatının her anını Allah’ı görüyormuş gibi yaşamalıdır. ‘’Zira inandığı gibi yaşamayanlar yaşadıkları gibi inanmaya başlarlar.’’

Esasen inanç bütünlüğü olmayan insanda karakter bozukluğu ortaya çıkar. O halde hürriyetin tabiatında ahlak vardır. Ahlak ise geniş manada dindir. Yani İslam’dır. ‘’Biz insanları ve cinleri bize kulluk etsinler diye yarattık.’’ ayeti mucibince Allah’ın emir ve yasaklarına göre yaşama biçimidir. Sonuçta müminin gören gözü, işiten kulağı tutan, eli ve yürüyen ayağının Allah’ın iradesine bağlı olması halidir. Bu manada hürriyet manevi kaynaklı ve rabbani karakterli bir erdemdir. Ve hürriyet muhteşem bir süstür, ancak herkese yakışmaz.

İnsan hür değilse köledir. Köle baskı ile başkalarının arzularına göre hareket eden kişidir. Bu baskı insanın bizatihi kendi nefsinden kaynaklanıyor olabilir. Bu durumda nefis insandan dünyevi varlığa ve iktidara dini bir vecd ile bağlanmasını ister. Bu hal dünyayı kalben sevmektir. Dünya sevgisi kalbe girince Allah sevgisi kalpten çıkar. Tıpkı karanlığın basması ile gecenin gelmesi sonucunda gündüz aydınlığın yok olması gibi. Bu sebeple dünya sevgisi hataların başıdır. Ayakların kaydığı kaygan bir zemindir. Ahireti unutturan bir gaflettir, insana dünyası için dinini feda ettiren bir fitnedir, dünyevi varlığa ve iktidara giden her yolu mübah gösteren bir dalalettir. İnsanı farkında olmadan dinden çıkaran bir sapıklıktır. İnsanın haktan yüz çevirmesine sebep olan bir azgınlıktır. Münakaşa yoluyla nice ocaklar söndüren nice saltanatlar devirten bir felakettir. Hayvani birer sıfat olan şehvet ve gazap duygularını ifrata götüren bir muharriktir ki şehvetin ifratı hayâsızlıktır, iffetsizliktir, gazabın ifratı zülümdür haksızlıktır. Sonuçta insanı saygın şahsiyetinden uzaklaştıran ve köleleştiren bir zillettir.

Nefis insana kendisinin güvende olduğunu zannettirir.

Emniyet telkin eder. Oysaki güvenlik takvadadır. Yani Allah korkusundandır. Ancak dünyada Allah’tan korkanlar ahirette emin olurlar. Nefis hilekârdır, kötü fikirlidir insana istediği bir kötülüğü işletinceye kadar baskısını sürdürür, arkasından insanı başka bir kötülüğe yönlendirir. Doyumsuz ve duraksızdır, nefsin varlıkta zevki vardır. ‘’Gerçek o ki insan ilim ve malda zengin olduğunu görmesiyle azar’’ ayeti kerimesi bu tehlikenin habercisidir. İnsan azıtınca günaha dalar tövbe etmeyi unutur. Kalbi kararır ve katılaşır heva ve heveslerini ilah edinir, Hakk’a giden yolu kendisine kapatmış olur.

Allah’ı zikirden yüz çevirir. ‘’Her kim Rahmanı zikirden yüz çevirirse biz ona şeytanı musallat ederiz. Artık o şeytan onun yakın arkadaşı olur.’’ (43-46) Oysaki şeytan lanetlenince Allah’ın yüceliğine yemin ederek insanları saptıracağını onları kuruntulara düşüreceğini onlara dost görünüp kendisi gibi şeytanlaştıracağını Allah’a arz etti. Şeytan’a tabi olacaklar için ruhsat verildi, muhlis müminler istisna tutuldu.

Şeytan hemen işe koyuldu. Havva anamızı cennette ebedi kalabilmek için yasaklanmış meyveden yemesi gerektiğine inandırdı. Havva anamızda yine şeytanın teşvikiyle Adem (as) ikna etti. Bu defa ikisi birden yasaklanmış meyveden yediler. Böylece haddi aşmış oldular. Bu hal her ikisinin de cennetten çıkarılmalarına sebep oldu. Pişmanlık duyup tövbe ettiler.

Ancak nimet elden çıkmıştı. Geri dönüşü de olmadı. Sonuçta cennet yerine, onlar için dünya mekân oldu. Bunun üzerine Adem (as) ‘’Dünya nimetlerine kanmayın. Ben cennet nimetlerine kandım Allah bundan hoşlanmadı’’ nasihatinde bulundu.

Şeytan, Yusuf (as) ile kardeşleri arasına da girdi ve Yusuf (as) babası Yakup (as) ayrı düşürdü. Kuran anlatımıyla şeytan; ‘’Şüphesiz ki şeytan sizin için bir düşmandır. Öyle ise (sizde) onu düşman tanıyın. O kendi taraftarlarını ancak alevli ateşe girecek kimselerden olmaya çağırır.’’ (32-6)

‘’İnsana batıl’ı hak, hakk’ı batıl şeklinde gösterir. Allah’ın affına bağışlamasına güvendirir de günaha teşvik eder.’’ (Fatır 5 ) ‘’Haram ve çirkin fiilleri insanlara süslü ve güzel göstererek yaptırmaya çalışır. (Neml 24) ‘’O, ardı arkası kesilmeden insanın yapacağı kulluğu engellemeye, işleyeceği hayırlara mani olmaya çalışır.’’

İnsan üzerinde ki etkinliğini son derece sinsi bir şekilde yürütür.’’ (114-4) ayeti kerimelerden de anlaşıldığı gibi şeytan insanın, Allah’a kulluğunu engelleyince, bu defa insanı kula kulluğa yönlendirir. Yani insanı köleleştirir. Zillete düşürür. Artık o insan şeytanın oyuncağı olur.

İnsanlar için bir baskı unsuru da dışardan kuşatılma, taklit etmek, modaya uymak şeklinde ortaya çıkar.

Nitekim insanların kendilerine yakışacak şekilde giyinmeleri yerine modacıların mankenleri olmaları, kozmetik ürünlerin tüketicileri olmaları ki bu kimyasallar cildin tabii canlılığını yok edip insan cildini ölülerin cildine dönüştürüyor olmasına rağmen, insanı gamlandırdığı gibi aynı zamanda mikrop barınağı olan ve yine de uzatılıp rengârenk boyanan tırnaklar, değişik biçimlerde uzatılan sakallar veya saçlar, kulaklara takılan küpeler daha neler neler…

Devamla içki uyuşturucu ve kumar bağımlısı olanlar ki bunların hepsi, şeytan işi birer pisliktir. Servetlerinin varisi olabilmek için babalarını öldüren evlatlar, kalplere hükmeden ve kutsal bir gönül bağı olan sevgiyi aldatmak da vasıta edinen sahtekârlar, anne ve babalarını hor ve hakir görenler, onlara hareketler yağdıranlar, onlara köleleriymiş gibi muamele edenler, aldatan veya aldatılan baylar, oyun ve eğlence mekânlarının müdavimi olanlar, bu mekânlara meta olanlar bütün bunlar haktan uzaklaşmış zavallılardır.

Aile içinde çocuklarını İslam’a yabancılaştıran, din ile çocuklar arasında perde olan, böylece onların ruh dünyasını harabeye çeviren, Allah’ın ‘’Ana babaya öf bile demeyin’’ emrini öğretmeden onlardan saygı bekleyen, onları biyolojik birer varlık olarak niteleyen, yedirdim, içirdim, besledim, büyüttüm diye övünen, onlara düşeni kaldırmak yerine vurup düşürmeyi telkin eden, itaat etmeyi öğretmeden sorumluluk bekleyen, sevmeyi öğretmeden merhamet uman, onlardan hep isteyen ve faydalanmayı hedefleyen, onların ihtiyaçlarından habersiz olan, onların büyüklerine karşı saygısız, küçüklerine karşı acımasız davranışları karşısında sessiz kalan, onları son derece bencil bir şekilde eğiten, onları şehvet ve gazap bataklığına iten ve artık onların o bataklıkta boğulmalarını seyretmekten başka ellerinden hiçbir şey gelmeyen bu yüzden her ahı bin figana dönüşen ana babalar ve burnu yerde sürtünenler…

Bütün bu olumsuzlukların sebebi nefse kölelik, şeytana dostluk, dünyevi varlığa ve iktidara düşkünlük, heva ve heveslerini ilah edinme gafletidir. Bu gaflet yüzünden insanların çoğu yüce Allah’ın ‘’Ey iman edenler yakıtı insanlar ve taşlar olan cehennem ateşinden kendinizi ve ailenizi koruyun.’’ (65/6) emrinden habersiz yaşarlar. Sonunda Allah’ın hidayet ettikleri hariç cehennem azabı onlar için hak olur.

