Belalar Köprüsü
Allahü teâlâya ibâdet ederek hedefe ulaşmayı önleyen sebepleri ortadan kaldırmak lâzımdır:
1- Rızık ve geçim derdi gafilleri doğru ibâdet etmekten alıkor. Her canlının rızkını Allahü teâlâ verir. Sebeplere yapışarak rızık için çalışmalıdır. Hem çalışmalı hem de Allahü teâlâya tevekkül etmelidir. Tevekkül, dinin bildirdiği bütün tedbirleri aldıktan sonra neticeyi Allahtan beklemektir. Rızık hususunda tevekkül edenlerin imanı kuvvetlidir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Eğer Allahü teâlâya hakkıyla tevekkül etseydiniz, sabah aç kalkıp akşam tok dönen kuşlar gibi sizi de rızıklandırırdı.)
2- Çeşitli kuruntular, insanın gönül huzuru ile ibâdet etmesini önler. İnsanı huzursuz eden kuruntulardan kurtulmanın çaresi, yine gerekli tedbirleri aldıktan sonra işin neticesini Allaha bırakmaktır. Çünkü biz bir şeyin neticesinin iyi mi kötü mü olacağını bilemeyiz. Hayır zannettiğimiz çok şey şerle neticelenebilir, şer zannettiğimiz çok şey hayırla neticelenebilir. Bir taksi alsam benim için çok iyi olacaktır deriz. Taksiyi alınca çoluk çocuk bir uçuruma yuvarlanabiliriz. Muhakkak şu işim olsun diye ısrar etmemelidir. Hayırlıysa olsun demelidir.
Bir âbid, şeytanı görmek için Allaha dua eder. Duası kabul olur. Şeytan bunu görünce (Eğer yüz senelik ömrün olmasaydı seni şimdi öldürürdüm) diyerek gözden kaybolur. Abidde önce dünyadan muradımı alayım sonra tevbe ederim, nasıl olsa Allah tevbeleri kabul eder diyerek ibâdeti bırakır, sefahat âlemine dalar. Hak yolundan ayrılıp felâkete düşer. Tevbe etmeğe fırsat bulmadan ölüp gider.
3- Mâruz kalınan felâketler insanın ibâdet etmesini engelleyebilir. Bir hastalık, bir belâ gelince bağırıp çağırmak fayda vermez. Aksine zararlı olur. Bunun tek çâresi Allah'ın takdirine razı olmaktır.
4- Mâruz kalman musibetlerin ve çekilen zahmetlerin getireceği perişanlıktan kurtulmanın tek çâresi sabretmektir. Sabırlı olmayan muvaffak olamaz.
Bu dünya zahmet ve belâ âlemidir. Bu dünyaya gelen bu musibetlere mâruz kalacaktır. Bir kimsenin ana-baba, kardeş, evlât veya dostlarından biri ölür, çeşitli hastalıklara mâruz kalır, iftiraya uğrayabilir, malını mülkünü kaybedip iflâs edebilir. Bu felâketlere sabretmezse devamlı huzursuz olur, doğru dürüst ibâdet edemez. Dünya ve âhıret hayatını kazanmak isteyenin, açlığa, insanların kötülemesine ve çeşitli musibetlere sabretmesi lâzımdır. Kim Allah'tan korkarak sabrederse sıkıntılardan kurtulur. Sabreden muradına erer. Eyyüp aleyhisselâmın sabrı dillere destan olmuş ve Allahü teâlâ onu sabrından dolayı övmüştür. Allahü teâlâ, sabredenleri sevdiğini ve ecirlerinin hesapsız ödeneceğini bildirmiştir. Bir anlık sabır büyük hayırlara kavuşturur. Sabır, erişmek istenen şeylerin anahtarıdır. Her hayra sabırla ulaşılır.
Mukadder olan şey başa gelir, eğer sabredilirse ecri görülür. Sabredilmez bağrılır, çağırılırsa, günaha girilir ve huzursuz olunur. Allahü teâlâ kudsî hadiste buyurdu ki:
(Kim benim takdirime razı olmaz, belâlara sabretmez, nimetlerime şükretmezse, kendine başka bir ilâh arasın!)
Allahü teâlâ, sevdiklerini sıkıntılara maruz bırakır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Dünyada en çok musibete mâruz kalanlar Peygamberler, âlimler, veliler, sehidlerdir.)
Allahü teâlânın gönderdiği belâ ve sıkıntılara sabrederek göğüs germek büyük ni'mettir. Sabredemiyen felâkete duçar olur ve BELÂLAR KÖPRÜSÜ'nden geçemez. Sabredenlerden olmamız için Allahü teâlâdan yardım talep etmeliyiz!
SEBEPLER KÖPRÜSÜ
Dört köprüyü geçtikten sonra önümüze havf ve reca köprüsü geliyor. Ya'ni Allahtan korkmak ve rahmetinden ümidini kesmemek lâzım gelen köprü.
Allah korkusu niçin lâzımdır? Allah korkusu günah işlemeğe mâni olur. İnsanın nefsi kötülüğe ve günah işlemeğe meyyaldir. Büyük bir korku olmadıkça nefsi gemlemek mümkün olmaz.
Salihlerden birisinin nefsi günah işlemek ister. Çok sıcak hususî bir banyoya gider. Su o kadar sıcak ki, bu zatın elini yakar. Sıcakta fazla duramaz bayılır. Kendini hemen dışarı atar. Bir müddet sonra kendine gelir. Sonra nefsine der ki:
(Sıcaklığa dayanamadın, Cehennem ateşine nasıl dayanacaksın? Dayanamıyacağın bir cezaya kendi elinle çarptırılmak istemen ahmaklıktır.)
