* FANİ DUNYA FORUM HABERLER


Gönderen Konu: Kadınlar  (Okunma sayısı 392 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı KOYLU

  • *****
  • İleti: 2314
Kadınlar
« : Mart 23, 2020, 07:00:44 ÖÖ »
Kadınlar

İnsanlık tarihinin başlangıcından itibaren ilk kadın Hazret-i Havvâ olmak üzere toplumun bütün kadınları, asırlarca konuşulmuş ve haklarında pek çok şey yazılmıştır.

Tarih Boyunca Kadına Bakış

Hazret-i Havvâ hakkında uydurulan yanlış ve esassız hurâfeler, zamanla bütün kadınlara teşmîl edilmiş, daha sonra özellikle yahudiler tarafından kadının “aşağılık” olduğu, necis ve tehlikeli olduğu anlayışı yayılmıştır. Öyle ki, iffet, hürmet ve saygınlık gibi mefhumlar, yalnız erkeklere mahsus görülmüş, kadınlar fıtrî özelliklerinden dahî dışlanmışlardır.

 Zamanla toplumun anneleri olan bu kadınlar için, düşülen bu “aşağılık” durumdan kurtarılma çalışmaları yapılmış; meselâ Yunan toplumunda, kadınlar evliliğe teşvik edilmiş, evlenip âile olan kadınlar methedilmişti. Bir kadının nikâh yoluyla bir erkeğe bağlanıp birlikte yaşaması, haysiyet ve şeref ölçüsü kabul edilmişti. Hattâ erkeğini mutlu eden, iffet ve terbiyesini muhafaza eden kadınlar, âile hayatının “kraliçesi” görülmüştü. Evlenip iffetli sayılan kadınlar, evlerinde haremlik-selamlık hayatı başlatmış, sokağa çıkarken vücutlarını saklayan büyük örtüler kullanmaya başlamışlardı. Özellikle asil ve soylu kadınlar, yabancı erkeklerle bir araya gelmemeye, konuşmamaya ihtimam göstermişlerdi.

O devirde Yunan kadınında aranan temizlik, iffet, haysiyet ve şeref gibi üstün meziyetler, kadına mümtaz bir mevkî kazandırmış; bunun yanında erkekler, hür kabul edilerek diledikleri gibi sorumsuz yaşamaya devam etmişlerdi. Çünkü toplum içinde onlardan temiz ve iffetli bir hayat beklentisi olmamış; onlar cinsiyetleri gereği, her yerde “üstün varlıklar” olarak tanımlanmışlardı. Dolayısıyla bu erkeklerin sokaklarda oturup kalktığı, toplum içinde görüştüğü bir kadın sınıfı da mevcuttu.

Yunan toplumunda bu iki sınıf büyümüş; erkeklerle rahat oturup kalkan kadınlar, izzet ve söz sahibi olmuşlardı. Bu kadınlarla düşüp kalkmak, eğlence ortamlarında bulunmak, toplumu büyüğünden küçüğüne bütünüyle istilâ etmiş, tâbiri câizse şehvet sokakları kaplamıştı. Tâ ki, filozoflar, şairler, edebiyatçılar bunları yazıp çizmiş; devrin en önemli politik dâvâları, bu kadınların huzurunda çözülür olmuştu. Hattâ Yunan milletinin güzelliğe olan düşkünlüğü, tapınırcasına güzeli sevmesi, onları çıplak heykeller yapmaya kadar sevk etmiş, nihayetinde güzellik ve aşk ilâhesi “Aphrodite” (Afrodit) doğmuştu.

Roma’da da âile önemli, özellikle erkek, karısı ve çocukları üzerinde tam bir hak ve hukuk otoritesine sahipti. Roma medeniyetinin zirveye çıktığı devirde kadın, âilevî nizama çok bağlı; iffet, şeref, hayâ gibi mefhumlar asalet ve şeref ölçüsü sayılmıştı. Meselâ bir defasında asil bir Romalı senato üyesi, öz kızının gözü önünde, karısını öptüğü için cemiyet bu laubâlîliği millî ahlaka en büyük hakaret saymış ve senatörün vazifesine son verilmişti.

