Babam Cuma Günü Öldü
Öldüklerimizi hayırla yâd etmek alışkanlığımız var. Allah’ın hakkı olan rahmet etme işini de onlara çok yakıştırırız. “Rahmetli” diye başlarız ve yere göğe sığdırmayız.
Oysa öldükten sonra yeni bir hayat başlar. Hesap, kitap, mizan ve nihayet Cennet/Cehennem…
Ve orada Allah’ın “Rahmân ve Rahîm” sıfatından birinin tecellisini göreceğiz: Rahmân: “Dünyada Mümin, kâfir, münafık herkese ve her mahlûka acıyan rahmet eden, rızıklandıran…”
Rahîm: “Ahirette sadece Mümin kullarına acıyıp merhamet eden” demektir.
Fatiha’da, “O, hesap/ceza gününün sahibidir” denilmektedir.
Evet, orada dünyadaki gibi caka satmak yok!
“Ben kimim”, “Benim kim olduğumu biliyor musun?” kabadayılıklar orada sökmez. Veya “Rahmetlinin din/diyanetle işi fazla olmazdı ama kalbi çok temizdi; karıncayı dahi incitmezdi…” gibigüzellemeler sadece bizi avutabilir. Geçerli bir iman ve o imanı ayakta tutacak güzel bir ameli yoksa vay onun haline!
Nitekim böylelerine, “Bak, ölüm var, hesap var böyle deme, böyle davranma” diyorsun…
“Ölüp de dirilen mi var; boş versene! Fırsat varken hayatının tadını çıkar!” diye cevap veriyor.
Diğeri, “Bu benim bedenin, benim hayatım, istediğim gibi yaşarım…” naralarını atıyor. Ve devamla, “Bırak bu din safsatalarını” diyor.
Berikisi de akşama kadar din, diyanete, Müslümanlara kin kusar. Bir örtülü, bir sakallı görmeye gelmez, saldırır; inananları bir kaşık suda boğmak ister. Hatta öylesi de olur ki, İslam’a ve müminlere hayatı dar eder; durmadan kutsallarına saldırır, mabetlere kilit vurur; ibadethaneleri ahıra çevirir, han ve gazino olarak kullanılmasına ön ayak olur…
Bunlara rahmet okumadığında, duanda onlara yer vermediğinde saldırıya geçerler.
Veya bir yerde Kur’an’dan bir ayet, bir örnek versen, “bütün gürültüyü aleyhlerine sandıklarından” (63-Münâfikun 4)üzerlerine alınırlar ve “bizi kastediyorsun” derler.
Ayet de mi okumayayım? Oku da bizi kasteden olmasın!
Böylelerine ölüm gelip çattığında hiç uğramadıkları, adımlarını dahi atmadıkları mabetlere zorla da olsa birileri tarafından –bakarsın- getirilmiş, musallaya bırakılmışlar… Tabutun içindeki dile gelse yakınlarına sövecek: “yahu ben namaza, camiye düşmanım; beni buraya neden getirdiniz? Beni buralardan götürün!” diyecektir. Ama olsun…
Ve akşama kadar kendisine sövülen İmam/müezzin efendi başlamıştır bile selâsını okumaya.
“Essalaaaatu vesselaaaammm!..”
Filanın dedesi, kocası, karısı rahmete kavuşmuştur(!), Allah rahmet eyleye…(!)
Emrin olur! Başka bir siparişin var mı?
Cami cemaatinin tam namazdan çıkacağı zamana da denk getirilir ve seven, sevmeyen hiç kimse kaçamaz, herkes saf tutar ve görevli memur sorar, cemaate dönerek:
-Merhumu nasıl bilirdiniz? Mevtanın din/diyanetinde olduğuna şahitlik eder misiniz?
-Ederiiiiiz!
-Hakkınızı helal ediniz!
-Helal olsuunnn!
Bunları yazarken aklıma yaşanmış bir olay geldi.
İmam efendi namazı tarif etmektedir… Şöyle, şöyle niyet edilir vs. Ölen kadınsa, hatun kişi niyetine, yok erkekse, er kişi niyetine… Es kaza musallada yatan da bir rütbeli asker.
İmam, “er kişi niyetine” demez mi?
Hâlâ işin ciddiyetini anlamayan gariban asker arkadan bağırır:
“Er” değil imam efendi o bir “general, general”! Ağlar mısın, güler misin?
İnsan bilmez mi ki, adamın mevki, makamı ne olursa olsun öldüğünde bütün rütbeler sökülmüş ve herkes bir kefenle gönderilir...
Ve önemli olan, Allah onu nasıl bilir. Aslolan odur.
Adamın biri heyecanla koşmuş hocanın yanına. Hocam! Diye başlamış söze… “Babam Cuma günü öldü” öbür dünyada vaziyeti nasıl olur?
Hoca, baban namaz kılar, oruç tutar mıydı; din/diyaneti nasıldı?
Dinle, namazla filan alakası yoktu. Ama Cuma günü öldü!
Babanın içki, kumar, yalan-dolanı var mıydı?
Evet, bunların hepsi vardı, fakat işte Cuma günü öldü!
Hoca ne sorsa adam “Ama babam Cuma günü öldü” diye tutturmuş.
Hoca dayanamamış ve “Cuma günü ne yaparlar bilmem, ama Cumartesi oldu mu canına okurlar” demiş.
Cuma günü ölmeyi geçelim.
İbadetlerini şekli olarak yerine getiren biri olarak hayatını yaşasan bile, gerçekte sahih bir inancın yoksa ve Allah’a, Peygambere tazim göstermiyorsan, sana kim ne fayda sağlayabilir ki!