Zaman Nimeti
Her şeyi (zamanı da mekânı da) yaratan, Âlemlerin Rabbi Allah Teala’dır. Bize ikram ve ihsan buyurduğu sayısız nimetlerine şükran borcumuz var. Şükür borcunu ödememiz mümkün değil iken, bunun kendimize yararının olduğunu, Rabbimizin «Samed» (Hiçbir şeye muhtaç olmayan, her şeyin, herkesin kendisine muhtaç olduğu) (İhlâs/2) gerçeğini unutmamalıyız. “Şükür, nimetleri isyanda değil, itaatte kullanmaktır.” Verenin emrettiği şekilde, çerçevede nimetlerden yararlanmak, hududu aşmamak (kulluk)... “Nankörlükte nimet azalıyor, alınıyor iken, şükürde ise arttırılıyor.” “Şükürde; huzur, refah ve güvenlik var. Nankörlükteyse korku ve geçim darlığı...” (Nahl/112). “Zikir; Allah’a itaatle, haramlardan kaçınmakla olur. Sadece anmak değildir” (S.A.V.).
Âlemlerin Rabbi, yarattıklarından (melek, cin, insan, mekân ve zaman) bir kısmını ötekilerinden üstün kılmıştır.
Rabbimiz Asr Suresi’nde “zaman”a yemin buyurmuş, değer ve önemine dikkatimiz çekilmiş... “Sadece Asr Suresi bile insanların dünya ve ahiret saadetine yetebilir” (İmam Şafiî Hazretleri). Sahih imanla, salih amellerle, hakkı ve sabrı tavsiye edenler/zamanını bunlarla değerlendirenler kazanır/kurtulur. Aksi takdirde hüsran olur.
Rabbimiz son Resulünün (S.A.V.) ömrüne yemin buyurmuş... (Hicr/72).
Fatiha’da “din günü”ne vurgu yapılmış. Yine İsra, Leyl, Duha, Fecr, Tekvir, Kıyame, Kadir, Cuma, Karia, Dehr, Felak, Hac, Kamer, Nebe, Şems, Vakıa, Zilzal surelerinde zaman ve vakit kavramlarına vurgular var. Ahiret kavramı da imanın/Kur’an’ın en temel kavramlarından... Ahirete iman, iman esaslarından. Ölüm sonrası sonsuz hayat... “Zaman kılıç gibidir. Sen onu kesmezsen o seni keser.”
Müminun Suresi’nin 3. ayetinde, zamanın israfından kaçınanların (boş, yararsız söz ve işlerden) kurtulacak müminlerden olduğu zikredilir. Zaman, salih amellerle doldurulmalı. Biz, Rabbimizin ilahi nefhasıyla varız. O’ndan geldik. O’nunla, O’na döndürülüyoruz. İnşirah Suresi’nde, “Bir iş bitince başkasına başla... Boş durma...” buyrulur.
Yine buyurmuş (S.A.V.): “Malayaniyi (yararsız söz ve işler) terk etmek, imanın güzelliğindendir.”
“İnsanların hayırlısı insanlara faydalı olanlar, hizmet edenlerdir.” “Akıllı insan, nefsini hesaba çekendir.” “İki günü eşit olan ziyandadır.” “Yarın yaparım diyen zarardadır.” “Hayırlı işlerde acele edin.” “Tembellikten Allah’a sığınırım.” (S.A.V.). Zamanın, muayyen, belirlenmiş, sınırlandırılmış olanlarına “vakit” denilir. Yıl, mevsim, ay, hafta, gün, sabah, öğle, ikindi, akşam, yatsı... Ömrümüz, hayatımız muayyen. Nefeslerimiz sayılı... Ecel gelmeyince kimse ölmez.
Zaman izafi bir kavram. Bizim için “bugün” başkası için dün, yarın olabiliyor. Bugünümüz de dünümüzün yarını... Allah Teala zaman içinde zaman yaratır. (Kehf ashabı, Hz. Üzeyir olayı, rüyalarımız...) Güneş, ay ve dünya gezegenlerinin düzenli, ölçülü, şaşmaz, hesaplı hareketleriyle, biz; zaman, vakit kavramlarını bilebiliyor, algılayabiliyoruz. Bunun gibi bu düzenli hareketler olmasa biz hesabı, matematiği, cebir, geometri, fizik, astronomi kavramlarını nasıl bilebilirdik?!
Gerçekte cin ve insanların dışında tüm varlıklar secdededir/itaatte/zikirdedir, harekettedir, canlıdır.
Diğer varlıklar itaatte “muzdar”, cin ve insanlar ise “muhtar”dır, sınav gereği... İtaat ve isyan yeteneklerimiz var.
Ve yeryüzünde hayatımızda düzen nasıl mümkün olabilirdi?
Mutluluğumuzda çabuk geçen, sıkıntılarımızda yavaş geçen süreç... Rabbimiz katında bugün yarın geçmiş gelecek yok. Hepsi bir. Dünyadaki zaman algısıyla ahiretteki farklı.. Hayat rehberimiz, önder ve örneğimiz (S.A.V.) buyuruyor: «İki büyük nimette insanlar gafildirler. Sağlık ve zaman... “ Hastalandığımızda sağlık nimetimizin farkında olsak da, zaman nimetinin değerini fark edememe gafletindeyiz. Sınırlı ömür/zaman/vakit sermayemizle hep alışverişteyiz. Onu vererek karşılığında ne alıyoruz? Kâr mı ediyoruz, zarar mı?