Toplumun nüvesi olan kadının onur, haysiyet ve şerefine en başta Âlemlerin Rabbi çok ehemmiyet vermiş, adlarına özel sûre indirmiştir. Kadının ezilip hor görüldüğü zaman diliminde kara ve köle bir kadının (Hazret-i Hâcer’in) gayret ve koşuşturmasını, bütün mü’minlere “bir ibadet parçası” olarak vacip kılmıştır.

Ne Yapmalı, Nereden Başlamalı?

Toplumun mürebbîsi olan kadınlar, varlık şeref ve haysiyetlerine rağmen geçmişte olduğu gibi günümüzde de istismar edilmiş; fıtratlarında var olan zariflik, güzellik, ziynet ve merhamet basit metâlarla ölçülmek istenmiştir. Kadın fıtratında bulanan zayıflıkla, bulunduğu asil mevkîden kaydırılmaya çalışılınca, onunla birlikte bütün müessese ve anlayışlarda bir kayma yaşanmış; başta âileler olmak üzere zincirleme, bir dizi problem kaçınılmaz hâle gelmiştir.

Tevfik Fikret’in, “Elbet sefil olursa, alçalır beşer!” dediği gibi, kadın gerektiği şeref ve statüde bulunmadığı, hak ettiği hürmet ve kıymeti görmediği zaman toplumun diğer kademelerindeki problemler de sükun bulmayacaktır. Nitekim kadın, tek başına sadece bir fert değildir. “Sizleri çiftler hâlinde yarattık.”[1]

Hükmü gereği, hemcinsi olan bir erkek ve beraberinde bir çocukla bulunmaktadır. Devamında ise, büyüyen kartopu misali, geniş âile ve sülâleler kadınla irtibatlıdır.

 Peki, kadının tarih boyunca geçirdiği uzun serencama ve nihayet bugün geldiğimiz noktaya baktığımızda, “Ne yapmalı, nereden başlamalı?” diye sorulacak olursa; biz de kısaca düştüğü yerden kalkmalı, deriz. Yani iffetinden, ahlâkından, sesinden, sözünden, davranışından, âilesinden ayağa kalkmalı; bunu kendi davranış ve ehliyetiyle bizzat göstermelidir.

Rabbi ile İletişimi

Kadın, öncelikle Âlemlerin Rabbinin değer verdiği, toplumunun önemli bir ferdi olduğu şuuru ile Rabbiyle iletişimine ihtimam ve muhabbetle yeniden sarılmalıdır.

Rabbiyle, cennet ve cehennem eksenli değil; muhabbet ve takvâ esası üzerine samimi bir iletişimde bulunmalı; bunun alt başlıkları olarak biyolojik ve psikolojik sağlığına, eğitim ve sorumluluklarına, çevresiyle ilişkilerine, temizlik ve bakımına önem vermelidir.

Nefes alıp verdiği bütün zamanının Âlemlerin Rabbi tarafından izlenip işitildiğini, hayır ve şer olarak her şeyin kaydedildiğini kesinlikle göz önünde bulundurmalı ve hiçbir gayretin karşılıksız kalmayacağı şuuruyla hareket etmelidir.

Sâliha bir kadın, Yaratıcısı ile irtibatını kuvvetli tutmak için düzenli bir hayat yaşar. Her gün kitabı Kur’ân-ı Kerîm’i az da olsa düzenli okumaya çalışır ve ibadetlerinde hassas ve îtinâlı olmaya özen gösterir. Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in işaret buyurduğu üzere, “Rabbiyle konuşmak istedikçe Kur’ân okur”.[2]

Kitabına sımsıkı sarılır. Nitekim Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Kur’ân-ı Kerîm’i çokça okuyanları şöyle medhetmektedir:

“Kıyamet günü Kur’ân getirilecek ve:

«-Ey Rabbim, beni okuyup hayatını bana göre yaşayan bu kulunu giydir.» diyecek.

