ALLAH’IN EMANETİ KADINLAR
“Allah’ın hanım kullarına vurmayın!… (Bu gece) Muhammed’in eşlerine pek çok kadın geldi. Hepsi de kocalarından şikâyetçiydi. Bu adamlar sizin hayırlılarınız değillerdir!” (Ebû Dâvûd, Nikâh, 41-42)
Cahiliye Dönemi’nde insanlar; soya sopa, güce kuvvete, şana şöhrete göre kategorize edilirdi. İslam geldi ve insanlar bir tarağın dişleri gibi eşitlendi. “Hepiniz Âdem’densiniz. Âdem ise topraktandır.” (Müsned, c. 14, s. 349) çağrısı hiç hatırdan çıkmamalıyken sonraki devirlerde sahip olunan fiziki ve maddi güç insanları şaşırttı; Cahiliye âdetleri yeniden canlandı. “Müslüman, diğer Müslümanların elinden ve dilinden emin olduğu kimsedir.” (Tirmizî, Îmân, 12) hadisi duvarları süsledi, içimize işlemedi. Güçlü insanlar, zayıflara zulmetmeyi kendilerinde bir hak olarak gördüler. Şiddet halka halka çoğaldı ve şiddete yönelen insan, öfkesini öncelikle en yakınlarına yöneltti. Evde, okulda, iş yerinde, sokakta şiddet haberleri duymadığımız, görmediğimiz bir günümüz bile geçmez oldu.
Yüce Allah, nikâhı, misak-ı galîz (ağır sorumlulukları olan bir sözleşme) diye tanımlarken (Nisâ, 4/21) ve “Onlarla (kadınlarla) iyi geçinin” (Nisâ, 4/19) buyurup özellikle erkeklere iyi geçinme tavsiyesinde bulunur. Buna karşın insanlar, eşlerine muamele hususunda onlara rol model olan Hz. Peygamber’i değil; babalarını, atalarını örnek aldılar ve eşlerine dayak atmaya, şiddet uygulamaya devam ettiler. Peygamber hanımlarına bu konuda yapılan müracaatlar artınca Hz. Peygamber ümmetini şöyle uyardı: “Allah’ın hanım kullarına vurmayın!… (Bu gece) Muhammed’in eşlerine pek çok kadın geldi. Hepsi de kocalarından şikâyetçiydi. Bu adamlar sizin hayırlılarınız değillerdir!” (Ebû Dâvûd, Nikâh, 41-42)
Hz. Peygamber hayattayken bu konuda daha dikkatli davrananlar, onun vefatından sonra çarçabuk eski alışkanlıklarına geri döndüler. Abdullah b. Ömer’in âdeta bir itiraf niteliğinde olan şu sözleri durumun vahametini gözler önüne sermektedir: “Biz, Hz. Peygamber zamanında hakkımızda vahiy indirilir korkusuyla hanımlarımıza karşı söz söylemekten ve istediğimiz gibi davranmaktan çekinirdik. Ancak Hz. Peygamber vefat edince istediğimizi söylemeye ve rahat davranmaya başladık.” (Buhârî, Nikâh, 81)
Hz. Peygamber, ümmetinin bu konudaki zaaflarını biliyor ve yaptığı ilk ve tek haccında kendisini dinleyen kalabalıklara şu hatırlatmada bulunuyordu: “Kadınlar hakkında Allah’tan korkun. Siz onları Allah’ın emaneti olarak aldınız ve Allah’ın adını anarak nikâh kıymak suretiyle kendinize helal edindiniz…” (Müslim, Hac, 147) Doğumundan itibaren kendisine yük olduğu hissettirilen, soylu, asil ve zengin değilse hiçbir hakka sahip görülmeyen kadını, Hz. Peygamber’in “Allah’ın emaneti” olarak tanımlaması, emanete riayetin ise müminlerin ayrılmaz niteliklerinden olması, kadın ve kadına muamele konusunda çok dikkatli olunması gerektiğini ortaya koymaktadır. Kadına fiziki yönden güçsüz olup mukavemet edemeyeceği için şiddet uygulanması, en basit ifadeyle Hz. Peygamber’in ahlakıyla ahlaklanmamak, onun örnekliğini ve tavsiyelerini ciddiye almamak anlamına gelir. “Müminlerin iman bakımından en mükemmel olanları ahlakı en güzel olanlarıdır. Sizin en hayırlılarınız ise hanımlarına karşı en iyi davrananlarınızdır.” (Tirmizî, Rada, 11) diyerek iman-ahlak münasebetine dikkat çeken Hz. Peygamber, hayırlı, iyi insan olma ölçüsünü de öncelikle eşe hayırlı olma olarak belirlemektedir.