Malumdur ki dünyada her şey zıttı ile bilinir. Ölümün hayatla bilinmesi gibi. Beden dünyevi, ruh rabbanidir. Ancak ikisinin birlikteliği hayattır. Bu da bir zıtlık. Beden dünyada rahat çünkü aslı toprak. Ruh ise arşa hasret. ‘’Ruhun mebdei arşın nurundandır.’’ (Hz. Mevlana).

İnsan hayatı sever hayat ise nefeslerle sınırlıdır. Yani nefesler sayılıdır. Ancak hiçbir insan ömrü uzansın diye nefes alıp vermeyi terk etmez. Aynı zamanda düşünmez. Bu da bir zıtlık. İnsan her şeye muhtaçtır.

Ancak insana muhtaç olduğu şeyin bilgisi verilmemiştir. 

Bu sebeple insan elbiseye mi muhtaç yoksa kefene mi? Dünyada barınacağı eve mi yoksa ölünce defnedileceği mezara mı muhtaç olduğunu bilemez. Yazı yaşar, kışı yaşar, fani dünyanın nimetlerinden faydalanmak için mezara kadar koşuşturur da dünyadan daha hayırlı ve ebedi olan ahiret yurdunda, cennet nimetlerinden faydalanmak için gerekli gayreti göstermez.

Oysa insan ölümünden önce yeryüzünde yaşarken, ölünce yeraltında yani kabrinde yaşamaya devam eder. Kabir bir kafestir. Ancak müminler için genişler. ‘’Cennet bahçelerinden bir bahçe olur.’’ Dolayısıyla kabir hayatı mümin için bayram olur. Azgınlar için daralır onları sıkar da sıkar. Cehennem çukurlarından bir çukur olur. Bu hal azgınlar için kabir azabıdır. Ve kabir azabı haktır. Kabir hayatına misal olarak yer altında yaşayan köstebek ibret alınacak bir örnektir. Devamla haşrolunmak mahşerde toplanmakta haktır.

Buna misal olarak Hz. İbrahim’in dört kuşu alıp onlara birer isim vererek kendisine alıştırdıktan sonra her birini kesip, parçalar halinde farklı tepelere bırakarak bu defa onları isimleriyle çağırması ve onların da bulundukları tepelerden kanat çırparak Hz. İbrahim’e doğru uçmaları olayı, iman ehli için yeterli bir delildir. Çünkü bu kıssa Kuran ile sabittir. Ve Kuran sözlerin en doğrusudur.

Ne yazık ki insanlar kendilerini doğrularla korkutan ve kurtuluşa çağıran peygamberlere tabi olmak yerine yalanlarla avutan ve inkâra çağıran şeytana uyarlar da sapıtırlar. Sonuçta tövbe edenler hariç cehennemin yakıtı olurlar. Oysaki şeytan ‘’insana inkâr et!’ der. İnsan inkâr edince de; ben senden uzağım. Çünkü ben âlemlerin Rabbi olan Allah’tan korkarım der.’’ (59/16) Hesapların görüldüğü günde ise ‘’Doğrusu Allah size vadetti. Ben de vadettim ancak yalancı çıktım, der.’’

(14/22)  Sinsi şeytanın bu itirafı ile şeytana tabi olanlar şeytan tarafından aldatıldıklarını ve onun düşman olduğunu kesin olarak öğrenmiş olurlar. Ancak çok geç. Çünkü kalemler yazmış, sayfalar kurumuştur. Bütün şehvetler gözü kulağı bağlar, sarhoşluk verir, akletmeyi yok eder. Azgınlığa ve sapkınlığa sebep olur. Kibir ve haset de böyledir. Nitekim şeytan kibir ve haseti yüzünden Allah’ın ‘’secde et’’ emrine itirazla, kendisinin ateşten yaratıldığını, Âdem (a.s.) ise topraktan yaratıldığını ileri sürerek üstünlük iddiasında bulunmuş ve secde etmemiştir. Bu yüzden kovulmuştur. Lanetlenmiştir.

Oysaki toprağın, bağrına düşen her zararlıyı faydalı hale getirdiğini, her faydalıyı koruduğunu, her tohumun toprakta yeşerdiğini, yeşeren her tohumun toprakta kök saldığını, topraktan beslenip dal budak olduğunu, meyveler verdiğini, her türlü yakıtın dahi toprakta saklı bulunduğunu, toprağın mütevaziliğini ve izzetin tevazuda olduğunu, ateşin ise yakıtının, toprakta oluştuğunu, ayrıca ilahi rahmetin(yağmur) toprakla buluşması sonucunda toprağın her köşesinin cennet bağı gibi güzelleşeceğini ve ateşin ise içine düşen her şeyi yakıp kül edeceğini nihayet yanıp, bitip, kül olacağını, dehşet saçan kibirli halinin zillete dönüşeceğini, hasetinin, hakikati perdelemesi yüzünden akletmedi ve kini şeytanın dini oldu. İsyan etti, kovuldu. Bu sebeple Adem(a.s) ve onun nesline düşman oldu. Azıp sapıttığını kendisinden bilmediği için tövbede edemedi.

Âdem (a.s.) ise yasaklanmış ağacın meyvesinden bir dalgınlıkla yedi. Ancak hatasını anladı ve bildi ki tövbeleri kabul eden bir rabbi var. Ona tövbe etti. Sonuçta affedildi, Safiyullah oldu ve kendisine peygamberlik verildi.

Böylece iki bayrak açılmış oldu. Bunlardan birisi iblisin açtığı kara bayrak, diğeri ise Âdem (a.s.) açtığı ak bayrak. Kıyamet kopuncaya kadar şeytan gibi günaha dalıp tövbe etmeyi akletmeyenler kara bayrak altında, işlediği günah için, Âdem (a.s) gibi tövbe edenler ise ak bayrak altında toplanmaya devam edeceklerdir.

O halde Allah’ın izniyle Âdem (a.s.) tövbesi gibi gelin tövbe edelim. Gaflete düşmeden gönül penceremizi saflaştırarak, hatalardan geçip Hakka gidelim. Allah’tan razı olan ve Allah’ın da kendisinden razı olduğu kullarından olalım, onun cennetine girelim. Cemali zâta erelim. Cemalullah ile müşerref olalım.

Bu bağlamda tövbe, Allah’a isyanı terk edip ona itaate yöneliştir. Nefsi kınamaktır. Memeden çıkan sütün, memeye bir daha dönemeyeceği gibi günah işlemeyi terk etmektir. Günahın çirkinliğini aklen bilmek, kalben anlamak ve Allah’ın merhametine sığınmak ve ondan af dilemektir. ‘’Ey müminler hepiniz tövbe ederek Allah’a yöneliniz ki ebedi kurtuluşa eresiniz’’ (24/31) ayeti kerimesi ile ifade edilen kurtuluşa ermenin şartıdır.

Tövbe sadece günaha bağlı olarak değil her durumda mümin için kulluk görevidir. Peygamber efendimizin, ismet sıfatı ile muttasıf olmasına rağmen günde yetmiş veya yüz kere tövbe ediyor olması ve ‘’tövbe edin, tövbe edin. Ölümden önce tövbe edin’’ hadisi şerifi bu gerçeğin ifadesidir.

Yine “Allah çok tövbe edenleri sever.”(2/222) “Allah tövbenizi kabul edip sizi bağışlamak ister.”(Nisa/27). Ayetleri insanları tövbe etmeye davet niteliğindedir.

Aslında tövbe, müminin günah kirinden temizlenme amelidir. Öte yandan Allah’ın tövbe eden kulun tövbesini, lütfu ve ihsanı ile kabul edip, o kuluna yönelişidir. Yüce Allah’ın “tevvab”,”ğaffar”, “gafur”,”afüv” ismi şerifelerine ilticadır. Bu durumda Allah’ın affetmeyeceği bir günah, günahının büyüklüğü sebebiyle tövbe kapısının yüzüne kapanacağı hiçbir günahkâr yoktur. “Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin. Çünkü Allah (dilerse) bütün günahları bağışlar.”(Zümer/153) ayeti bu hakikatin beyanıdır.