Böylece o kimseye keramet (şeref) tâcı giydirilecek. Sonra Kur’ân:

«-Ey Rabbim, ona verdiğin nîmeti artır.» diyecek.

Böylece ona cennet elbisesi giydirilecek. Sonra Kur’ân:

«-Ey Rabbim, ondan râzı ol.” diyecek. Allah Teâlâ kendisinden râzı olacak. Sonra:

«-Ey kul, oku ve yüksel!» denilecek.

Böylece okuduğu her bir âyetle iyilik, sevap ve mükafatları artırılacak.”[3] buyurmuştur.

Kur’ân-ı Kerîm sayesinde, Allah ile konuşma şerefine eren bir kul, namazla da Allah ile buluşma makamına ermiş olur. Rabbimiz, her gün beş vakit, kullarını özel dâvetle huzuruna kabul buyuruyor. Namaz kılmayan, bu büyük dâvete icâbet etmeyen; “Allah beni huzuruna niye kabul etmedi?!” diye tekrar tekrar düşünmelidir.

Zira namaz, kişinin Âlemlerin Rabbine mîraç, O’nunla rû-be-rû (yüz yüze) özel bir görüşme hâlidir. Bu yüzden kişiye farklı bir enerji ve dinamizm verir. Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“Haramlardan sakınırsan, Allâh’ın en âbid kulu olursun! Allâh’ın sana olan taksîmine râzı olursan, (kanaatta) insanların en zengini olursun! Komşuna ihsanda bulun ki, (kâmil bir) mü’min olasın. Kendin için istediğini, başkaları için de iste ki, (kâmil bir) müslüman olasın! Fazla gülme! Çünkü fazla gülmek kalbi öldürür.” (Tirmizî, Zühd, 2/2305; İbn-i Mâce, Zühd, 24)

----------------------------------------------------------------------------------

[1] Bkz. Fâtır, 11.

[2] Bkz: Süyûtî, I, 13/360.

[3] Tirmizi,Fedâilu’l-Lur’ân, 18/2915.

Çevrimdışı KOYLU

  • *****
  • İleti: 2314
Ynt: Kadınlar 1
« Yanıtla #1 : Mart 23, 2020, 07:04:00 ÖÖ »
Kadınlar 1

Nâfile İbadetlerle Kalp Zenginliği

Sâliha hanım, Âlemlerin Rabbi ile olan irtibat, sevgi ve saygısını O’na olan ibadet, tâzim ve tesbihleriyle ifade eder, kuvvetlendirir.

“Seven, sevdiğiyle her an birlikte olur!” düsturunca, Rabbine en güzel tâatleri sunmak için düşünür, çalışır, çabalar.

Kudsî hadîste; “…Kulum Bana farz ibadetlerden daha sevimli başka bir şey ile yaklaşmaz. Nâfile ibadetlerle ise daha fazla yaklaşır. Nihayet Ben onu çok severim. Sevince de işiten kulağı, gören gözü, tutan eli, yürüyen ayağı olurum…”[1] buyrulduğu üzere farz ibadetlerinin yanında, Allâh’a yaklaştıracak nâfile ibadetlere de devam eder.

Halk içinde Hak ile beraber olmaya îtinâ gösterir. Günlük işleriyle meşgulken dahî, dili ve kalbi ile Rabbini zikreder, O’nu her işinde hatırlar. Başta “Üsve-i Hasene” Efendimiz’in sabah-akşam yapmış olduğu zikir ve duâları olmak üzere, günlük virdlerine, Kur’ân-ı Kerîm’den okuduğu hiziblerine dikkat eder.

