İslâmî Mücadelede Kadının Rolü
“İman edenler, hicret edenler ve Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad edenlerin Allah katında büyük dereceleri vardır. İşte 'kurtuluşa ve mutluluğa' erenler bunlardır.” (Tevbe, 9/20)
Cihad nefsin en sevdiklerinden Allah yolunda vazgeçişidir. Savaşın İslam literatüründeki ismi bu yüzden cihaddır. İnsanın en zor vazgeçeceği şeyi, Allah yolunda canını feda etmesidir çünkü.
Cihadı sadece cepheye indirgemek ve erkeklere has kılmak, bu kavramı daraltmak olacaktır. Bu kavramı zihinlerimizde kısır bir manaya hapsetmek şüphesiz savaş meydanları dışında cihad edenlere haksızlık olacaktır. İslami dava uğruna Allah yolunda bedel ödemek pahasına atılacak her adım cihaddır muhakkak. İslam davası erkeklere zimmetli bir dava değildir, kadının da (bazı konularda bir takım ruhsatlarla pozitif ayrımcılığa tabi tutulmuş olmakla birlikte) gücü nispetinde bu davadan payına düşenler vardır. Hakikat davası uğruna yapılabileceklerin haddi ve hesabı tutulamaz elbette.
Hacer’in İsmail için su bulmak için yaptığı sa’y cihaddır.
Asiye’nin Firavun sarayında imanı cihaddır.
Hz. Meryem’in susma orucu bir cihaddır.
Konuşmanın anlamsız kaldığı yerde susmak cihaddır.
Bedel ödeyeceğini bile bile hakkı haykırmak, yazmak ve konuşmak bir cihaddır.
Zulme ve tuğyana,
Dünyevi otoritelere,
Şirke başkaldırı, isyan bir cihaddır.
Peki, kadının savaş meydanındaki cihaddan men edildiği doğru mudur?
Farklı alanlarda kendini ispatlamış üç mü’mine kadın: Tüccar Hz. Hatice, fetva makamı Hz. Aişe ve cengâver mücahide Nesibe binti Kab… İki peygamber eşi ve bir de savaşta peygambere gövdesini siper etmiş mücahide… Her biri peygamber desteği ve gözetiminde…
Hz. Aişe ve Hz. Hatice'yi biliriz de Nesibe'yi bilmeyiz çoğumuz. Ensar’dan cengâver bir mücahide Nesibe... İki evlilik yapmış, dört çocuk sahibi. Çocuklarının her birini birer mücahid olarak yetiştirmiş. Yetmemiş kendisi de savaş meydanlarına çıkmış. Birçok Müslümana ibret vesilesi Nesibe... Onun Peygamberle beraber cihada katılan ilk kadın oluşu bugün önemli bir örneklik olarak karşımızda durmaktadır.
Tek bir dua ile savaşıyordu Nesibe:
“Cennette peygamberle beraber olabilmek…” Allah Resulü’nden bu duayı aldığında ölse de gam yemezdi artık.
Yemame seferinde sahte peygamberle en ciddi şekilde boğuşanlardandı Nesibe. Sahabelerin Allah tarafından samimiyet ve sadakat testine tabi tutulduğu Uhud savaşında okçular peygambere verdikleri sözden gafil olup ganimet kaygısı ile bulundukları tepeyi terk ederken ve bununla savaşın Müslümanların aleyhine dönmesine sebep olurken, savaş meydanında peygamberi korumak için öne atılan bir Nesibe vardı. Uhud dendiğinde Hz. Hamza ve Mus’ab bin Umeyr gelir önce aklımıza, sonra okçuların gafleti…
Siyer ve tarih kitaplarında adına rastlamak zordur Nesibe'nin. Sanki hiç yaşamamıştır, hiç adı anılmamıştır. Elinin hamuru ile savaş meydanlarında kahramanlık göstermemiştir sanki.
Gerçi katıldığı son savaştan sonra eline hamur bulaşmamıştır Nesibe’nin. Zira son savaşında şehit vermiştir iki kolunu.
İslam’da kadın sosyal hayattan soyutlanmış değildir. Bilakis narin yapısı ve annelik vasfından ötürü kendisine bir takım imtiyazlar sağlanmıştır.
Cihaddan, ailesinin iaşesini kazanma işinden, Cuma ve bayram namazlarından vb. muafiyet ruhsatı verilmiş olması bir men edilme, yasaklama değildir.
Kadın, inancının çizdiği sınırları aşmaksızın yetenekleri ve gücü nispetinde bu ve benzeri alanlarda kendini gösterebilir.