Allah korkusu olmazsa nefs, yaptığı ibâdetlerle övünür. İbâdetlerindeki noksanlık ve kusurları göremez. Abdullah ibni Mübarek hazretleri nefsine derki:
(Alimlerin söylediğini söyler, münafıkların yaptığını yaparsın. Bu hâlinle bir de Cenneti istersin.)
Allahü teâlâdan korkup rahmetinden de ümidini kesme-melidir. Ümid, Allaha ibâdet etmeğe vesile olur. Nefse ibâdet ağır gelir. Nefse bu çektiklerinin karşılığını on misliyle, yedi yüz misliyle hattâ daha fazlasıyle verileceği bildirilirse, nefse o zaman hayırlı işler o kadar ağır gelmez. Hoşlandığı şeye kavuşmak için her sıkıntıya katlanır. İşin sonunda para alacağını ümit eden hamal, ağır yükleri sıcakta terleyerek, soğukta üşüyerek seve seve götürür. Hasat zamanı mahsûl alacağını ümit eden Çiftçi, bütün sene soğuk Sıcak demeden çalışır. Ömrünün son kısmını rahat geçirmek için yurt dışına giden işçilerimiz, yabancıların kahrını seve seve çekmektedir, işte nefse, Cennette akla gelmeyen sayılamıyacak kadar çok ni'metlerin bulunduğu, iman edip salih amel işleyenlerin bu ni'metlere kavuşacakları anlatılırsa ibadetler kolay gelir.
Bu köprünün iki yanında tehlikeli iki yol vardır. Birisi (yeis) yolu, yani Allahü teâlânın rahmetinden ümidini kesme yolu, öbür tarafındaki yol da, (güven) yolu, ya'ni Allahü teâlânın azabından emin olma, korkmama yolu. Bu iki yol da çok tehlikelidir. Bu yolda yürüyenlerin ayakları kayıp derhal uçuruma yuvarlanırlar. Orta yol ise (Havf ve reca) yoludur. Ya'ni Allahtan korkup, rahmetinden de ümidini kesmeme yolu. Bu yol, korku ile karışık sevgi ve ümid yoludur.
İnsan, kendi acizliğini düşünerek, Allahü teâlânın azabının çok çetin ve çok şiddetli olduğunu iyi bilmelidir. İnsan dünyada hiç bir şeyine güvenmemelidir. Ne ilmine, ne ibâdetine, ne soyunun yüce olmasına, hasılı hiç bir faziletine güvenmemelidir. Allahü teâlâ, seksen bin sene ibâdet edip yeryüzünde secde için başını koymadığı yer bırakmayan İblis'i bir emrini yerine getirmediği için ebedi olarak kovdu. Seksen bin yıllık ibâdetini yüzüne çarptı.
Allahü teâlâ, bir zelle yüzünden Adem aleyhisselâmı Cennetten çıkardı. Hazret-i Adem yıllarca felâketlere katlandı. (Zelle, doğrular içinde en doğruyu bulamamak demektir. Peygamberler günah işlemezler.)
Nuh aleyhisselâm, ufak bir söz yüzünden Allahü teâlânın sert hitabına mâruz kaldı. Utancından kırk yıl, başı eğik gezdi.
Allahın dostu İbrahim aleyhisselâm da bir zellesi yüzünden uzun müddet ağladı. Cebrail aleyhisselâm gelip dedi ki:
- Niçin bu kadar ağlıyorsun? Hiç dost dostu cezalandırır mı?
İbrahim aleyhisselâm şöyle cevap verdi:
- Yaptığımı düşündüğüm zaman dostluğu unutuyorum.
İsm-i â'zamı bilen, her duası kabul olan, bakınca arşı gören âlim ve âbid bir evliya olan Bel'âm-ı Bâurâ, bir günaha meylettiği için ermişlik sıfatı alındı, imansız olarak öldü.
Dâvûd aleyhisselâm da bir zelle yüzünden o kadar ağladı ki, gözyaşlarından otlar bitti. Allahü teâlâya dua ederken (Ya Rabbi, gözyaşlarımı görüyorsun) dedi. Cenâb-ı Hakkın cevabı şöyle oldu:
- Ey Dâvud, yaptığını unutur, gözyaşlarını hatırlarsın.
Dâvud aleyhisselâm kırk yıl daha ağlamıştır.
Yunus aleyhisselâm, zelle sayılacak bir öfkesi yüzünden Allahü teâlâ onu deniz altında kırk gün balığın karnında hapsetti.
Peygamberimiz şöyle dua ederdi:
(Allahım, azabından afvına, öfkenden rızana, senden sana sığınırım).
Ey kardeşim, peygamberin hâli böyle olunca bizim hâlimiz nasıl olur? O halde Allahın azabından emin olmamak ve ondan korkmak lâzımdır.
Ne kadar çok günahkâr olursak olalım, yine Allahtan ümit kesmiyelim! Çünkü Allahın rahmeti boldur. Eshâb-ı kehfin köpeğini bile Cennete koyacaktır. Zâlimlerin şerrinden mağaraya giden mü'minlerin peşine düşen bir köpeğe Rabbimiz böyle muamele ederse, ömrünü dine hizmet etmekle geçiren mü'minlere ne yapmaz? O halde günahımız çok diye Allanın rahmetinden ümidimizi kesmiyelim!