Kalbini daima Rabbi için temiz ve hazır tutar. Şemseddin Sivâsî’nin söylediği gibi:

“Padişah konmaz saraya, hâne mâmûr olmadan…”

Tesettür ve Hayâsı

Tesettür; “s-t-r” fiilinden gelip “bir nesneyi örtmek, kapamak, gizlemek, saklamak” mânâlarını ihtivâ eder.[2] Tesettür ile aynı mânâda kullanılan bir diğer kelime ise, “hicap”tır.

Hicap; “h-c-b” kökünden gelen bir kelime olup “bir şeye ulaşılmasına mânî olmak, engel olmak”, daha geniş mânâsıyla, “kalbe ve zihne ulaşılmasına mânî olacak şekilde sesiyle, ahlâkıyla, davranışı ve örtüsüyle gizlenmek, örtünmek.”[3] demektir.

Örtünme, yalnızca kadının bedenini, saçlarını saklaması değildir! Kadının kadınlığını hissettiren zerâfeti, câzibeyi, sevecenliği, güzelliği, sesi, sözü, gülüşünü örtmesi, gizlemesidir.

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bir hadîs-i şerîfinde:

“Ümmetimin son zamanlarında, görünüşte giyinik, fakat aslında çıplak kadınlar olacaktır. Bunların başları deve hörgücü gibidir. Onlar Cennet’e giremezler. Cennet’in kokusunu dahî alamazlar.” buyurmaktadır. (Müslim, Cennet, 52)

Bu konudaki benzer hadîs-i şerîfler ise şöyledir:

“Her göz zinâ eder. Kadın koku sürünür, sonra da erkeklerin bulunduğu bir topluluğa uğrarsa, o da zinâ işlemiş gibi olur.” (Tirmizî, Edeb, 35)

“Giyimde sadelik îmandandır.” (Ebû Dâvûd, Tereccül, 2)

Mahremiyete Dikkati

Kadın ve erkek, farklı fıtratlarda birbirlerini tamamlamak üzere yaratılmıştır. Dolayısıyla ergenlikten itibaren birbirlerine ilgi ve beğenileri artarak devam eder.

Bu sebepdir ki, Allah Teâlâ, zinâyı yasaklamaktan önce, zinâya götüren yolları tıkamış ve ona hiçbir şekilde yaklaşılmamasını emretmiştir. Hazret-i Ali -kerremallâhu vecheh- şöyle anlatmaktadır:

Bir gün Peygamber Efendimiz’in yanında idim. Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“-Hangi şey kadınlar için daha hayırlıdır?” diye sormuştu.

Orada bulunan herkes sustu, bir cevap veremedi. Eve döndüğümde, Hazret-i Fâtıma’ya:

“-Hangi şey kadınlar için daha hayırlıdır?” diye sordum.

“-Kadınların erkekleri görmemesi, erkeklerin de kadınları görmemesi!” dedi.

Bunu Rasûlullah Efendimiz’e naklettiğimde:

“-Şüphesiz Fâtıma benden bir parçadır.” buyurdu. (Heysemî, IV, 255)

Eğitimine Önem Vermesi

Her doğan günle birlikte kâinatta her şey yenilenmektedir. Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-; “İki günü müsâvî/eşit geçen aldanmıştır!”[4] buyururken bu yeniliğe insanın da ameliyle, ilmiyle, hayr u hasenâtıyla ortak olmasını istemektedir.

Durgun olan her şeyin bozulmaya yüz tuttuğu gibi, terakkî göstermeyen, ilmen ve zihnen gelişmeyen insanlar da bir müddet sonra verimsizleşmeye, hattâ kurumaya başlayacaktır.

Müslüman kadın, hem ferdî okumalarıyla, hem de katılmış olduğu sohbet halkalarıyla kendini geliştirmeye, aktif ve dinamik tutmaya önem verir, îtina gösterir. Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“Allah her kimin hayrını dilerse, onu dinde fakîh kılar (dinin inceliklerini kavrama hususunda ona kabiliyet verir.” buyurmuştur. (Tirmizî, İlim, 1)

-----------------------------------------------------------------------------

[1] Buhârî, Rikâk, 38.