Esasen kul tövbe edince Allah hoşnut olur. Bu hoşnutluk “Kulun tövbe etmesinden dolayı Allah Teâla’nın duyduğu sevinç, sizden birinin ıssız çölde kaybettiği devesini bulduğu zamanki sevincinden çok daha fazladır.” hadisi şerifinde açıkça belirtilmiştir. Zira “O peygamber kendiliğinden hiçbir söz söylemez.”(Necm/3)

Tövbe etmek Allah’tan özür dilemektir. Hakk’a yöneliştir. O’nun hoşnutluğunu kazanmaktır. Ancak fazilet günah işlememekle erişilen bir erdemdir. Günah ise Allah-u Teâlâ’nın emrettiklerini yapmamak veya yasakladığı şeyleri yapmaktır. Dinen günah sayılan, inanç, söz, veya fiillerdir. Nihayet kulun Hak’ tan uzaklaşması ve doğru yoldan sapması halidir. Günahların en büyüğü ve affedilmez olanı ise şirk (Allah’a ortak koşmak) dır. ‘’Şüphesiz Allah kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz.” ( Nisa/48 ) Büyük günahlar insanları hem Hak indinde, hem de halk indinde zillete düşüren, insanların helakine sebep olan fiillerdir. Peygamber efendimiz ( S.A.V) “Allah’a şirk koşmak, sihirle meşgul olmak, Allah’ın haram kıldığı cana kıymak, faiz yemek, yetim malı yemek, savaştan kaçmak, suçsuz ve namuslu mümin kadınlara zina iftarısın da bulunmak, müslüman ana babaya asi olmak, yalan söylemek, içki içmek” gibi fiilleri helak edici büyük günahlar olarak nitelemiştir. Büyük günahlar, Allah’a isyan niteliği taşımaları yanında, insanların haklarının ihlaline ve toplumsal düzenin bozulmasına da sebeptir.

Dinen mukaddes olan; akıl, inanç, namus, can, mal gibi kutsallara zarar veren fiillerdir. Bu sebeplerden dolayı mümin, büyük günahlardan hiçbirinin faili olamaz. Çünkü mümin inancından emin olan ve kendisinden de emin olunan kimsedir. Çünkü mümin Allah’ın ismi celilidir. Ve yere düşürülemezdir.

Esasen günah haktan uzaklaşmak, batıla yönelmektir. Hak yol ise tektir. Yüce Allah (cc) ‘’Hak’tan ayrıldıktan sonra geriye sapıklıktan başka ne kalır ki? O halde niçin sapıklığa döndürülüyorsunuz?’’ (yunus-32) ayeti ile hak yolun tek olduğunu, geriye kalan her yolun sapıklık olduğunu bize bildirmektedir. İnsan Hak’tan uzaklaşınca, kendisinin sapmış olması yanında, başkalarını da saptırmaya çalışır. Böylece şeytani bir görevi üstlenmiş olur. ‘’Sapıklık pazarında her kel için bir külah bulunur.’’ Beytiyle Hz Mevlana, her günahkârın işlediği günah için bir sebep ileri süreceğini ifade eder. Oysaki günahların yaygınlaşması toplumları ifsat eder ve yozlaştırır. Dolayısıyla her günahkâr bilerek veya bilmeyerek insanlık düşmanıdır.

İnsanların işledikleri günahlardan dolayı Allah gazaplanır, melekler onlardan uzaklaşır, Hz peygamber müteessir olur.

Günaha dalıp tövbekâr olmayanlar için dünyada, sıkıntılı bir hayat Allah’ın hidayet ettikleri müstesna ahirette de alçaltıcı bir azap vardır. Karşıt olarak dünya ve ahiret mutluluğunu elde etmek için kâmil iman ve salih amel şarttır. Yani hayatımızı kuran ve sünnete uygun bir şekilde tanzim etmek, ariflerin sözlerini ve nasihatlarını davranışlarımızda mihenk taşı yapmak, ‘’söz kâr etmeyen nasihat dinlemeyen zalimdir’’ hadisi şerefini hiç unutmamak gerekir.

İnsanları günah bataklığına iten ve helak eden kötülüklerin başı cehalettir. ‘’Cehaletten daha şiddetli bir fakirlik yoktur.’’ (Hadis- Şerif) Cehalet tecrübe eksikliğidir. Tecrübe ise iki kaynaklıdır. Bunlardan birisi insanın kendi deneyimleridir. Diğeri ise tecrübelilerin tecrübeleri ve ariflerin nasihatlarıdır. Her nasihat din dünya ve ahiret için faydalı olması sebebiyle hikmettir. En büyük hikmet Kuran’dır. Kuran kul ile Allah arasındaki en kuvvetli bağdır. İnsanı Allah‘a ulaştıran yegâne dosdoğru bir yoldur. Bedenen ve ruhen ahenk içinde olan insanı yetiştirmeyi hedefleyen Kelâmullah’dır. Allah kelâmı olması, Allah’ın uluhhiyyetine, rabbaniyyetine, yegâne mabut olduğuna, atıfta bulunması yönüyle rabbani, insanlara iman edip, sâlih ameller işlemeyi emretmesi yönüyle insan merkezli, zekâtı emretmesi, sadaka vermeyi, hayır hasenatta bulunmaya teşvik etmesi yönüyle toplumsal boyutlu olan hayat nizamıdır. Mümin hayatını bu nizama göre yaşayan insandır. Kuran ahlakı ile ahlaklanan kimsedir. Nitekim Ayşe validemize Hz. Peygamberin ahlakı sorulduğunda “Onun ahlakı Kurandır” şeklinde cevap vermiştir. Peygamber efendimiz “Ben güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim” buyurmuştur.

Bu demektir ki en güzel ahlak, Kuran ahlakıdır.

Dolayısıyla H.Z peygamber en güzel ahlak sahibidir. Ve ahlak geniş manada dindir.” Din nedir? Ahlak, din nedir? Ahlak, din nedir?” Ahlak, hadisi şerifi bu meyanda açık bir beyandır. Ahlak ise müminin inandığı gibi yaşaması erdemidir. Bu erdem Kuran’ının emir ve yasaklarını öğrenip yaşamakla kazanılır.

Her şeyin bilgisi kendisinde olan mutlak ilim sahibi Yüce Allah, dinleyip itaat etmemiz için bize Kuran ile öğüt veriyor.

O halde;

Dinledik isyan ettik diyen Yahudiler gibi olmaktan nefsini koru. ‘’İşittik itaat ettik’’ diyen müminlerden ol. Müminlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı başın dik ve duruşun onurlu olsun. Eğer Allah’ı seviyorsan Allah’ında seni sevmesi için peygamber efendimizin sünnetine tabi ol. İnsan Allah korkusu ile orantılı olarak Allah’ı bilir, Allah’ı bilmesi ile orantılı olarak Allah’ı sever. Bu sevgi bahçesinde şikâyet olmaz bela dikeni bitmez. O halde olabildiğince Allah’tan kork ve yarın için ne hazırlandığına bak.

            Her nimete şükret ki Allah sana olan nimetlerini artırsın. Çünkü Hakkın hazinelerinin anahtarı şükürdür.

Kul katında izzet arama ki zillete düşmeyesin. Zira izzet Allah’ındır, izzet Rasülullah’ındır, izzet müminlerindir. Ancak münafıklar bunu bilmezler.

Allah’ı zikrinden yüz çevirme ki şeytan sana arkadaş olup da gaflete düşürmesin.

Allah’tan hakkıyla sakın ki Allah senin sıkıntılarını gidersin. Seni ummadığın yerlerden rızıklandırsın.

Verdiğin bir sözü mutlaka yerine getir. Çünkü verilen söz sorumluluğu gerektirir.

Dilini yalan söz den sakın ki; kalbini nifaktan, amelini riyadan, kendini cehennem ateşinden korumuş olasın.

Kula kulluk kapısını terk edip, Allah’a kulluk kapısına yönel ki kölelikten kurtulup gerçek hürriyete kavuşmuş olasın.

