İslam ve Kadın
Kadının çilesi tarih boyunca hep cehaletten kaynaklanmıştır, dense yeridir. Onu kumalığa hatta “gözden uzak gönülden ırak” konumuna iten sebep de cehaletten başkası değildir. Gerek Kur’an’da gerekse Hz. Peygamber’in uygulamalarında insana, özellikle de kadına karşı hassas ve özenli bir yaklaşım söz konusu iken, Müslüman toplumlarda kadının ikinci plana itilmesi anlaşılır gibi değildir. Peki, kadın kendi değerinin farkında mı? “Eş” denilerek hayatın her aşamasında erkeğe ortak durumda olduğunun bilincinde mi? Ya da bir bütünün iki bileşeninden biri, yani elmanın diğer yarısı…
Hal böyleyken kadın-erkek eşitliği ve eşitsizliği tartışmaları ne anlama gelmektedir. Hem kadının ahlaki yaşamı ve giyim-kuşamı konusunda niye hep erkekler konuşur? Çünkü bizim kadına bakış açımızda sorunumuz var. Kadını ‘günah kutusu’ gören yaklaşımlar hiç de az değil maalesef…
Oysa İslam açısından kadın da erkek de özgün bir varlıktır. Hac esnasında birlikte tavaf edip birlikte namaz kılmaları bunun en güzel göstergesidir. Kur’an, insanın topraktan yaratıldığını söyler. Peki, toprak olmadan yaşamak mümkün mü? Ve insana saygının olmadığı bir yerde İslam’dan söz edilebilir mi?
Alınıp-satılan bir meta olarak görüldüğü bir dünyada Kur’an’ın kadından bahsetmesi, hakkını-hukukunu belirlemesi ve sosyal hayatta onu erkeğe ortak etmesi kuşkusuz büyük bir hadisedir. Lakin çok geçmeden hilafet saltanata dönüşünce köle ve cariyeden de söz edilir oldu ne yazık ki…
İslam’ın kadına bakışı
Günümüz Müslüman toplumlarında kadının ikinci plana itilmesinin kaynağı din değil, kültürel anlayıştır. Nitekim kadın ve erkek cinsi için ortak olarak “nas/insanlar, inananlar” kavramını kullanan Kur’an, insanın yaratılışından aşama aşama bahseder ancak kadın ile erkeğin cinsiyet farklılığına herhangi bir üstünlük tanımaz: “Ey insanlar! Sizi bir tek canlıdan yaratan, onun(özünden, maddesinden de) eşini var eden ve her ikisinden pek çok erkek ve kadın meydana getiren Rabbinize karşı sorumluluğunuzun bilincinde olun…”(Nisa,4/1).
Bir kimsenin kendi cinsiyetini seçmesi söz konusu değildir. “Dilediğine kız, dilediğine erkek çocuk veren Allah’tır”(Şura 42/49). İslam Peygamberi, kadını ve erkeğiyle bütün insanlığın peygamberidir. Kadınlardan da biat alındığı(Mümtehine,60/12) düşünüldüğünde; tarihte kadın ve erkeklerin oyu ile seçilen ilk başkan Hz. Muhammed’dir.*
Şu hususu da özellikle belirtmek gerekir ki; “Biz cahiliye devrinde kadınları adam yerine koymazdık” diyen Hz. Ömer’i, kadınlardan ilmi ve idari sahada hizmet talep edecek seviyeye yükselten güç, İslam’dan başkası değildir. Hz. Ömer gibi bir şahsiyetin, kadınlara danışması ve onlara idari görev vermesi anlamlı olduğu kadar, İslam’ın kadına bakışının da özetidir bir bakıma...**
Bilindiği gibi Kur’an’ın emir ve prensiplerinde kadın-erkek ayırımı yapılmadığı gibi, kadınların dışında erkeklere tanınan herhangi bir ayrıcalıktan da söz edilmez:
“İster kadın, ister erkek olsun, Allah’a inanmış olarak kim hayırlı işler yapmışsa işte onlar cennete girecek ve orada onlara hesapsız rızık verilecektir”(Mümin,40/40).