[2] Râgıb el-Isfahânî, “el-Müfredât”, sh: 696.

[3] Râgıb el-Isfahânî, a.g.e., sh: 368.

[4] Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, Hadis No: 2406.

Çevrimdışı KOYLU

  • *****
  • İleti: 2314
Ynt: Kadınlar 2
« Yanıtla #2 : Mart 23, 2020, 07:06:57 ÖÖ »
Kadınlar 2

İlk kadın Hazret-i Havvâ’dan itibaren kadınlar, toplumun en önemli parçası ve değişmez meselesi olmuş; kadınla birlikte eşi, çocuğu, anne-babası, mahallesi ve toplumu, kadına verilen pâyenin tesiri altında kalmıştır.

Sosyal Destek Hizmetleri’nin “Çocuk ve Âile” bölümlerinde çalışırken şâhit olmuştum ki, problemli âilelerin çocukları; gittiği okulda, oynadığı sokakta, çalıştığı işyerinde, kurduğu evlilikte de problem oluşturmakta; oradan doğup büyüyen çocuklar da aynı şekilde sıkıntılı yetişmekteydi. Başka bir ifadeyle, âileden öğrenilen dertler ve âile olmadığı için öğrenilemeyen yanlış değerler, çoğunlukla bir sonraki nesle, hem de katlanarak aktarılmaktaydı. Bunlara bir de teknoloji ve küreselleşmenin kaçınılmaz tesirleri eklenince şahısların ve âilelerin psikolojisi kör düğüme dönüşmekteydi.

Toplumun anneleri, kadınları, kızları olarak ancak koptuğumuz yerden, yani evimizden, ahlâkımızdan, örtümüzden, kıyafetimizden, sesimizden ve sözümüzden tekrar doğrulabileceğimiz şuuruyla; yeniden ve bir kere daha Kur’ân’la ve Peygamber’le irtibatımızı gözden geçirmemiz ve kendimizi hesaba çekmemiz gerekmektedir. Nihayetinde toplumun bütün fertleri, kadını yalnızca âilede, mahallede, sokakta değil; sosyal hayatın pek çok sahasında görmekte; kadınların elinden eğitim ve terbiye almakta ve yine onlarla birlikte çalışmaktadır. Açıkça görülmektedir ki, kadın, kıyafetiyle, tavır ve davranışlarıyla, bazen de çalışma ahlâkıyla bütün toplumu yönlendirmektedir. Öyleyse kadının iç dünyasına odaklanarak, onu ilmek ilmek okumakta ve dokumakta pek çok fayda var.

Müslüman Hanım, Bütün İşlerini İhlâsla Yapar

İhlâslı olmak, yapılan her işte, önce rızâ-yı Bârî’yi gözetmekle olur. Muhlis insan, yaptığı dünyevî ve uhrevî bütün işlerini, Âlemlerin Rabbinin her an görmekte olduğu şuuruyla, îtina ve dikkatle yapar. Bilir ki, dünyada sosyal hayatın gerektirdiği işler, Rabbin rızâsı doğrultusunda yapıldığında ibadet hükmündedir.

 Zamanının büyük bölümünü evinde, eşine ve çocuklarına hizmetle geçiren müslüman kadın, yaptığı küçük ve rutin işlerini dahî, en makbul ibadet hükmünde görür; büyük bir neşe ve huzurla yapar. Başta kendisi olmak üzere, çocuklarını, eşini ve evini mâlâyânî (boş ve gereksiz) bütün meşgalelerden muhafaza eder. Özellikle günümüzün en tehlikeli virüsü olan internet oyunları ve sosyal medya bağımlılığından korumak için faaliyetler düzenler, alternatif plân ve programlar yapar.

Evinin “iç işleri bakanı” olarak, âile fertlerinin beslenmelerinden giyinmelerine, vakit tanziminden yuvalarında huzur ve sükûn bulmalarına kadar gerekli bütün icraatlarını “sâlih amel” niyetiyle ve îtinayla hazırlar.