Ecdat, “Vakit, nakittir” demiş; ancak nakit sonradan kazanılabilse de, giden zaman (vakit) akarsu gibi geri dönmez ki. “Her nefes son nefestir” bilinciyle yaşamak ne kadar mümkün?!
Nefeslerimiz sayılı. Nefesle yaşıyoruz. Alıyor, veriyoruz. Her nefesimizde fark etmesek de zikirdeyiz. Hu, hay...
En değerli, önemli olan elbette Allah-u Teala’dır. O’nun mesajları, elçileridir, O’nun değerli kıldıklarıdır. Değerli olan “zaman” nimet ve emanetini daha değerli, önemli şeylerde harcamak, kullanabilmek akıllıların işidir. Emanet ve nimetlerin yerinde, zamanında kullanılmaması, Rabbanî ölçü dışına çıkılması israftır. Her şeyin israfı vardır.
İsraf; gereksiz, ölçüsüz, yersiz harcamaktır. Ve de haramdır. Şeytan arkadaşlığıdır. Ne yazık ki, tüm emanet/nimetlerde israfa batmışız. Paramızı, sağlığımızı, organlarımızı vb. zamanımızı, ömrümüzü israftayız... Zamanımızı iyiliklerle doldurmak yerine, onu değerlendirmiyor, hatta kötülüklerde israf edebiliyoruz. Kâr yerine zarar... Ne büyük gaflet...
Yirmi dört saatimizi “sünnete uygun” değerlendirmek, düzenlemek sorumluluğundayken, onu israftayız. “Beşeri”/”yerel”/”hevai”/”malayani”/”muzir”/”müfsid” mesajlara ne kadar açığız? Bunlar zamanımızın ne kadarını alıyor? İlahi mesajlara/iyiliklere, yararlı şeylere ne kadar açığız? Hangi mesajlar bizde baskın? Kendimizi denetlemek, sorgulamak ve düzeltmek zorundayız.
Bizi/her şeyi zamanı da yaratanla meşgul olamamak, O’nun (C.C.) yarattıkları, hatta yasaklarıyla meşgul olmak aymazlığı, gafleti nerdeyse nefesimizi kesiyor. Gafletle boğuluyoruz. Sonra da huzur arıyoruz: Servette, şöhrette, siyasette vb. bulamayız. “Kalpler ancak zikrullahla huzura kavuşur” (Rad/28). «İman edip, salih amel işleyenlere güzel bir hayat var” (Nahl/97).
Bir akademisyen, “Kur’an-ı Kerim’de her şeyi buldum. Tatili bulamadım” demişti.
“İnsan hak ile meşgul olmazsa onu batıl kuşatır” (İmam Şafiî Hazretleri).
Kulaklarımız, gözlerimiz ilahi mesajlara mı daha çok açık, yoksa hevai, “şeytani” mesajlara mı?
“Dünya üç gündür. Dün geçti. Yarın gelecek mi, meçhul. Dem bu dem.” Gün bu gün. Bugünü değerlendirmek gerekir.
Hayatımız dünya pazarında alışverişlerle geçiyor. Bu alışverişten kazançlı çıkmak ne kadar mümkün? Her nefis alıp verirken ömür sermayesinden zararda/kayıptayız. Oksijen alıyor, karbondioksit veriyoruz. Aldığımız yararlı/hayati, verdiğimiz de zararlı. İkisine de muhtaç ve mecburuz.
“Dünya, ahiretin tarlasıdır” (S.A.V.). Dünyada «tuba» veya «zakkum» ağaçlarımızı dikip, besliyoruz. Dünya dünyalıkları değil sadece, ahireti kazanma yurdudur. Dünya araç, ahiret amaçtır. Dünya gurbet, geçici konaklama yurdu. Ahiret sonsuzluk/karar yurdu. Ömrünü/vaktini, nimetleri Allah yolunda harcayanlar kazanacak, haramlardan biriktirenler ve harcamayanlar da hüsrana uğrayacak. Allah yolunda can veren, infak edenler kazanıyor, haramlarla/faizle mal biriktirenler de kaybediyor bu pazarda...
Ömür/zaman sermayesini değerli, önemli, yararlı şeylerle meşgul edenler ancak zarardan kurtulabilirler. Aldığımız şey verdiğimizden daha değerli nasıl olabilir?! Sonuçta dünyayı gurbet sayarak ömrü ve dünyalıkları ahireti kazanmak çabasıyla kullanıp, dünyayı araç ahireti amaç edinenler, rağbeti tercihi, önceliği ahiret olanlar, dinini, ahiretini dünyalıklara satmayanlar, cennet karşılığında canlarını satanlar kazançlı olurlar. Biz ise her gün hüsrandayız...
Sonuçta gününü, ömrünü örnek, önder, rehber son elçinin (S.A.V.) hayatına benzetenler, o yolda olanlar kurtulacak...
Bahaddin Elçi.