Kula minnet kapısını kapatıp Allah’ın nimet kapısına yönel ki O’nun yardımına mazhar olasın.

Mümin olarak dosdoğru ol ki kendilerine nimet verilen peygamberler, sıddıklar, şehitler ve salihlerle birlikte olasın.

Dünyevi iktidar veya itibar sahibi olmak için Allah’tan başka tanrılar edinme. Dünyevi varlığa ve iktidara neredeyse dini bir vecd ile tapınanlardan olma ki nefsine zulmetmiş olmayasın.

Allah iman edenleri esirger. Allah’ın yazığından başkası, insana ulaşmaz. Onun için sadece ve sadece Allah’a dayanıp ve sadece O’na güven. Çünkü Allah bizim sahibimizdir. O halde sana ölüm gelinceye kadar Rabbine ibadet et.

İnsanları Allah’a çağıran, iyi işler yapan ve müminlerdenim diyenlerden ol ki, hikmet erbabı olasın.

Allah verenlerin en hayırlısıdır. O dilediğine dilediği kadar verir. Şükredenlerden ol, sakın nankör olma çünkü Allah’ın azabı nankörlük edenlere karşı çok şiddetlidir.

Bir şey için sakın inşallah (Allah dilerse) demeden, yarın şunu yapacağım deme. Meğerki Allah isteye ve muvaffak kıla deki hüsrana uğramayasın.

Sana gelen iyilik Allah’tandır. Başına gelen kötülük ise nefsindendir. Nefis ise düşmandır. Bu sebeple nefsine muhalefet et ki onun kötülüklerinden emin olasın.

Namaz insanları kötülüklerden korur. Onun için Allah’ı anmak olan namazı dosdoğru kıl ki kötülüklerden korunmuş olasın.

Namaz ve sabırla Allah’tan iste ki O’nun yardımı sana ulaşsın.

Hakkında kesin bilgi sahibi olmadığın şeyin peşine düşmekten kendini sakın ki sonunda pişmanlık duymayasın

Kendi dışındakileri (mümin olmayanları) sırdaş edinme ki onların kötülüklerinden emin olasın. Çünkü sen onları sevsen bile onlar seni asla sevmezler. Sabret ve Allah’tan kork ki Allah’ın yardımı sana ulaşsın ve onların hileleri sana zarar vermesin. Allah’ın yardımı sana ulaşınca artık sana üstün gelebilecek hiçbir güç yoktur. Onun için Allah’a güven ve ona dayan. Çünkü gerçek bir dost ancak Allah’tır ve Allah her şeye kâfidir.

Emanetleri ehline vermek ve insanlar arasında adaletle hükmetmek insan için emniyettir. ‘’Adaleti titizlikle ayakta tutan hâkimler ve ya şahitler olun. Bu şahitliğiniz kendiniz, ana-babanız veya yakınlarınız aleyhinde olsa bile’’ Bu ilahi emre itaat cemiyet hayatında güven duygusunun gelişmesinin şartıdır. Bu sebeple düşmanın dahi olsa ona karşı adaletten ayrılma. Çünkü Allah adildir ve adil olanları sever. Âdl aynı zamanda Allah’ın bir ismi celilidir. Yere düşürülemez. Şüphesiz Allah adaleti emreder. Hüküm Allah’ındır. Mutlak hükümran sadece Allah’tır. Bu gerçek kuran ile sabittir.

İnsan ise Allah’ın yeryüzündeki halifesidir. Bu sebeple hükümranlığı Allah adına kullanma sorumluluğu vardır.

Aksi düşünce İslam öncesi cahiliye dönemini istemektir ki bu düşünce irtica arzusudur. İrtica heveslileri ise mürtecilerdir. Bunlar kendi kültürlerine (irfan) yabancılaşmış, ruhları vatan değiştirmiş mukallit, sınırlı ve sığ düşünceli, dinsizliği fikri bir üstünlük alameti şeklinde algılayan, din terakkiye (yükselme) manidir diyen, toplumun ananelerini, dinini ve hayatını düzenleyecek olan seçkinlerin yetişmesini engelleyen, ecdadını tahkir eden, başka milletlerin hayranı ve mukallitti olan, onlar karşında hep eğik ve belleri bükük duran, efendilerinden öğrendiklerini kendi anlayışlarına göre halka dayatan, topluma tepeden bakan, kendilerini azim halkı hor ve hakir gören, müfsit oldukları halde ıslahatçı olduklarını iddia eden, tahsil hayatını cehalete dönüştüren, layık olmadıkları şeyler peşinde koşan, rahatına düşkün ve yozlaşmış olmaları yanında, devletin bütün imkânlarından yararlanarak sefih bir debdebe içinde yaşayan, toplumsal taleplere karşı duyarsız olan, ayrıca soysuzlukla damgalanmış, devrimci, yobaz, bağnaz, ideolojik saplantıları olan, bu yüzden kendi ideolojilerini her şeye hakim ve her şeyi tayin eden bir tanrı gibi topluma dayatan ve hürriyeti kendileri gibi düşünmeyenlere tanımayan, sonuçta hür ilim ve ilmi hürriyeti hür ahlak ve ahlaki hürriyeti hür adalet ve adil hürriyeti yok eden, yüksek bir nam ile anılmak için milli kurtuluş ve selameti materyalizm ve dinsizlikle temellendiren, toplumun bir kesimini potansiyel suçlu veya düşman olarak gören, insanların eğitim haklarını ellerinden alan veya engelleyen, yükselen her feryadı kendilerine yönelik bir tehdit şeklinde algılayan, kendileri gibi düşünmeyenlere düşmanca davranan ve zulmeden, kan, gözyaşı ve nefrete dayalı icraatlarını, hukuk tanımayan, liyakatsiz, ehliyetsiz, ahlaksız, vicdansız, köle ruhlu, halk düşmanı ve zalim, şahsiyetsiz ve çukur, riyakar ve menfaatçi, dinsiz ve din düşmanı yargıçlar vasıtasıyla meşru göstermeye çalışan ve devlet erkini ellerinde tutmak için her türlü vasıtayı ve alçaklığı mübah sayan bir icraat yanlısı, zalimlerdir.

Toplumsal dayanışmanın zaafa uğraması halinde bu zalimler mantar gibi bir anda ortaya çıkarlar. Yandaş medyanın da desteği ile yalan, iftira, anarşi ve provokasyonlarla toplumun bünyesinde kendileri için bir alan oluşturmaya çalışırlar. Bunu başarınca da kanser hücreleri gibi bir yandan çoğalırken öte yandan devleti ele geçirmek için sosyal bünyeyi tahrip ederler.

Bu gerçek tarihle sabittir. Dün oldu bugün olmaz iddiaları geçersizdir. Çünkü İbn-i Haldun’un da dediği gibi; ‘’Suyun suya benzemesinden daha çok hal maziye benzer’’ Yüce Allah’ın ‘’Zalimlere meyletmeyin ateş size de dokunur’’ ilahi ikazı mucibince, değil ki zalimlere taraf olmak, onlara kalben temayül etmek bile cehennem yakıtı olamaya sebeptir.

Velev ki küfrü imana tercih eden bu zalimler, babalarınız, kardeşleriniz de olsa onları veliler edinmeyin ki zalimlerden olmayasınız. Çünkü küfre rıza küfür, zulme rıza zulümdür.

Müminlerin dostu Allah’tır resulüdür, iman edenlerdir ki: Onlar Allah’ın emirlerine itaat ederler, namazlarını dosdoğru kılarlar, zekâtı verirler, bollukta ve darlıkta Allah için harcarlar, öfkelerini yenerler, insanları af ederler, sözlerinde dururlar böylece Allah’ın rahmeti onlar için hak olur.

Münafıklarda birbirilerinin dostlarıdır. Onlar kötülüğü emreder, iyiliğe mani olurlar. Allah için hiçbir infakta bulunmazlar. Bunlar Allahtan gafil olan fasıklardır.