Nitekim, huzur ve sekînetin garantisi olan ihlâs, kalplerde azalıp dünyevî hırs ve dertler artıkça, gönüllerde sıklet ve huzursuzluk da baş göstermiştir. Evlerimiz genişleyip konfor ve lükse düşkünlük fazlalaştıkça, ruhlar küçülüp daralmıştır.

Bir gün Ensar kadınlarından Esmâ -radıyallâhu anhâ- Rasûlullâh’ın yanına gelip şöyle sormuştur:

“-Anam-babam Sana fedâ olsun; ben kadınların elçisi ve temsilcisi olarak huzurunuza varmış bulunmaktayım. Sorum şudur ki; biz kadınlar, siz erkeklerin evlerinde oturarak, sizlerin isteklerini yerine getirmekte ve evlâtlarınızın yükünü taşımaktayız. Siz erkekler ise Cuma namazı, cemaat namazı, hasta ziyareti, cenaze merasimine katılma, haccetme, hepsinden önemlisi Allah yolunda cihâd etme gibi amellerle biz kadınlara üstün kılınmışsınız. Bizim evlerde sizin dışarıda yaptığınız sevaplara erişme imkânımız yok. Bunun hikmeti nedir?”

Bunun üzerine Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- onun bu üslûbunu methetmiş ve sorusuna şöyle cevap vermiştir:

“-Ey Esmâ, git ve seni bekleyen kadınlara söyle ki; sizden her kim eşine karşı vazifelerini en güzel şekilde yerine getirir ve ona itaat ederek kendisinden hoşnut ederse, erkeklerin alacağı sevabın hepsi ona da verilecektir.”

Bunu duyan Esmâ -radıyallâhu anhâ- sevinçli bir şekilde, tekbir ve tehlil getirerek Allah Rasûlü’nün huzurundan ayrılmıştı.[1]

Gece İbadetine Önem Verir

Âlemlerin Rabbi, Furkan Sûresi’nin 64. âyet-i kerîmesinde mü’min kullarını şöyle târif eder:

“…Rahmân’ın has kulları, gecelerini Rab’lerine secde ederek ve kıyam durarak geçirirler.”

Sekînetin arttığı ve dünyevî meşgalelerin azaldığı gece vakitleri; Kur’ân okumak, tefekkür etmek, tesbih ederek dua ve istiğfarda bulunmak, kendi kendini muhasebeye çekmek için en uygun vakitlerdir. Bu şekilde tanzim edilmiş husûsî bir tefekkür ve zikir vakti, kişiye farklı bir dinamizm kazandırır. Özel vakitler, özel buluşmaların zamanı ve mekanıdır. Âlemlerin Rabbi, gecenin son demlerinde dünya semâsına nidâ ederek:

“-Kim Bana duâ ediyor, ona icâbet edeyim. Kim benden bir şey istiyor, onu vereyim. Kim benden affını istiyor, onu affedeyim.” buyurmaktadır. (Buhârî, Tevhid, 35, Teheccüd, 14; Deâvât, 13; Müslim, Müsâfirîn, 166)

Seven, sevdiğinin yolunu gözler, onunla birlikte olmak için yollar, imkânlar arar. Âlemlerin Rabbi, kırık gönüllerin yanında, gece vakitleri yataklarından uzaklaşarak seccadelerine oturan kullarıyla beraberdir.

Şair Sezâî Karakoç’un da söylediği gibi; “Geceye yenilmeyen her kişiye, mükâfat olarak bir sabah, bir gündüz ve bir Güneş vardır…”

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, kendisinden tavsiye isteyen bir sahâbîye:

“-Selâmı yay, yemek yedir, yakın akrabayı ziyaret et. İnsanlar uykuda iken geceleyin namaz kıl ki, huzurla cennete girebilesin.” buyurmuştur. (Tirmizî, Et’ime, 45, Kıyâme, 42; İbn Mâce, İkâmet, 174, Et’ime, 1)

Duâsında Samimidir

Duâ, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir.