Müslüman kadının savaş alanındaki durumuna dönecek olursak, İslam tarihi savaş alanlarında kadınların kahramanlıklarından yoksun değildir. Buna tek örnekte Nesibe değildir. İşte birkaç örnek;
“1) Allah’ın Resûlü, Ashabıyla Hendek’te Yahudilerle savaşırlarken kadınlar ve çocuklar muharebe sahasının hayli gerilerinde siperdeler. Kendilerini herhangi bir saldırıdan koruyacak silahlı bir muhafızları da yok. Benû Kureyza oymağı, siperlendikleri yere doğru yollanmakta… Bundan endişedeler. Yakınlarında peyda olan bir Yahudi büsbütün kendilerini şaşırttı. Müslümanların kadın ve çocuklarının siperlendikleri yeri Kureyza’ya, bu Yahudi elbette ihbar edebilirdi.
Allah’ın Resûlü’nün halası Safiyye (ki Zübeyrin de anasıdır) Hassan bin Sâbit’e:
-Zuhur eden bu yahudiyi hemen öldür, durma, çabuk ol!
Ama Sâbitte hiçbir kımıldama yok. Onun tereddüt ettiğini görenSafiyye, nasıl çadır direğini kapar, ileri atılır, bir vuruşta bu Yahudi’nin leşini cansız yere serer. Tarihçiİbn-i Esirİslâm kadınının yaptığı ilk bahadırlık olayı olarak kaydeder.
2) Yermük harbinden sonra İslâm ordusu tekrar bir kere daha Romalılarla savaşmak üzere yola çıkmış ve“Merc’üs-sefer”ı bir beldede mola vermişti.Halid bin Said, o sırada Haris’in kızı Ümmü Hakim ile evlendi.Ve ihtişamlı bir ziyafet tertip edildi. Ümmü Hakim’in çadırı da burada bir köprünün yakınındaydı –ki bu köprü bu gün bile onun adını taşır– Müslümanlar düğün ziyafetindeydiler, zevkle yemek yiyorlardı. Ziyafet henüz sona ermemişti.
Ansızın Romalıların baskınına uğradılar. Derhal ellerini yemek tabaklarından çekip, kılıçlarına sarıldılar. Kızışan aslanlar gibi Romalıların üzerine atıldılar. Keskin mızraklarını göğüslerine sapladılar.
Ovalarda ve dağlarda onları darmadağın ve paramparça ettiler. Ümmü Hakim de yiğitlik ve şecaatten nasibini unutmadı. Gelinlik ve zifaf elbisesini attı. Derhal şerefli şecaat elbisesini giyer giymez ileri atıldı. Kadınlığını unuttu. Erkek azmiyle, erkek iradesiyle çarpışmaya koyuldu.Yedi ve belki daha fazla Romalı muharibi ansızın yere serdi.ıa buradan, öldürülenlerin kemiyeti değil, olayın önemi gözümüze çarpmalıdır.. (Burada fazilet, zifaf üzere olan bir gelinin kahraman erkekler gibi cihada atılması, îman ve azim kuvvetiyle gösterdiği şecaattir).
3) Müslümanlar“Meysen”şında çok ustaca taktikler kullandılar. Meysenlileri Dicle yakınlarında karşıladılar. İslâm silahlı birlikleriMugire’nin komutasında bulunuyordu. Kadınlar epeyce geride ve sol tarafta yerleştirildi. Bu meyanda Arabın hekimi Kalde’nin torunu ve Hâris’in kızıEzde, bütün arkadaşlarıyla birlikte, bu çatışmada Müslüman askerlere yardım etmeye karar verdi. Kendisi, önlüğünden bir bayrak yaptı, diğer kadınlar da kendilerinden böyle sancaklar yaparak onu takip ettiler, başta Hâris’in kızı Ezde olduğu halde kadınlar ellerinde bu sancaklarla meltem rüzgârlarında dalgalanarak İslâm askerlerine doğru sert bir yürüyüşe koyuldular. Bu arada her iki ordu korkunç bir şekilde çarpışıyordu. Düşman bu gelenleri yeni bir Müslüman takviyesi zannetti de cesaretini kaybetti ve bir anda çözülüp ric’at etti. (Taberi, c: 8, s: 2347)
4) Ebu Ubeyde ve Halid, Romalıların büyük bir harp hazırlığına giriştiklerini, derhal Ecnadeyn’e sefere çıkmanın gerekliliğine inandılar. Ordunun başkomutanlığına Halid bin Velid geldi. Önde Halid bin Velid İslâm Silâhlı Kuvvetleri başkomutanı olarak, arkada, harp levazımatı silâh, yiyecek yüklü takviye birlikleriyle kadın ve çocuklar topluluğuna Ebu Ubeyde bakıyordu.