Onları gördüğün zaman kalıpları hoşuna gider, konuşurlarsa sözlerini dinlersin onlar sanki elbise giydirilmiş kütükler gibidirler. Her gürültüyü kendi aleyhlerinde sanırlar, onlar düşmandır. Onlardan sakın. Allah onları kahretsin. Öte yandan insanların iman edenlere düşmanlık bakımından en şiddetlileri, işittik isyan ettik diyen, Allah ve peygamber düşmanı olan, Üzeyir (a.s), Yahya (a.s) katleden; İsa (a.s) çarmığa geren Yahudilerdir, müşriklerdir. Bunlarla antlaşma yaptığında hiç çekinmeden her defasında yaptıkları antlaşmayı bozarlar. Bunlara ve ayrıca alabildiğince yemin eden, aşağılık, daima kusur arayıp kınayan, durmadan laf götürüp getiren, iyiliği hep engelleyen, mütecaviz, günaha dadanmış, kaba ve haşin kimselerden hiçbirine dünyevi varlığa veya iktidara sahip oldukları için asla itibar etme.

O halde amellerin güzel olsun. Çünkü insan için ancak çalışmalarının karşılığı vardır. Gücün yettiğince Allahtan kork. Doğru söz söyle, dinle ve itaat et. Zira Allah ve resulüne itaat edenler kendilerine nimet verilen peygamberler, sıddıklar, şehitler ve salihlerle haşrolunurlar. Bu Allah’ın bir vadidir. Hâyır ve hasenatta bulun, Allah yolunda harca, nefsinin cimriliğinden korun. Salih ve muhlis yani ıslahatçı ol, insanların hakkı olan şeyleri kısma. İnsanları hâyra çağıran, iyiliği emreden, kötülüğü men edenlerden ol ki kurtuluşa erersin.

Yüce Allah’ın ‘’Şeytana tapmayın. Çünkü o sizin apaçık düşmanınızdır’’ ikazını hiç unutma. Zira şeytan insanı inkâra çağırır. İnsan inkâr edince de ben senden uzağım. Ben âlemlerin rabbi olan Allah’tan korkarım der.

Ailene, Allah’ı anmak olan namazı emret. Kendinde namaza sabırla devam et. Zira namaz insanları hayâsızlıktan, kötülüklerden alı kor. Böylece yakıtı insanlar ve taşlar olan cehennem ateşinden korunmuş olursun. Namazı bitirince ayakta iken, otururken, yan üstü yatarken Allah’ı an ki Allah’ta seni ansın.

İman edip, sâlih ameller işleyen, güzel işler yapanlardan ol ki seven ve sevilenlerden olasın. Esasen iyilik yaparsan yine kendine yapmış olursun, kötülük yaparsan yine kendine yapmış olursun. Kötülüğü en güzel bir şekilde iyilikle savuşturursan düşmanının dostluğunu kazanmış olursun.

Şükredenlerden ol ki Allah sana olan nimetini artırsın. Nankör olursan cehennem ehlinden olursun.

Cehennem ehlinin susuzluktan yutmağa çalışıp fakat yutamayacağı içeceğin, irinli su olduğunu hep hatırla.

O halde olabildiğince Allahtan kork ve yarın için ne hazırladığına bak.

Hayatının her anında Allah’ı zikret ki Allah seni dünyada güzel bir hayat ile yaşatsın, ahirette de yaptıklarının karşılığını fazlasıyla versin. Şayet Allah’ı zikirden yüz çevirirsen dünyada sıkıntılı bir geçim ahirette de kör olarak haşrolunmak senin için mukadder olur.

Nimeti kendinden bilirsen, sana kötülük dokunduğun da ümitsizliğe düşersin.

Kendini ilimde veya malda zengin görürsen azıp sapanlardan olursun.

İman ettikten sonra imanına zülüm karıştırmazsan korkudan emin olursun.

İyi bil ki sana gelen her iyilik Allah’tan, başına gelen kötülükler nefsindendir.

Şunu da bil ki bu öğütler Kuran ayetlerinin mealleri ile doğrudan ilişkilidir.

Yüce Allah Necm süresinin üçüncü ayetine peygamber efendimiz için: ‘’O, nefis arzusuyla konuşmaz.’’

buyurmaktadır. O halde Hz peygamberin (s.a.v) sarf ettiği her söz ya vahiydir ya da hikmettir. (din için, dünya için veya ahiret için sarf edilen söz)

Peygamberler yüce Allah’tan aldıkları vahyi insanlara ileten, insanları hidayete çağıran, onlara din ve dünya hayatında örnek olan, insanların dini sorumluluklarını nasıl ifa edeceklerini onlara öğreten Allah elçileridir. Misal; namaz ibadeti yüce Allah’ın bir emridir. Kuran ile sabit olan bu emrin ifa ediliş şeklini Kuran bize açıklamaz. Bu sebeple namazın ifa ediliş şeklinde örnek Hz. peygamberdir.

Bu demektir ki peygambersiz bir dini hayat düşünülemez. Bu durum mutlak ilim sahibi olan yüce Allah’ın takdiridir ve hükmüdür.

Hâl böyle iken peygambersiz dini bir hayat düşüncesi Allah’ın takdirine karşı çıkmak, O’nun hükmünü beğenmemektir. Bu hal isyandır ki her isyan mutlak fasıklıktır. Kaldı ki kitap bize yeter diyen bu fasıklar, o kitabı getirenin bir peygamber olduğunu da hiç düşünmezler veya göz ardı ederler.  Öte yandan de ki:

‘’Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki Allah’ta sizi sevsin.’’(3/31) ayeti kerimesi ise Hz peygambere uymanın, onun sünnetine tabi olmanın Allah tarafından sevilmenin şartı olduğunun beyanıdır. Hal böyle olunca onun öğütlerini dinlemek, onun sünnetine uygun olarak yaşamak ve sünnetini yaşatmak müminin imanının gereğidir. Dolayısıyla cehennem ateşinden kurtuluş sebebidir. Zira Hz peygamber: ‘’Kim bir sünneti ihya etmek veya bir bidatı ortadan kaldırmak için benden bir hadis rivayet ederse ona cehennem ateşi dokunmaz.’’ buyurmaktadır.

Hz Muhammed (s.a.v) tutalım diye bize öğüt veriyor:

Kalpte İhsa-ı ilahi olan şeylerin en hayırlısı imandır.

İtikat esaslarından şüphe etmek küfürdür. Söz kâr etmeyen, nasihat dinlemeyen kimse zalimdir. En şerefli söz Allah’ı zikirdir. İşlerin en hayırlı olanı farz olan ibadetlerdir. İlimlerin hayırlısı ahiret için faydalı olanıdır. En hayırlı zenginlik gönül zenginliğidir. En hayırlı özellik takvadır. Hikmetin başı Allah korkusudur. Veren el alan elden hayırlıdır. Sabredenlere Allah mükâfatını ihsan eder. Bağışlayanı Allah’ta bağışlar.

Yüce Allah insana niyeti, ihsanı, iyiliği, sadakası ve nafakası miktarınca rızkını indirir. O halde infak etki Allah’ta sana infak etsin. Hem ye hem de yedir. Cimri olma ki sana da cimri olunmasın. Cömert ol. Zira Allah yarım hurma ile de olsa cömertliği sever. Niyet eylediğin bir iş için kalbinde korku ve tereddüt olursa o işi terk et.

İşlerin en fenası dinin esasında olmayan bidatlardır. En kötü sapık, hidayetten sonra sapıtandır. En fena körlük kalp körlüğüdür. Hıyanet cehennem taşlarından bir taştır. Zekâtını ve sadakalarını vermeyip, altını, parayı saklamak cehennemde sahibi üzerinde bir dağdır.

Kazancın en fenası faiz parasıdır. Yenilen şeylerin en berbatı yetim malıdır. İçki bütün günahları kendisinde toplayan şeytan işi pisliklerdendir. Gençlik delilikten bir şubedir. Bazı kadınlar erkekleri avlamak için şeytanların ellerindeki tuzaklardandır. Kabahatlerin en büyüğü dilini daima yalan söylemeye alıştırmaktır. Müminlere sövmek, onlara kötülük etmek onlarla döğüşüp vuruşmak zülümdür. Müminlerin kanı gibi malı da haramdır. Yalan yere yemin edenleri, Allah yalanlar.

Pişmanlığın en kötüsü ölüm anında ki pişmanlıktır. Allah asileri cezalandırır.

İnsanları güler yüz, tatlı söz, güzel ahlak memnun eder. Sizden biriniz bir kardeşini sevdiği zaman bunu ona bildirsin. Kim din kardeşinin ayıplarını örterse, Allah’ta dünya ve ahirette onun kusurlarını örter. Her haline hamt et, işlerini gayretli ve sağlam yap, vücudunu ve çevreni temiz tut. Asla yalan söyleme: kul yalan söylediği zaman ağzından çıkan pis koku sebebi ile melekler ondan bir fersah uzaklaşırlar. Aman! Aman!