Duâ, “Hayy” ve “Kayyûm” olan, her şeyin sahibi, yüceler yücesi Rabbe yakarışta bulunmak, O’na hâlini arz etmek, işlerini O’na havale etmek demektir. Dağların dahî ağırlığından parçalandığı büyük bir emanetle sorumlu tutulan insan, yaşadığı bütün anlardan, yaptığı-yapmadığı her şeyden hesaba çekileceğini idrâk ettiğinde ne kadar zayıf ve çaresiz kaldığını yakînen hisseder. İşte böyle bir anda kula en çok yaraşan haslet, hâl-i pür melâlini, zayıflık ve acziyetini Allâh’a arz etmesidir. Zaten kulluk da bu demektir.

Kulunun her hâline vâkıf olan Âlemlerin Rabbi, onun acziyetine her ân şahid olduğu hâlde, kulundan bunu itiraf ve ifade etmesini bekler. Onun el açıp:

“-Rabbim! İmdâd eyle!...” demesini ister.

Bu sebeple âyet-i kerîmede:

“…Duânız olmasa Rabbimin katında ne ehemmiyetiniz var?!.” (Bkz: el-Furkan, 77) buyrulmaktadır.

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de:

“Sizden birine duâ kapısı açılmışsa, muhakkak ki ona rahmet kapısı açılmıştır. Allâh’a en sevimli duâ, kendisinden âfiyet istenmesidir. Muhakkak ki duâ, başa gelen ve gelmeyen her belâ ve musibete fayda verir. Onun için ey Allâh’ın kulları, duâya sarılınız!” buyurmuştur. (Tirmizî, Deavât, 101/3548)

-----------------------------------------------------------------

[1] İbn Asâkîr, Târihu Dımaşk, VII, 363-364; Beyhakî, Şuâb, IV, 421; Heysemî, IX, 305; İbnü’l-Esîr, Usdu’l-Ğâbe, VII, 19.

 


* BENZER KONULAR

Allah’ı Ne Kadar Seviyoruz Gönderen: anadolu
[Bugün, 08:40:07 ÖS]


Böyle Sevdik Gönderen: anadolu
[Bugün, 08:35:30 ÖS]


Dostluk Üzerine Gönderen: anadolu
[Bugün, 08:27:16 ÖS]


Sevmek-Sevilmek Gönderen: anadolu
[Bugün, 08:21:12 ÖS]


Sermayemiz takvamız olsun Gönderen: anadolu
[Bugün, 08:14:00 ÖS]


Bize De Dua Yâ Rasulallah (S.A.V) Gönderen: anadolu
[Bugün, 08:09:36 ÖS]


Çoban Deyip Geçmeyelim 2 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 08:04:55 ÖÖ]


Çoban Deyip Geçmeyelim 1 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:57:14 ÖÖ]


Yabancılaşmadan Değişmek ve Gelişmek Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:44:43 ÖÖ]


Suriye Olaylarının Perde Arkasında Neler Var 8 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:34:29 ÖÖ]


O insanı Yetiştiremezsek 1 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:25:16 ÖÖ]


Mutluluğun Sırrı Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:12:56 ÖÖ]


Murada Ermek İçin Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:07:00 ÖÖ]


Bize Kalana Bakın Siz Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 06:02:09 ÖS]


Âlemler O’na Hayran Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:34:39 ÖS]


Dünya Nedir Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:25:53 ÖS]


Gönül Allah (CC) 'ta Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:22:44 ÖS]


İmani olgunluğun sırrı - Teslimiyet Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:15:04 ÖS]


İnsanın Manevi Yapısı (Ruh, Kalb, Akıl ve Nefs) İle İlgili Meseleler Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:06:24 ÖS]


Esat Kabaklı - Sürgün - 320 KBPS Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 04:50:26 ÖS]