Ordu hareket haline geçince, muhasaradan kurtulan Şamlılar İslâm ordusuna arkadan saldırmaya cür’et etti. Çünkü tam bu sırada Roma İmparatorunun İslâm karşısında savaşmak için Şam halkına gönderdiği askerî yardım birliklerinin bir kısmı Şam’a ulaşmış bulunuyordu. İşte bunların takviyeleriyle de desteklenen Şamlılar, hem arkadan saldırdılar, hem de önden orduyu durdurmaya muvaffak oldular. İslâm ordusu ummadığı bir durumla karşılaştı. Öyle bir durum ki bu onlar için bir ölüm tuzağı olabilirdi. Ama onlar büyük bir soğukkanlılıkla, metanetle, cesaretlerini muhafaza edebildiler. Ve tekrar düşmanı iki taraftan muhasara etmeye de muvaffak oldular. Lâkin onlar cephede düşman kuvvetleriyle meşgul iken Şamlılar Müslüman kadınlarını yakalayarak hızla kaleye götürdüler. BuradaEzde’nin kızı Havle, heyecanlı bir şekilde şunları söylerken, kadınlar birbirlerine bakışıyorlardı:
“Kızlar! Şam kâfirlerine teslim mi olacaksınız? İslâm kahramanlığının lekelenmesini kabul mü edeceksiniz? Müslüman şanının yücelttiği etekleri pay-ü mâl mı edeceksiniz? Bu itibarı kaybetmek yerine ölelim daha iyi…”
Bu birkaç kelime, İslâm kadınlarının gururunu alevlendirdi. Çadır sırıklarını kaptılar. Mes’ele şeref mes’elesiydi… Veya ölmek… Ezde’nin kızıHavle, en başta bulunuyor, onu Afare’nin kızıAfire, Utbe’nin kızıÜmmü Ebane Nu’manın kızıSelmâ. takip ediyordu. Şamlı erkekler onlara bakadursunlarİslâm kadınları aralarından otuz tanesini cansız olarak yere sermiş. İslâm’ın o bahadır kadınları ümitsizce mücadele etmekte direnmekteydiler. İşte tam bu arada İslâm silâhlı kuvvetleri cephede düşmanı bozguna uğratmış ve kadınların yardımına yetişmiş bulunuyorlardı. Şamlılar İslâm ordusu karşısında dayanamazlardı artık; kaçtılar, tekrar kaleye sığındılar.
İslâm ordusu ise tekrar Ecnadeyn seferine hazırlanmağa koyuldu. TarihçiEdward Gibbon, olayı önemle kaydeder. İslâm kadınlarının gösterdiği mertliği şecaatı ve kahramanlıkları över de över ve çok beğenir. Der ki:“Gerçekten bu ordu, iclâl ve takdire lâyıktır, Müslüman kadınları kılıç sallamakta, mızrak kullanmakta mahir olduklarından iffetlerini, ismetlerini ve dinlerini muhafaza edebilmişlerdir…”
5) Vâkıdî’nin otoritesini kabul edersek Suriye’nin fethinde İslâm kadınlarının büyük payı bulunduğunu itirafa mecburuz. BilhassaÜmmü Hakim, Hind, Ümmü Kasir, Esma, Ümmü Eban, Ümmü Umare, Havle, Lübnâ ve Afîreşta –hattâ erkeklerin bile yapamayacağı– başarılar sağlamışlardır.
6) Şam’ın istilâsı sırasındaEban bin Said,Şam prensiTomastarafından şehit edilmişti. Utbe’nin kızı olan karısı Ümmü Eban,şehit edilen kocasının bütün silâhlarını kuşandı, intikam almak için harekete geçti. Düşmanla uzun süre kahramanca çarpıştı. Şam halkı, muhasarada olduğu halde surlardan misillemede bulunuyorlardı. Elinde altın bir haç tutan rahiplerin başlarında toplanmışlar, zafer için dua ediyorlardı. Ümmü Eban da çok usta bir okçuydu. Dua edenin elindeki Altın Haça nişan aldı ve vurdu. Haç okla beraber surların dışında bulunan Müslümanların arasına düştü. Hıristiyanlar buna dayanamadılar. Tomas gözü alev alev hiddetinden ağzı köpüklenmiş, kaleden dışarıya fırladı. Ve çok şiddetli helâk edici bir hücuma koyuldular. Romalılar haçı kurtarmak için inatla savaşıyorlardı. Fakat beyhudeydi. Kim onların üzerine doğru gelse Eban’ın öldürücü okuna kurban oluyordu.