Hz. Peygamber’in tebliğ ettiği dinin bütün vecibelerine, hanımlar kendilerini muhatap saymakta en ufak bir tereddüt göstermemişlerdir. Bunun içindir ki Peygamber devrinde kadınlar, İslam davetine koşmuş, hicreti göze almış, savaşlarda yaralıların imdadına koşmuş, gerek vakit namazlarında gerekse Cuma ve Bayram namazlarına katılmış, Arafat’a çıkmış ve Kâbe’yi birlikte tavaf etmişler, bunun karşılığı olarak da birlikte ilahi övgünün muhatabı olmuşlardır:
“Mümin erkekler ve mümin kadınlar birbirlerinin dostları ve yardımcılarıdır. İyiliği emrederek kötülükten alıkoyarlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekâtı veriler. Allah’a ve peygamberine itaat ederler. İşte Allah bu kimseleri bağışlayacaktır.”(Tevbe,9/71)
Kur’an’ın aydınlığında kadın-erkek ilk Müslümanlar, emsalsiz bir adanmışlık örneği sergilediler. Hatta kadınların bir adım önde oldukları bile söylenebilir. Kocasından önce Müslüman olan kadınların varlığı bilinmektedir. İlahi davete ilk “evet” cevabını veren ve bütün varlığıyla ona sahip çıkmış Sümeyye Hanım’ın İslam uğruna şehit olması ise tarihi bir gerçeğin ifadesidir. Eğitim-öğretim faaliyetlerinde de kadınlar, erkeklerle âdete yarış halinde olmuşlardır.
Nitekim Ensar kadınları Hz. Peygamber’in huzuruna çıkıp: “Erkeklerden bize fırsat kalmıyor, bizler için ayrı bir gün ayırıp Allah’ın sana öğrettiklerinden bize de öğretsen” diye teklifte bulunur. Hz. Peygamber de gün ve yer tayin ederek eğitim-öğretim isteklerine bizzat karşılık vermiştir.
Namus Bekçiliği Görevi
İffet ve namus gibi değerlerin korunması nedense sadece kadından beklenir ve kadının bekçiliği de erkeğe bırakılır. Oysa kadının, bakılması haram olan şeylerden gözlerini sakındırması ve iffetini koruması emredilirken, aynı emir bir önceki ayette de erkeklere yöneltilir: “Mümin erkeklere söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar…”(Nur,24/30-31).
DAYAK CENNETTEN Mİ ÇIKTI?
Ataerkil toplumlarda kadının dövülmesi, anlaşmazlıklarda sözüm ona çözüm yollarından biri olarak görülür. Erkek egemen karakterli bu davranış dini dayanaktan yoksundur. Erkeklerin, eşlerine karşı şiddete başvurmalarını onaylamak mümkün olmadığı gibi, böyle bir ahlaki düşkünlüğü Kur’an’la temellendirmeye kalkışmak da en hafifinden insafsızlıktır. Sevgili Peygamberimizin bu konudaki uygulamasına özellikle dikkat edilmelidir:
Resul-i Ekrem, eşlerini boşama konusunda serbest bırakacak derecede aile içi huzursuzluk yaşadığı dönemde bile eşine karşı en ufak bir şiddet eğilimi göstermemiş, eşini döven arkadaşlarını sitem ederek onları uyarmayı da ihmal etmemiştir: “Sizden biri hanımını dövecek, gece vakti de utanıp sıkılmadan onunla aynı yatağa girecek, öyle mi?”(Buhari-Tirmizi).
Hiç şüphe yok ki; iyi bir aile yuvası işbirliğini gerektirir: Eşler arasındaki ilişkilerde de karşılıklı anlayış esastır. Aralarında daima merhamet, şefkat, istişare ve dayanışma ile ancak ‘iyilikte yarışmak’ söz konusudur.
*Kadına seçme ve seçilme hakkı İngiltere’de 1918’de; Türkiye’de ise 1930’da seçme, 1934’te de seçilme hakkı verildi.
**Hz. Ayşe validemiz ve Hz. Talha’nın kızı Ayşe ilmi konuda otorite kabul edilirdi. Şifa Ümmü’l-Müminin de Hz. Hafsa’ya yazı öğretmiş ve Hz. Ömer’e de fikir danışmanlığı yapmıştır.