Fahiş (ahlaksız) açık ve çirkin sözlerden kaçın. Zira Allah çirkin sözleri, fahiş konuşmaları sevmez. Hicret; açık ve gizli bütün fuhşiyatı terk etmek, namazı dosdoğru kılmak, malın zekâtını vermektir.  Bundan sonra kişi evde de ölse hicret etmiş sayılır. Zinadan kaçın. Aksi halde, dünyada yüzünün nuru gider. Ömrün kısalır, fakir düşersin. Ahirette Allah gazaplanır. Hesabın çetin, mekânın cehennem olur.

Zenginlikte ve yoksullukta iktisatlı ol. Öfkelendiğin zaman adil ol. Gelmeyene git, vermeyene ver, sana zulmedeni bağışla, konuşman hikmetli, sukutun tefekkür olsun. Allah’tan, her işte sebat, takvaya azimet, nimete şükür, doğru bir lisan, güzel ibadet, temiz bir kalp dile. İtaat etki itaat edilenlerden olasın.

Merhametten merhamet doğar. O halde yetimlere, kimsesiz kadınlara ve bütün canlılara merhamet etki sana da merhamet olunsun.

Merhamet, gönül serveti, insanlık sermayesidir. Ana kucağı gibidir. Bütün ahlaki ve insani güzellikleri kuşatan rabbani kaynaklı bir erdemdir.  Merhamet sevginin tezahürüdür. Paylaşmaktır, affetmektir, hoşgörüdür, eşyayı dahi incitmemektir. Merhamet toprağa, çiçeğe, hayvana, insana hulasa dokunduğu her şeye hayat verir, girdiği her yeri cennete çevirir. Merhamet bütün canlılara, en çokta insana yakışır.

Merhametin insandaki tezahürü iki yönlüdür. Bir yönüyle insan kendisine karşı, diğer yönüyle bütün canlılara karşı merhametli olur. İnsan bu sayede kalbini, nefsinin arzularından, aklını şeytanın meskeni olmaktan, gönlünü dünya sevgisinden korur, heva ve heveslerini ilah edinmez. Şehvet ve gazabın kölesi olmaktan kurtulur, iffet ve şecaat sahibi olur. Çocuklara vurup düşürmenin yerine tutup kaldırmanın ‘’bana ne!’’ duyarsızlığı yerine ‘’bana düşen ne?’’ hassasiyetini göstermenin fazilet olduğunu, çok güçlü ve başarılı olmanın çok merhametli olmakla elde edilebileceğini, başarının rekabet ve bencillikte değil merhamet ve iyilikte saklı olduğunu, yeryüzündekilere merhamet edildiğinde göktekilerin, meleklerin ve Allah’ın merhametine mazhar olunacağını öğretir.

İman bakımından müminlerin en mükemmeli ahlakça en güzel olanlar ve ailelerine en güzel davrananlardır. Kıldığı namaz kişiyi çirkin ve kötü davranışlardan alıkoymazsa ancak Allahtan uzaklığını artırır. Darlık zamanında Allah’ın kedisine yetişmesini isteyen kimse genişlik zamanda çok dua etsin Allah’ın adıyla….. Onun adıyla hareket edildiğinde yerde ve gökte hiçbir şeyin zararı sana dokunmaz. O hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir. İman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe iman etmiş olmazsınız. Hiç şüphe yok ki doğruluk iyiliğe götürür. İyilikte cennete götürür. Kişi doğru hal üzerine yaşarsa sıddıklardan yazılır. Keza yalancılık insanı kötülüğe, kötülükte cehenneme götürür. İnsan bu hal üzere yaşarsa yalancı (Kezzab) diye yazılır. Allaha ve ahiret gününe iman eden kimse komşusuna eziyet etmesin. Misafirine ikramda bulunsun. Ya hayır söylesin veya sukut etsin. Zanda bulunmaktan sakının. Çünkü zan sözlerin en yalanıdır.

Kim bir zalime yardım ederse, Allah o zalimi onun başına musallat eder. Allah’ü Teâlâ’ya duyduğun muhabbet kadar halk seni sever. Allah’tan korktuğun kadar halk senden korkar. Allah’ın emirleriyle meşgul olduğun kadar da halk senin işlerinle meşgul olur.

 Ey Ademoğlu! Kanaat edersen kimseye muhtaç olmazsın. Hasedi terk edersen, rahat edersin.

Haramdan kaçınırsan, dininde ihlaslı olursun. Gıybeti terk edersen, muhabbetime mazhar olursun.

İnsanlardan uzaklaşırsan onlardan selamet bulursun. Az konuşursan aklen kemale erersin.(h.k)

Dünyayı sevip, ahireti unutma, hayatı sevip ölümü unutma, saray ve köşkleri sevip, kabri unutma, malı sevip hesabı unutma, yaratılmışları sevip, yaratanı unutma ki gazaba uğrayanlardan, azıp sapanlardan olmayasın. Resülullah (S.A.V) ‘’Allah’ım! Dinimi güzelce yaşat ki o benim güvencemdir. Dünyamı düzelt ki o benim geçim kaynağımdır. Ahiretimi hazırla ki o benim son durağımdır. Hayatımda senin bildiğin her türlü hayrı ziyadesiyle bana ihsan eyle, ölümümü de her türlü şerlerden muhafaza eyle.’’ dualarıyla bizlerinde dua ve niyazlarımızla Allah’a iltica etmemiz için bize yol gösterir.

Peygamberlerin varisleri bilge kişilerdir, Ariflerdir. Arif; bilen, tanıyan aşina olan, marifet ehlidir. Zahiren ve bâtınen şeriatı yaşayan, ahla ki ve manevi arınma sayesinde sezgi gücü ile anlayan, basireti açık olan, keşif veya müşahede yolu ile bilen, her şeyde hakkı gören, Hakk’ı ve hikmeti konuşan, delaletiyle hidayete erilen, sırtı dünyaya, yüzü Allah dönük bulunan, kalbi Allah’ın nazargâhı olan, Hak’tan alıp halka veren, baş gözüyle dünyaya, kalp gözüyle ukbaya, sır gözü ile Mevla’ya bakan, Allah dostu ve cihan sultanıdır.

Arifler de tutalım diye bize öğütler verirler;

Namaz hususunda tembellik, imanın zayıflığının göstergesidir. Tevazu, sahibini yücelten izzettir ve itibardır. Allah’a tevekkül O’nun yardımına vasıtadır.

Komşuluğu korumak, ahde vefa göstermek, iyiliğe itaat etmek, kibre karşı çıkmak, fazilet timsali olmak, aşırılıktan sakınmak, öldürmeyi büyük suç olarak görmek, yaratılmışlara merhamet etmek, öfkeyi yutmak, yeryüzünde fesat çıkarmaktan kaçınmak gibi erdemler, karakterin olsun. Sıkıntı anında ‘’Lahavle vela kuvvete illa billahil aliyyil azim’’ dersen sıkıntıdan kurtulursun. Her nimete kavuştuğunda ‘’Elhamdülillah’’ dersen Allah’ın sana olan nimetleri ziyadeleşir. Rızık ve maişet sıkıntısı çektiğinde tövbe istiğfar eder, günah işlemekten sakınırsan bolluğa kavuşursun. Cimrilikte nefsin zevki, şeytanın teşviki, kendini beğenme belasına düşme hastalığı vardır. Öfkelendiğinde kendini tutan, öfkesine galip gelen, böylece nefsine muhalefet edenin akıbeti güzel olur. İmanın üçte biri hayâ, üçte biri akıl, üçte biri cömertliktir. Hırs öyle nefsani bir hastalıktır ki hayâ duygusunu yok eder, sahibini zillete düşürür. 

Haris olanın gözünü topraktan başka hiçbir şey doyurmaz. Sözün iyisi, kısa ve öz olanıdır. Batıl ancak bir müddet devam eder. Hak kıyamete kadar bakidir. Kalbin, kederden boş olması, kesenin, altın ile dolu olmasından iyidir. Malın hayırlısı Allah yolunda harcananıdır. İnsanın aklının derecesi sözünden, asaleti davranışlarından anlaşılır. İnsanın edep sahibi olması, altın sahibi olmasından hayırlıdır.