Eşler öncelikle sevgi ve merhamete dayanan bir birliktelik kurmak, birbirlerinde huzur ve sükûnet bulmak için evlenirler (Rûm, 30/21). Başladıkları bu yolculukta birbirlerine örtü olurlar (Bakara, 2/187), birbirlerini her türlü kötülükten korur birbirlerinin tamamlayıcısı olurlar. Bir elmanın iki yarısı gibi eşit değillerdir ama sahip oldukları fiziksel ve duygusal güçleri birleştirerek tamamlanırlar. Aralarında farklılıkların, anlaşmazlıkların olması da son derece tabiidir. Hz. Peygamberle eşleri arasında da zaman zaman anlaşmazlıklar çıkmış, Allah Resulü eşlerini kırmadan incitmeden problemleri çözme yolunu tercih etmiş, hiçbir zaman şiddete başvurmamıştır. İslam devleti güçlenip Müslümanların refah düzeyi artınca ve hanımlar yardımcılara kavuşup ev eşyaları ve ziynetlere sahip olunca Peygamber hanımları Hz. Peygambere müracaat edip aynı imkânlara sahip olmak istediklerini belirtmişlerdi. Bu durum Hz. Peygamber’i çok üzdü ve eşlerinden bir ay uzaklaşmaya karar verdi. Ahzâb Suresinin 28 ve 29. ayetleri nazil olunca da eşlerini ya kendisini ya da dünya nimetlerini tercih etme noktasında serbest bıraktı. Annelerimiz de Allah ve Resulünü tercih ettiklerini söylediler. (Buhârî, Tefsîr, 33/4-5)
Eşler arasında geçimsizlik baş gösterdiğinde ve problemlere hiçbir şekilde çözüm bulunamadığında, “en sevimsiz helal” (Ebû Dâvûd, Talak, 3) de olsa boşanma yoluna gidilir. Boşanma hakkı zannedildiği gibi sadece erkeğe ait bir hak da değildir. Kadının eşiyle anlaşarak boşanması (muhâlea) veya geçerli bir sebepten dolayı hâkimin boşaması da evlilik birlikteliğini sona erdirir. Allah Resulü, kocasından yediği dayak sebebiyle kendisine müracaat eden bir hanımı, “Kocandır, sever de döver de.” diyerek geri çevirmemiş, mehir olarak aldığı bahçeyi geri vermeye razı olduğunu söyleyen kadınla kocasının arasını ayırmıştır (Buhârî, Talâk, 12). Evlilikleri boyunca kadına etmedik zulmü bırakmayanların, boşanma söz konusu olunca “Ya benimsin ya da kara toprağın.” anlayışıyla eşlerinden ayrılmak istememelerini ve işi cinayete kadar vardırmalarını anlamak mümkün değildir.
Hz. Âişe’nin ifadesiyle Allah Resulü ne bir kadına ne bir hizmetçiye elini kaldırıp bir tokat bile vurmamıştır (Ebû Dâvûd, Edeb, 5).
Sözlerimizi Hz. Peygamber’in uyarısıyla bitirelim: “Allah’ım, ben iki zayıfın; yetim ve kadının hakları konusunda (insanları) şiddetle uyarıp sakındırıyorum, onların haklarına el uzatılmasını yasaklıyorum.” (İbn Mâce, Edeb, 6)
Ayşe Gültekin.