Önce Anne
Dinimiz, âilenin çekirdeği mesabesinde bulunan anne ve babaya saygı ve itâata büyük önem verir ve onların hukukuna çok dikkat edilmesini tavsiye eder. Bir taraftan "Cennet, annelerin ayakları altındadır." hadîs-i şerîfiyle annelerin lâyık olduğu yüce mertebe belirlenirken; diğer taraftan da "Hiçbir evlâd babasının hakkını ödeyemez. Ancak babasını köle olarak bulur, satın alır ve âzâd ederse, bu durum müstesnâdır." hadîs-i şerîfi ile de babanın evlâd üzerindeki hakkına dikkat çekilir.
İslâm'da anne hukuku daima önde gelir. Zîra âile içerisinde gördüğü hizmetlerin sonu ve çocukları için çektiği sıkıntıların sınırı yoktur. Annenin evlâdı sebebiyle çektiği bu meşakkatler, hâmile kaldığı günden başlar; doğum sancısı, çocuğun emzirilmesi, giydirilmesi, temizliğinin yapılması, terbiye edilmesi, tedâvisi gibi ardı arkası kesilmeyen yoğun bir hizmetle ömür boyu devam eder.
Anneler, ilâhî merhametten en fazla nasîb almış varlıklardır. Cenâb-ı Hakk'ın kendilerine verdiği engin şefkat duygusu; onları, bütün imkânları ve fedakârlıklarıyla çocuğuna hizmete sevk eder. Evlâdın, bu hizmetleri maddî bir karşılıkla ödemesi asla mümkün değildir. Yapabileceği tek şey, annenin kendisine sunduğu anneliğin idrakinde olması, minnettarlığının şuurunda bulunduğunu annesine hissettirmesidir.
Evlât üzerinde elbette babanın da hukuku vardır. Maddî ihtiyaçlarının temininde gerekli fedakârlıklar ondandır. Doğumdan sonra annenin maruz kaldığı maddî ve manevî sıkıntılara o da ortak olmuştur. Şu halde evlât, her ikisine de borçludur.
İslâm dîni evlâdın annesine ve babasına karşı olan saygı ve hizmet hususunda ısrar eder. Bu meyanda anne hukukuna daha öncelik tanır.
Annenin evlâd üzerindeki hukukunun babanınkine nispetle en az üç misli olduğunu söyler. Nitekim bu husus, hadîs-i şerîfte açık bir şekilde ifade buyurulur:
Ebû Hüreyre -radıyallahü anh- anlatıyor:
Bir adam gelerek:
"-Ey Allah'ın Rasûlü, iyi davranıp hoş sohbette bulunmama en ziyâde kim hak sahibidir?" diye sordu. Hazret-i Peygamber -sallallahü aleyhi ve sellem-:
"-Annen!" diye cevap verdi. Adam:
"-Sonra kim?" dedi. Rasûlüllah -sallallahü aleyhi ve sellem-:
"-Annen!" diye cevap verdi. Adam tekrar:
"-Sonra kim?" dedi. Rasûlüllah -sallallahü aleyhi ve sellem- yine:
"-Annen!" diye cevap verdi. Adam tekrar sordu:
"-Sonra kim?" Rasûlüllah -sallallahü aleyhi ve sellem-, bu dördüncüyü:
"-Baban!" diye cevapladı. (Buhârî, Edeb, 2)
İslâm âlimleri, annenin babaya rağmen üç misli zahmet çektiğine, Kur'ân-ı Kerîm'deki şu âyet-i kerîmede işaret edildiğini söylemektedirler:
"Biz insana, anne babasına karşı iyi davranmasını tavsiye etmişizdir. Zirâ annesi onu karnında, zorluğa uğrayarak taşımış, onu güçlükle doğurmuştur. Taşınması ve sütten kesilmesi otuz ay sürer…" (Ahkâf, 15)
Ulemâ der ki:
"Hadîs-i şerîfte anneye üç misli hak, âyette zikredilen şu üç şeye karşılıktır: hâmilelik zahmeti, doğurma meşakkati ve emzirme sıkıntısı."
Dinimiz, kız çocuklarının bakımı ve terbiyesini erkek çocuklarından önde tutmaktadır. Nitekim hadîs-i şerîfte şöyle buyurulur:
"Kim, (iki veya üç) kız çocuğunu erginlik çağına erişinceye kadar besleyip büyütürse, kıyamet gününde -iki parmağını birleştirerek- onunla şöylece beraber oluruz." (Müslim)
Çarşıdan alınan yeni bir şeyi, çocuklara paylaştırırken önce kızlardan başlanarak ikrâm edilmesi de islâmî âdâptandır.
Muhammed Bahâeddîn Nakşibend Hazretleri, bir vasiyyetinde:
"-Benim kabrimi ziyaret etmek isteyenler, evvelâ annemin kabrini ziyaret etsinler, sonra da benimkini…" buyurur.
İşte bu tükenmek bilmeyen sıkıntı ve çileler sebebiyle yüce dînimiz anneye, öncelikli bir hizmet hakkı ve ulvî bir mevkî ihsân etmiştir. Şefkati gökler kadar derin ve sevgisi deryalar kadar engin ve birer zerâfet âbidesi olan anneler, bu fazîlet ve şereflerini ömürleri boyunca korumaya çalışmalıdırlar.