Ana babaya iyilik yapmak Salih amellerin en üstünlerindendir. Dini ile dünyası çatıştığında dinini tercih eden ahirette kârlı olur. Dünyası için dinini terk eden hüsrana uğrar. İnsanın kadir ve kıymet sahibi olması onun edebi ve terbiyesinin tam olmasına ve asil olmasına bağlıdır.

Ahireti için çalışanın dünyasına Allah kefil olur. Cumartesi ve Perşembe sabahları bereketin en bol olduğu zamanlardır. İnsanın şereflilik sebebi akıl cevheridir. Akıl nefsi dizginlemek, onun sınırında tutmakla akıldır. Kişinin aklı nefsine hakim olamıyorsa o akıl akıl değildir. Marifet nurundan mahrum olan akıl, akıl cevherinden nasipsiz olan baş gibidir. Nefsini beğenmekten gururdan, kibirden, büyüklük taslamaktan sakın. Zira bu haller kişiyi felakete sürükleyen afatlardandır. Aza kanaat etmeyen çok ile doymaz. Haram kazançla beslenen cennete giremez.

İnsanı değerli kılan iman ve sadakattir. Sağlam inançlı âlim ve ilmi ile amil olan müminlerle arkadaşlık et. Kalp ve gönül ehli ile hemhal ol. Komşularını ziyaret et. İyilik edeni duadan unutma. Günahkâr kimselerle birlikte olmaktan sakın. Günahı arzuladığı zaman nefsine muhalefet et. Başkaları tarafından uyarılmadan önce uyan. Bela ve musibet anlarında sabırlı ol. Nefse en ağır gelen şey ihlastır. Zira ihlasta nefsin bir nasibi yoktur.

Tilkiyi canından eden postu, insanı canından eden hain dostu veya arkadaşıdır. Onun için Beyazid-i Bestami’nin buyurduğu gibi, senin kusurlarını Allah’ın bildiği gibi bilen, sonrada Allah’ın örttüğü gibi ayıpları gizleyen ile arkadaş ol. Öfkelendiği zaman başka, hoşnut olduğu zamanda başka türlü davranan bir kimse ile arkadaş olma. Kızdığı zaman sırrını ifşa eden ne kötü sırdaştır.

Bir kimse senden olmayan vasıflarla seni övüyorsa, sana öfkelendiği zaman sende olmayan sıfatlarla seni zemmeder. İyiliğini unutup, kusurunu açıklayan dost değil düşmandır. Seni masum görmek isteyenin dostluğunda hayır yoktur. Dostun gözün gibi olan insandır. Hayatın süsü, belada yardımcıdır.

Dünya ve ahiret için fayda, takva sahibi olmakla elde edilir. Kişi gazabını yenmedikçe takva sahibi olamaz.

Yüce Allah ancak takva sahiplerine merhamet eder.

Allah içlerini güzelleştirenlerin dışlarını da güzelleştirir.

Öyle ise mümin olarak amellerin güzel olsun. Ölümü unutma ki ölüm gelmeden önce ona hazır olasın.

Evliyaullahı yücelt. Seçkin, hayırlı, hal ehli olan kimselere hürmet et. Zira hal ehli olmayan anlamaz halden, bilgisiz, görgüsüz duygusuz insandan hayır gelmez. Dindar kardeşlerine karşı saygılı ol.

Gözünü ve kulağını harama kapat ki kalbin kirlenmesin.

Zira göz ve kulak kalbin dışa açıklan iki penceresidir.

Seni ilgilendirmeyen şeylere karışma ki itibarın artsın, sözün dinlensin. Namazda gönlünü, el evinde gözünü, halk içinde dilini koru ve az yemekle yetin. Allah’ı ve ölümü unutma ki gaflete düşmeyesin ve masivadan emin olasın. Yaptığın iyiliği ve sana yapılan kötülüğü unut ki; karşılık beklemekten ve kindar olmaktan kurtulasın. Dinle ve itaat et ki cennet nimetlerine yaklaşmış olasın. Unutmak ki Nuh (a.s) oğlu Kenan, isyan edip, kurtulmak için dağa doğru ne kadar koştu ise kurtuluştan o kadar uzaklaştı. O halde Kenan gibi olup kurtuluşu aradığın imanda, dalaletin bataklığına düşme. Olabildiğince Allah’tan sakın, lisanın doğru, amelin güzel ve kalbin temiz olsun.

Cehaletten ilme, gafletten uyanıklığa, tefrikadan cemaate, hizip ve asabiyetten ümmet şuuruna, nifaktan ihlasa, ahmaklıktan ferasete, istismardan hizmete, hıyanetten sadakate yönel. Allah’ın dilemesi dışında insan kendi gücüne dayanarak hiçbir şey ortaya koyamaz. Esasen biz kendi kendimizin sahibi değiliz. Sahibimiz yüce Allah’tır. Bizde olan her şey Allah vergisidir. Diğer bir deyişle bizde bize ait olan hiçbir şey yoktur. Bu sebeple her şeyimizle Allah’a ait olduğumuzu bilelim ve unutmayalım. Kendi başımıza hiçbir istekte bulunmadan yalnızca bize yol gösteren Allah’tan yardım istemek, O’na dayanmak ve yalnız ona kulluk etmek suretiyle onun rızasını kazanmak için çaba gösterenlerden olalım.

İnsan yalnızca mutlak hiçliğini idrak etmekle kalmamalı, aynı zamanda kendisinde yetkinlik olarak gördüğü her şeyi, acziyetini daha şuurlu bir şekilde anlamak bağlamında değerlendirmelidir. Zira Allah’ın bir sırrına muttali olanın karşısına O’nun binlerce sırrı çıkar. İnsan acziyetinin şuurunda olması ile orantılı olarak Allah’a yaklaşır, kendini bilir, sonuçta kendini bilen rabbini bilir ve Allah’ta fani olur. Halk içinde Hak ile birlikte olma erdemine ulaşır.

Vücudun sıhhati az yemekte, ruhun ise günah işlememektedir. Can sıkıntısı tembelliğin cezasıdır. Kalbini masivadan ( Allahtan başka her şeyden) temizle ki Allah’ın nazargâhı olsun. Güneşin gündüzü aydınlık kıldığı gibi, kalbi aydınlık husule geldin.

İyiliğe gücün yetmezse kötülük yapma! Şeytana tapma, onun yolundan gitme. Zira şeytan apaçık bir düşmandır.

Şeytan şerri hayır gibi, kötülüğü iyilik gibi haramı helal gibi, mekruhu mubah gibi gösterir. Şehvet ve gazap anında insanları aldatır. Haset ve hırs yoluyla insanları ateşe sürükler.

Sakın yaptığın işlerde, bulunduğun manevi halde kendi gücünü görmeyesin. Bu hal insanı azdırır ve yaratanın rahmet nazarından uzaklaştırır. Sakın sözünü dinletme ve kabul ettirme hevesine kapılma ki hüsrana uğrayanlardan olmayasın. Arzuladığın, sadece dünya olmasın ki ahirette pişmanlık duymayasın.

Düşünce hürriyeti ve kişinin kendini ifade etmesi erdemi, insan haklarındandır. Birilerine şirin görünmek için haklarından feragat eden, Hak indinde ve halk nazarında zillete düşer. Sonuçta hakları ile birlikte şerefini de kaybeder.

Oysaki peygamber efendimiz (s.a.v) mübüvvet ile müjdelenince; Beytullah’ta toplanan müşriklere: ‘’İyi bilin ki Allah birdir. Ben O’nun kulu ve elçisiyim.’’ şeklinde hitap etmekle yani kendini ifade etme hakkını kullanmakla irşada başlamıştır.

Bu sebeple mümin Hakk’ın hoşnutluğunu gözeten, Hakk’ı veya hikmeti konuşan, sükutu tefekkür, bakışı ibretli, işleri hayırlı, özü sözü doğru olan, az ve öz konuşan, çok çalışan mümtaz bir şahsiyet olmalıdır.

İslam; iman, ahlak, siyasi ve sosyal esaslarıyla en doğru ve en geniş bir insanlık yoludur. Bu feyiz ve kurtuluş dini, ahlakını inancından sosyal nizamını ahlakından, siyasetini sosyal nizamından alır.