Tomas inatçıydı. O bile geri çekilmeğe mecbur oldu. ÇünküÜmmü Eban’ın mızrağı dosdoğru onun gözüne saplanmıştı.esnadaÜmmü Ebanşu cümleleri söylemekteydi:
“Ümmü Ebân, onlardan intikamını ara,
Hiç durmadan, kahramanca saldır düşmanlara,
Can çekişti Akvâm, uğrayarak senin oklara.”
7) Yevmüttavir’de daha çetin savaşlar vuku bulmuştur. Burada da Müslüman kadınlar cesaret ve kahramanlığın fevkalâde örneklerini göstermişlerdir. Eğer Müslüman kadınları burada kılıç kuşanmış olarak Romalılarla karşı karşıya gelmeselerdi Müslümanlar burada bozguna uğrarlardı.Hind, Havle, Ümmü Hakimdaha birçok Kureyşli kadın da iştirak etmiş bulunuyordu… Bunlar panik karşısında birbirilerini çelikleştirmişler ve kahramanca savaşmışlardır. Burada, Ebubekir’in kızıEsmaıyla birlikte at sırtında yan yana savaşmaktaydı (Vakıdî).”¹
Bütün bu yaşanmışlıklar Allah’ın kadın için belirlediği sosyal sınırların sadece evinin sınırları dâhilinde olmadığını göstermektedir. Elbette kadın asli vazifesi olan annelik vasfını, evinin düzenini, ailesine karşı ilgi ve alakayı ihmal etmemeli ve ondan gafil olmamalıdır. Hatipliği iyi olan bir kadını susturmak, âlim bir kadının ilmini yaymasına engel olmak, kısacası kadının niteliklerini kullanabileceği her türlü alandan soyutlamak doğru değildir. İslami dava uğruna elinden geldiği ve gücünün yettiğince çalışmak gayretindeki kadının bu toplumsal süreçteki rolü iyi planlanmalıdır.
Müslüman kadının İslamî mücadelede yüklenebileceği ve ikmal edebileceği çeşitli hizmet alanları vardır. Davaya güç katacak böylesi bir potansiyel mevcutken -fitne endişesi olmaksızın- bu duruma göz yummak büyük bir vebal olacaktır.
Bugün metropolde yaşayan Müslüman hanımları için savaş alanındaki cihaddan söz etmek mümkün değil elbette. Peki, günümüzde Müslüman hanımlar cihadlarını hangi cephelerde yapmalıdır?
Bizce:
1. Müslüman kadının eğitimi son derece önemlidir. Bu eğitimde amaç kariyer sahibi olmak değil İslam'a hizmet olmalıdır. Yani eğitimde de amaç cihad olmalıdır.
2. Aile kurumunda iyi bir anne ve eş olabilmek, örnek bir Müslüman aile profili oluşturabilmek kadının en öncelikli cihadıdır.
3. Kadın ilmini önce evlatlarına, sonra da çevresine aktaracak iyi bir eğitmen olmalıdır.
4. Evlatlarını İslamî şuur, dava bilinci, sorumluluk ve duyarlılık sahibi bireyler olarak yetiştirmelidir.
5. Dünyada gelişen olayları yakından takip etmeli, İslam âleminin ve insanlığın sorunlarına kayıtsız kalmamalıdır.
6. Dünyevi ve ufak meseleleri değil, insanlığın dertleri ile dertlenmelidir.
7. Sanat, edebiyat ve hukuk alanlarından yeteneği çerçevesinde biri ile ilgilenmeli, İslam referansı ile bu yoldan kendini ifade etmelidir.
8. Önder Müslüman hanım şahsiyetlerin hayatlarını iyi okumalı ve kendine en yakın olanı modern söylemle rol model edinmelidir.
9. Elinin ulaştığı mazlum ve mağdurlara yardım elini uzatabilmeli, çevresindeki yetimlere veli olabilmelidir.
10. Gerek akraba çevresi ve gerekse komşularından tanıdığı genç kız ve hanımlarla iletişim kurarak davet ve eğitim çalışmaları yapmalıdır.
11. Özellikle, kadınlar ve çocuklar düzleminde yoğunlaşmalı ve İslam davasındaki sorumluluklarının gereğini yerine getirmelidirler.
12. En önemlisi örnek bir Müslüman şahsiyet olarak, hâl diliyle tebliğ yapmalıdır.
-------------------------------------------------------
Dipnot:
1. Seyyid Süleyman Nedvî’nin, “Müslüman Kadınların Kahramanlıkları” Fatih Matbaası, Çeviren Ramazan Yıldız, İstanbul-1967.