Bu bağlamda müminin İslam esaslarına göre hissetmesi, düşünmesi ve hareket etmesi imanının gereğidir. Dinsizlik fikri ve ruhi bir çöküştür. Dalaletin bataklığıdır. İnsanı, din, dünya ve ahiret saadetinden mahrum eden bela ve musibettir. Zira insan ve sosyal kâinat, dinsiz, dolayısıyla ahlaksız ve hukuksuz payidar olamaz.

İnsan sosyal bir varlıktır. Üyesi olduğu toplumun sosyal ve siyasi hayatında etkindir. Yüce Allah’ın yeryüzündeki halifesidir. Bu sebeple Allah’ın, bütün kâinata hâkim olan, tabii ve ezeli kanunlarıyla yüce iradesinden başka hiçbir şeye boyun eğmeden hükümranlığı Allah adına kullanma sorumluluğu vardır. Çünkü en mutlu toplum, Allah’ın emirlerine itaat eden toplumdur. En saygın devlet hükümranlığı Allah adına kullanan devlettir. Bu devlet toplum nazarında saygın ve güvenilirdir.

Hakimiyet; ahlakın, hukukun ve sosyal adaletin tabii koruyucusu, ilahi kudretin, ilmin aklın ve hikmetin, hayata hakim olması esasıdır. Bu ilahi nizam, insan fıtratına uygun her türlü mükemmelliği ihtiva eden, aklın ve mantığın ilham kaynağı ve ilmin rehberi olan İslam’dır.

Dini bilim karşıtı şeklinde niteleyen, dinsizliği fikri bir üstünlük olarak kabul eden inancından dolayı halkı hor ve hakir gören din terakkiye (yükselişe) manidir diyen zihniyet sahipleri, şairin;

‘’İslam imiş devlete pabend-i terakki,

Evvel yoğ idi,

İşbu rivayet yeni çıktı.’’

 Mısralarında ki mesajı algılayabilseler, İslam öncesi, kabile yönetiminin hakim olduğu Arap yarımadası halkının, İslam ile şereflendikten sonra nasıl devlet olup üç kıtada İslam sancağını dalgalandırdıklarını anlayabilirler. Alpaslan’a Malazgirt zaferini kazandıran, Sultan Mehmet Hanı, İstanbul fatihi yapan ideali, akledebilseler, iman nimetinden mahrum olanların, maruz kaldıkları felaketleri ve yaşadıkları sefaleti görebilseler, şüphe ve olumsuzluklara teslim olan, heva ve heveslerini ilah edinen, düşünceleri madde boyutundan daha ileri gitmeyen, dünyevi varlık veya iktidarı, her şeye hükmeden tanrı mesabesinde görenlerin çırpınışlarını, bütünüyle bir değerlendirebilseler, o zaman umulur ki bu değişen fani âlemde, değişmeyen, baki ve tek hakikat olan İslam’la ile müşerref olurda hidayete ererler. Zira kurtuluş için hakikat arayışında bulunan insanın, ileri doğru yönelişinin nihai hedefi İslam’dır. İnsanlık için bu hedef kaçınılmaz bir idealdir.

Her şey zamanla zıddına döner. Bir zaman gündüz, arkasından gece karanlığı sarar. Akşam ile yatsı arası ‘’gündüz olsun’’ dersen olmaz, şafak açıncaya kadar karanlık devam eder. O halde şafak vakti gelinceye kadar sabır gerek. Sabır zulme boyun eğmek değildir.

Sorumluluklarını yerine getirmektir. Allah’ın takdiri karşısında, kalbi teslimiyetle durmaktır. Kıramadığın zinciri hiç olmazsa kemirmektir. 

İnancın, gelenek ve göreneklerin toplumsal düzeni sağlamaktaki işlevini kanunlara yüklemek basiretsizliktir. Zira inanç ihtiyari ve kalbidir. Dinde itaat Allah’adır. Çünkü emreden ve yasaklayan Allah’tır.

Mümin her an ve her yerde Allah’ın kendisini görüyor olduğunun bilincinde ve imanı gereği onun hükümlerine itaat etmek mükellefiyetindedir. Bu sebeple Allah korkusu onun suça yönelmesine veya suç işlemesine engeldir. Gelenek ve görenekler ise kanun-i kadimdir.

Yani çok eskiden beri süregelen, toplum tarafından kabullenilmiş ve yaşatıla gelmiş, devamlılığı ve sürekliliği tam olan davranışların bütünüdür.

Bu bağlamda mümin, inandığı gibi yaşayan, yaşantısı ahlaka ve hukuka uygun olan, mümtaz bir şahsiyettir.

Kanunlar zorlayıcı kaidelerdir. Kanun vaazı beşerdir. Bu sebeple her kanunda mutlaka beşeri bir zaaf vardır.

Kanuna itaat zorunludur. Milli ve manevi değerlere saygılı, ahlaka, hukuka uygun olunca, toplum nezdinde saygındır. Toplumun yaşayan değerleri ile çatışmaz. Bu sebeple sürekliliği ve geçerliliği vardır.

Kanunlar toplumun inancına, geleneklerine, milli ve manevi değerlerine ters düşen, hükümler ihtiva edebilir. Fikir hürriyetini kısıtlayan, dini kısmen veya tamamen yasaklayan, toplumun menfaatinden ziyade şahısların, şirketlerin menfaatlerini temin eden veya yöneticilerin iktidarlarını sürdürebilmelerine imkân sağlayan mahiyette olabilir.

Böylece dinin, örf ve adetlerin, vicdanlardaki, sosyal hayattaki, fonksiyonları kısmen veya tamamen sonlandırılmış olur.

Milli gelir muayyen ellerde toplanır. Halk fakirleşir.

Tolumda ahlaki gerileme ve kirlilik hâsıl olur. Hayâsızlık yaygınlaşır, aleni işlenir hale gelir. Zengin tabakada halka yabancılaşma ve yozlaşma baş gösterir.

Emanetler ehil ellerden çıkar. Yönetim hizmet anlayışından uzaklaşır. Yolsuzluk rüşvet menfaat, esasına dayalı bir icraat sergiler. Toplum suç işleyen ve şikâyetçi olan, devlet suçlu arayan kuruma dönüşür.

Giderek toplumun her kesiminde yönetime karşı tepki sesleri yükselir. Halk sokağa dökülür. Karşıt olarak yönetim, şiddete başvurur, halkı itaate zorlar. Bu süreçte medya, hakka, hukuka, halka değil de kuvvetliye taraf olur, zulmü alkışlar, bir avuç soysuza, zağarlık ve dalkavukluk eder.

 Öte yandan milli ve manevi değere yabancı hatta düşman olan, kalpleri kara, vicdanları paslı, barbar ruhlu, ahlaksız, hukuka karşı saygısız, milli bünyeyi kanser hücreleri gibi tahribe memur, zalim yargıçlar, yargı gücünün zülüm pençesini kullanarak halka kan kusturur, gözyaşı döktürürler. Böylece ağızlardan çıkan her ahh… bin figana dönüşür. Yükselen her feryat kalpleri sızlatan bir mahiyet arz eder. O zaman toplumun hekimleri mesabesinde olan bilim insanları bu feryatların ahlakı ve hukuki sebeplerini sorgulamaya yönelir.

Bilimde her şey ahlakidir. Ahlak geniş manada dindir, istekli davranışların bütünüdür, Allah’ın emirlerine uygun bir yaşama biçimdir. İlmi ile amil olma erdemidir.

Bu anlayışla bilim bilgilendirmeyi, din gücünü kullanmayı, toplum, bilimin bildirilerini öğrenip, bilinçlenmeyi başarınca, gelişmeler beklenen şafağın ilk ışıkları, Hakk’ın hâkimiyetinin habercileri olur. Böylece insanlık tek ideal olan islam ile yeniden şereflenir.

Bu yöneliş bilimin, Kuran ve sünnet ekseninde, dinin mahiyetini, amacını, bütünüyle bilme, bu yöneliş idrak etme ve toplumu bilgilendirme sorumluluğunu yüklenme bilincidir.

O halde bu inanca sahip olanlar tek hakikat İslam’ı korkusuzca ve olabildiğince yüksek sesle haykırmalı eğilmez ve bükülmez ilkeler sahibi olmalıdırlar.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

TÜM OKUYCULARIMIZI PAYLAŞIMA DAVET EDİYORUZ, DAVETLİSİNİZ.